Süre                : 1 Saat 33 dakika
Çıkış Tarihi     : 06 Aralık 2013 Cuma, Yapım Yılı : 2013
Türü                : Komedi,Drama,Müzik
Taglar             : Iki kelime başlığı
Ülke                : Türkiye,Almanya
Yapımcı          :  Hokus Fokus , Arden Film , Eurimages
Yönetmen       : Mahmut Fazil Coskun (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Tarik Tufan (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Ercan Kesal (IMDB)(ekşi), Ayça Damgaci (IMDB)(ekşi), Tansu Biçer (IMDB)(ekşi), Kevork Malikyan (IMDB)(ekşi), Nadir Saribacak (IMDB)(ekşi)

Yozgat Blues ' Filminin Konusu :
Yozgat, Yavuz ve Neşe'nin hikayesinin başladığı ya da bittiği yerdir... Aldıkları bir iş teklifi sonrasında Yozgat'a taşınan müzik öğretmeni ve şarkıcı Yavuz ve öğrencisi Neşe hayatlarının önemli bir dönüm noktasına adım atmak üzeredir. İcra ettikleri müzik türüyle bu yeni şehirde kimsenin ilgisini çekemeyen ikilinin çabalarına, buraya taşındıkları ilk günlerde tanıştıkları Sabri'nin yardımları da eklenir ancak sonuç yine olumsuzdur. Bu olumsuz sonuç beklenmedik gelişmeleri de beraberinde getirir...Filmin yönetmen koltuğunda ilk uzun metraj çalışması Uzak İhtimal ile büyük beğeni kazanan ve İstanbul Film Festivali'nde Altın Lale ödülüne layık görülen Mahmut Fazıl Coşkun bulunuyor. Başrollerinde ise son dönemin başarılı isimlerinden Ercan Kesal, Ayça Damgacı ve Tansu Biçer yer alıyor.

Ödüller      :

!f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali:Best Actor-National Competition
SIYAD Turkish Film Critics Association Award:Best Supporting Actor


  • "3 ekim saat 19:00 istanbul modern'de gösterilecek olan film.gösterim sonrası edit: içersi tıklım tıkış olduğundan gösterime alınmayanların sergi gezerek sanat gözlerinin açıldığı hede."
  • "deniz olsa aynı zeytinburnu hee."
  • "niçin yozgat: türkiye'nin ortası, çapanoğlu yüzünden devlet tarafından yalnızlaştırılmış bir şehir...niçin blues: joe dassin - l'été ındien...niçin ercan kesal: ha kırıkkale ha yozgat..."
  • "radyocu/şiirci karakteriyle yılmaz erdoğan'ının üzerinde acımasızca zıplayan film."
  • "+saçlarına ne yapıyosun?-yıkıyorum.diyaloğunda kendimden bir şeyler bulup gülümsediğim film.+saçlarını nasıl uzatıyorsun?-kesmiyorum."




Facebook Yorumları
  • comment image

    avrupa'da gösterime giren türk filmleri arasinda rekoru kirmasini bekledigim film.

    yozgat'tan cok yozgatli avrupa'da yasiyor, filmin isminde bile "yozgat" gecmesi bütün yozgatlilari ayaklandiracaktir.

    forever yozgat!


    (nbht nbht - 19 Mart 2013 16:52)

  • comment image

    başrolünde ercan kesal'ın peruğunun olduğu filmdir.

    ve tabi ki ercan kesal'ın bir köşesinde olduğu her yapım gibi, karakterlerine salondan çıkışta rastlama ümidiyle sonlanan bir film olmuştur.

    32. uluslararası istanbul film festivali kapsamında yapılan gösterimden sonraki söyleşide bir izleyicinin "neden yozgat'ı seçtiniz" sorusuna yönetmenin cevabı "türkiye'nin tam ortasında bulunduğu için" oldu. aynı söyleşide ercan kesal'ın meşhur peruğunun da filme en son eklenen unsur olduğunu öğrenmiş olduk.


