Süre                : 1 Saat 43 dakika
Çıkış Tarihi     : 09 Nisan 2010 Cuma, Yapım Yılı : 2010
Türü                : Drama
Taglar             : müzik yok,ev,orman,bal,oğlan
Ülke                : Türkiye,Almanya,Fransa
Yapımcı          :  Kaplan Film , Heimatfilm , Eurimages
Yönetmen       : Semih Kaplanoglu (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Semih Kaplanoglu (IMDB)(ekşi),Orçun Köksal (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Bora Altas (IMDB)(ekşi), Erdal Besikçioglu (IMDB)(ekşi), Tülin Özen (IMDB)(ekşi), Ayse Altay (IMDB), Özkan Akcay (IMDB), Alev Uçarer (IMDB)(ekşi), Selami Gökce (IMDB), Kamil Yilmaz (IMDB)

Bal ' Filminin Konusu :
Yusuf’un babası, kasvetli bir ormanın içerisinde arıcılıkla hayatını kazanmaktadır. Yusuf ise henüz yeni okula başlamıştır. Bir gece gördüğü rüyayı babasına anlatır. Rüyanın içeriği ise bir sırdır. Bir gün Yusuf’un babası ormanın derinliklerine dalar. Geri gelmeyişi, Yusuf’u içine kapanık bir insana dönüştürür. Gün geçtikçe insanlardan daha da uzaklaşan bir çocuk olan Yusuf, bir gün ormanın derinliklerine dalıp babasını aramaya çıkacaktır. Semih Kaplanoğlu’nun Berlin’den Altın Ayı ile dönen filmi, Türk sinemasının son dönemdeki en önemli filmlerinden biri olarak kabul ediliyor. Filmin başrollerinde Bora Altaş, Erdal Beşikçioğlu ve Tülin Özen var.

Ödüller      :

Berlin Film Festivali:Golden Berlin Bear, Prize of the Ecumenical Jury-Competition
!f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali:People's Choice Award-National Competition, Special Prize of the Jury-National Competition


Oyuncular
  • "yarının gazete başlıkları: altın ayı bal'ı seçti."
  • ""kovadaki ay" sahnesi gerçekten etkileyici."
  • "yayla sahneleri trabzon-şalpazarı'ndaki sis dağı'nda çekilmiş.adamlar götümüzün dibine kadar gelip ödüllü film çekmişler haberimiz olmamış."
  • "bruksel anadolu lahanasi."




Facebook Yorumları
  • comment image

    yaraları hızlıca tedavi eder.

    direkt kana karıştığı için çok hızlı enerji verir.

    mide ve bağırsak rahatsızlıklarına iyi geliyor. damarları açıyor.

    idrar söktürüyor.

    kabızlık için sıcak bal şerbeti, ishal için soğuk bal şerbeti iyi geliyor.

    yorgunluk, bunaltı hallerinde bal ve bal şerbeti rahatlatıyor.

    kemik sağlığı için önemli bir besin maddesi. balgam gideriyor.

    bir yaşından küçük çocuklara bal verilmemesi gerekiyor. onların sindirim sistemi balı henüz sindirecek derecede gelişmiş olmuyor.


    (white magic - 5 Eylül 2006 15:10)

  • comment image

    1 yaşından küçük bebeklere verilmemesi gereken nesne. arıların bal yapmak için nektar toplarken botulizm sporlarını da* beraber alıp farkında olmadan bal yapımında kullanılabilirler. yetişkinlerde bu bir besin zehirlenmesine yol açmasa, gerek savunma sistemi gerek mide asidi bu bakterilerin zarar vermesine engel olsalar bile bebeklerde böyle bir savunma sisteminin henuz gelişmemiş omasından ötürü bir bebeğin ölümüne yol açabilecek yiyecek


    (vic - 16 Ekim 2002 22:54)

  • comment image

    kesinlikle sıcak tüketilmemesi gereken bir besin maddesi.

    domuz gribi çılgınlığı nedeniyle bas bas bağırıyorlar, ıhlamur, adaçayı için, içine de bal katın diye. halbuki o bal sıcak bir sıvının içine katıldığında toksik maddeye dönüşüyor, yararından çok zararı oluyor, karaciğere yükleniyor. bal sadece ve sadece ılık suya/süte eklenir.

    o gurme yemek programlarındaki bal ile pişirilen yemeklere de kanmayınız. bal sadece ve sadece ılık yemeklerde sos olarak kullanılabilir.


