Süre                : 2 Saat 2 dakika
Çıkış Tarihi     : 18 Şubat 2000 Cuma, Yapım Yılı : 2000
Türü                : Drama
Taglar             : orta yaş krizi,Zina karısı,Hile karısı,inançsız eş
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  DreamWorks , Jinks/Cohen Company
Yönetmen       : Sam Mendes (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Alan Ball (IMDB)
Oyuncular      : Kevin Spacey (IMDB)(ekşi), Annette Bening (IMDB)(ekşi), Thora Birch (IMDB)(ekşi), Wes Bentley (IMDB)(ekşi), Mena Suvari (IMDB), Chris Cooper (IMDB)(ekşi), Peter Gallagher (IMDB)(ekşi), Allison Janney (IMDB)(ekşi), Scott Bakula (IMDB), Sam Robards (IMDB), Barry Del Sherman (IMDB), Ara Celi (IMDB), John Cho (IMDB), Kent Faulcon (IMDB), Mona Leah (IMDB), Chekesha Van Putten (IMDB), Heather Joy Sher (IMDB), Amber Smith (IMDB), Joel McCrary (IMDB), Marissa Jaret Winokur (IMDB), Matthew Kimbrough (IMDB), Bruce Cohen (IMDB), Elaine Corral Kendall (IMDB), David C. Fisher (IMDB)

American Beauty ' Filminin Konusu :
Amerikan Güzeli'nde, orta sınıf bir Amerikan ailesinin içinde bulunduğu çöküntü ve dağılma konu ediliyor. Lester, kızıyla ve orta yaş bunalımındaki karısıyla iletişim kurmakta başarısızlığa uğrayan, rutinlerle dolu yaşamından tiksinerek yaşlanan bir babadır. İşini bırakıp zamanını hiç yapmadığı gibi değerlendirmeye başlayarak yeniden genç hissetmeye çalışırken, henüz onaltı yaşındaki kızının, güzeller güzeli arkadaşı Angela ile arasında tuhaf bir cinsel gerilim doğar. Bu ilişki kızı ve karısıyla arasındaki zaten kopuk olan bağı koparacak, her bir aile ferdini farklı kaderlere sürükleyecektir. Ünlü İngiliz yönetmen Sam Mendes’in beş Oscar’lı filmi güçlü göselliği ve Kevin Spacey performansıyla göz kamaştırıyor.

Ödüller      :

Academy Awards - Oscar:En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Özgün Senaryo, En İyi Film, En İyi Sinematografi
BAFTA:BAFTA Film Award-Best Film
Golden Globes:Golden Globe-Best Motion Picture - Drama, Golden Globe-Best Director - Motion Picture, Golden Globe-Best Screenplay - Motion Picture
Toronto International Film Festival:People's Choice Award


  • "neden sürekli fight club ile kıyaslandığını anlayamadığım film. fight club sistem eleştirisi yaparken, bu film hayatı sorguluyor. ikisinden birini beğenmek, önceliğin neye verildiğine bağlı*"
  • ""kanepeye dikkat et!" anneme baktım yan koltukta, sakince filmi izliyor. annadım ki konuşan o diil; filmden gelmiş ses. sonra "haaa" diye düşündüm kendi kendime, "ingilizce demesinden anlamalıydım.""
  • "naçizane --kahramanın hayallerinde gül yaprakları dolu küvetinden ona bakan genç kız aslında kahramanın gülleri çok seven karısıdır. kahramanımız halen eşini sevmektedir."
  • "(bkz: sam mendes)ailenin evi mavi panjur ve kimizi kapisiyla amerikan bayragidir."
  • "filmde geçen bir söz:"gerçekleri inkar etmenin gücünü asla hafife alma.""
  • "overrated diyenin filmden anlamadığını gösteren başyapıt. amerikan yaşamı üstüne daha iyi bir eleştiri filmi henüz çekilmemiştir."




Facebook Yorumları
  • comment image

    filmin içinde yer alan torbacı gencin en çok sevdiği 15 dakikalık kısa filmdeki naylon poşet kadar güzel oynamıştır bu filmde kevin spacey .

    --- spoiler ---
    gözleriniz sadece jestlerini takip etse dahi takılıp kalırsınız torbacı çocukla tanıştıktan sonraki hallerine. o andan sonra bir torbaya dönüşmüştür çünkü kevin . her şeyin kontrolünde ve kendi isteğiyle olmasını sağlamaya çabalayan ama uçmaya devam eden bir torbaya . filmin sonunda da çoğu başıboş naylon poşetin başına geldiği gibi yağmur yağmış, üzerine büyük bir yük binmiştir, ya da bi egzoz borusuna sıkışmış arabadakilerin de başını yakmıştır . birinci ihtimal daha olası gibime geliyor.
    ---
    spoiler ---
    dönemin ikinci bir fight club ıdır ayrıca. her iki filmde de yolunu bulmaya çalışan kontrolün ellerinde olduğunu sanan naylon poşetler ana karakterlerdir. lakin patronlarına şantaj yöntemleri farklıdır mesela ya da mental rahatsızlıkları.