    (foset - 15 Nisan 2013 14:44)

  • comment image

    bugün festival aracılığıyla ekip ve yönetmenle izlediğim, psikolojik çıkarımları çok rahat yapabileceğimiz, yozgat'ın tanıtım filmi boyutuna kaçmayacak kadar yozgat'ı mekan olarak iyi kullanmış film.
    ama karşısında yarıştığı filmler zorlu olduğundan en iyi film ödülünü alacağını sanmıyorum.
    belki başka dallarda mesela erkek oyuncu ya da yardımcı erkek oyuncu dallarında.

    alırlarsa editlerim.
    ercan kesal ile nadir sarıbacak da çok güzel adamlar bu arada.

    edit: altın koza en iyi film ödülünü aldı. ilk defa tahminim tutmadı ama üzülmedim tebrikler!

    en iyi erkek oyuncu ercan kesal ve en iyi yardımcı erkek ödülünü tansu biçer aldı. bu tahminim tutmuş yüce tengrime sonsuz tişikkirlir!


    (ilkbengordum - 19 Eylül 2013 01:10)

  • comment image

    3 ekim saat 19:00 istanbul modern'de gösterilecek olan film.

    gösterim sonrası edit: içersi tıklım tıkış olduğundan gösterime alınmayanların sergi gezerek sanat gözlerinin açıldığı hede.


    (adini aciklamayan yetkili - 3 Ekim 2013 12:37)

  • comment image

    yozgat blues tam anlamıyla beklentilerimin üzerinde bir film olmuş.

    --- spoiler ---
    yozgat süper bir seçim, karaktersiz bir şehir, insanı bağlayabilecek hiçbir şeyi yok. filmde anlatılmak istenen şehir değil zaten şehrin sıradanlığı olmuş, şehir romantikliğine gidilmediği için ayrıca tebrik konusu.
    neşe ah neşe demek istiyorum istediğin kadar fransızca şarkılar söyle blues yap, emelin evlenip yuva kurmak, yavuz da ise kafa farklı yozgatın varoş düğününde dahi müziğini yapacak kadar romantik, neşe insan-ı kamille türkü söylesin şiir okusun direk ayak uydurur ortama. ses var ama sanat ruhu yok kızda. kısacası tam olarak yurdum kızı.
    insan-ı kamil’e çok güldük, küçük şehire sıkışmış, roman yazan, şiir okuyan, radyo programı yapan süper kendine güvenli çakma entel tripleri süperdi, çok iyi gözlemlenmiş.

    senaryo tarık tufan yönetmen mahmut fazıl. araya sıkıştırılmış birkaç dini öğe olur mu diye insan düşünüyor, birkaç alt ses kuran fonu, sabri’nin görüştüğü başörtülü kızlar, gittiği sohbet dışında pek bir şey yok, bu sahnelerde de mesaj verme kaygısı vs yok, hiçbir kemalist rahatsız olmaz yani, hatta inanılmaz sıradanlıkta bir tip, bunu anlatmak için kullanılan öğeler olmuş, içki içen, birine takılıp sohbete giden, başörtülü kızla evlenmek için görüşen, cumaya giden.. sabrı düz adam kısacası bir fikri yok, aynı şeyleri sayıklayıp duruyor.
    ---
    spoiler ---

    filmi çok sevdim, sanat filmi sıkıcılığında değil.

    karakterin ebesinin ebesine kadar geçmişini göstermiyor, merak ettiğimiz bir şeyler kalıyor karakterlere dair filmin sonunda.

    bol bol ödüller alsın inşallah:)


    (bynpass - 4 Ekim 2013 10:01)

  • comment image

    filme gittim, gordum. ismi cok hosuma gitti oncelikle. anlatmak istesem konuyu anlatamam. olay degil de durum filmi daha cok cunku. o kadar minimalize ederek anlatmis ki yonetmen her seyi: yabancilasma, yalnizlik, kendini ifade edememe, ask, mutsuzluk ve monotonluk gibi bunlari yalnizca sezebiliyorsunuz. kanitiniz yok yani. oyuncular cok buyutmus ayrica. zor bir film cunku, oyunculara yuklemis manasini. ayrica cok komik, deli gibi guldum izlerken. siradan ve her zaman yaptigimiz seyleri, tekrarlanan diyaloglari, garip sessizlikleri ve telefondan acilan sarkiyla yasatilan aski cok komik, cok tatli vermis. yozgat'a "deniz olsa zeytinburnu iste." diyor, kendine bakmadan. yonetmenin ismi fazil yerine malikyan olsaydi avrupa filmi olurdu!


