• "demet akalin izlese "bu ne bicim film, tek bir odada geciyor. parami geri verin" diye 10. dakikasinda cikacagi film."
  • "bir keresinde spidey'i öyle feci bir pataklamis karakterdir ki, silver surfer gelip spidey'i kurtarmasaydi, aha bu sefer öldü adam diyecektim."




Facebook Yorumları
  • comment image

    örümböcük adamin (bkz: peter parker) son dönemdeki en büyük dü$manlarindan biri..
    bu carnage'in adi kassady idi.venomla(bkz: venom)ayni cezaevinde kaliyorlardi.derken venomun uzayli organik kostümü ikiye bölündü ve ikinci parça kassady'e geçti ve bir $ekilde venom'dan daha güçlü bir organik canavar olu$tu.. kipkizildi bu carnage'in kostümü..hayatimda gördügüm en baba piskopat çizgi roman kötüsüydü.sonunda venomla örümcek adamin güçlerini birle$tirmelerine sebep olmu$tu.çünkü kadin çocuk demeden katlediyodu bu kassady.yani carnage.


    (rotting horse on the deadly ground - 14 Temmuz 1999 00:00)

  • comment image

    yasmina reza'nin tiyatro oyunundan kendisi ve roman polanski tarafindan sinemaya uyarlanmis olan film. belli bir seviyede komik olacagini bekliyordum, ancak film hayli basarili bir sekilde insani gulmedigi birkac dakikanin hesabini yapmaya itiyor. filmi, pek de gulme egilimleriyle taninmis bir kultur olmayan berlin'deki almanlarla izlerken bile salondan gulme sesleri eksik olmadi.

    film, cocuklari arasindaki kavgada birinin digerinin iki disini kirmis olmasi sebebiyle bulusan ve nasil bir sekilde bu sorunu "uygarca" cozebileceklerini konusan 2 cift new yorklu ebeveyn arasinda geciyor. bir tarafta jodie foster ve john c. reilly var, digerinde kate winslet ve christoph waltz.

    filmde orta ve orta-ust sinif iki aile arasindaki kulturel farklardan, kadin-erkek arasinda kimi zaman ozselci sekilde yansitilan algi ve yorum degisikliklerine, kari-koca iliskilerine kadar cok genis konular ele aliniyor. genel itibariyle, tipler hayli karikaturize, ancak belli olcude belirli toplumsal rollere ve pozisyonlara referans iceriyorlar. dort oyuncu de cok basarili, bir bucuk saate yakin sure tamamina yakini bir evin salonunda gecen bu filmde. ama christoph waltz ve telefonu muthis bir oyunculukla karsimiza cikiyorlar, bunu da belirtmeden gecmemek lazim!


    (mondialisation - 25 Kasım 2011 23:52)

  • comment image

    1 saat 20 dakika uzunlugundaymis bu film! inanamadim. bi evin icinde ve sadece 4 kisiyle gecmesine ragmen o kadar hizli ilerledi ki film, ben tas catlasin 1 saat sürmüstür diye düsünmüstüm. özetini okuyunca olusan ilk kaninin aksine hic sikici olmayan hatta bayagi bayagi akici ve eglenceli bi filmdi.

    ayrica hafiften bi who's afraid of virginia woolf tadi aldim bu filmden. bi de sayesinde cobblernin ne oldugunu ve neye benzedigini ögrendim*.


    (nussschnecke - 29 Kasım 2011 11:52)

  • comment image

    politik doğruculuk özelinde batının liberal orta sınıf kültürü ve kadın erkek ilişkileri konusunda göze sokmadan etkileyici çözümlemeler yapan, çok iyi oynanmış minimal bir film...

    büyük prodüksiyonlardan gayrısından sıkılanlardan değilseniz mutlaka izleyin


    (efe2284 - 17 Aralık 2011 16:45)

  • comment image

    misafir çiftin üç kere kapıya hatta asansöre kadar gidip tekrar evin içine girmeleri dışında baymayan film.

