Süre                : 2 Saat 4 dakika
Çıkış Tarihi     : 05 Şubat 2009 Perşembe, Yapım Yılı : 2009
Türü                : Drama
Taglar             : aktris,ressam,Terapist,ölüm,röntgencilik
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Sidney Kimmel Entertainment , Likely Story , Projective Testing Service
Yönetmen       : Charlie Kaufman (IMDB)
Senarist          : Charlie Kaufman (IMDB)
Oyuncular      : Philip Seymour Hoffman (IMDB), Catherine Keener (IMDB), Sadie Goldstein (IMDB)(ekşi), Tom Noonan (IMDB), Peter Friedman (IMDB), Charles Techman (IMDB), Josh Pais (IMDB)(ekşi), Daniel London (IMDB)(ekşi), Robert Seay (IMDB), Michelle Williams (IMDB), Stephen Adly Guirgis (IMDB), Samantha Morton (IMDB), Hope Davis (IMDB), Frank Girardeau (IMDB), Jennifer Jason Leigh (IMDB), Amy Wright (IMDB), Paul Sparks (IMDB), Jerry Adler (IMDB), Lynn Cohen (IMDB), Deirdre O'Connell (IMDB), Kat Peters (IMDB), John Rothman (IMDB), Amanda R. Phillips (IMDB), Frank Wood (IMDB), Deanna Storey (IMDB), Elizabeth Marvel (IMDB), Laura Odeh (IMDB), Mark Lotito (IMDB), Daisy Tahan (IMDB), Erica Fae (IMDB), Raymond Angelic Sr. (IMDB), Cliff Carpenter (IMDB), Timothy Doyle (IMDB), Amy Spanger (IMDB), Nicholas Wyman (IMDB), Portia (IMDB), Dan Ziskie (IMDB), Chris McGinn (IMDB), Robin Weigert (IMDB), Gerald Emerick (IMDB) >>devamı>>

Synecdoche, New York (~ New York Yanılsamaları) ' Filminin Konusu :
Hollywood'un ayrıksı, kendi kendiyle dalga geçebilen, komplekssiz senaristlerinden Kaufman, bu defa kamera arkasına geçiyor. Daha önce, özellikle "John Malkovich Olmak" ve "Eternal Sunshine of the Spotless Mind" gibi destansı filmlerde bir senarist olarak sıradışı yeteneğini izleyiciye ispatlayan yönetmen, New York Yanılsamaları adlı bu filmiyle de yönetmen kimliğiyle beğeni kazandı. Filmde, tiyatro yönetmeni olan Caden Cotard'ın dünyasına bir bakış atacağız. Cotard, bir yandan işiyle uğraşırken, bir yandan da hayatındaki kadınlarla cebelleşmektedir. Aklına son tiyatro oyunu için bir fikir gelen Cotard, bir deponun içerisine New York’un doğal büyüklükte olan bir kopyasını yaratır. Deneyimli oyuncu kadrosuyla merak uyandıran "New York Yanılsamaları", Charlie Kaufman'ın ilk filmi...

Ödüller      :

Independent Spirit Awards:Independent Spirit Award-Best First Feature, Robert Altman Award, Independent Spirit Award-Best First Feature, Robert Altman Award, Independent Spirit Award-Best First Feature, Robert Altman Award


  • "- die..."
  • "insan beyninin aynası niteliğinde kaufman filmi."




Facebook Yorumları
  • comment image

    sinemadansa evde yatar vaziyette izlenmesi gereken bir film. biraz izleyip karşısında uyuyakalınmalı, sonra uyanınca biraz daha ve biraz daha ve de bu işlem bir kaç kere tekrarlanmalı. filmin sıkıcı olduğunu söylemiyorum ama sinemada izlemek için fazla yorucu.

    herkesin kendine göre çıkarımlar yapmasını sağlıyor ayrıca. hakkında konuştukça yeni bir şeyler farkediyorsunuz.

    -charlie kaufman da http://nymag.com/…ment/2008/10/charlie_kaufman.html adresindeki röportajında da benzer bir şey söylemiş zaten:

    " i don't really talk about what the movie's about, because it's about what it's about to you...."


    (mugettin - 18 Şubat 2009 15:39)

  • comment image

    sammy'nin cenazesi sahnesinde rahibin söyledikleri filmi ve hayatı en iyi şekilde özetliyor:

    --- spoiler ---

    everything is more complicated than you think. you only see a tenth of what is true. there are a million little strings attached to every choice you make; you can destroy your life every time you choose. but maybe you won't know for twenty years. and you'll never ever trace it to its source. and you only get one chance to play it out. just try and figure out your own divorce. and they say there is no fate, but there is: it's what you create. even though the world goes on for eons and eons, you are here for a fraction of a fraction of a second. most of your time is spent being dead or not yet born. but while alive, you wait in vain, wasting years, for a phone call or a letter or a look from someone or something to make it all right. and it never comes or it seems to but doesn't really. and so you spend your time in vague regret or vaguer hope for something good to come along. something to make you feel connected, to make you feel whole, to make you feel loved. and the truth is i'm so angry and the truth is i'm so fucking sad, and the truth is i've been so fucking hurt for so fucking long and for just as long have been pretending i'm ok, just to get along, just for, i don't know why, maybe because no one wants to hear about my misery, because they have their own, and their own is too overwhelming to allow them to listen to or care about mine. well, fuck everybody.
    amen.