    (ditriell - 11 Ekim 2006 00:55)

  • comment image

    neden sürekli fight club ile kıyaslandığını anlayamadığım film. fight club sistem eleştirisi yaparken, bu film hayatı sorguluyor. ikisinden birini beğenmek, önceliğin neye verildiğine bağlı*


    (cryptorchid - 9 Kasım 2006 00:49)

  • comment image

    bir çok güzel sahneyi barındırsa da -bir yengeç olarak- en sevdiğim sahnesi uyuştucu satan çocuğun karakteriyle ilgilidir.

    --- spoiler ---

    bu çocuk (bu sahnemizdeki asıl oğlan), bir gece vakti aşık olduğu fakat henüz sevgilisi olmadığı kızın bahçesine büyük harflerle "jane" yazmıştır. bunu gören asıl kız, "eminim kayıt yapıyordur" deyip pencereden çekilir. yanındaki "sıradan olmak en kötü şeydir" diyen, her daim insanların ilgisini çekmek isteyen salak sarışın arkadaşı "kayıt", "kamera" lafını duyunca iç çamaşırlarıyla pencere önünde dans etmeye başlar ve asıl kızın önünü kapatmış olur. bu durumda, asıl oğlanımız o salak sarışın kıza bir saniye bile takılmadan kamerayı asıl kızın aynadaki yansımasına odaklar ve yakın çekime başlar.

    bence olay budur, böyle olmalıdır.

    aşk, "iç çamaşırlarıyla dans eden güzel bir kız"a yenik düşecek kadar aciz bir hale getirilmemelidir.

    ---
    spoiler ---


    (zodiac - 30 Haziran 2007 07:22)

  • comment image

    "kanepeye dikkat et!" anneme baktım yan koltukta, sakince filmi izliyor. annadım ki konuşan o diil; filmden gelmiş ses. sonra "haaa" diye düşündüm kendi kendime, "ingilizce demesinden anlamalıydım."


    (trenchkot - 9 Mart 2000 00:07)

  • comment image

    filmi amerikan güzeli diye çevirmekle, filmin ne anlatmak istediğini tamamen yanlış yola saptırmışlardır. amerikan hayatının saçmalığını, aksayan yönlerini vb. şeyleri anlatan filmin isminin ironik bir şekilde amerikan güzelliği olması gerekirken, bu isim filme bir gençlik komedisi havası katmıştır.


    (estranged - 19 Temmuz 2002 01:30)

  • comment image

    izledikten sonra, etrafında gördüğü herşeye bir başka bakmaya başlar insan. ve hatırlamaya olan gereksinimini farkeder. ne de olsa herkesin bir kamerası yok elinde, gözünü objektif, hafızasını memory card yerine koyar, öyle devam eder yaşamaya. evet, katlanılamayacak kadar güzellik vardı dünyada, ama onlara geri dönüp tekrar tekrar bakamamak daha zor olmalı.

    wes bently tam bir çılgındı. en çok ölümü kaydetmeyi seven, ama yaşamayı göze alan bir çılgın. filmin yaptığı eleştirilerden bahsetmeye gerek yok artık. sadece gözümüze soktuğu bir başka nokta daha var bahsetmek istediğim.
    göze almak.

    ricky 1 sene önce de kaçabilirdi evden. imkanlarında bir değişiklik olmadı, ama göze alamadı. onun homofobik babası kendine gay bir sevgili bulabiliridi 1 sene önce, ama dayanamadı. lester işten ayrılmayı, carolyn kocasını aldatmayı çok uzun bir süre göze alamadı.
    meydan okumak.
    aileye, eşe, patrona, hayata, onunla savaşa girerek meydan okumak. kaybedilebilecekleri değil, sadece kendini düşünerek yapmak bunu hemde. fakat hep beraber gördük ki, keyifliydi.

    rüzgarda oradan oraya sürüklenen naylon poşetin yerine koydum kendimi izlerken. herhalde bu filmde kendimi yerine koyabileceğim bir tek o vardı. kendi halinde, bilinçsiz, dinamik. rüzgarda sürüklenen ama güzel. güzeldi işte.


    (ben sen o - 31 Ocak 2009 23:48)

  • comment image

    ilk kez izlediğim film. 12 yıldır niçin izlemediğimle ilgili hiçbir fikrim yok. hakkında 2-3 tane entry okudum şuan, birkaç tane de cevap verelim bari.

    --- spoiler ---

    niçin fight clubla karşılaştırılıyor? deniyor. fight club sistem eleştirisi, bu ise hayatı anlatan bir film diyor. halbuki her ikisi de sistem eleştirisi. ki american beauty isminden bile "american dream" esintisi taşıyan bir sistem eleştirisiyle çıkıyor karşımıza.

    işine bağlı yaşarsın.
    mastürbasyon yaparsın.
    içine kapanık hapis hayatı yaşarsın.
    hayallerini uzaklarda bırakırsın.

    bir gün gelir;
    güzel bir şey görürsün -american dream-
    onun için çabalamaya başlarsın.
    önce özgür kalmak ister ve uyuşturucuya başlarsın.
    ardından başına gelebilecek en iyi şeyin, seni hapseden işinden kovulmak olduğunu anlarsın. -bu replik tıpa tıp fight clubda da geçer-
    hükümet tarafından pompalanmış uyuşturucu kullanırsın.
    vücut geliştirerek rahatlarsın. -artık mastürbasyon yapmıyor çünkü vücut geliştirmek de aynı şeydir.- -bu da birebir fight clubda geçer-
    american dream'e çok yaklaşırsın, rüya gerçeğe dönüşmek üzeredir, elini uzatırsın ve anlarsın ki aslında o senin hayal ettiğin şey değil. -yani o bir bakire-
    ardından ölürsün.

    silahlar,
    anti-eşcinsel olaylar,
    kontrol manyaklarının yetiştirdiği ruh hastası çocuklar
    gibi konulara girmiyorum bile. sistemi sikip atmış bir filmdir. yalnızca kapitalizm üstünde değil, tüm amerikan toplumunun üstünde yaşadığı sistemi eleştirmiştir.
    aşırı başarılı.