    --- spoiler ---

    güzel karakter ve toplum analizleri yer alıyor filmde. 4 karakteri de ayrı ayrı yerden yere vururken abd nezdinde bütün "uygar" ve "medeni" batı medeniyetlerini yerden yere vuruyor. karakterlerin açık noktalarını gösterirken kadın-erkek arasındaki sorunlara ve farklılıklara da değiniyor. aslında her karakterin yanlış ve kötü yönlerini gösterirken, bir diğerinin yanlışıyla diğerinin doğrusunu gösteriyor film.

    mesela christoph waltz'un oynadığı hayatı telefona hapsolmuş, her işini telefonla halleden klasik plaza erkeği alan cowan. adam duyarsız, tepkisiz, duygusuz, işkolik, paranın ve gücün esiri olmuş, insani değerlerini unutmuş bir karakter olarak gösteriliyor ve her 3 dakikada bir çalan telefonuyla sizin de böyle düşünmeniz ve hissetmeniz sağlanıyor. ancak film ilerledikçe diğer karakterler öyle anlarda öyle tepkiler vermeye başlıyorlar ki bazı noktalarda alan'ın duyarsızlığı ve rahatlığı sizi de rahatlatmaya başlıyor. mesela tartışmanın bu kadar büyümesi sonucunda "onlar sadece çocuk, çocuklar arasında olur böyle şeyler" tarzı şeyleri bir tek bu adam söylüyor. aynı şekilde "insanın doğası vahşidir" konulu afrika'daki çocuklarla ilgili müthiş ayarı da modern anneye bu amca veriyor.

    alan'ın eşi nancy* ise modern, uygar, yapmacık nezaket kurallarına uymaya çalışan ama bir yandan da iş hayatının ve evliliğinin getirdiği monotonluk ve stresle boğulmuş klasik iş dünyası kadınını canlandırıyor. filmin başlarında çiftlerin birbirlerini ince ince iğnelemelerine rağmen yapmacık nezaketlerinden vazgeçmemeleri ve kusma olayıyla başlayan ve filmin sonlarına doğru viskinin verdiği sarhoşlukla tavan yapan öze dönme, bastırdıkları duyguları ve tepkileri dışa vurma durumu en çok bu karakterle verilmeye çalışılmış.

    michael longstreet* ise alan cowan'a nazaran kişiliğiyle de işiyle de daha mütevazı, kendisini daha çok evine adamış, basit zevkleri* olan, ara buluculuk yapan, biraz nihilist, orta yolu bulmaya çalışan anaplı standart orta direk aile babasıdır. ilk başlarda en doğal ve samimi bu adam iken alan tarafından hor görülmesiyle beraber dişlerini göstermeye başlar ve hamster olayı ile iyice zıvanadan çıkar o da.

    gelelim benim en gıcık olduğum karaktere, penelope longstreet'e*. bu kadın da orta direk ailenin kendi halinde ev hanımı olmaktan sıkılmış ve kendisini sanata ve afrika'daki aç insanlara sözde adamış karakteri. filmin başından sonuna kadar diğer ailenin çocuğu üzerinden anne babasını suçlar, çocuklar üzerinden egosunu tatmin etmeye çalışır, her şeye karışır, kontrol etmeye çalışır. bir uygarlık belirtisi olan "önce konuşarak anlaşma" işinin bokunu çıkarır, basit olması gereken buluşmayı iyice karmaşa haline getirir. sorunun baş aktörleri olan çocukların çocuk olduğunu, böyle şeyler yapabileceklerini ve insanın doğasının zaten vahşi olduğunu kabul etmez ama bir noktada kocasını yumruklamaya başlar ki burada diğerleri kadının bu haline içten de dıştan da gülerler. evinde oturarak araştırdığı afrika hakkında alan cowan'dan yediği nutuğu hazmedemez ve afrika'daki insanların halini bildiğini ve anladığını iddia eder. zaten komik olan da budur. bir amerika vatandaşı ülkesinden ayrılmadan, sıcak evinde, belirli standartlara sahipken bir afrikalıyı anlayabildiğini ve oralarda neler olup bittiğini bildiğini iddia ediyorsa ortada ciddi bir sorun vardır. bu insanlara "afrika'yı o hale sokan avrupa ve amerika kıtasıdır, anlamak istiyorsan git afrika'da bir hafta yaşa" gibi şeyler söylersen de afallar ama yine kendi ülkesini, sistemini savunmaya da devam ederler. bizim batı-doğu sorununa benziyor biraz da.