    ---
    spoiler ---


    (mugettin - 18 Şubat 2009 16:43)

  • comment image

    --- spoiler ---

    ----
    herkesin başrolünü oynadığı hayatlar…

    her yara iyileşir bir şekilde ama izi kalır, aynı hayattaki her repliğin sonuçları gibi. daha iyisini yapmak istedikçe düğüm daha da karışır, içinden çıkılmaz bir hal alır. yıllar geçer. aynı sahneyi farklı zamanlarda tekrar tekrar oynarsınız, sonuç değişmez. bazen beceremezsiniz gözyaşı damlası ile role devam edersiniz. bazen çok iyi oynarsınız ama o rolün hakkını vermek ve güzel görünmek için ne acılar çektiğinizi bir siz bilirsiniz bir de ayaklarınız. eee rolün hakkını vermek zordur bu hayatta… hele başrolü oynamak çok daha zordur. afişlerde, herkesin hayal ettiği hayatları gösteren reklamlarda, örnek alınan kişiler arasında yer almak zordur.

    ve oyunu en iyi nasıl sahneleyeceğinizi bulduğunuzda yönetmen “öl!” der ve her şey biter… cenazenizde şu sözler söylenir:

    “everything is more complicated than you think. you only see a tenth of what is true. there are a million little strings attached to every choice you make; you can destroy your life every time you choose. but maybe you won't know for twenty years. and you'll never ever trace it to its source. and you only get one chance to play it out. just try and figure out your own divorce. and they say there is no fate, but there is: it's what you create. even though the world goes on for eons and eons, you are here for a fraction of a fraction of a second. most of your time is spent being dead or not yet born. but while alive, you wait in vain, wasting years, for a phone call or a letter or a look from someone or something to make it all right. and it never comes or it seems to but doesn't really. and so you spend your time in vague regret or vaguer hope for something good to come along. something to make you feel connected, to make you feel whole, to make you feel loved. and the truth is i'm so angry and the truth is i'm so fucking sad, and the truth is i've been so fucking hurt for so fucking long and for just as long have been pretending i'm ok, just to get along, just for, i don't know why, maybe because no one wants to hear about my misery, because they have their own, and their own is too overwhelming to allow them to listen to or care about mine. well, fuck everybody. amen.”

    eternal sunshine of the spotless mind’da son darbeyi indiren everybody s gotta learn sometime gibi bir müzik çalmaya başlar little person

    son

    ----

    insan aşık olur. bazen öyle acı bir hal alır ki derdi bilirsiniz ve dermanın olmadığını da. gider yanan bir evde oturmayı kabul edersiniz. sonunu bildiğin filme bile bile bilet almak gibidir. elden bir şey gelmez. bu derdin sonunda sizi nasıl öldüreceğini de bilirsiniz. aşktır işte bir umut yüreğiniz yanarak oturursunuz o evde. alevler öyle bir hal alır ki bodrum katta eşinden boşanan ev sahibinizin oğlu ile evlenirsiniz. büyük ihtimalle onun da sizin gibi bir derdi vardır. ama bu yangını dindiremez. yalnız yıllar sonra kavuşunca ona bu yangın diner ve ölürsünüz.

    tanıdıkça herkes düş kırıklığı yaratır. buna insanın kendisi de dahildir aslında. uğraşmaya başladıkça insan kendisiyle bir sürü şey çıkıverir ya da şüphe uyandırır. her zaman varolan bir şişlik durduk yere kaşınmaya başlar. doktor midenizde problem olabilir der, buna odaklanan sizin başka şikayetleriniz boy gösterir. çözüm bu enerjinizi başka yere odaklamaktır. yoksa kendinizi bitirirsiniz.

    ---
    spoiler ---


    (visnekiraz - 22 Şubat 2009 00:20)

  • comment image

    gerçek hayalin birbirine karıştığı zaman zaman artık karışıklık sonucunda yok daha daha neler diyip kendimi kahkaha atmaktan alamadığım ama tuhaf bir şekilde keyif alarak çıktığım film.