    ---
    spoiler ---


    (kamera motor - 20 Ağustos 2011 23:52)

  • comment image

    lester burnham karakterinin spora baslamasinin nedenini acik yurekle dile getirdigi bir filmdir -ki insanlarin yuzde 79'unun da aklindan gecip soyleyemedigi seydir kendisi-:

    -are you looking to just lose weight or do you want to have increased strength and flexibility as well?
    -i want to look good naked.


    (bibucukluk - 29 Ağustos 2011 02:29)

  • comment image

    --- spoiler ---
    ''lester burnham'ı kim öldürdü?'' sorusuna odaklanmamız gereken film.

    lester burnham'ı öldüreni göremeyiz filmde. ama elleri, atleti kanlar içinde, az önce dudaklarından öptüğü komşusunun garajından uzaklaşan, frank'i görürüz.

    frank'i bırakalım biraz carolyn'i inceleyelim:

    öncelikle motel odasına gidelim:

    kocasıyla rafa kaldırdığı cinselliğininin tozlarını emlak kralı buddy kane'in almasına izin verir carolyn.

    emlak kralı kayne, carolyn'e kelimenin tam anlamıyla köklemektedir. ve 'kral kim?' diye bağırır.carolyn soruyu 'kral sensin' diye cevaplayarak kendinden daha güçlü bir girişimcinin karşısında ezilişini kabullenen girişimciyi temsil eder. okyanus ötesinde büyüğün, daha güçlünün zayıfı düdüklemesidir vaziyet.

    kral kayne karısından boşanmaya hazırlandığını söyler carolyn'e. açıkçası carolyn'in kane'den beklentisinin tam olarak ne olduğunu anlayabilmek zor. sadece onunla beraber olup onun kadar başarılı bir emlak satıcısı olabileceğine inanıyordur belki de. ama daha sonra kayne carolyn'e elveda der.

    ilerleyen sahnede kral kayne tarafından kullanıldıktan sonra bir kenara atılan ,kendi doğrularının yokoluşuna direnmeye çalışan carolyn'i görürüz . sinir krizi geçiriyordur. yine çözümü inandığı sisteminde bulur. tam bir insan kaynakları uzmanı edasıyla kendi kendine telkinde bulunur.

    frank değil.

    tek başına carolyn de değil.

    ikisi birden.

    tetiği kim çekti?

    tabi ki carolyn.

    frank'in çalışma odasında kaybolan silahı. carolyn'in atış poligonunda aynı silahla ateş etmesi ve filmin finalinde çantasını dolaba saklaması.

    frank metaforu muhafazakar yaşam biçimidir, otoritedir, devlettir,toplumun çoğunluğunun görüşlerini temsil eder.

    carolyn ise frank karakteri ile anlatılan metaforun oyuncusu, en büyük savunucusu, gerektiğinde tetikçisidir. amerikan toplumunun yaratmak istediği kişi carolyn'dir.

    lester tüm değerleri tehdit etmektedir. kariyerini umursamaz, gençliğine öykünür, hayatının ikinci çiçek çocukuk evresindedir.

    o yüzden yok edilmelidir.

    ve carolyn tetiği çeker.

    frank ise üzerine sıçrayan metaforik kanları temizlemek için evine doğru yol alır.
    ---
    spoiler ---


    (my love is like a seed baby - 13 Kasım 2011 14:39)

  • comment image

    yıllar sonra dün aklıma düşen ve tekrar izlediğim filmdir. vuruculuğundan, oyunculuk, yönetmenlik, müzik vs. konularında yaşadığım tatminin bunca yıl ve sayısız kereler izlemem neticesinde azalmamış olduğunu görmek güzel oldu.

    şimdi biraz daha "look closer"

    --- spoiler ---

    filmde az buçuk kafa yorarak açamayacağınız kapı bırakılmamış. gerek lester'ın gerek eşinin, gerek "küçük" kızlarının değişim ve gelişimini adım adım izleyebiliyoruz(sonuçta lester bir katarsis'e ulaşmış olmuş mudur o biraz muğlak)

    benim takıldığım nokta ise frank fitts kişisinin durumu ve olaylardaki rolü (chris cooper'ın hayvani hayat verişiyle tabi ki)
    ilk izleyişimden beri bu karakteri kafamda "bastırılmış eşcinsel baba" kalıbına oturtamıyorum. asker kökenli olması, arabada oğlu ile olan diyaloğunda verdiği tepkiler ve tabi ki finale yaklaşırken lester ile garajdaki durumları bu görüşe yönlendirse de başka bir derinliği olduğunu düşünüyorum bu karakterin.