    (patlicangil - 9 Kasım 2009 15:51)

  • comment image

    öncelikle festivalde izlediğim 8 yarışma filmi içinde çok açık bir şekilde eu cand vreau sa fluier fluier ile bal diğerlerinden ayrıştı. duygusallıktan, yönetmenin sinemasına hayranlığımdan uzak bir şekilde benim gönlümde şimdilik (daha 3 güçlü aday daha var)festivalin en iyi filmi bal. yönetmene

    1)üçlemeyi belli bir sorunsal etrafında yoğurarak(yusuf'un hayatı) sürekli deneyen tutarlı bir teknik ve konu kullanımı ile tematiğini tamamladığı.
    2)tarkovski'den sonra belki de uzun zamandan beri sinema'da şiire ve şiirsele bu kadar kuvvetli bir şekilde çağrı yaptığı.
    3)yusuf'un karakter olarak sonrasının belirlenmesindeki izleri, insan'ın doğa ve sosyal koşulları içerisindeki zayıflık,uyum ve direnme duygusunu seyirciye'de güçlü bir şekilde geçirdiği
    4)evrenselde insan'ın çevresiyle ve doğa ile olan ilişkisini , özelde ise kültürüne karşı duyduğu sorgulayıcı ilgiyi ve bilhassa kişinin çevresi ile olan kavgasında emeğe karşı duyduğu saygıyı muhteşem bir teknikle gösterdiği.
    5)ne vulgar rasyonalizmin ne de manevi kültürün birbirine hakim olduğu karmaşık bir gerçeklikle türkiyeyi tartışmaya açtığı ve alternatif hayatları temsil yerine takdim'le gösterdiği, kaderle kaderciliği ayırdığı ve maneviyattan beslenen ancak diyalektik ilişkiyi elinden bırakmayan temelinde ''insancıl'' bir akıl(a büyük olacak) vurgu yaptığı için (misal miraç kandilindeki doğalcı tavır).
    teşekkürü ve alkışı borç bilirim. meine damen und herren bitte begrüssen sie der regisseur des films semih kaplahoyluğ..

    tam beklediğim gibi bir film oldu bal. yönetmenin diğer filmlerinde yaptığı gibi meraklı ve vurucu bir açılışla başladı ancak daha sonra gelen esas sahne, ''oku'' gibi bizim özelimizde büyük çağrışımları olan bir sözcükle açılınca bir ara şaşırttı. ancak daha sonra film,üçlümenin biçimine bürününce çamlıhemşin üzerinden zihinsel bir yolculuk başladı..kendimi seyirci olarak çocukluk zamanlarındaki küçümsenmelerin, farklı anlarda güçsüz hissetmenin, zayıflığın yanında sabırın, maharetin, el becerisinin, kendi kendine yeterliliğin, sessizlikten beslenen tevekkül'ün ölümle yoğrulduğu bir zihinsel atmosferde ve doğayla başbaşa iken buldum. baba-oğul ilişkisi merkeze alınarak filmde bu duygular anlatılıyor.