    --- spoiler ---

    tuhaf bir şekilde çok da başarılı olmayan bir hayatın yeniden en baştan yeniden yaratılması; caden cotard binbir pişmanlık dolu hayatını oyuna aktarma mücadelesi. ancak süreç uzadıkça -seneler ve de seneler- hayatını tiyatroya aktaran caden'ın bir yansıması ortaya çıkıyor ve caden'ın hayatı, onu tiyatroya aktaran caden ve tüm bunları kurgulayan caden. eğer hayat sonsuz olsaydı herhalde film binlerce caden'dan ibaret olacak ve metaforlar geometrik olarak artmaya devam edecekti. tuhaf bir şekilde çok bir şey anlamamınıza rağmen keyifle çıktığınız film, gereğinden uzun olsa da
    ---
    spoiler ---


    (ride - 22 Şubat 2009 20:41)

  • comment image

    zor, gösterişli, yapmacık, burnu kalkık bir film olabilir. ama hayatında bir kez olsun yaşayışını sorgulamış, bunu yaparken bu dünyanın tek şansı olduğunu bilerek yaşaması gerektiği motivasyonuyla kendine nedenler aramış birinin kesinlikle kendinden bir şeyler bulabileceği, çok kişisel olsa da herkesin filmi synecdoche new york.

    şöyle diyorum; abidin var oluşun resmini çizmiş sana, bakmazsan yazık edersin.
    7:45'te başlayıp 7:45'te bitiyor, yani bir göz açıp kapama süresi; aslında son anında bir hayat muhasebesi. o noktaya geldiğinde hayatın film şeridi gibi geçerken writers block'a tutulmayasın barton fink gibi. lazım gelir ki fellini'nin otto e mezzo'da yaptığı gibi döktüresin.

    işte kaufman da iz bırakma peşinde belli, şiarı şu; wood allen'ın aksine eserleriyle yaşamak istiyor, ona inanıyor. bundandır seçtiği yolda büyük adamları, (unutmamak lazım) kadınları refere ediyor.

    gerçi şu da var, bilinir ki daha çok bilmek işi zorlaştırır, okudukça bulantı hissedersin. işte o kitapları okuyan da, her yerin yandığı bir tür cehennemde yaşıyor. caden'ın son anına kadar uzlaşamadığı ama yanından ayırmadığı biri. ilk karşılaşmalarında söz kafka'nın dava'sından açılıyor, ikincisinde proust'un kayıp zamanın izinde'sini görüyoruz.

    aslında tüm bu referansların arasında kaufman'ın ironik bir tavrı da var. misal çevresindeki aktörlerin her şeyi anlamlandırma ya da aşırı anlam yükleme çabaları; filmin başında arabayı çarpan erkek oyuncunun arabayı farklı çarpmaya çalıştım muadili bir şeyler demesi, michelle williams'ın oynadığı karakterin gereksiz referans verme çabası: artaud, grotowski... yani herkes birine kendini ispatlama çabası içerisinde, entelektüel tarafını gösterme uğraşında. oysa s. new york her ne kadar bunu belli bir noktaya kadar icra etse de yaptığının da farkında olan bir film. oldukça da nihilist sayılır. biraz izleyenenin de kendini tatmin etmesine izin verse de kaufman'ın ukalalığı belki can sıkabilir, sıkmasın. onca verilen referansın kendisinden ziyade, referans verme olayının kendisine odaklanılsın. saydıklarıyla aynı noktaya gelme özlemine empati yapılabilsin. yani mesele daha çok şeyi bilmekte değil, meseleyi bilmekte. bunu anlasın.

    vurgulara devam. film, ek olarak; başkalarının telkiniyle hareket eden insanların komikliğine de vurgu yapıyor bir noktada, kişisel gelişimle alay ediyor. psikoloğun her kelimesi ezberlenmiş ve sırası gelmeden zamansız zamanlamasıyla söylediği basmakalıp meslek cümleleri ve yarısı aynı olmak üzere rafta gözüken daha iyi nasıl oluruz'un zırvaları ve kan emmekten şişen ayaklar.

    nihayetinde kaufman'ın cotard sendromundan muzdarip cotard'ı rüyasında, kendini 80 yaşında görüyor anne sexton'ın dediğini aksi çıkarır biçimde. sıkıntı çekiyor, bir şeyler bırakmak istiyor son noktaya geldiğinde; nietzsche'nin dediği gibi de hayatını tekrar tekrar aynı hayatı yaşayacakmış gibi yaşamaya çalışıyor garip döngüler eşliğinde.

    başarıyor da.


    (shocktheworld - 4 Mart 2009 20:14)

  • comment image

    filmi izledikten sonra kalbiniz olmasa bile beyniniz filmin atmosferine kayıyor, eğer gece izleyip yatmışsanız saatler sürecek bir uykusuzluk yakanızı birakmıyor, hatta müthiş fantastik rüyalar görme garantisi bile var. son derece doyurucu, sorgulatıcı, hatta kendi hayatınıza dair çıkarımlar yapabileceğiniz, “bir kitap okudum hayatım değişti” dedirtecek kadar iddialı, ve fakat duruşu ve oyunculuklarla da bir o kadar naif olmayı becerebilmiş bir film. philip seymour hoffman(diğer tüm oyuncular gibi) artık bana göre aşmış oyunculuğunu bir kez daha bizlere armağan etmiş, gözlerim ve kalbim, sayesinde fazlasıyla şenlendi. filmi çok beğendim, hatta bilindik bir konu ve kurgu dahilinde son yıllarda yapılmış, büyük ödüllere layık görülmüş filmlerden, kalite anlamında ziyadesiyle ayrılmakta. tam anlamıyla anlaşılsın ve mesaj versin diye tek bir konu, olay ve yargı üzerinden ilerlemiyor, herkes kendine göre farklı farklı anlamlar bulabilir bu yüzden.