    (yuzmebilmeyenamasipidiksipidikyuzenbalik - 20 Kasım 2013 02:08)

  • comment image

    --- spoiler ---

    yalın ve samimi bir hikaye: yozgat blues

    2009 senesinde vizyona giren uzak ihtimal’den sonra mahmut fazıl coşkun’un yönettiği ikinci uzun metraj film olan yozgat blues gerek festivallerde topladığı ödüller gerekse merak uyandıran konusu ile son zamanların isminden çokça söz ettiren filmlerden biri. senaryosu tıpkı uzak ihtimal’de olduğu gibi mahmut fazıl coşkun ve tarık tufan’ın ortak çalışması ile yazılan yozgat blues, seyircilerine çalışmak için istanbul’dan yozgat’a giden orta yaşlı bir müzisyen ve onun genç öğrencisine dair yalın ve samimi bir hikaye anlatmayı vaad ediyor.

    tarık tufan bir söyleşisinde filmin öne çıkan karakteri yavuz’a bir düğünde rastladığı şarkıcının ilham verdiğini söyler. kendini önce ünlü türkücü olarak takdim edip ardından şarkısını icraya geçen etraftan soyutlanmış bu düğün şarkıcısı tufan’ın ilgisini çekmiş ve yalnızlığı içinde tutarlı bir bütün olan yavuz karakterinin doğmasına sebep olmuştur.

    film, bir alışveriş merkezinde elinde mikrofon joe dassin’in l’ete ındien şarkısını söyleyen kır saçlı ve karizmatik bir müzisyen ile açılışını yapar. daha ilk sahneden itibaren yavuz’a dair bir çok intibaya sahip olan seyircinin kanaatinin ilerleyen dakikalarda şaşırtıcı bir hızla değişecek olması karakter üzerinde detaylı çalışılmış olduğunun önemli bir göstergesidir.

    yavuz, istanbul belediyesi’nin kültür sanat etkinlikleri kapsamında ders veren, alışveriş merkezlerinde şarkı söyleyen, önce eşini ve ardından babasını kaybetmesinden sonra duygusal çöküntüye uğrayan ve aldığı iş teklifinin peşinden yozgat’a gitmeye hazırlanan bir müzisyendir. yavuz’un öğrencisi neşe ise marketlerde satış elemanı olarak çalışarak harçlığını çıkartan, çok sigara içen, hayal kuran, sesiyle para kazanabilyor olmak cazip geldiğinde ise arkasına bile bakmadan yaşadığı şehri terk edebilen bir genç kız. bu iki karakter, eski model bir araba ve taşraya kaliteli müzik götürüyor olmanın verdiği güven ile türkiye’nin tam ortasındaki bir şehre yozgat’a doğru yol alırlar.

    yozgat blues isminin seçilmiş olması izleyiciye içinden blues parçaları geçen bir mekan filmi izleyecekleri sinyallerini verir fakat yozgat blues ne bir şehir üzerine ne de bir müzik türü olarak blues üzerine inşa edilmiş bir filmdir. gerek senaryo gerek yönetmenin tercihleri göz önüne alındığında taşranın belli belirsiz bir fon olarak, blues kelimesinin ise hüzün anlamında kullanıldığı anlaşılır, hatta yönetmen yavuz karakterinin söylediği fransızca şarkı haricinde filmde müzik kullanmamayı tercih etmiştir. filmde esas olan karakterler ve onların yaşamlarıdır.

    yönetmenin bilinçli bir tercihi olarak yozgat, filmde olaylara ve karakterlere yön veren bir mekansallığa sahip değildir yalnızca hikayenin geçtiği flu bir mekan işlevi görür ve böylelikle istanbul ile yozgat arasına keskin çizgiler çizilmemiş olur. bir çok yorum ve okumaya açık olan bu tercihin sebeplerinden biri şüphesiz ki istanbul’un taşralığına öte yandan taşranın şehirliliğine yani giderek birbirine benzeyen yerelliğini kaybeden kentlere işaret etmektir. bu sebeptendir ki mahmut fazıl coşkun “film ümraniye veya bağcılar’da da geçebilirdi” derken filmin karakteri neşe yozgat’taki otelin penceresinden dışarıya bakarak deniz olsa aynı zeytinburnu” diyecektir.