    alternatif okumalara kasarsak ihtimallerden birincisi; oğlu ricky'nin "3 eyaletteki en iyi kıç bende" temalı yalanı neden sürdürdüğüyle ilgili.
    frank, yöntemleri tartışılır olsa da oğlunu gerçekten seven ve korumaya çalışan bir baba. disiplin ve düzen manyaklığıyla geçen böyle bir hayattan kurtulmak ve annesini geride bırakabilecek motivasyonu bulabilmek için ricky'nin tek şansı frank tarafından evden kovulmak. eşcinsellik meselesi de bu açıdan bahanenin kralını veriyor.
    frank'in garajda lester'a histerik hıçkırıklarla ağlayarak ve "etini sıkacak" kadar kendini kasarak kondurduğu öpücük aslında yapmak zorunda olduğu bir sağlama işlemi ve sonucunda aldığı(alamadığı) karşılık ise görünüşte iyi bir evlat olmaya çabalayan ricky'nin babasının en nefret ettiği şeyi bahane edecek kadar ondan kurtulmak istediğini keşfetmesinden başka bir şey değil.
    askeri geçmişine, homofobikliğine bunca vurgu yapılan bir karakter için de oğlundan("alt"ından) yediği darbenin travması ve komşusu tarafından eşcinsel olarak algılanmanın sonuçlarının korkusu cinayet için gayet yeter sebep olarak görülebilir.

    ikinci ihtimal;.. öööf sıkıldım. niye girdim ki işyerinde böyle bir çözümlemeye. başımda insanlar olmadığı bir zaman devam ederim artık. şimdilik özet geçeyim: yakından baktıkça daha çok yaprağı görülen bir gül gibidir bu film
    ---
    spoiler ---


    (wiggin - 13 Aralık 2012 15:29)

  • comment image

    overrated diyenin filmden anlamadığını gösteren başyapıt.

    amerikan yaşamı üstüne daha iyi bir eleştiri filmi henüz çekilmemiştir.


    (kafkaesque - 10 Kasım 2013 06:09)

  • comment image

    bu kadar uzun süredir nasıl izlemedim şaşırıyorum kendime. afişten dolayı sanırım. dün gece izledim ve çok beğendim. sonra da aklımda kalan bazı soru işaretleriyle uğraşmak istemedim, kolaya kaçtım ve başlığı açıp okudum fakat tatmin edici bir açıklama göremedim. bu yüzden bu alternatif okuma bazı yerlerde biraz zorlama gelebilir.

    --- spoiler ---

    başlıkta lester burnham'ın karısı tarafından öldürüldüğü çıkarımı yapılmış. ben de lester burnham'ın intihar ettiğini düşünüyorum. en baştan başlayalım:

    lester burnham'ın filmde dört haline tanık oluyoruz.
    1) işine sahip lester. sıradan bir adam ve 14 yıl boyunca çalıştığı şirketten başka bir şeyi kolay kolay umursamamış. günün en eğlenceli ânının mastürbasyon yaptığı an olduğunu söyleyecek kadar sıradan bir insan. ne imajını dert etmiş ne de ailesini. biz, filme birinci hâldeki lester'ın son zamanlarına tanık olarak başlıyoruz. işle ilgili belki de ilk sorgulamalarını da kovulmak üzereyken yapıyor ve "ruhumuzu şeytana mı satmalıyız yani?" diyor. yine belki uzun zaman sonra kızıyla sohbet etmeye çalışıyor ve ona ilgi göstermediğini fark ediyor. maça gittiğinde lester ikinci duruma geçiş yapıyor.

    2) lester'ın amerikan rüyasını gördüğü yer, malum gösteri sahnesi. o âna kadar yaşadığı hayatı çok anlamsız buluyor böylece. sanki hiç yaşamamış gibi. bir nevi bir aydınlanma yaşıyor. amerikan rüyasına, amerikan güzeline/güzelliğine sahip olabilmek için kızına araba alacağını iddia ediyor. ulaşılması imkânsız olan için kendine araba satın alıyor. uyuşturucuya başlıyor. kas yapmak için çabalıyor. ve vücut çalışırken mastürbasyonu bırakıyor. bir nevi chuck palahniuk ile aynı tespit yapıyor: ikisi de mastürbasyon.

    bu noktada lester'ın aşamalarını bırakıp diğer karakterleri incelemek, lester'ın üçüncü hâlini incelerken daha mantıklı bir noktaya götürür bizi.

    frank, sistemi ve otoriteyi temsil ediyor. frank'in karısı da otoriteye boyun eğenleri. hiçbir şeyden haberi olmayan, hiçbir şeyi umursamayan bir insan frank'in karısı. jane evlerine ziyarete gittiğinde "ortalık dağınık kusura bakmayın" diyor, fakat ortalık dağınık değil. başında onlarca dert varken, frank gibi bir problem varken kendini temizliğe vermiş bir ev kadını. sorunları görmekten aciz, adeta uyuşmuş.