    benim dikkatimi çeken eleştirilerden en göze çarpanı, herkesin senin olduğun gibi sıradan olduğu ve senin aslında azimli olup, çok önemli işlere imza atacağım, herkesten farklı olmalıyım hatta farklıyım deme düşüncenin aslında ne kadar yavan ve insan hayatı düşünüldüğünde kandırmaca olduğu gerçeği. şimdi saat 7:34 gidiyorsun, şimdi ise 7:44 hala gidiyorsun, değişen pek bir şey yok, belki de aynı yerdesin. adele’in caden’a “bu küçük tiyatroda kendini harcamak istediğine emin misin, artık büyük sulara açılmalısın” minvalindeki lafları tam da demek istediğim bu kandırmacaya kendimizi ne kadar kaptırmış olduğumuzun yansıması.

    diğer bir eleştiri, insanlık olarak bireyselliğin dibine vurmuş olduğumuz. yanlızız boğuluyoruz, ve iş işten o kadar geçmiş ki, yanlızlığımızı paylaşıp rahatlama, kendimizi açıklama fırsatı bulduğumuz anlarda bile anlatamıyoruz, anlaşılamıyoruz. gözlerimiz o kadar körelmiş ki, kendi keyfimiz dışında gelişen olaylar için hep başkalarını suçluyoruz, hep kaçıyoruz, fiziksel olarak kaçmak da yeterli olmuyor, duymuyor ve görmüyoruz bir şekilde. caden’in bacağının seğirip, hastaneden çıktıktan sonra hazel ile karşılaşmasını hatırlayın, adam yerinde duramıyor ama, “eee daha daha nasılsın” muhabbetine maruz kalıyor. ayrıca, caden’in yanı başında duran ama bir o kadar uzak ve samimiyetsiz olan adele’nin kafayı yemiş gibi görünen kişiliği; adele’in caden üzerinden ellen, eric, maria ve olive’e yüklediği anlam, en yakınımızda ve samimiyetinden şüphe duymadığımız insanları bile ne kadar ötelediğimizin bir kanıtı.

    olaylara kendi kafamızda kılıflar bulup ve hatta değiştirip, bambaşka hayatlar kurguluyor, ancak yine de o kurguladığımız hayatta bile tam biz olamıyoruz. ne kadar bu kurduğumuz, bize çok sağlammış gibi görünen, olağanüstü güvenli dünyamızda, kendimize bile yeri geldiğinde ihanet edebiliyoruz yani. (sammy’nin hazel’a duyduğu aşk ve gelişen olaylar)

    aslında sadece yorumsuz yazıp bırakmak istemiştim, anlamamış ve anlatamamış olabilirim diye. öyle bir film gerçekten.


    (le fate ignoranti - 9 Mart 2009 16:20)

  • comment image

    --- spoiler ---
    adamımız tiyatro yönetmenidir. evlidir, bir tane kızı vardır. karısı da ressamdır, ancak özel gözlükle görülebilecek kadar ufak resimler yapmaktadır.

    hastalık hastasıdır bu adam, ölüm korkusu vardır. başı ağrır, gözü ağrır, kan işer.

    karısı kızını alıp almanya’ya yerleşir. yani evi terk eder, kadın adamdan boşanır. kızını da adama bir daha göstermez. kadın almanya’da ünlü olur.

    adam karısının bıraktığı atölyeyi tertemiz yapar. adam temizlik yapmayı sevmektedir.

    adamın çalıştığı tiyatroda gişe görevlisi olarak çalışan kız kendisine bir ev satın alır, evi satan emlakçının oğluyla evlenir.

    adamın oyunları beğenilmektedir. en büyük ödülü kazanır, kazandığı parayla tiyatro binası alır kendine.

    adam bir daha evlenir. bir kızı daha olur. ama ilk kızını asla unutamaz.

    bir ara almanya’ya ilk kızını görmeye gider, göremeden gelir.

    satın aldığı tiyatrosunda kendi hayat hikayesini anlatan oyunu çok gerçekçi bir şekilde sahnelemek üzere yıllarca (20 yıl kadar) çalışır adam. dev tiyatro binasında kendi hayatının geçtiği mekanları inşa ettirir. koskoca bir şehir demektir bu.

    bu arada ikinci karısı da bunu terk eder.

    gişeci kız bu arada hayatından çıkmış ve tekrar girmiştir. adamın asistanı olur gişeci.

    adam ilk karısının abd’ye döndüğünü öğrenir, evine girer, evinde temizlik yapar. notlarla karısı ile haberleşirler. karısını hiçbir zaman göremez.

    bu arada yıllar sonra ilk kızından haber alır, kız lezbiyen olmuştur ve şu anda ölüm döşeğindedir. adamla kızı helalleşirler. kız ölür.