    filmdeki hüzün yani blues ise ilk sahnelerden başlayarak son ana kadar müzik kariyerinde durmadan düşen bir çizgi izleyen yavuz karakterinde odağını bulur. insanlara karşı mesafeli, çok çabuk ilişki kuramayan, obsesif , süreki sûkût-u hayale uğrayan ve belki de bu yüzden kendine güvenmiş olan neşe’yi hayal kırıklığına uğratmamak adına didinip duran bu naif, sıkılgan ama samimi karakter filmin asıl mesajını taşıyan tip konumundadır. esasında ercan kesal için yazılmayan bu karakter kesal’ın kadroya dahil olması ile birlikte oyuncu ile bütünleşerek zenginleşmiştir, hoş bir detay olan peruk kullanımı da senaryoya sonradan eklenen ayrıntılardan biridir.

    son dönem türk sineması’nda sıkça işlenen varlık sancısı, yabancılaşma, taşra-şehir çatışması, ataerkil bir toplumda kadın olma mücadelesi gibi konuların aksine yozgat blues minimalist bir hikayeden yola çıkarak gündelik hayat, insan ilişkileri ve bireylerin iç dünyasıdan hareketle yalnızlık, umut, beklenti ve fedakarlık gibi kavramların içini doldurmaya gayret eder. mahmut fazıl coşkun tek bir karakteri öne çıkarmaktansa yavuz, neşe ve berber rolündeki sabri karakterini öne çıkararak sinemada gerçekçiliğe hizmet eden bir denge kurarak filmi bir antikahraman hikayesi olmaktan kurtarır. fakat nadir sarıbacak’ın başarıyla oynamış olduğu ve filmin mizah yönünü diri tutan yozgat’ın entellektüel delikanlısı kamil diğer karakterler yanında fazla teatral ve karikatürize bir tip olmaktan kaçamaz.

    sinemamızda sıkça karşılaştığımız salt iyi veya salt kötü karakterler, yönetmenlerin seyirciyi rahatsız ederek sosyal problemlere karşı farkındalık yaratma çabası, sanat filmi olma kaygısı taşıyan uzun plan sekanslar gibi türlü eğilimler yozgat blues’da karşımıza çıkmaz. karakterlerin duygusal iniş çıkışları, iç dünyaları, beklentileri ve arzuları mahremlerine girmeye gerek duymadan başarılı bir dille anlatılmıştır. nihayetinde, gösterildiği bir çok festivalden sonra 6 aralık 2013 tarihinde vizyona girmeyi bekleyen yozgat blues ana akım sinemadan uzaklaşmak isteyen sinemaseverler için kaçırılmaması gereken bir fırsat.

    ---
    spoiler ---


    (ellerim bombos - 21 Kasım 2013 00:40)

  • comment image

    19. gezici festivalin ankara ayağının 29 kasım akşamındaki gösterimine gittiğim ve gayette beğendiğim film. o kadar fazla insan gelmişti ki ben dahil birçok insan merdivenlerde oturarak izledi filmi. bir o kadar da dışarda kalan olmuş, film bitince anladık.

    filmi iki kelimeyle tanımla deseler; "sade ve samimi" kelimeleriyle tanımlarım.gerçekten de abartısız, herşeyin kararında kullanıldığı bir film. ercan kesal yine müthiş oynamış. diğer oyuncuların da hakkını vermek lazım tabi. zayıf kalan hiçbir oyunculuk yoktu filmde.

    film sonrası yönetmeniyle *yapılan söyleşide yönetmenin de söylediği gibi yozgat' ın ve bluesun önplanda olduğu bir film değil. sırf isme bakıp yozgat şehrine ve bluesa dair birşeyler bulmak için gidecek olanlar hiç heveslenmesin. filmde yozgat' ın özellikle flulaştırılacak derecede arka planda tutulması bir yana blues zaten yok.

    yönetmen, dini hegomonya paralelinde gelişen bir modernleşmenin sosyo-psikolojik sonuçlarını, bu tür bir modernleşmenin ortaya çıkardığı toplumsal yaşamı, insan tipolojisini, insan ilişkilerini v.b. anlatmış. bunu yaparken de tarihi, siyasi, coğrafi v.b. başka özelliklerin önplana çıkmayacağı, din ve modernleşmenin tuhaf sentezinin en belirgin görülebileceği bir mekan düşünülmüş. belirgin özellikleri olmayan ve anlatılmak isteğinin önplana çıkarılabileceği mekanlar arasından yozgat seçilmiş, o kadar. bu kırşehir, tokat, çankırı bile olabilirmiş. bunlardan herhangi biri de olabilecekken yozgat' ta karar kılınmasında yönetmenin yozgatlı olması etken sanırım.