    işler belli bir noktaya kadar iki ailenin çocuklarını da yanlarına alarak "uygarca" konuşmaları ve çocuklarını barıştırmaları kabızlığı üzerinden ilerlerken bir noktadan sonra çiftlerin evliliklerinden ve karşı cinslerinden ne kadar bunalmasına, bıkmasına ve birbirlerini anlamamalarına kadar varır.

    mesela alan sürekli telefonda işleriyle ilgili konuşmakta ve karısına gereken ilgiyi göstermemektedir. bir sahnede nancy kocasının elinden telefonunu alır ve vazonun içindeki suya atar. erkekler özellikle de alan çıldırırken kadınlar adamların bu haline katıla katıla gülerler. on dakika sonra ise rüzgar tersine döner ve biraz önce hemcinsiyle omuz omuza veren penelope, nancy'nin çantasını duvara fırlatır ve içindeki her şey etrafa dağılır. iki dakika önce kocasının maymunluğuna gülen nancy şimdi kendisi aynı duruma düşmüştür. aynı duruma filmin başlarında sanat dergilerinin üzerine kusulan penelope'nin tepkisi de örnek gösterilebilir. erkekler telefonlarına, bilgisayarlarına, arabalarına zarar geldiğinde çocuk gibi ağlarken kadınlar da ayakkabılarına, çantalarına, çantalarının içindeki rujlarına, aynalarına zarar geldiğinde aynı tepkileri vermektedir. yani iki cins de birbirini eleştiriyor, haline gülüyor ama aslında ikisi de aynı bokun soyu işte demeye getiriliyor ki haksız değil bence de.

    buna benzer bir sürü alt metin, üst metin okuması yapılabilir ki filmde fazlasıyla var bu tür eleştiriler. zaten film tam tahmin ettiğim gibi çocukların, ebeveynlerinin yaşadığı tartışmadan habersiz, kavga umurlarında olmadan yine oynamalarıyla sona eriyor. olan gerizekalı ebeveynlere oluyor.

    ---
    spoiler ---


    (barrett - 18 Aralık 2011 23:26)

  • comment image

    modern insanın zorlama uygarlık çabası üzerine tuhaf film. kavga eden çocuklar üzerinden, yabancıların da yanında olmalarını fırsatını bilen iki çiftin bütün evlilik meselelerini laf sokarak kustuğu ekran karşısındaki tiyatro.

    aileler kutuptur, sonra kadınlar birlik olurlar, sonra erkekler, sonra kadınlar birbirini boğazlarlar ... françois ozon çekseydi belki daha eğlenceli olurdu, biraz daha mizah biraz da yumuşak olurdu ...

    kate winslet soğuk, zorlama kibar yatırım danışmanı işkadını rolünde iyiyken, kafasını afrika'ya ve uygar olmakla ilgili kalıplarla bozmuş oldukça sinir jodie foster harika idi.

    --- spoiler ---
    salonun çeyreği arada, geri kalan çeyreği filmin sonu gelmeden sinemadan çıktı. ama biz çoook eğlendik.
    ---
    spoiler ---


    (ride - 19 Aralık 2011 19:13)

  • comment image

    kaliteli tiyatro uyarlamaları genellikle sıkıcı olur. çünkü metin daha çok tiyatroya yönelik hazırlanmıştır ve yedinci sanatın getirileri bu metnin ve oyuncu-seyirci iletişiminin yanında ya öne geçen ve bu etkiyi kapatan bir öğe; ya da ardında gereksiz renkler katan engeller oluşturur.