    özel'de karadeniz'de yüksek bir dağ köyünde yaşayan bir ailenin öyküsü olan bal, genel olarak islamiyet baskın olsa da onu aşan bir maneviyata ve dinlerarası göndermelerle yoğrulan ruhani bir tona da sahip (miraç kandilinde seçilen kısımda peygamber'in diğer dinlerin peygamberleri ile selamlaşması, hatta ana karakterler bile sonuçta yusuf ile yakup'un öyküsü eski ahitten kuran'a geçmiştir, babasının yusuf'a rüyalarını kimseye anlatma deyişi, dere kenarında görülen ceylan, yusuf'un çekingenliği,kimseyle oynamaması, gene yumurta'da kendini kuyuya atılmış olarak görme ile doğrudan bir yusuf-yakup peygamber analojisi de filmin altmetinlerinden biri idi.)

    bu filmin farkı, yönetmenin kişisel dünyasını anlatmak için kullandığı güçlü sinematografisi bir yandan da üçlemeyi tamamlama çabasında olan öyküyü anlatma derdinde olması. bu anlamda çok büyük farklar olmasa da sonuçta bir çocuk söz konusu olduğu için kamera daha hareketli,hatta çok az da olsa doğal seslerden müzik var. bunun yanında karakterleri bulunduğu mekana yerleştirmesi ve mekanların kullanımı açısından üçlemenin diğer filmleriyle benzeşmekte.

    --- spoiler ---
    film'de birçok gönderme ve sahne analizi, tek tek kadrajlar tartışılabilir(bilhassa hollanda resmi ile olan lişkisi, bazı kadrajlar var rembrand ve vermeer'le yarışacak düzeyde)ancak benim özellikle dikkatimi çeken tartışma maneviyat'ın materyal karakteri idi, kader ile tevekkül'ü kaderciliken ayırması. misal baskın bir karakter olan baba'nın ağaçtan düşmekte iken hala daha yaşam'a dönük olmasından kaynaklanan çaresizliği, bal için başka mekanlar arama, hoca'nın yusuf'u okumasının ve yusuf'un şiir okumasından büyülenişinin denk gelişi fakat yine de kalabalık içinde heyecanlanaşı,,şenlik ile kandil'in biraradalığı gibi maneviyat'ın yerel ve evrensel materyal kültür ve olaylardan beslenen şeyler olduğuna işaret ediliyor gibi. umarım yönetmende bu bir çatışma seklinde sirayet etmez.
    ---
    spoiler ---

    ek olarak çok az türden sahne kız çocuğunun şiir okuması ve yusuf'un bir kova suyun içinde ay'ı yakalamaya çalışması gibi müthiş duygusal bir etki yapabilir. kişisel olarak da annenin soğuk hava'da iş yaparken eteğinin altından çıplak ayakları'na yapılan close up anılarımı ve hayatı düşünmeme yol açmıştır. belki üçleme'ye aşina olmayanlar için bazı göndermeler ve ucu açık son filmin kendinden kaynaklanmayan kusuru olabilir.lakin ilk defa türkiyeden bir film izleyen
    fransız bir arkadaşımın da dediği gibi o gemiyi o yatağın üzerine bıraktı ya ..işte hayat böyle bir şey olmalı.. ek olarak ben de üçleme böyle olmalı diyorum.

    and now ladies and gentleman please wellcome the regiesseur of the film: semih kaplanoylu,
    s.k: öncelikle zaman ayırdığınız için....


    (wayvard cloud - 18 Şubat 2010 03:18)

  • comment image

    sinema salonunu kapattırıp izledim. bana tamı tamına bir bilet parasına mal oldu.

    belli bir süreliğine ses algımı sonuna kadar açtı. salondan çıkar çıkmaz şimdiye kadar duymadığım neredeyse bütün çevre seslerini duyar oldum. 'amma gürültü yapıyormuşuz' dedim.

    ağaçtan düşürdü bu film beni.