    film sonrasında yönetmenle yapılan söyleşide, -merdivenlerde hemen önümden geçen kızın düşmesinin yanında- filmin içeriğinden çok yozgat vurgusu yapılan sorularla zamanın boşa harcanması üzücüydü.

    filmin adında geçen blues ise bir müzik türünden çok hüznü simgelediği için kullanılmış yönetmenin de dediği gibi. blues yok filmde ama bol hüzün var. yavuz' un yaşadığı hüznü iliklerime kadar hissettim ben.

    --- spoiler ---

    filmden çıkıp evime giderken, hiçbir yere ait olmayan, giderken dur diyeninin olmadığı bir şehirde kalmakla, dönerken bekleyeninin olmadığı bir şehre gitmek arasındaki kararsızlığı yaşayan ve gitmeye de kalmaya da hiçbir sebebi ve hevesi olmayan yavuz' u , sanki bir otogarda öyle çaresizce beklerken bırakıp gitmişim gibi hissettim. aşti' ye gitsem o' nu o halde beklerken bulacaktım sanki.
    ---
    spoiler ---

    film, yaşama dair bir tespitte bulunmama da neden oldu;
    galiba hiçbir şeye kendilerini adamayanlar, gönül vermeyenler, bağlanmayanlar hayatta daha başarılı oluyor. kolaylıkla vazgeçebiliyorlar ve yaşamlarını değiştirmeye cesaretleri oluyor çünkü. yavuz ve neşe karakterlerinin karşılaştırmasından bu sonuca vardım. neşe için müziğin hayatında vazgeçilmez bir önemi yok, dönemsel olarak öyle denk geldiği ve gerektiği için müzikle ilgileniyor. yavuz için de müziğin vazgeçilmez olduğu yönünde bir veri yok elimizde elbette ama en azından tüm yaşamını müzik yaparak geçirdiğini, yaşamını idame ettirmek için başka bir işe yönelmediğini anlayabiliyoruz. insani değerleri de oldukça önemseyen biri. yönetmenin de dediği gibi neşe ise pragmatist, varoş bir karakter. çıkarına ne uygun düşerse yaşamını hemen o yönde değiştirebilecek biri ve müzik onun için bir araç sadece. yozgat' ın sosyal yaşamına hemen adapte oluvermesi, yavuz' un aksine burada kendini bekleyen ve isteyen insanlar edinmesi pragmatist yapısının sonucu. ıdealizmin pragmatizm karşısîndaki yenilgisini anlatıyordu sanki film.

    filme dair saatlerce yazabilirim. ancak hem mobilden yazmanın zorluğu hem de insanları sıkmama kaygısı yüzünden kısa keseyim.


    (karlar kralicesi - 30 Kasım 2013 04:16)

  • comment image

    niçin yozgat: türkiye'nin ortası, çapanoğlu yüzünden devlet tarafından yalnızlaştırılmış bir şehir...

    niçin blues: joe dassin - l'été ındien...

    niçin ercan kesal: ha kırıkkale ha yozgat...


    (yalniz efe - 30 Kasım 2013 14:20)

  • comment image

    kral çıplak diyecek özgüveni olmayan ekşiciler tarafından yine şişirile şişirile kadıköy balonuna çevrilmiş film. "sinemada izlediğim en iyi film" diyen arkadaş, özellikle sen git bi elini yüzünü yıka gözünü seveyim.

    dün capitol'de başka sinema kapsamında tüm film ekibinin katılımıyla bir gösterimi gerçekleştirildi ve neticede senarist ve yönetmen islami kesimden olunca abdestli hipster'lar dahil istanbul sanat sevicilerinin eksiksiz bir kesiti ordaydı. buna rağmen gerek film bittiğinde gerekse de ekip soruları yanıtlamak üzere perde önüne geldiğinde alkışın cılızlığı dikkat çekiciydi. zaten hatırı sayılır bir kitle söyleşiyi beklemeden ayrıldı salondan. bizim buralarda soru-cevap faslı hem eserin hem izleyicinin kalitesizliğinden zaten genelde rezalet geçer ama bu kez suçun büyük kısmı filmdeydi bence.