    frank, ricky'i döverken "karşılık ver!" diyor. ama ricky "size karşılık veremem efendim" şeklinde cevaplıyor. karısı frank ne yaparsa alttan alıyor. gay çifte tepki verdiğinde ricky onu destekliyor, kimse karşı çıkmıyor. koşulsuz itaat ediyorlar. ve filmin sonlarında frank'in lester'ı öpüşüne şahit oluyoruz. frank sistemi ve otoriteyi temsil ediyor demiştik. yani buradan, sistemi ve otoriteyi var edenin aslında ondan korkan ve ona karşılık vermeyen, korkak davranan insanlar olduğu sonucuna varabiliriz. frank, aslında kınadığı insanlardan farklı değil. daha üstün ya da daha güçlü değil. ve frank kendisinden korkmayanlara zarar veremez. çünkü onu güçlü gösteren yarattığı korkudur. (filmin sonunu anlamamıza fayda ediyor bu da)

    frank ve ailesi için söylediğimiz şeyleri carolyn-buddy kane ilişkisinde de görmek mümkün. kane aslında kral falan değil. fakat carolyn ona kral olduğunu söylüyor, onu övüyor ve pohpohluyor. kane de bunu kabulleniyor. fakat güzel karısı onu terk ediyor. aslında güzel olmayan bir kadınla, sırf kendini övdüğü için dandik bir otel odasında sevişen bir adam kane. yani yine çevrenin ve insanların birine biçtiği değeri görüyoruz. kane'i değerli kılan da parası, arabası. ve kendisine itaat ettiği için, kendisine hayran olduğu için carolyn'ı "ödüllendiriyor". net bir eleştiri okumak mümkün.

    olaya bir de carolyn'ın açısından bakarsak, kendisinden yukarıda olduğunu kabul ettiği kane'e, en kibar tabirle "kendini sunuyor". carolyn'ın amerikan rüyası da kane. frank otoriteyi ve sistemi temsil ediyorsa, carolyn da otoriteye ve sisteme biat edeni, tapanı temsil ediyor. ayrıca lester ile uzun zaman sonra sevişecekken, en romantik anda koltuğa dökülecek birayı dert etmesi çok önemli: eşyalara biçilen değeri, aslında herkeste, her an gördüğümüz bir durumun ne kadar absürt olduğunu bu sahne ile tekrar fark ediyoruz. mutluluk getirmesi için alınmış bir eşyanın mutluluklara mani olması, ama kimsenin bunu dert etmemesi trajikomik. kimse bunu dert etmiyor, çünkü normal olan bu.

    kane'in, carolyn'a söylediği önemli bir cümle var: "başarılı olmak için sürekli başarılı bir imaj yaratmak gerekiyor." filmden alınacak net bir mesaj bu: görüntüye kapılmayın, illüzyon bu yalnızca.

    tekrar lester'a dönebiliriz:

    3) lester'ın amerikan rüyasına/güzeline ulaşmak için neleri göze aldığını görüyoruz. işinden ayrılıyor, yeni bir araba alıyor, vücut yapıyor vs. film boyunca angela hayes karakterinin ne kadar çok arzulandığını dinliyoruz. ve lester da bizim gibi buna inanmış durumda. amerikan rüyasıyla yüzleştiğinde, çıplak bir şekilde önünde uzanırken bütün isteği kaçıyor ve hayal kırıklığına uğruyor. çünkü sandığı kadar mükemmel değil: kimse tarafından arzulanmamış/onaylanmamış. burada büyük bir yıkım yaşıyor. zira aydınlandığını, ona âşık olana kadar(amerikan rüyasını görene kadar) boşa yaşadığını düşünmüştü. oysa bunun da bir illüzyondan ibaret olduğunu görüyor.

    lester'ın iki kez yaşadığı hayal kırıklığını, bir kez yaşadım. üstelik gayet genç bir yaşta. ama lester, yeni hayaller kurmak için artık için geç kaldığı bir dönemde, ikinci kez boşa yaşadığını fark ediyor. şimdiye kadar hep hata yapmış, fakat dünyanın nasıl döndüğünü, gözünün önünde olanı nasıl göremediğini de burada fark ediyor. böyle yanılmanın en zor kısımlarından biri aptallıkla yüzleşmek sanırım. lester 30-40 yıl boyunca zeki biri olarak yaşadığını düşünüyor (hemen herkes gibi). oysa bu yaşam biçiminin, düşüncelerinin hatalı olduğunu fark ettiğinde, aynı zamanda aptallığıyla yüzleşiyor. hayatta en değerli şeyin zaman olduğunu düşünürsek (gözlemleyebileceğimiz ve değerlendirebileceğiz, ölçebileceğimiz, geri alınamayan tek şey. mutluluk, haz vs. hiçbiri zaman kadar önemli değil çünkü daimi olmaları imkânsız.), zamanını boşa harcadığını görüyor.

    yaptığı hata, hayatı bir mücadele olarak görmüş olması. bir yarış. oysa durum böyle değil. sıralamalı bir sınav değil dünya. bunu, ailesinin fotoğrafını eline aldığında görüyor. araba, para ya da seks değil mutluluk. mutluluk böyle devasa emekler harcanarak ulaşılabilen bir şey değil, çünkü o illüzyon. mutluluk bir aile yemeğinde, el ele dolaşmakta ya da sevdiği insanın bir gülümsemesinde. bir insan için en yıkıcı şey, hayatını boşa harcadığıyla yüzleşmesidir herhâlde.