    bir yandan oyun provaları, dekor inşası devam etmektedir, adamın hayatına giren her yeni şey oyuna dahil olmaktadır.

    mesela bir örnek: bizim adamı yıllardır takip eden bir adam vardır. bu takipçi adam, adamın hayatını anlatan oyunda adamın kendisini oynamaktadır. ama oyun adamın hikayesini anlatmaktadır ve adamın hayatında onu takip eden bir adam bulunmaktadır, oyuna dahil edilmesi gereken. bir sahnede bizim adamımız, oyunda onu oynayan takip eden adam ve oyunda bizim adamımızı oynayan takip eden adamı takip eden bir adamı aynı sahnede görürüz. (esas adam > takipçi > takipçiyi takip eden)

    adam bu arada gittikçe yaşlanır, bastonla dolaşmaya başlar.

    takipçi adam intihar eder ölür, gişeci kız ölür, en sonunda adamımız ölür.

    aslında film bu kadardır.

    ama anlatım tarzı o kadar alışılanın dışındadır ki yukarıda yazılanlar anlaşılmasına anlaşılıyor ancak insan ekran karşısında şekilden şekle giriyor izlerken. 2 saat süre içerisinde bir ara yükselse de anlaşılabilirlik, çoğu zaman kopuk kopuk sahnelerden oluşmaktadır film.

    sanki adamın rüyası gibidir, aslında değildir, takipçi adam neden takip eder, gerçek midir değil midir bilinmez, karısının aslında terk ettiğini kızını göstermediğini çok sonradan anlarız, gişeci kızın satın aldığı evde yıllar boyunca süren bir yangın vardır, ama o yangın evin olağan bir mobilyasıymış gibi kimse tarafından yadırganmaz.

    benim ekran karşısında sıkılarak, gecenin çok geç bir vakti olmasından dolayı da ara sıra gözlerimi kapanmasına engel olamayarak izlediğim bir filmdir.

    berbat diyemeyeceğim kadar üzerinde uğraşıldığı seyirciye yansımaktadır.

    öyle veya böyle insanı çok etkilemektedir film.

    aklıma takılan acaba charlie kaufman mı becerememiştir film çekme işini, yoksa tam olarak da benim göremediğim dahiyane bir yanı mı vardır bu filmin? acaba başka bir yönetmen çekse idi nasıl olurdu?

    üzerinde yıllardır uğraşılan bu proje anlaşılıyor ki kaufman’ın özel projesidir, yapmak istediklerini yapmıştır kuşkusuz. çok fazla seyirciye ulaşmamıştır. eh bu da sanatın içinden gelen bir şey değil midir zaten. sen istediklerini yaparsın, izleyene seyirciye ulaşırsa ulaşır, bu senin problemin olmamalıdır. sen istediğini yapmışsındır sonuçta.

    ben izlerken çok ama çok sıkıldım, ama dilim de varmıyor berbat demeye filme. ben anlamadım filmi, ulaşamadı yani bana, benim için yapılmamış belli ki.
    ---
    spoiler ---


    (aagrid - 13 Nisan 2009 17:54)

  • comment image

    --- spoiler ---

    tiyatro yonetmeni caden, zaman kavramini yitirmistir. yillar once olanlar kendisine bir hafta once olmus gibi gelmektedir. bu yuzden hersey cok karisiktir. caden'in gozuyle yasariz biz de filmi.

    caden, bir elinde darmadagin hayati, digerinde kazandigi buyuk odulun getirdigi maddi rahatlikla mukemmel bi tiyatro sahneye koymak ister. ama ne oynatacagini bilemez. bunun arayisina girer ve bir beyin firtinasi baslatmak ister. kurdugu kocaman setteki bisuru adama der ki: "herkes kendisini oynasin bi sure, bakalim ortaya ne cikicak..." ve herkes kendisini oynamaya baslar. fakat eski karisi bir onceki oyunundaki “what are you leaving behind? you act as if you have forever to figure it out” demisti zaten, caden’in iz birakacak bir eseri cikarma cabasi da yillar surer. bir nevi bir bbg evinde yasar tum set. amac gercegi yasayarak, sahnelemeye deger, gercek ve guzel bir fikir bulmaktir. kendisi yonetmen olarak herkese ufaktan tuyo verir sadece, aslinda verdigi tuyolar "gercegi" ortaya cikarabilmek icindir yoksa yonlendirmek istemez kimseyi.