    (sallayancay - 15 Nisan 2010 06:44)

  • comment image

    su içmeyi çok seven bir yazı okudum demin. pinna'dan. çok hoşuma gitti. sudan gayrı içecek bulmakta zorlanan biriyim ben de zira. çay ve kahve, özel zamanların içiti. onlara lafım yok. alkollüleri ise geçiyorum tek kalemde, çevremde alkolden nallamışlar var, illetyus. bu yüzden, sair zamanların tek içiti bençün su. varlığın da nüvesi su. sudan geldik suya gidiyoruz. toprağın toprak olmasındaki hikmet de su...
    müthiş buluş, muazzam icat, en saf mucize...
    hamd ve sena sahibine...

    bala girizgâhı neden suyla yaptım peki, onu da şöyle açıklayayım sayın okuyucu insanı: su sevgisiyle ilgili bir yazı okuyunca, su sevgimi düşündüm. sevdiğim her şeyin suya hasretliğini, suda olmuşluğunu, sudan gelmişliğini düşündüm. hayal dünyamın değişmez elemanlarını, denizi, balığı, kuşu, gemiyi düşündüm. akdeniz'i, yarımada'yı, knidos'u, sahranda'yı, simi'yi, rodos'u düşündüm. piyadeyi, ulaşılmaz bozukkale'yi, balıkçı'nın anlattığı ege'yi, badem ve zeytin ağaçlarını, portakalları, ılgınları, harupları, incirleri, dutları, lâkabım çitoları düşündüm. yaseminleri ve fulleri düşündüm. durur mu hiç durup düşünmek; hepsini yazsam kazancakis ya da zweig olur muyum diye bile düşündüm. yaşamadığım bir kültürün, zamanın ve zatın edebiyatını yapamayacağımı, işbu yüzden âlemde tek bir ahmet hamdi olduğunu da düşündüm o lahza. allah'tan şu an bu düşünce beni, ancak kendimin ve hayatımın edebiyatını yapmakta olduğumun bilincine vardırdı ki, bal bahsine ne zaman geleceğimi, nihayet sadedi düşünebildim.

    boğazdan sorunum var, önce ciğerden sonra boğazdan daha doğrusu. boğazlar sorunu, montrö. uzlaşma ayağına follofoş etmişler boğazları da, ayrı mesele... ne ise, hababam kuruyan bir geçit bendeki boğaz. susuz kaldığım vakitlerde, kelimenin hakkını vererek gıcık olurum ben. harbiden gıcık, yani hem duygudurum, hem fizikdurum olarak. ne kadar içersem içeyim hep susuz hissettiğim de olur. aşk gibi bir kavram su, içtikçe susatan... işte böyle vakitlerde imdadıma bal yetişir benim. boğazımın dermanı önce sudur, akabinde baldır. bal, su gibidir benim minör dünyamda. bal kavanozunu kafama dikip su gibi içtiğim vakidir kimi diyarlarda.

    balla ilgili çok hatıram var. dragos'ta bal ve pekmez geceleri yapar idik. yarımada'da bal ve badem harbi ayrılmaz ikili idi. ballıbaba uğurlu otum, balkan havası uğurlu nağmem idi. çok çeşit balla müşerref olma imkanım da oldu şükür. ithaka kültürü. keskin kekik balı, yumuşak bahar balı, tatlı ılgın balı, havai portakal balı, mülayim lavanta balı, çam balı, karakovan balı, deli anzer balı, amansız kestane balı ve en en sevdiğim harup, yani keçiboynuzu balı... kırsal çocuğu olsaydım, önce çobanlığı sonra da arıcılığı düşünürdüm kendime meslek olarak. prima iş arıcılık. en darlandığım zamanlarda angelopoulos babanın arıcı'sını koyar izlerim hâlâ. ha bir de zeytin işi var, zeytin sıkma, ne kutlu iştigal. vay ki ne vay.

    vay ki he vay, uçtu gitti hepsi 30 senede... mevzubahis kayıbı ve ayıbı ve ayılamayı bizzat yaşamış nesille içiçe yaşadığım için, ben de fotoğrafik olarak şahit oldum bu leş yağmaya. sattılar tarlaları turizm ayağına. tarlasını satıp araba da alabiliyor bizim köylü taifemiz. modernizma kadar insanı yiyip yutan bir canavar daha görmedim ben zaar. o yüzden kırsal da kalmadı artık affedersin ama zırcahillerin ülkesinde. yaman hollanda tohumda birinci. fransa'yı tepeden görüyorum, bir karış ekilmedik yer yok canına yandığımın. tarlalar cetvelle çizilmiş gibi yakışıklı mübarek. pancar, buğday, arpa, bağlar bahçeler, acayip tarımsal makineler... batı manyağı, gelişmiş ülke tiryakisi biri değilim, fakat oraların doğru emeğini görünce, buraların makus talihi moralimi bozuyor be dede... ah naçar istanbulumuzun hâli hele...