    bu filmin belki de en büyük başarısı broadway'de haftalarca gösterimi yapılmış önemli, ünlü ve başarılı bir tiyatro oyununu kaliteli bir şekilde sinemaya uyarlaması olması. belki de böyle tarihe geçecek. roman polanski gerçekten de dogma gibi deneysel sinemanın sularında yüzmeyen, mamafih görkemli de bir görsellik vadetmeyen muhteşem bir sinema anlayışıyla seyirciyi odadaki tartışmaların orta yerine bırakıyor. gerisi size kalmış. karakterlere dilediğiniz kadar gıcık olabilirsiniz.

    filmde modern bireylerin, çocuklarının kavgaları neticesinde ne yapılabileceğini tartışmaları işleniyor. insan denen yaratığın aslında içten içe doğasındaki çirkinliği ve bu çirkinliği örtbas etmek için çeşitli totemlere sığındığı birebir anlatılıyor. açık açık konuşmaktan bir şekilde kaçınan karakterler, ilk önce bir kusma kırılmasının, ardından da bir alkol kırılımının etkisiyle özlerine dönüyorlar ve kötülüğün, acımasızlığın ve karaktersizliğin aslında insanın özü olduğu tematik bir yalınlık içerisinde anlatılıyor.

    insan ilişkilerinin çarpıklığını bir tarafa bırakıyorum. üç tane rahatsız edici öğe gözüme çarptı. bunlardan birincisi christoph waltz'un muhteşem bir şekilde canlandırdığı alan karakterinin telefonunun devamlı çalması... ikincisi kalkıp gidecekmiş gibi yapıp da bi şekilde gitmeyen misafir gerilimi (umut sarıkaya gerilimlerine benzer bir isimlendirme oldu sanki)... bir de tek mekan daraltması... evet. film, çocukları dışarıdan, uzaktan izlediğimiz ilk ve son sahne dışında alfred hitchcock ekolü gibi tek mekanda geçiyor. tek mekan filmlerinde hitchcock usta derinlik vermekte epey ustadır. ama polanski kanımca bilerek ve isteyerek tek mekanda geçtiğini seyircinin gözüne sokuyor ve bununla seyirciyi biraz olsun rahatsız etmek peşinde... ama asıl önemli nokta bütün bu saydığım öğelerin bir yerden sonra hiç rahatsız etmiyor olması... zira "insan" özü itibarıyla o denli rahatsız edici ki. her türlü gerilim unsuru "insan"ın yanında sadece bir dekor, bir aksesuar gibi kalıyor.

    oyunculuklara uzun uzun değinmenin inanın alemi yok. başta christoph waltz olmak üzere dört karakter de ellerinden gelen en iyi performansı vermişler ve muhteşem bir oyunculuk dersi vermişler.

    tek cümleyle film tek mekanda geçen harika bir modern insan eleştirisi olmuş.


    (istanbul beyefendisi - 20 Aralık 2011 16:04)

  • comment image

    içindeki alan karakterinin bir repliğinde dediği gibi "yapmacık saçmalıklar"la dolu bir film.

    funny games tarzı bir gerilim, eyes wide shut tarzı bir kibirlilik. bu laf laf laf üzerine kurulu filmi izlerken işte böle büyük yönetmenlerin hissettirdiği gibi bir "usta ellerdesin rahat ol" sezgisi beni ele geçirdi. olum ne anlatıyosunuz lan siz manyak mısınız diyorsun, ama bi saniyesini kaçırıcam diye dikkat kesiliyosun. hem bu kadar tuhaf hem de bu kadar akıcı film izlemedim. işi bilenlerin elinde bu filmin analizi claude levi straussa kadar falan gider. yani batılıların zamanında afrikalı adamı bir canlı olarak ele alıp incelemek için antropolojiye kafa yormasına karşılık olarak biz doğulular için yapılmış sanki bu film. alın siz de onları inceleyin ele alın gibilerden.
    ne zamandır eften püften şeyleri beğenmek zorunda kalıyordum doğrusu bu film çok süper geldi