    ama bi sorun vardir, bu ekip icinde kendisi olmayinca kendini gozlemleyemediginden istedigi seyi bulmakta gucluk cekmektedir caden. bu yuzden uzun sure kendisini kendisi gibi oynayacak birini arar. bu sekilde kendi hayatindaki anlami da bulmak istemektedir. birgun, olaganustu bisey olur ve en az kendi kadar manyak bir adam, sammy adli bir oyuncu, mulakatta der ki "aradiginiz oyuncu benim cunku sizi 20 yildir takip ediyorum ve ne an ne istediginizi ne dusundugunuzu kestirebiliyorum..." bunu dedigi andan itibaren de sammy, caden'in agzindan konusmaya baslar. caden bu sayede kendi dusuncelerini, hareketlerini ve tum hayatini gozlemleme sansi bulur, sadece "ben oyle demezdim, ben oyle yapmadim" seklinde yine tek tuk tuyolar verir... ama yeni bir sorun, sammy de artik hayata dahildir, caden’in hayatinda caden’i oynayan oyuncu olarak. cunku sammy oylesine kendini vererek oynar ki, caden’in gercekte asik oldugu hazel'a asik olur ve onunla kisa bi iliski yasar... aslinda hazel'a diil, o kadini oynayan kadina asik olmasi gerekmektedir, fakat sammy caden'in tum hayatini kopyalayacak kadar iyi bir oyuncudur, bu yuzden bu durum kontrolden cikar hafiften. tum olay gercegi sergilemek konusunda ciddi bir cabaydi zaten diye, bunun da oyuna yansimasi gerekmektedir. oyuna bir de sammy'yi, yani caden'i oynayan adami oynayacak bir oyuncu dahil olur. bu sekilde birkac kisinin replikasyonunlarini goruruz. bazilari cok iyi oyuncular oldugundan, bazilari da cok gaza geldiginden, istenen sonuc alinmaktadir. caden, kendisi ve asklari dahil, herkesin yasayislarini gozlemleyebilmektedir. yavas yavas fikirler belirir caden'in kafasinda. oyunun adi konusunda biseyler belirir. ama oyun o kadar gercege donusur ki, kendini cok kaptiran sammy, caden'in yillar once hazel'i kaybettigini hissettiginde yapmayi denedigini tekrar dener: intihara kalkisir. ve bu sefer tutacak kimse olmadigindan basarili da olur bu girisiminde. ustelik hazel'i bir baskasina degil, kendisi oldugu caden'a kaybettigindendir olumunun sebebi. caden, o cok korktugu olumu bile gercek gercek yasamistir setinde, bir zamanlar yapamadigini yapsaydi ne olacagini gormustur. netlesir fikirleri, ustelik gercek aski buldugunu hisseder, fakat buldugu anda da kaybeder. hayatinin en mutlu gununu yasamistir bu arada. ve karar verir, oyun bu olacaktir. bu arada caden'i oynacak kisi gorevine soyunan kadin, ona kafasini dagitmak icin caden'in da baska bi hayati oynamasini onerir. baska bi hayati da olume dek bi yasar caden. ve o oyun biter, muhtemelen hayat biter, film biter...

    bircok simge kullanilmistir muhtemelen... yanan ev imkansiz ask'i simgeliyor diye okumustum. sammy icin bise gormedim, ama bakicam, kesin o da biseyleri simgeliyordur, gercekten de ayri bi film kahramani diildir sanirim. zaten hazel ondan hoslanmasini "ayni sen, ustelik eglenceli bi adam da" seklinde aciklamisti caden'a. daha cesur, daha romantik bir caden aslinda sammy...

    sonra paralellikler... ornegin yine bir evlilik, yine bir kiz cocugu, yine husran... bu tur paralellikler cok var, filmin adiyla da ilgili bu sanirim. zaten paralel bir hayat kuruyor caden setinde... paralellikler arasinda kaybolmalar, dugumlenmeler, paralelliklerin bozulmasi sonra... olaylarin karismasi... sammy'nin paralel hazel'a (tammy'iydi sanirim) diil de gercek hazel'a asik olmasi mesela... ozetle gercekten zor bi film. ama cok enteresan, zor film olmasinin yaninda simgeleri anlamasam da icimdeki biseyleri ciz ettirdi durdu hep. bu da charlie kaufman'in aktarabildigi duygulardaki samimiyetten kaynaklaniyor hep. eternal sunshine of the spotless mind'daki gibi teknik bir sablona otursa da konu, duygular kaybolmuyor hic... en acik, en duz gercekci filmin yasatamadigi duygu yogunlugunu yasatabiliyor charlie kaufman dehasi...

    caden hayati sorgularken, bi anlam cikarmaya calisirken hayatindan, cevaplari bulamasa da, yakaladigi samimiyet ve gerceklikle, bizi de alip cekiyor, olum ve ask uzerine yazmak istedigi oyunun setine... yalnizligi, sevgisi, hayal kirikligi damardan akiyor icimize.

    anlasilan eternal sunshine gibi bu filmi de defalarca izlicem ve her izleyiste baska seylere takilip heyecanlanacam.

    ---
    spoiler ---


    (daginik - 23 Mayıs 2009 22:08)

  • comment image

    guzel film.