    bunca güzel bir şehir, ancak bu kadar çirkinleştirilebilir, vallahi bravo. sürgünsüz dönüşüm mavalıyla kalan zavallı semtleri de yemeye namzet açgözler, gebeşler, ibişler. yuhlarım sizinle olsun. yazıklarım bizimle! niyazımdır, birileri de doğru iş yapsın artık şu can şehirde! beşiktaş'taki bostanların üzerinden greyder geçeli, istimlak ayağına galata'nın, tophane'nin, taşlık'ın, ıhlamur'un canına ot tıkanalı olmuş 50 sene... ben, bu vakur ve gamlı şehirde yaşıyorum, taşına toprağına, ensari'nin, fatih'in, akşemseddin'in, abdülhamit'in mirasına alâka ve hürmetle bakıyorum. baktığım yerler şimdi silme beton olmuş, ne lan bu beton sevgisi, manyak mısınız kardeşim siz diyorum, huu kime diyorum. sizden hep uzağa kaçıyorum, sonra tilki gibi hep şehr-i kadime dönüyorum. heman çokbeçok sıkılıyorum bu çeşit letafet ve zarafet yoksunu dimağdan, tarzdan, yaşamdan. insan elinden çıkma çirkinlik, beni hayattan soğutuyor, kalbimi buz ediyor anam bubam. ha sonra bir de araplar, kâbe'nin osmanlı revaklarını yıkmaya kalkıyorlar. güzelim kaleyi yıkıp "zemzem kuleleri"ni de diktiler dikibozuklar, zemzem ya aşkolsun, ticarethane mi lan ora, borsa mı, banka mı? dalga dümene hizmet için her şey oh valla! bir lahza tefekkür, peygamber aşkına! kâbe'ye de gidemiyoruz bu şuursuzların lapacı politikalarıyla. ne hakkınız var yahu evimizi istediğimiz gibi görmemize engel olmağa! kızgınım, ateşim vesselam topusuna. tarihten, estetikten, güzelden, aşktan, izandan, nizamdan zerre nasibini almamış insanoğluna. bal derken zehir zemberek oldu buralar da, ne diyeyim, affola...

    bal, sevdiğim bir dostumun rahmetli köpeğinin adı aynı zamanda. hazır ona da bir selam çakayım bu cuma.
    ben balı daha duyduğum anda, kulağıma ferahfeza, kalbime kürdilisema geliverir. gözüm su dolar, göynüm neml'lenir. hem boğazımı, hem zihnimi açar bal. şifayâb olurum ben balla. balla beni, pulla beni, al koynuna yâr! yâr engin mevzu elbet. girersem boğulurum. girmeyince de boğuluyorum gerçi.
    o vakit diyorum ki, atın ölümü arpadan, arının ölümü baldan, âşığın ölümü yârdan olsun vre, ne gam!


    (atlantisten gelen zekiye - 18 Kasım 2011 23:49)

  • comment image

    bal imalatı yapan bir akrabam 2004 yılında muğladaki fabrika ve imalathanelerinin tamamını kapatıp almanyaya taşınmıştı. neden diye sorduğumuzda "son 1 senedir sahte bal üreticileriyle rekabet edemiyoruz. bizim 30 liraya mal ettiğimiz balı 2-3 liraya mal edip 15-20 liraya satıyorlar. arı yüzü görmeyen balları gerçek diye satıyorlar. ya kapatıp başka bir yere gideceğiz, ya da iflas edeceğiz" demişti.

    geçen gün bu "4 kavanoz 100 liraya" balları ilgili haberi okurken bir detay dikkatimi çekti; sahte bal olayları mısır fruktozuna uygulanan kotanın %7.5'den %15'e çıkarılmasıyla patlamış. peki bilin bakalım bu kota hangi yılda çıkarılmış; 2003 yılında. iki katına çıkan kotadn meydana çıkan farkın hemen hemen tamamı bal sektöründe kullanılmaya başlanmış.