    tarık tufan / mahmut fazıl coşkun ikilisinin ilk işi uzak ihtimal de, tıpkı bunun gibi, büyük harflerle konuşmayan bir filmdi örneğin, ama izleyicide "his" uyandırmayı başarabilen bir naiflikti bu küçük harfli konuşma. yozgat blues'da ise naiflikten ziyade bir odaksızlık (hareketli kamera kullanımını da buna yoruyor insan) söz konusu bence.

    aslında filmde politik bir gözlem ve eleştiri çabası görüyoruz. "müzik endüstrisindeki dönüşüme teslim olmamaya çalışan yaşı geçkin bir adam ve onun ümit ışığı gördüğü bir genç yetenek" izleğinden giderek muhsin bey'i hatırlatan film; "taşralıların cânım ıstanbul'u istilası"nı değil de tam tersini, ("radyocu kamil" karakteriyle karikatürize edilerek) "hegemonik kent kültürünün taşrayı yozlaştırışı"nı anlatmasıyla muhsin bey'e bir cevap niteliğinde aynı zamanda. muhsin bey'de taşralı ali nazik'in arabesk kültür tarafından soğurulmasına karşın burada taşrada her şeye rağmen halen iyi karakterlerin var oluşu ve neşe'ye kucak açabilmesiyle bu cevabi niteliğin altı çiziliyor çizilmesine, ama nostaljik bir taşra romantizminden öte bir yere de götürmüyor. götürmüyor; çünkü ercan kesal'ın oynadığı filmin esas karakteri yavuz'a dair "neşe'ye güzel bir hayat sunma" gayesi dışında neredeyse hiçbir bilgi edinemiyoruz. kaldı ki yavuz'un filmin hemen başında ediniverdiği bu amaç bile nedeni ve nasılı hakkında izleyiciye hiçbir ipucu vermediği için inandırıcılığını yitiriyor. yavuz'un derdini anlıyoruz anlamasına, ama bu dert filmin öyküsü bağlamında kişiselleştirilmediği için özgül bir hissiyat kazanmıyor, empati kuracak done yok çünkü elimizde. bir ana karakter film boyunca öyküyü geliştirecek tek bir laf etmez, veya anlamlı bir tecrübe yaşamaz mı, hayalet gibi dolaşır mı yahu?

    durup durup yozgat blues'a patlamış gibi olacağım ama; hiçbir şey üretemezse derhal komikli karadeniz veya aşiretli güneydoğu dizisi çeken tv sektörümüz gibi şehirden hikaye çıkmayınca "taşraya bakan" bir sinema camiamızın olmasından da çok sıkıldım ben. evet taşra, içinde yaşadığımız "kent çağı"nda politik bir söylem kurmak için müthiş olanaklar barındıran bir zemin, kabul. ama işte "şehirden bunalan karakter taşraya gider, peki aradığını bulabilecek midir?" formülüyle çekilen yüz bininci filmde artık gına geliyor doğrusu.


    (sakarkral - 5 Aralık 2013 09:50)

  • comment image

    mahmut fazıl coskun'un pek bir sevdiğin ikinci uzun metraj filmi.

    senaryosu tarık tufan ile beraber yazmışlar. öykü ise tarık tufan'ın yaşadığı bir kesitten oluşmuş.

    film, istanbul’da belediyenin açtığı müzik kursundan öğrencisi olan neşe ile yozgat’ta bir gece kulübünde çalışmak üzere yola koyulan, fransızca şarkılar söyleyen yavuz’un hikâyesini anlatmaktır. filmi izlediğimiz de aslında filmin tam anlamıyla yavuz’un hikâyesi olmadığı da söylenebilir. çünkü filmde neşe ile gizli bir kadın melankolisine de değinilmekte. yavuz’la yolları kesişen neşe’nin hayatının seyri de aslında filmin önemli noktaları arasındadır.

    yavuz, müzisyenlikte bir yere gelememiş, ama yine de müzikten kopmayıp ona tutunmaya çalışan bir adam, neşe ise kurs aracılığıyla yavuz’a tutunan biri. ikisi de idealleri, hayalleri ve yapabileceklerinden ötesi değiller. istanbul’un varoşlarından kopup yozgat’a gelmeleriyle aslında hayatlarında büyük değişiklikler yaşanmamıştır. yavuz, her çıktığı programda fransızca şarkısını söyler, bizlere tutucu ve kalıpları içinde yaşayan biri olarak tasvir edilir; neşe, yavuz’la çalışmanın yanı sıra kamil ile de farklı işlere imza atarak, farklılıkların peşinde olan biri olarak sunulur.