    (kordelya - 24 Aralık 2011 19:23)

  • comment image

    filmi izlemeden önce polanski’nin tek mekan bir hikayeden nasıl çıkacağını çok merak ediyordum. tek ya da çok sınırlı mekanlarda çekim yapmayı tercih edenler filmlerinin akıcılığını polisiyenin prensipleriyle sağlamaya çalışırlar. polanski’de aynı yöntemi mi uygulayacaktı ve yaratılacak merak unsuru, sıkmadan, tempoyu düşürmeden filmin sonuna kadar sarkabilecek miydi? ya oyuncular? sürekli daracık mekanda çalışmanın ve öykü anlatmanın yaratacağı kasvet tuzağına düşmeden enerjilerini kesintisiz bir şekilde sürdürebilecek miydiler? bu ve buna benzer sorularım, hiç de beklemediğim yerden ve son derece başarılı bir şekilde yanıtlarını buldular.

    polanski alıcı ayarlarımızla oynayarak, dramatik yapının hiçbir kurulana uymadan şaşırtıcı derecede akıcı bir hikaye sunuyor. filmin “giriş – gelişme – sonuç” kaygısının olmadığı gibi, birkaç dakika sonra ne gibi gelişmelerin olabileceğine dair bir merak duygusu dahi düşürmüyor izleyicinin bilinçaltına. öykünün merkezinde, usta oyuncuların reveransıyla bir orta sınıf eleştirisi oturtulmuş. bu ana damarın yanında, sürekli değişkinlikler göstererek kadın erkek ilişkisi, erkek egemen zihniyet, hukuk, mülkiyet duygusu, riyakarlık, liberal aymazlık vs. gibi yan unsurlar, yer yer parodinin sınırlarına eklemlenerek işlenmiş. diyaloglarda mizahtan özellikle kaçınılmış ve yerine yer yer karikatürizeleşen karakterler yaratılmış. karakterlerin bu şekilde çizilmesi, değişken ruh halinin ve kişiler arasındaki aktörleri sürekli değişen kutuplaşmanın izleyici tarafından yadırganmadan kabul edilmesini sağlamış. mizaha hemen hemen hiç yer verilmemesi ise yönetmenin ayan beyan bir meydan okumasından başka bir şey değil. mizah yapmadan da izleyici o evin salonunda filmin sonuna kadar taşırım iddiası. bunda da müthiş başarılı olunmuş. tripotun ayaklarını kısa tutması, filmi altyazıyla takip edenler için zorlayıcı olmuş, çünkü yazılara yetişeyim derken oyunculuklara hak ettiği özenli ilgiyi gösteremiyor insan. bunun dışında filmi izlediğim sinepop’un projeksiyonundan mı, yoksa focus puller’ın hatasından mı bilemedim ama bir süre sonra rahatsız edecek kadar flu plan söz konusuydu. öyle ki, bir kat’ın seri planları boyunca kate winslet’ı gömleğinden tanıyabildim.

    oyuncuların performansına dair ne söylense güzelleme olur. judie foster ruhuna uygun karakteri bulunca döktürmüş. öteki üç oyuncu da en az onun kadar başarılı.


    (mavikargadan - 10 Ocak 2012 21:49)

  • comment image

    --- spoiler ---

    filmde ikram edilen içecekler de dikkat çekici: önce espresso, sonra "gerçek" kahve, kusma krizinin hemen öncesinde "kola" ve nihayet alkol. "medeni karizma" açısından en yukarıda olandan başlayıp alkole giden yolculuğun sonunda karakterler alkol eşliğinde sarhoş olmak yerine sanki "medeniyet sarhoşluğu"ndan uyanıp "en gerçek" hallerine geri dönüyorlar. saldırgan çocuğun babası üzerinden ilaç şirketlerine, saldırılan çocuğun annesi üzerinden afrika sorununa uzanan film, özellikle sonlara doğru "politik doğruculuk" kavramını da sorgulayan postmodernist bir çizgiye yaklaşıyor.

