• "ayrica her entelin (bir nevi best seller) kitaplıgında bulunan, fakat kimse tarafından okunmayan bir kitap."
  • "eisenstein bir dönem bu kitabı filme uyarlamayı düşünmüş. sadece düşünmüş tabi..."
  • "okudum ben, olay irlanda'da geciyor.."
  • "metnin son cümlesi yaklaşık 1848 satır -yky çevirisi- ve evet diye bitiyor."




Facebook Yorumları
  • comment image

    eskişehir'de bir gün. güneşli bir 16 haziran günü*. korsan kitapçının önünden geçiyordum. tezgahta kalın, kapkalın yeşil bir kitap. dikkatimi celb etti, baktım, james joyce ve ulysses yazıyordu ama korsan kitaba benzemiyordu [ki zaten ben vahit ulysses'in korsanını bulana veya basana yüz bin lira veriyorum].

    eğildim, kitabı aldım, evet orijinal yky nüshası ve birinci baskıydı. "bu kaça" diye sordum, satıcı, "abi arkadaşın kitabı, satılsın diye tezgaha koydu, şöyle sırtını çevirsene bakayım" dedi, çevirdim. muhtemelen kalınlığına bakarak o zamanın parasıyla "at 5 milyon" dedi, "siftah olsun". hani okumayacağım aşikar ama neticede bir modern klasik, birinci baskı hem de 5 milyon eski türk lirası. "alıyorum" dedim, "sarayım mı burada mı okuyacaksın" dedi, "take away" dedim. koydu bir torbaya.

    sonra ben eve geldim, kitaplığımdan 42 tane kitabı çöpe atıp ulysses'e yer açtım hatta onu başucu eseri yaptım. evet o akşam ulysses'e baktım baktım ve eğer eve hırsız girerse kafasına vurmak için başucumda tutmaya; midemi üşüttüğümde de ısıtıp karnıma koymaya karar verdim. peki hiç okudum mu? elbette hayır.*

    - - - / - - -

    lakin şöyle de bir şey var:

    "joyce ulysses'i yazarken, ilk olmasa bile, yeni bir yazınsal biçem kullanmak istemiştir. dublin'de, 1904 yılında yaşayan ortanın altındaki sınıftan kişileri almış, haziran ayının başlangıcındaki bir gün boyunca, sadece neler yapmış olduklarını değil, neler düşünmüş olduklarını da anlatmıştır.

    bana öyle geliyor ki, joyce, şaşırtıcı bir başarıyla, sürekli olarak değişen kaleidoskopik bilinç ekranında, hem sıradan malzemeyi, hem de pek derinlerdeki (bilinçaltı) malzemeyi yansıtabilmiştir."

    bu satırlar bir eleştiri yazısından değil; yargıç john m. woolsey'in 8 aralık 1933 günü, abd hükümetinin "müstehcen"lik gerekçesiyle toplatma kararı aldığı ulysses için verdiği aklama kararından.
    ***
    (bu alıntı da kitabın arkasından)


    (itaatsiz - 23 Şubat 2007 13:31)

  • comment image

    okunması zor olduğu düşünülen kitabın bölümlerini özetlediğimizde aslında hiç de zor olmadığı aksine okumasının çok eğlenceli olduğu görülecek kitaptır
    olayların gelişimini kişilere bağladığımızda konu daha kolay anlaşılır
    birinci karakter(siz) stephen dedalus

    16 haziran 1904 "`sabahın körü". genç ve bir o kadar da dallama bir öğretmen olan stephen dedalus, olgun, baba adam görünüşlü kadim dostu (bkz: kanka) buck mulligan ile dublin'in dışında bulunan ve hayatlarını sürdürdükleri dublin kalesinde karşılaşır.

    edit: onu ziyarete gider diyelim.

    09;00 stephen dedalus kahvaltısını eder ve (bu sırada buck mulligan tarafından aşağılanır, ağlatılır falan) okula gider. ders başlar.

    10;00 stephen biladerimiz maaşını alır okul müdürnün "bir ingilizin en gurur duyduğu söz benim kimseye borcum yok sözüdür" lafı ile bu seferde okulda aşağılanır (garibim irlandalı olduğu için yoksuldur ve borç gırtlağa dayanmıştır) ve sokakları arşınlamaya başlar.

    *********************************
    ikinci karakter dallama, denyo bir o kadar da kıro ama entel leopold bloom

    08:00 gazetelere ilan toplayarak geçimini sağlayan buck mulligan efendi her tür eti yenebilir hayvanın sakatatından oluşan bir kahvaltı yapar.