    lester ölüyor. frank'i kanlar içinde görüyoruz. carolyn'ı lester kendini öldürürken dışarıda görüyoruz. carolyn'ın elinde frank'in silahı var. frank'in duvarında eksik olan silahla carolyn'ın poligonda ateş ettiğini görmüştük. bu silah nasıl carolyn'ın eline geçtiyse, aynı şekilde lester'ın eline geçiyor. silahı bir metafor olarak da görmek mümkün. silah sistemin, otoritenin. silahı getiren, sisteme hizmet eden kişi. ama intihar eden, lester'ın ta kendisi! ne frank'in ne de carolyn'ın lester'ı öldürmek için geçerli bir sebebi yok. ama lester'ın kendini öldürmesi çok mantıklı, nedenleri önceki paragrafta açıkladım. lester bu üçüncü hâlinde hatalarıyla yüzleşiyor fakat doğruyu da buluyor. ama bu doğruyu uygulamak için artık bir ümidi kalmamış vaziyette. mutluluğu karısında ve eşinde buluyor lester, fakat karısı kendisinden nefret ediyor, başkalarıyla yatıyor; kızı kendisinden nefret ediyor, onu zavallı buluyor ve o da terk ediyor. yani lester'ın artık mutluluk hayali kalmamış. bu yüzden intihar etmesi çok mantıklı.

    eğer filmi tekrar açıp lester'ın kafasından çıkan kanların gidiş açısına ve kafasının düşüş pozisyonuna bakarsak, lester silahı ağzına dayamış ve kendini öyle öldürmüş, bunu görebiliyoruz. frank'i üstünde kan var, fakat frank'in lester'ı öldürmeye gücü yetmez. buna değinmiştim, frank yalnızca kendisinden korkanlara üstünlük kurabiliyor. fark ettiğimiz üzere lester frank'ten korkmuyor. umursamıyor dahi, sadece acıyor. fakat frank'in üstüne kan sıçrıyor. bu kanlar metaforik, başlıkta değilmiş buna. karısı da silahı saklıyor. kan sistemin üstüne bulaşıyor fakat silah sisteme hizmet edenin elinde kalıyor. yani frank de carolyn da lester'ın katili. ikisi de onun kendini öldürmesinde suçlu. çünkü dünyayı yaşanmaz bir hâle getiriyorlar, dünyayı yanlış yorumlatıyorlar, kötüler ve aptallar. fakat tetiği çeken lester. seçim her zaman insanın kendisinde, filmde en çok vurgulanan şey bu. onu öldüren carolyn ya da frank olsa, film kendi mantığıyla çelişir.

    bu olaylar gerçekleşirken amerikan güzelinin/rüyasının banyoda saklanıyor olması ise yine ironik. olaylar gerçekleşirken ortada yok.

    4) filmin başından itibaren, kuş bakışı lester'ın sesini dinliyoruz. bunu da lester'ın öldükten sonra hikâyesini bize anlatması olarak yorumlayabiliriz. çünkü ilerde ne olacağını biliyor anlatıcı. belki de gökyüzünde, evinin yakınlarında gezen ruhudur, kim bilir.

    lester'ı bırakıp filmdeki asıl hikâyeye odaklanabiliriz. filmde gördüğümüz en mutlu çift, gay çift. ilginç duruyor ama filmin anlatmaya çalıştığı şey bu. jane erkek gibi giyinen, olduğundan farklı görünmeye çalışmayan biri. istese diğerleri gibi giyinir, ama yapmıyor. angela hayattaki en kötü şeyin sıradan olmak olduğunu söyleyip ne kadar sıradan oluyorsa, jane de bunu o kadar umursamıyor. ve ricky, kameraya almak istiyorsa alıyor. o da istediği gibi giyiniyor ve diğer insanları çok da umursamıyor. eğer jane havalı olmayı ya da popüler olmayı umursasa, ricky ile birlikte olmaz, angela (amerikan rüyası olduğu kadar toplumsal kabulü de simgeliyor) film boyunca ricky'i aşağılıyor. ricky de topluma uyumlu biri olsa jane'den değil angela'dan hoşlanır. ki angela da bunu dile getiriyor, bana bir kez bile bakmadı diyor. yani gay çift nasıl toplumsal kabulü ve onayı umursamıyorsa, ricky ve jane de aynısını yapıyor. filmin bize gösterdiği dünyada mutluluğu hak eden ikinci çift oluyorlar.