    ---
    spoiler ---

    (http://hayatimizsinema.blogspot.com/…tanr-2011.html)


    (diamant - 12 Ocak 2012 02:53)

  • comment image

    spoiler yok; ama bir gözlük takma ihtimali var. tercihen izledikten sonra okuyunuz.

    bu film bittiğinde şunu düşündüm: ileri derecede medeni olduğunu iddia eden toplumların insanları, herhangi bir olayı hukuğa taşımadan çözmeye çalıştıklarında, "geri kalmış" dedikleri toplumların insanlarının müzakare becerilerini gösteremiyorlar. hatta şu da var ki, müzakare edilebilecek veya edilemeyecek konuları belirlemekte bile yeteneksizler. "geri kalmış" dedikleri toplumların bireyleri en azından altyapılarındaki öfke ve şiddet potansiyelinin daha çok farkında oldukları için, bazı durumları idare etme becerilerinin olmadığını bilirler. ancak bu filmdeki gibi medeniyetlerine ve medeni kimliklerine müthiş güven duyan optimist bireyler, duyguları açığa çıkmaya başladıktan sonra kontrolü tamamen yitirebiliyorlar. alkol tabi bu konuda iyi bir katalizör.


    (firacos - 30 Ocak 2012 23:24)

  • comment image

    başıma bir şey gelmeyecekse komedi değil bariz gerilim filmi olarak nitelendirmek istediğim film.

    --- spoiler ---

    elbette diyaloglar eğlenceli, insanı güldürüyor falan ama, bütün bir film boyunca o evden çıkamama hali resmen gerilim yaratıyor izleyicide. film tam bir burjuva kabusu bence. sürekli cep telefonuyla konuşan avukat baba, mükemmel tablo çizmeye çalışan borsacı anne bir yanda, "çocuğumuzu diyalog, sevgi ve barış içinde büyütürüz" diyen new age kafalı anne ile diğerlerinin yanında biraz kaba saba, taşralı kalan bana diğer yanda.

    abartıyor diyebilirsiniz ama michael haneke tadı falan aldım ben.

    asansörün içine adımını atıp geri dönüyor adam yahu.

    ---
    spoiler ---


    (thesaintofincipientinsanities - 2 Mart 2012 13:18)

  • comment image

    belki de filmle ilgili en güzle tanımı filmin posteri yapıyor: http://image.tmdb.org/…zpfd3iihc8cvtnbs9d09n3a1.jpg

    sıradan bir konuşmanın birden bire kılıçların çekileceği bir savaş meydanına dönüşmesini çok güzel anlatmış polanski. belki de oldukça basit olan hayatın kendisine yüklediğimiz anlamlar, süslemelerimiz, cilalarımız ve de övünmekten bıkmadığımız medeniyetimiz ufak bir rüzgarla dalgalandığı vakit altından hiç de hoş olmayan bizler çıkıyoruz, en doğru ve yalın haliyle insan.

    ya da, sometimes a cigar is just a cigar. şairin bayrağa neden seslendiğinden öte nasıl seslendiğine bakmak lazım. anlık öfke patlamaları, değişen roller, duygu akışı... her şeyi ile olmuş film dedirtti. dönüm noktası olarak da, kusma. bence harika.


    (eller aya ben yaya - 6 Mart 2012 00:33)

  • comment image

    organik kostum ikiye bolunmemi$ti . venom tam hapishaneden kacarken ortakyasar'in kucuk bir parcasi parcalanmi$ bir molozun kenarina mi ne takilmi$ti . o damla direk kassady'nin uzerine atladi . sonrasi malum ..