    09:00 sonra postaneye gider, sadece hayal dünyasında var olan ve kitapta mulligan'ın egosunu temsil eden henry flower adlı biraz efemine bir tipe mektup yoolar. adres kuledir.

    11:00 bloom putnam isimli gariban bir arkadaşının cenaze törenine katılır. gazetesine gider ve kendisine verilen bir ilanın baskıya yetiştirilmesini sağlar.

    12:00 barın birine tıkınmaya girer.

    14:00 stephen ve bloom kütüphanede siktiri boktan bir konuyu shakespeare ile bağlantılandırmaya çalışıp dandik bir edebiyat geyiği yaparlar.

    16:00 dedalus ve bloom bi daha karşılaşırlar. kitabın koptuğu anlardan birisi de budur. buraya kadar geçen süre içinde her iki kahramanımız da dublin'in kuzey kısmında farklı mahallerde takılmış ama aynı yöne doğru ilerlemişlerdir. kader onları bir kez daha bir araya getirir. o zamanki dublin kentinin bugün bizim kayseri veya tokat illerimiz gibi bi yer olduğunu da düşünmek gerek tabii.

    17:00 civarı leopold abimiz kendisine attığı mektubu alır ve bir bara girip okumaya başlar.aynı saatlerde bloom efendi yahudi olduğu için sopa yemekten kıl payı kurtulur.

    17:30 sahile gider. burada iki çıtır liseli hatun takılmaktadır. sotaya yatar onları dikizlerken 31 çeker. attırdıkları eline falan bulaşır.

    18:30 veya 19:30 falan: bloom hastaneye gider. dedalus ile karşılaşır. beraber takılırlar.

    gece 21:00 civarı iki kankiş keraneye giderler. birer "kerane tatlısı" üstüne de birer buçuk yoğurtlu "orospu mantısı" yerler. gaza gelen stephen sokak lambasını kırar. sopa falan yerler milletten. bloom olaya el koyar iki denyo türkü çığıra çığıra evlerine doğru yol alırlar.

    sonra olaylar gelişir bir kaç bölüm sonra da roman biter.

    yıllar sonra gelen edit: romandaki karakterlerin hepsi dönemin irlandasında yaşanan kıtlıklardan, sefaletten, felleğin sillesinde, garibanlıktan, dışlanmışlıktan, ezilmişlikten nasibini almış en alttakiler sınıfına giren insanlardır.

    yani joyce insanın içinden gelen gülümsemeyi bile suratına bir tokat gibi yapıştırmaktadır.

    romanı tuğla gibi ağır yapan kitaptaki edebi oyunların işte bu gariban halkın ağzından ve onların gözünden yorumlanarak verilmiş olmasıdır.

    edit: harf hataları düzeltildi...

    edit2. cümleler düzeltildi...

    edit3: trinity college contemporary irish literature dersi bitirme tezi özeti olarak aa+ ile derecelendirilmiştir. bu da benden size cep harçlığı olsun....


    (fortuneteller 657 - 28 Ağustos 2002 12:13)

  • comment image

    tutunamayanlar'a ağır diyenlerin kafasına fırlatılması gereken kitaptır ve sonra dönüp denilebilir ki "tutunamayanlar ağırsa bu ne lan, it". 55 sayfa boyunca anladığım kadarıyla olay irlanda'da geçiyor...


    (napoleonic narsist - 29 Ekim 2013 12:57)

  • comment image

    okuduğum ve yine okumaya çalıştığım kitap... şu(ve diğer birçok) diyaloğun orjinal metinde nasıl yer aldığını çok merak ediyorum:

    -bana bir zencefilli limonata,dedi bantam lyons.
    -ille de zenci filli mi? beyaz filli olmuyor mu ? diye haykırdı paddy leonard.


    (disconnectus erectus - 29 Temmuz 2004 23:37)

  • comment image

    james joyce'un 1914 ile 1921 yillari arasinda yazip, dublin'deki ayaklanmalar nedeniyle basılması için bir fransız basımevine verdigi romanidir. joyce'un calısma yöntemi oldukca karmasik ve dagınık, el yazisi okunaksiz oldugundan; yayinevinin dizgicileri de fransiz olup ingilizce bilmediklerinden tum kitabin baskisi dil yanlısları ve satır atlamalari ile dolu olarak basilmistir. gorme bozuklugu nedeniyle, bu yanlislari duzeltemeyen joyce, okunması zor el yazisi ile bir cok ekleme de yapmis, yeni yanlislara yol acmistir. boylece kitabin ilk baskisi dizgicilerin, duzeltmenlerin ve joyce'un bizzat kendisinin hatalari ile 1922 yilinda (yaklasik 2000 hata) ile okuyucu onune cikmistir. tum yapittaki yanlislari izleyebilmek icin bir hata cetveli hazirlamaya girisen yazar, goz sagliginin hizla bozulmasi nedeniyle bu girisimden vaz gecmistir.

    okunma ve diger dillere cevrilme guclugunun buyuk kismi bu yanlislardan kaynaklanmaktadir. nevzat erkmen tarafindan cevirilen ve yapi kredi yayinlarindan cikan turkce baski icin 1984 baskisi esas alinmistir.

    roman, pek cok edebiyat elestirmeni -t.s.elliot gibi- tarafindan ondokuzuncu yuzyili kapatan eser olarak nitelendirilir.