    yozgat blues, klasik taşra hikâyelerinden apayrı bir yerde. taşra olan ama taşrayı anlatmayan bir hikâye. bu sebeple, filmi izlerken kendinizi istanbul’un varoşlarında çekildiği izlenimine bile kaptırabilirsiniz. bu durum, hikâyenin anlatımında izleyicinin olaya odaklanması ve konudan uzaklaşmaması konusunda oldukça başarılı yürütülmüş. filmi izlerken yozgat’a dair izlere rastlanmıyor. genelde, kapalı pasajlar ve gece kulübü mekan olarak tercih edilmiş. istanbul’dan yozgat’a gelişleri belki de yozgat’ın unutulmuş, tenhada kalan yapısıyla özdeşleştirilebilir ve kaçışın şehirsel sunumu olduğu söylenebilir. ayrıca, hava şartlarına bağlı olarak depresif bir görünüm yaratılmaya çalışılan filmde başarılı mizah öğeleri de (yer yer kara mizah) yer almakta. böylece film izleyiciyi sıkmadan ve akabinde kaybetmeden sunumunu gerçekleştiriyor.

    filmde taşra kavramı metafor olarak kullanılmış. taşranın küçüklüğünü insanların hayalleri olarak okursak, hem oradan kurtulmak isteyen ama oradan çıkınca da boğulacağını düşünen insanların mevcudiyetini görürüz. tutunabildikleri ve hayallerini gerçekleştirebildikleri yere kadar taşra, insanların ana kucağı olarak var olmakta. ne zaman büyümek için ilk adım atılsa o da zincirlerini kırıp şehre gitmektir. yavuz da büyümek istemeyenlerden. yavuz’un hayata tutunma kaygısı mevcut. aynı fransızca şarkıyı söylemek, aynı kostümü giymek bunlara örnek olabilir. yavuz aynı zamanda şehrin yalnızlık, taşranın da çekingenlik tarafıdır.

    ercan kesal, oyunculuğu ile alkışları toplarken bana göre diğer alkışlar da nadir sarıbacak’a gidebilir. sarıbacak, kamil karakterine öyle güzel hayat vermiş ki etrafımızdaki “kamilleri” görür olmuşuz bir anda.

    yozgat blues seyirciyi saran, sıcak, oyunculuklarla göz dolduran, hikâyeden uzaklaştırmadan, sıkmadan, doğal yollarla derdini anlatan, içine kaçmış mizah duygusunu izleyicinin gözüne batırmadan ve bel altı vurmadan anlatmak istediklerini sunan bir yapım.


    (budemu - 6 Aralık 2013 12:23)

  • comment image

    favori repliğim "...fakat çay güzel!" olan film. filmde ana karakterlerin dialogları bence harikaydı, kadının adamı asla dinlememesi kendi dünyasında takılması adamın uzun uzun çayı, çorbayı anlatamaması... güzel hikaye.


    (outlander mermaid - 22 Şubat 2014 12:15)

  • comment image

    filmdeki sabri karakteri için orhan pamuk'tan gelsin;

    " 'kadınla erkeğin yan yana gelemediği, birbirleriyle görüşüp konuşamadığı memlekette aşk olmaz,' dedi iddialı bir havayla. 'neden biliyor musun? çünkü erkekler uygun bir kadın görür görmez, iyi-kötü, güzel-çirkin, hiç bakmaz, haftalardır aç kalmış hayvanlar gibi üzerine atlarlar. hepsinin alışkanlığı budur. sonra da bunu aşk zannederler. böyle bir yerde aşk olur mu? sakın kendini kandırma.' " masumiyet müzesi


    (komikbiseyvarsaanlatbizdegulelim - 8 Nisan 2014 23:44)

  • comment image

    ---spoiler---

    + namaz kılıyor musun sen?
    - ara sıra ama cumaları kaçırmam.

    bana da sorulmuştu bu soru, aynen cevaplamıştım, ve bir cuma saati telefonla aranmıştım da cumaya gitmediğim anlaşılmış ve sonrasında yüzük atılmıştı.

    kendimden bir şeyler bulduğum film.

    dostum ercan kesal demişsin ama peruğu takınca bu abdullah gül.