    şimdi bu akrabam almanya gibi gıda standartları konusunda dünyanın en katı ülkelerinden birisinde iş yapıyor. ve işini düzgün yaptığı için iyice büyüttü. avrupa birliğindeki belli başlı büyük ülkelere almanyadan bal ihraç eder hale geldi. iki sene önce ben ingilteredeyken, ülkenin 3. büyük gıda toptancısı, sahibi bir türk olan bir firmayla olan bayilik görüşmelerine de katılmıştım. o zaman bizim enişte;

    "- eskiden türkiyeden bal almaya çok çalıştım. ama standartları sağlayacak bal çok az çıkıyor. o da ithal etmeye, izin almaya uğraşmaya değmiyor malesef. bende isterdim türkiyeden ithal etmeyi ama, mümkün değil" demişti. kendisi şu anda romanya ve macaristandan ithal ediyor balı. almanyada işleyip avrupaya satıyor.

    böyleyken böyle genşler; bal olayı o kadar ucuz bişey değil.


    (arnatuile - 29 Mart 2012 13:37)

  • comment image

    e yazılmamış?

    aşkım sen benim canımsın
    kanıma karışmış kanın
    söyle kimlerden kaçarsın
    boşuna durmadan ağlarsın

    yavrum sen benim balımsın
    tadına alışmış canım
    aaah güzel kuşum gir kanıma
    ben zaten sarhoşum

    nerdesin...sevgilim...

    söyle nerdesin bal
    artık benlesin bal
    söyle nerdesin bal
    artık benlesin bal

    artık
    sen
    benim
    canımsın
    canlı
    kalan
    tek
    yanımsın


    (sonea - 29 Ekim 2012 00:21)

  • comment image

    binlerce yil sonrasini trolleyebileceginiz bir besin.

    zannediyorum 3 ya da 4 sene once misir'da bir bal kavanozu bulunmustu. (tabi bal kavanozu oldugunu icindeki baldan anlamistik. yoksa uzerinde bal yazmiyordu ya da ilk bulundugunda bal kavanozuna benzer bir tipi yoktu. kafalar karismasin yani) yapilan arastirmalar sonucu balin yaklasik olarak 1400 senelik oldugu anlasilmisti. bilim insanlari buradan hareketle, 2 soru sordular:

    1- bal nasil olur da 1400 sene bozulmadan durabilir?
    2- 1400 sene bozulmayan bir besin maddesi, ne kadar sure daha bozulmaz?

    balin bozulmama sebebi cok basitti. balin icinde cok az su ve cok az nem olmasi. bu da ikinci sorunun cevabini otomatik olarak onumuze getiriyordu; disardan bir temas olmadigi ya da havayla temas etmedigi surece, kapagi sikica kapatilmis bir kavonoz bal, milyonlarca yil belki de sonsuza kadar bozulmadan durabilirdi.

    bu da benim kafamda bazi seyler olusturdu. eger yasadigim sure boyunca insan irki yok olma tehlikesi ve buyuk bir soykirimla karsilasirsa, bir kavanoz balin icine 20 farkli dilde ''bozuktur, yemeyin'' yazili bir kagit koyarak bir yerlere gomecegim. binlerce yil sonra kavanozu bulan kisiler de muhtemelen insan irkinini neden yok olduguna dair muthis bir kanit bulmus olacaklar: troll'luk.
    simdilik planimi aksatan tek sorun, malesef hala yasiyor olusumuz.


    (mikua - 25 Mart 2013 10:57)

  • comment image

    yayla sahneleri trabzon-şalpazarı'ndaki sis dağı'nda çekilmiş.
    adamlar götümüzün dibine kadar gelip ödüllü film çekmişler haberimiz olmamış.