    --- spoiler ---

    filmin sorunu ortaya koyusunda julio cortazar (dolayisiyla borges) tadi var; nesne, ozne birbirine giriyor, yer degistiriyor, dans ediyor. yaraticilik surecini anlatimi, barton fink tadinda; acimasiz, kirli. anlatimin tonunda ise, burroughs; absurd, sapkin.

    her halukarda, sembolun cok buyuk yeri var. sembolun kullanimi, bir cok sanat eserini oldugu gibi, filmi rezil de eder, vezir de. bu film, sanki sadrazamliga aday gibi. basarili sembolik dil, insanda tanimlayamadigi bolgelerin ezildigi hissini doguruyor. bir seyler hissediliyor, bir seyler ait oldugu yere gidiyor ama bilinc sanki bunu ayristiramiyor tam olarak. ayristirma isi, alakasiz bir zaman ve yerde sona erebilir. filmin illa ki, kafada canli tutulmasi, tekrar seyredilmesi gerekmeyebilir.

    sinematografik olarak, cok ustun, siradisi bir yapit olmayabilir. ama oyuncularin, resmen govde gosterisi yaptigini, bir allahin kulunun cok iyiden daha kotu oynamadigini teslim etmek lazim.

    ---
    spoiler ---

    olmus, aferin.


    (iki9bir18uc20bir30 - 29 Haziran 2009 20:45)

  • comment image

    bazı kitapları okurken sanki film izliyormuş gibi olmuştum zaman zaman; ancak ilk defa bir filmi izlerken ayrıntı yayınları'ndan bir kitap okuyormuşum gibi hissettim. kafka'nın kabullenmişliği, palahniuk'un trajikomik örgüsü, becket'in flu dünyasının harmanlanması, sanki bugüne dek okuduğum birçok kitabın kendinden birkaç satır vermesi ile -'alice harikalar diyarında' bile geldi aklıma- koca bir kitap oluşmuş.
    sinemanın görüp yaşadığı akımlar birbirini tekar etmeye başlamışken özgünlüğüyle karşımıza dikilmiş synecdoche new york. kronolojinin çarpıtıldığı filmlere çok alıştık, ama bu yeni bir soluk getiriyor. kronoloji kendinden geçiyor, karakterler iç içe giriyor; zekice yazılmış senaryosu, saçmalıkları ve sözleriyle bambaşka bir şey oluyor bu film.
    maurits cornelis escher'in birbirini çizen eller tablosu gibi.


    (dubara - 11 Ağustos 2009 20:05)

  • comment image

    saat 7:44. uyuyorsun. saat 7:45. uyan. hayatta sahip olamayacakların ve sahip olduğun tek sey; yalnızlığın hakkında rilke’nin muhteşem sözcükleri ile güne başla. kahvaltını yaparken gazeteyi oku. 14 ekim 2005. herşey olması gerektiği gibi. 17 ekim 2005. başkalarının hayatlarında önemli olan, ama sana hiçbir şey ifade etmeyen birkaç kişinin öldüğünü oku. 2 kasım 2005. hayatlar akıp gidiyor. o okuduğun gazete sayfasında, izlediğin televizyonda, baktığın binalarda hep kendini gördüğün hayatların senin hayatından hiçbir farkı yoklar. çünkü herkes senin gibi hayalkırıklıkları, üzüntü, sevinç, saçmalık yaşıyor. zaten o yüzden hep yalnızız ve kendimiziz. sen caden’sin. adele, hazel, claire, olive’de öyleler. yani kendileri, ama senin için o insan sadece bir insan değil. sen onlar oluyorsun. onlara öyle anlamlar yüklüyorsun ki bir gün işler ters gittiğinde, seni terk ettiklerinde uğradığın hayal kırıklığının yerini hiçbir şey dolduramıyor. kelimeler düğümleniyor, acı çekıyorsun, zorlanıyorsun nefes almaya. değişikliklere karşı zaafın oluşuyor. hiçbir şey leke kalmamalı hayatında. siliyorsun herşeyi. bir temizlik manyağı olacak kadar takıntılısın artık. aslında herşey o kadar basit ki. sen birini istiyorsun onunla oluyorsun, o bir gün başkasını istiyor. seni hayalkırıklığına uğratıyor. sen kendi hayatını yaşarken onun kendi hayatını yaşamasına tahammül edemiyorsun. o kadar benciliz ki! kendi hayatlarımızı bir tiyatro sahnesinde yıllarca sahneyecek kadar benciliz. kimse izlemesin umrumuzda değil. sadece ben izleyeyim. doğru olan benim hayatım neşesi, üzüntüsü, acıları olsun. şimdi tek bir soru soruyorum size. herkesin kendi hayatını yaşamak istemesi bir suç mudur?

    artık heyecanlı ve gizemli hayatın geride kaldı. yaşadın, anladın ve hayal kırıklığına uğradın. onlar da başkaları tarafından hayal kırıklığına uğradılar. yapacak birşey yok. yaşamaya devam et. sen sadece yaşamını sürdürmen için işini yapmaya devam et. artık onu da nasıl yapacağını biliyor musun? bu şehirde milyonlarca insan var ve hiçbiri diğerinden fazla değil. onlar sadece kendi hikayelerinin başrolu oynayan, kendilerine verilen ‘yaşama’ görevini yapan insanlar. sen de sadece yaşa. yaşadıkça hiçbir şeyin değişmediğini göreceksin. hayat o kadar basit ki!