    (dus curugu - 8 Haziran 2014 19:56)

  • comment image

    spoiler içerebilir. otelde geçen sahneler yüzünden mi bilmiyorum ama anayurt oteli havası soludum ben biraz. yavuz karakteri anayurt otelindeki zebercet'in sanki hayatta kalanı gibi. ayrıca serkan ercan var ama çok kısa ve küçük bir rolde. onu görünce bir an mutlu olmuştum oysaki. eminim filmdeki çaylar o kadar berbat ki renginden anlayabilirsiniz . - fakat çay güzel... gibi bir replik geçiyordu. aslında yaşamayı beceremiyorsan hayatta bok gibi ama mecburen - fakat güzel diyebiliyoruz işte bazen. işte filmdeki karakterlerin hayatları o çay tadında. yavuz ve ayşe hayatları istanbul'da da sıkıcıydı aynı sıkıcılık soğuk yozgat'ta devam ediyor işte. ama en çok yavuz'un arabasına üzüldüm. olan ilk sahibinden 1976 model volvo'suna oldu.

    filmin büyük bir kısmına sahip olan şarkısıyla bana biraz old and wise çağrışımıda yaptı. isminde yozgat geçen bir filmden bahsediyoruz. yozgat'ın önlenemez yükselişi. şimdi tüm yozgat'a ve yozgatlılara gelsin: http://www.youtube.com/watch?v=gzqgql3yf_c

    - fakat film güzel...


    (breton - 15 Haziran 2014 21:11)

  • comment image

    beyoğlu sineması'nda izlediğim on numara film.
    pek sanat filmleri izlemem, hoşuma da gitmez açıkçası ama bu başkaydı.

    --- spoiler ---

    otogardaki sahne yavuz'un hüznü ve yapmayı isteyip de yapamadıklarının sahneye yansıtılması açısından filmin en önemli sahnesiydi şahsımca.

    ---
    spoiler ---


    (noxan - 15 Haziran 2014 21:20)

  • comment image

    +saçlarına ne yapıyosun?
    -yıkıyorum.

    diyaloğunda kendimden bir şeyler bulup gülümsediğim film.

    +saçlarını nasıl uzatıyorsun?
    -kesmiyorum.


    (biberdolmasi - 6 Temmuz 2014 22:59)

  • comment image

    hayatın kıyısında kalmış küçük insanların büyük dramının anlatıldığı film.

    --- spoiler ---
    taşrada vardır kamil gibi adamlar. az buçuk kitap/şiir/radyo işlerine bulaşmışlardır. kendilerini alemin efendisi zannederler. ucuz şiirler yazarlar, kültürleriyle (!) herkesi ezerler.

    peruklu esas adam gibi esaslı adamlar da vardır ama; prensipleri, doğruları, haysiyetleri vardır. eğilip bükülmezler. hiçbir sorumlulukları olmadığı halde, başkasıyla müzikal iş yaptığı halde, sırf onunla yola çıktı diye arabalarını bile satıp o kişiyi mağdur etmemeye çalışırlar. yalnız ve sarı ışıklı otel odalarında yaşarlar. hayatlarında ipeksi bir hareket olduğu an, gidip porselen tabak alışverişi yapacak kadar da incedirler. emeğinin karşılığını vermeyen barın yavşak sahibine bile iki çift laf etmezler. onlar hayattan razıdır. hayat onlardan. lütfen kalplerini kırmayınız. çıkarken ışıkları söndürünüz.

    sabri gibi erkek kuaförleri vardır bir de. asıl meslekleri kadın kuaförlüğüdür, bakmayın kıllı adamları tıraş ettiklerine. bu yüzden münasip bir eş adayı bulamazlar. tekin değildirler zira. bir de cumadan cumaya namaz kılarlar. en büyük günahları da budur.

    neşe gibiler vardır bir de. yaprak gibi sallanırlar esen rüzgardan ötürü. gamsızdırlar. ekmek içindir her şey. ordan oraya sürüklenirler. onları da seven adam bulunur elbet. kıyıda kalmış insanlara neşe saçarlar.

    ---
    spoiler ---


    (ankaragucume gidiyor boyle yasamak - 11 Temmuz 2014 13:24)

Yorum Kaynak Link : yozgat blues