    (achtundsiebzug - 20 Mayıs 2013 22:33)

  • comment image

    turkiye'de bali ile meshur olmus yorelerde bile yapiminda hilelere basvurulan sifali besin. esasinda hile derken kastettigim detay, ari ve bal kaynagi olarak bilinen cicek, cam, kekik turunden bitkilerin disinda direk seker kullanilmasidir, ki bircok yerde gozlemledigim olay sudur; fazla derin olmayan genis bir cukur acilir, icine torbalarca toz seker dokulur ve en son olarak da belirli bir miktar su ile sivi hale getirilir. bu karisim dolu cukurun yakinlarina da kovanlar konur. arilar sekerli sudan beslenirler, kovanlara ballarini doldururlar. bu sayede kisa zaman icinde suni olarak kovanlarca bal uretilmis olur. bizlerde "hakiki anzer, cam, cicek bali bunlar, erzurumdan, rizeden, toroslardan" diyen insanlardan bir nevi recel satin olmus oluruz.


    (olmayanaergi - 23 Şubat 2004 02:21)

  • comment image

    duman grubunun belki alisman lazim adli albumundeki muhtesem slow. kaan tangoze bu sarkiyi adini hatirlayamadigim ve gectigimiz yillarda intahar eden eski bir sevgilisine yazmis oldugu icin bu sarkiyi artik konserlerinde ve programlarinda calmamaktadirlar, ki bir nevi mantikli bir harekettir; normal insan uzerinde bu kadar yuksek dozjda bunalim ve depresyon etkisi birakiyorsa, yazan kisi icin kim bilir neler ifade eder -ki isin sonunda ölüm ve sonrasinda sonsuz bir ayrilik varsa...


    (polifonik osuruk - 29 Aralık 2004 01:00)

  • comment image

    semih kaplanoğlu'nun yumurta-süt-bal üçlemesinin son filmi, belki izler izlemez en güzeli diyemiyorsunuz ama ilk iki filmi izledikten sonra kafanızda oluşan soru işaretlerini tam anlamıyla çözebiliyorsunuz. kafanızda oluşturduğunuz puzzle'ın son parçası gibi yerli yerine oturuyor en azından yusuf ve onun yaşamı. o yüzden bu film daha izlenmesi gereken bir film gibi.

    --- spoiler ---

    yumurta ve süt'ü izledikten sonra yusuf karakterinin neden bu kadar melankolik ya da içine kapanık olduğunun cevabı bence yetiştiriliş tarzında yatıyor. burada çok söz edilmemiş ama ben bunun sebebinin yusuf'un annesinde olduğunu düşünüyorum. bir buçuk saat boyunca anne'nin yusuf'a olan davranışlarını dikkatle izledim ve şuna vardım; ortada bir ilgi ve sevgi eksikliği var. evet annesi film boyunca yusuf'a kötü bir davranış ya da tavırda bulunmadı, kızmadı ama ilgi eksikliği çocuğun özgüvenini de etkiliyor elbet. anne'nin yusufu bütün bir film boyunca öptüğünü gördük mü? ya da yaptığı birşeyden dolayı takdir ettiğini? süt filminde de yönetmen aynı probleme parmak basmıştı, kocaman bir balık yakalayıp annesine götüren yusuf, annesinin elinde müstakbel üvey babasının getirdiği ördeği bulduğunda yüz ifadesi ekşimişti mesela. eğer annesi, yusuf'a çocukluğunda yeterli ilgi ve sevgiyi gösterseydi, ya da en basit konularda bile çocuğunu cesaretlendirseydi yusuf belki de daha kendine güvenen bir çocuk olacak ve film boyunca kısık sesle konuşmak zorunda kalmayacaktı.