    özellikle filmin sonunda iki önemli sahne var. bunlardan ilki hem jane'in hem de ricky'nin angela'yı terslediği sahne. ikisi de amerikan rüyasını reddediyorlar. bu alınması gereken bir ders. ikincisi ise jane'in göğüslerini büyütmek için biriktirdiği ameliyat parasını kaçmak için kullanmayı teklif etmesi. dış görünüşünü ve imajı umursamayıp bir aile kurmak istiyor. mutluluğu daha basit şeylerde arıyor, doğru yerde arıyor.

    filmden çıkaracağımız sonuç ise, gücün, paranın, seksin mutluluğu getirmediği. mutluluğun yalnızca aileyle birlikte gülümseyebilmek, bir yaşlının elini tutmak, bir yaprağın uçuşunu hissetmek olduğunu görüyoruz. uçuşan poşet sahnesi bu yüzden önemli. dünyanın en zengin insanının benden mutlu olduğunu söyleyemezler. benden daha huzurlu olduğunu da söyleyemezler. yani para da seks de bir amaç olamaz. toplumsal kabule oynayan insanlar, toplumun doğrularını alıyorlar. haliyle parayı ve başarıyı yüceltiyorlar. o noktaya geldiklerinde ise lester gibi hayal kırıklığına uğruyorlar.

    bunu çevrenizdekilere söylediğinizde hemen herkesin verdiği tepki aynı: bunu biz de biliyoruz ama gerçekçi olmak lazım. bunu duyuyorlar, biliyorlar ama idrak edemiyorlar. antikapitalizm gibi. çoğu insan kapitalizmin kötü olduğunu kabul ediyor fakat kötü olduğunu idrak edemiyor. bu yüzden hâlâ kapitalizmin sunduğu hazlar ve tatmin yöntemlerini satın alıyorlar. idrak edebilseler, zaten orası çekici gelmeyecek. antikapitalizm, "kapitalizm çok zararlı ama oradaki şeyler çok çekici, sen onlara sahip olmamalısın" değildir; kapitalizmin ne kadar sığ şeylerle haz sattığını görmektir. idrak eden kişi için bir seçenek değildir kapitalizmin sattıklarını alıp almamak.

    ve gerçekçi olmak, bu fikirleri savunduğunuzda alacağınız tepki mütemadiyen "gerçekçi değilsin" olacaktır. işte filmde bunun da cevabı var: "gerçekleri yok saymanın gücünü hafife almayın!" insanlar neye gerçek derse gerçek odur ve tüm gerçekler aslında illüzyondur. ricky frank'ten korktuğu için frank güçlüdür, insanlar paraya değer verdiği için para kağıt parçası değildir de daha önemlidir, bir koltuğu kumaş ve tahta yığını olmaktan çıkaran da insanların düşündükleridir. sanırım bu yıl dünyanın %1'i ekonomik güç açısından %99'a eşit olacak. ama o %1'i değerli kılan %99'un kurduğu hayaller, bir gün içinde o %1'i diğer insanlarla eşit konuma indirmek mümkündür.

    ---
    spoiler ---

    atladığım bir şey yoksa filmin değindikleri bunlar. kevin spacey hakikaten muhteşem. senaryo çok iyi, işleniş çok iyi, atmosfer çok çok iyi.

    9,5/10


    (malefices1 - 18 Mart 2015 19:01)

  • comment image

    son sahnesinde kevin spacey'nin söylediği sözlerle kanımı dondurduğu film..

    "i’ve always heard that your entire life flashes in front of your eyes in a second before you die,
    first of all, that one second isn’t a second at all; it streches on forever, like an ocean of time...

    for me it was lying on my back at boyscouts camp and watching falling stars..
    and yellow leaves from mapple trees that lined out straight
    on my grandmother’s hands, and the way her skin seemed like paper
    and first time i saw my cousin tony’s brand new firebird...
    and jennie, and jennie
    and caroline...

    i guess i could be pretty pissed off about what happened to me,
    but it’s hard to stay mad when there’s so much beauty in the world
    sometimes i feel like i’m seeing it all at once and it’s too much
    my heart fills up like a ballon that’s about to burst
    and then i remember to relax, and stop trying to hold on to it.
    and then it flows through me like rain
    and i can’t feel anything but gratitude
    for every single moment of my stupid little life

    you have no idea what i’m talking about i’m sure
    but don’t worry,
    you will someday..."


    (hassan - 2 Ocak 2005 02:55)

  • comment image

    sonundaki kevin spacey nin repligi ile beni benden alan film...

    i guess i could be pretty pissed about what happened to me... but it's hard to stay mad, when there's so much beauty in the world. sometimes i feel like i'm seeing it all at once, and it's too much, my heart fills up like a balloon that's about to burst...
    and then i remember to relax, and stop trying to hold on to it, and then it flows through me like rain and i can't feel anything but gratitude for every single moment of my stupid little life...

    you have no idea what i'm talking about, i'm sure... but don't worry...

    you will someday...


    (cash flow - 15 Ekim 2001 12:14)

  • comment image

    filmde yer kaplayan iki ailede sorunlu olmasına rağmen, filmde gördüğümüz diğer bir aile olan eşcinsel çift filmin tek mutlu ailesi olma özelliğiyle gününüz aile sistemine inceden(!!!) dokunduran film.


    (lilith lita - 13 Haziran 2005 05:32)

  • comment image

    tanimlamak icin bircok sey soylenebilecekken, hakkindaki en iyi tariflerden biri sade bir sekilde "cok iyi" olabilecek bir film..