    (mortimes - 24 Ağustos 2001 14:14)

  • comment image

    hakkında milyonlarca makale yazılıp en az bir o kadarda kitap yazilmis bir kitaptir ulysses. bunun sebebi hic süphesiz joyce'un bilerek ve isteyerek bu kitabi akademisyenleri en az 100 yil uğraştıracak kadar ayrıntılandırarak çok da açık olmayan göndermeler yapmasi ve sanki dantel işler gibi bütün insanlık tarihi boyunca biriktirilen metaforları metnin içine ustaca yedirmesidir.

    tek başına okunduğunda anlamak hayli zordur. böyle okursanız kitap sizin için artık içinden çıkılamayan bir labirent ve kelimeler de gözünüzün önünden akan hiçbir anlam ifade etmeyen şekiller olarak kalırlar. bu yüzden kitabın bir annotated versiyonu edinilmeli, bloomsday ve sparknotes.com'daki özetler ve yorumlar her bölümden önce ve sonra en az bir kez okunmalı ki joyce'un önümüze sunduğu puzzle'da kritiklerden ve onların yıllar süren araştırmalarından aldığımız güçle kaybolmayalım.

    bu kitap hakkında kritiklerin de üzerinde durduğu gibi bir sürü şey söylenebilir; yahudi kimliğinin kurulmasi, modernizmin getirdiği yabancılaşma, milliyetçilik, politik açılımlar, ebeveyn olmaya dair dertler ya da imgesel bir sürü ayrinti su, patates metaforu gibi konular. ama ben bunların hiçbirinden bahsetmek istemiyorum. çünkü metni güzel kılan ona şefkat gösterip onu sevmektir. kritiklerin yolundan gidersek - aslında akademik çalışmalarda da yapılan ne yazık ki bu- metne otopsi yapacağız. oysa ben ulysses'i sevmek istiyorum.

    bütün bu ayrıntıların çok ötesinde ulysses bir arayışın kitabıdır. peki nedir bu arayış? çok basite indirgemek gibi olacaksa da şöyle diyebiliriz: stephen dedalus'un baba yoksunluğu, ve leopold bloom'un oğul özlemi. ama bunlar çok daha ruhani bir boyutta olan arayışlardır. bir nevi avunmadir. bu yüzden kitap boyunca stephen'la bloom'un karşılaşmasını bekler okur, tansiyon giderek yükselir onlar birbirlerine teğet geçtikçe. ve kitabın sonlarına doğru, ithaca bölümüyle beraber okuyucuyu tuhaf bir huzur ve iç rahatlığı sarar, bu çok da gerçekliğe değmeyen, hiç ajitasyon yapılmadan değinilen ilişkilerinin anlatıldığı sadece soru-cevap kısmından oluşan bölümde. üstelik soru-cevaplar da çok bilimseldir, bilimsel olmanın ironisi yapılır neredeyse aptal hassasiyetin hiçbir tuzağına düşülmeden..

    işte bu yüzden, belki de sırf bu avuntu yüzünden stephen'la bloom'un arasındaki bu philiayı ben tutunamayanlarda gerçekleşemeyen buluşmaya benzetirim. orada da selim ışık'la isa'nın karşılaşması beklenir, bari ikisi de ikinci kez geldiklerinde bu dünyaya karşılaşsın, arkadaşlık etsinler istenir. çünkü ruh çok yalnızdır, ancak bu türden bir philia ruha avuntu sağlayabilir. tutunamayanlarda turgut özben şöyle yalvarır tanrıya:

    "..yalnız, bu sefer lütfen aynı zamanda gelsinler artık. araya gene binlerce yıllık bir uçurum koyma. sonunda, ilk gelişlerinde yaptığın gibi ikisini de yalnız bırakma."

    uzun sözün kısası, ulysses sadece bu buluşmanın verdiği avuntu için bile çok sevilebilir kanımca.


    (aptallarin pin kodu - 13 Ocak 2006 23:08)

Yorum Kaynak Link : ulysses