    bir de baba figürü var. burada baba'nın en çok sevdiğim yönü oğlunu bir birey olarak görmesi. aslında burada aynı övgüyü anneye de yapabiliriz ama babanın eylemleri burada daha belirgin. filmin bir sahnesinde yemek yendikten sonra gelen elma tabağından bir elma alıyor baba ve bıçakla beraber oğluna sunuyor, kes diye. bu aslında güzel bir detay, çünkü bir nevi oğlunu hayata hazırlıyor, ona sorumluluk yüklüyor ve bunu yerine getirmesini istiyor. evet, bu basit bir elmayı kesmek dahi olsa. ya da ona ormanda doğuran bir hayvanın haberini vermesi, yaptığı işlerde yusuf'u da yardım etmesi için yanına alması haliyle yusuf'un kendisine bir birey olarak davranan babasına, annesinden daha fazla bağlanmasına sebep oluyor. ayrıca film de oğlunu okumaya teşvik eden de, gününün nasıl geçtiğini soran da bir tek baba var. ama o da sevgisini gösterme konusunda yetersiz gibi geldi bana, oğluna duyduğu şefkati gözlerinden görebiliyorsunuz ama bunu eyleme dönüştürmek de sınıfta kalıyor gibi.

    yine aynı noktaya geliyorum. yusuf'un belki de yetişkin haline kadar uzanan içine kapanıklığında babasının yokluğu kadar annesinin çocukluğundan bu yana ona gösterdiği ilgisizlik de hakim. hiçbir çocuk içine kapanık doğmaz, çevresi onu şekillendirir. çocuğa devamlı direktifler vermek ve uygulamasını beklemek tek başına işe yaramayan bir yöntem o yüzden.

    film boyunca da tek anlamadığım imge yusuf'un babası bayıldıktan sonra su almak için derenin kenarına geldiğinde gördüğü geyik. yönetmen bu sahneyi belli bir nedenden dolayı çekmiş belli, ama onu çözemedim.

    ---
    spoiler ---


    (at ustunde satranc oynayan adam - 13 Şubat 2014 23:00)

  • comment image

    bal dediğin petek olur ve şu an canım acayip çok çekti. aslında şu an çekmedi. sabahtan beri çekiyor. yemek istiyorum onu böyle ya. peteklerini ısırcam bal çıkacak içinden. böyle balın üstüne çıkmış kısmı değil de hani orası biraz kurumuş ya tam en içinde kalmış kısmını istiyorum. en alttaki düzgün petek benim! eğer daha tahtasında duruyorsa da ortası benim karpuzun ortası soğanın cücüğü gibi yani. en güzel yeri ortasıymış. onu taze rize ekmeğine koyup yiycem bir de ekmeksiz yiycem. kaymaklı bile yerim. tereyağlı da olur ama onlar kolay. önemli olan petek bal. keşke şimdi balcı olsaydım hemen arılarımdan gider alırdım balı. biraz da onlara verirdim. bazı cimriler gibi arının tüm balını alıp yerine şekerli su koymazdım. o kadar yapmış insaf be! kışın yiyecekti arı onları neden hepsini alıyorsun! ben arımla paylaşıyorum. böylece bana hep güzel ballar yapıyor beni seviyor. balları ısırcam valla ya offf çok acı çekiyorum bugün. bazı petekler beyazlı olur, bazı petekler koyu kahve bazıları da altın sarısı gibi. hepsini yerim ben. yeter ki gerçek petek olsun. zaten benim arılarım çiçekle besleniyor. çamla beslenenler de var çünkü havalar aşırı soğukken çam balını severim. boğazımdan geçerken yakıyor hafif ısınıyorum. keşke ben arıcı değilsem bari bir tanıdığım arıcı olsaydı ya hemen koşarak gidip alırdım bisikletime atlayıp. sonra da elimde getirirdim çünkü bisikletin sepeti şu an takılı değil. bu konuyu düşünmiycem artık çünkü ortada bal filan yok. masa var, klavye var, makas var bi de boş çay bardağı var çünkü içtim onu bitti.


    (selfishgene - 3 Nisan 2014 15:54)

Yorum Kaynak Link : bal