    --- spoiler ---
    film amerikan orta sinifinin yasamini elestiriyor.. siradan insanlar karakterleri.. ve filmin dili sectigi konuya gore de inanilmaz akici..

    film amerikalilarin iletisimsizligine, hos gorusuzlugune, yasamlarin yapayligina dair.. gerci sadece amerikali bir aile demek de yanlis.. cunku bu sorunlar gunumuz icin evrensel bir hal aldi..

    yemek sahneleri, televizyon karsisinda tek kelime edilmeden gecen dakikalar.. babanin oglundan bihaberligi.. yalnizlik..

    bir sahnede emlakci anne evi satamayinca panjurlari kapatip ciglik atiyor, digerlerinin karsisinda yapamadigi seyi ancak kendi basina kalinca, tum gozlerden irak olunca gerceklestirebiliyor.. bu belki de bircok seyi acikliyor filmde.. her sey kapali kapilar ardinda yasaniyor, disariya sadece bir "imaj" verilmek isteniyor, oldugundan farkli seyler.. sirf guclu gorunebilmek adina..

    ordudan emekli adam da kendini tanistirirken asker kimligine vurgu yapiyor.. yani iktidarina, digerleri tarafindan guclu sayilabilecek kimligine..

    dergide calisan baba da yillardir patronlarina yalakalik yaptigini fark ediyor.. kizi ve karisinin tepkilerine tepkisizligini anliyor ve degisiyor.. filmdeki en saglam karakterlerden biri belki de bu adam.. ama sonucta o da o gune kadarki iktidardan yoksun olusunu doldurmak istiyor.. araba almasi, kizina ve karisina artik sozunu dinletmesi..

    "sonucta hayat aslinda guzel bir sey.. ama biz hayati o kadar boktan bir seye cevirmisiz ki" diyor film.. oyle diyor.. evet..
    ---
    spoiler ---


    (whatdreamsmaycome - 6 Ağustos 2005 15:29)

  • comment image

    kültür endüstrisinin sağ gösterip sol vuran oyunlarından bir diğeri.

    sıradan izleyici, filmin temasını "sıradan olacağına geber daha iyi" olarak algılar. bu bakış açısıyla film, adorno tarafından ortaya atılan kültür endüstrisi kavramının karşıladığı şeyin, yani kişilerin mevcut ekonomik yapıya karşı çıkmasının önüne geçmek için, onları birbirinin aynı katılımcılar olmaya yönelten kültürel program görünümlü propogandaların karşısındaymış gibi duruyor. neredeyese bütün ana karakterler, film boyunca büyük değişiklikler geçirerek bildiğimiz kalıpların dışına çıkıyorlar.

    aile babası, patronuna şantaj yaparak işinden ayrılıp hep hayalini kurduğu arabayı satın alıyor. kızının arkadaşının beğenisini kazanmak için vücut geliştirmeye başlıyor. anne, kocasını başkasıyla aldatıyor, hatta onu öldürmeyi bile düşünüyor. evin kızı, bir uyuşturucu satıcısıyla kaçıyor. kızın arkadaşı ve uyuşturucu satıcısı zaten kalıpların dışındalar. birinin adı üstünde, diğeri de manken olabilmek için gereken herkesle yatağa girmeye hazır...
    film bu şekilde sağ gösteriyor.

    ve sol vuruyor. çünkü bütün bu değişiklikler, kültür endüstrisinin asıl amacına, insanları özgür olduğuna inandırma amacına ulaşmasından başka bir şey değil.

    spor araba sahibi üçgen vücutlu bir adam ne kadar sıra dışı olabilir ki. toplumdaki fiziksel kalıplar, daha doğrusu fiziksel beğeni kalıpları 90-60-90'lık kadınlar ve üçgen vücutlu erkekleri beğenmeye yönelik değil midir? en güzel arabaya sahip olmak için çalışmak düzenin çarkları arasında daha da derine inmek değil midir?

    kocasını aldatan kadının gerekçesi, adamın yıllık cirosunun bilmem ne kadar olması ise, bundan sıradan ne olabilir ki. kadınların eş seçerken göz önünde tuttuğu kriterlerin başında maddi durumun gelmesi, erkekleri bu yönde ilerlemeye, daha çok kazanmaya, kazanmak için ne gerekiyorsa onu yapmaya iterek yazının başında bahsettiğim mevcut ekonomik yapıyı daha da güçlendirmez mi?

    ya da amaç manken olmak olduktan sonra cinselliği özgürce yaşamak nereye kadar özgürlüktür?

    evin kızının uyuşturucu satıcısına kaçması sanki diğerlerinden farklı gibi görünüyor. ama aslında bu da bir yanılsamadan ibaret. sistemin, sıradan olmaya, yabancılaşmaya direnenlere sunduğu, aslında sisteme aykırı olmayı bırak, sistemi güçlendiren alternatif yabancılaşmaları vardır. uyuşturucu satmak da tam olarak böyle bir yabancılaşmadır. bağımsızlık adı altında toplumu gerçek anlamıyla uyuşturup birbirinin aynı örneklere çevirir.

    daha ayrıntılı bilgi için http://www.sinefil.org/ adresini ziyaret edebilirsiniz.

    ben herkesten farklıyım diyorsanız bir de kendinize bu açıdan bakın.
    ben baktım. harbi farklıyım. süperim. o ne biçim bir vücuttur öyle. aynada kendime bakmaya doyamıyorum. özellikle ferrarimin aynasında. hem de gördüğünüz gibi acaip kültürlüyüm.. selam sabah ederim...


    (hokkaz - 6 Mart 2006 22:40)

Yorum Kaynak Link : american beauty