    (set - 7 Ocak 2001 20:31)

  • comment image

    genelde senaryonun yurumesi icin gerekli bazi adimlarin biraz egreti gibi atilmasina ragmen, sonucta ortaya cikan oldukca basarili bir film. tekrar seyredecegimi sanmiyorum ama seyretmis olmak inasana olumlu seyler katiyor. her filmden muthis performans beklemese de insan arada sirada gordugu seylerden zavk aliyor ancak bir daha gormesine gerek kalmiyor. bu erkekler icin yoldan gecen hos bir hatunun kici seklinde ozetlenebilir.

    bunu da soyleyerek bir filmi gote benzetip nasil da olumlu sayilabilecek bir elestiri yaptim ben de tam anlamis degilim.


    (kuzen - 26 Ağustos 2012 07:35)

  • comment image

    alemin en kral kötüsüdür , ortalikta aptal aptal "dünyayi fethedicem lan ben "diye dolasmaz,ekmegindedir o.. biraz abartı gücleri vardır, ortakyasar'i (symbios) istedigi sekle (balta kılıç cekic vs) sokabilir ve hatta firlatabilir makinali tüfek gibi.. tek kurtulma yolu , venom'un da oldugu gibi, süpersonik dalgalar kullanmaktir, onu da anca mr.fantastic akıl edebilmistir :))


    (sendorm - 15 Mart 2004 18:57)

  • comment image

    (bkz: cletus kasady)

    bakınca venom'un bile yanında duygulu kaldığı villain'dir..gerçek bir katliamcıdır..fakat buna rağmen spider-man'i hiçbir zaman venom kadar rahatsız edememiştir..spidey bu elemanla dövüşürken daima rahat olmuştur..cletus kasady'nin kansere yakalanması sonucu spider-man elinde fırsat varken yok etmemiştir kendisini..zira simbiotun kasady'den ayrılması onun ölümüne neden olacaktır..bu yüzden affedilmiştir..spidey de karizmasına 10 puan daha eklemiştir bu hareketiyle..


    (parma maniac - 15 Mart 2004 20:47)

  • comment image

    venom'un oğlu olarak da bilinen korkunç görünüşlü yaratık… doğuşunun hikayesi ise şöyledir:

    venom'un ele geçirdiği eddie brock isimli gazeteci, uzaylı simbiot öldü sanılıp hapse atıldığı zaman kasady onunla aynı hücreyi paylaşmaktaydı. kasady; yetimhanede büyümüş ve çok sorunlu bir çocukluk geçirmiş psikopat ruhlu bir seri katildi. uzaylı simbiotlar kendi başlarına üreyebilmektedirler. simbiot brock'u hücresinden kurtardığı zaman ardında kendisinden türemiş başka bir simbiot bırakmıştı. onlarda aile gibi bir kavram olmadığı için brock'u bundan haberdar etmeye gerek görmemişti. arkada bırakılan simbiot kasady ile birleşerek carnage'ı oluşturdu.

    zaten çok tehlikeli biri olan kasady simbiot'un kendisine sağladığı güç de birleşince tüm new york'a dehşet salmaya başladı. sadece zevk için insanları öldürmeye başlayan carnage'ı örümcek adam engelleyemeyince venom ile işbirliği yaparak durdurmayı başardılar. fakat carnage tutulduğu yerden kaçarak new york sokaklarından tekrar dehşet saçmaya devam etti. 'maksimum katliam' adlı macerada kendisi gibi sıra dışı güçlere sahip hasta ruhlu başkalarını da bulup onların liderliğini yaptı ve new york'u birbirine kattı. carnage ve ekibini örümcek adam ancak venom, kara kedi, captain america ve birkaç süper güçlü kişinin de yardımıyla durdurabilmeyi başardı.

    kasady konulduğu hücreden simbiotun yardımıyla ilk fırsatta tekrar kaçmayı başardı. örümcek tekrar carnage'ı durdurmaya çalıştı fakat kasady kanserdi ve ölmemesi için simbiotun onun üzerinde kalması şarttı. sonunda örümcek silver surfer'ın da yardımıyla carnage'ı bir kez daha durdurmayı başardı.

    *kaynak: http://www.geocities.com/orumcekadam2001/


    (forrestgump - 30 Eylül 2005 23:52)

Yorum Kaynak Link : carnage