    saat 7:44 şimdi buradasın. saat 7:45. şimdi artık yoksun.

    sadece bencil değil üstelik çok da zayıfız. sıradan yaşamamız için ihtiyacımız olan tek şey, birilerinin bize yapmamız gerekenleri hatırlatması. yat. uyu. kalk. işe git. hastalan. temizlik yap. gül. konuş. sür. dur. bağır. selam ver. yalnız kal. ağla. acı çek. özlem duy. dişçiye git. şarkı dinle. tekerleme öğren. yat. uyu. kalk. işe git. hastalan...............öl.

    bir charlie kaufman şaheseri. ayakta alkışlıyorum.


    (vinny - 1 Ekim 2009 18:23)

  • comment image

    --- spoiler ---
    "dikkat izleyici üzerinde ağır hasar yaratabilir!" uyarısıyla izleyeninin karşısına çıkmalıydı. beyin hasarı yaratabilecek düzeneğiyle synedoche new york, canlı bir organizma gibidir. yönetmeni gibi izleyenine öl der izleyicinin işlevi de filmin bitmesiyle son bulur. mütemadiyen error vermek istiyorum diye birkaç kez izlemek isterseniz buyrun. kaç canınız kalır orası ayrı...
    ---
    spoiler ---


    (jael - 8 Ekim 2009 19:55)

  • comment image

    filmi izleyeli yarım saat bile olmamışken ilk söyleyeceğim şu olabilir ki ; uzun zamandır beni bu kadar etkileyen bir film izlemedim. aşk, ölüm , yaşam, aile vs. insana dair herşeyle ilgili olan bu film de kendimize telaffuz etmekte zorlanacağımız şeyleri duyuyoruz caden dan . çoğu zaman çok direkt, çok net .... ve bu izleyeni afallatıyor, şaşkına çeviriyor, fark etmeden içe döndürüyor, sorgulatıyor. bu yüzden doğru zamanda izlemek lazım.

    afallamış bir bünye anca bu kadar yazabiliyor. ama daha yazar bu film için, yazılır....


    (incikupelikiz - 3 Kasım 2009 00:43)

  • comment image

    senaryoda nasıl döktürülür dersi veren charlie kaufman, filmin en akılda kalıcı monologlarından birini meşhuuur "pederin vaazı" bölümü ile izleyicisinin kafasına kafasına çarpar. nitekim klavyesi dert görmeyesi sözlük yazarlarımız da defaten entrylerinde bu pek değerli konuşmanın ingilizce alıntılarına yer vermişler. ancak bir de anadilimizde nasıl göründüğüne bakılması gerekliliğine dikkat çekmek isterim bu mezar başı vaazının*.

    --- spoiler ---
    herşey senin düşündüğünden daha karmaşık.
    doğru olanın, sadece onda birini görüyorsun.
    verdiğin her karardan etkilenecek milyonlarca şey var.
    her seçim yaptığında hayatını mahvedebilirsin.
    ama belki de aradan 20 yıl geçer...
    ...ve sen asla ama asla neden böyle olduğunu anlayamayabilirsin.
    ve doğru işi yapmak için yalnızca tek şansın vardır.
    sadece dene ve boşanmanın nedenini bulmaya çalış.
    ve kader diye bir şeyin olmadığını söylerler
    ama herkes kendi kaderini belirler.
    ve dünya ne kadar uzun süre devam ederse etsin...
    ...sen sadece saniyelik bir zaman dilimi için buradasın.
    zamanının büyük bir kısmı, ölüyken ya da doğmamışken harcanır.
    ama yaşamak varken, sen, birinin gelip her şeyi...
    ...düzeltmesini bekliyorsun.
    bir telefon için, bir mektup için...
    ...ya da bir bakış için yıllarını harcıyorsun.
    ve gelecek gibi görünmesine rağmen asla gelmiyor.
    sonuçta zamanını hayal meyal bir pişmanlık...
    ...ya da gerçekleşmesi imkânsız bir umut ile geçiriyorsun.
    sana bağlılık hissettiren bir şey.
    kendini bir bütün hissetmeni sağlayan şey.
    sevildiğini hissetmeni sağlayan bir şey.
    gerçek şu ki...
    ...çok kızgınım.
    ve gerçek şu ki...
    ...lanet olsun çok mutsuzum.
    ve gerçek şu ki, çok yalnız kaldım
    ve çok uzun süre çok acı çektim.
    ve yalnız kaldıkça,
    bütün bu süreç zarfında...
    ...iyiymişim gibi davrandım...
    nedenini bilmiyorum.
    belki herkes
    kendi dertleriyle ilgilenirken...
    ...benim zavallılığımı duymak istemediği için.
    pekala, herkesin amına koyayım.
    amin.
    ---
    spoiler ---


    (earinna - 1 Şubat 2010 17:17)

  • comment image

    beynimi kalbimi düşüncelerimi durduran film. zor dayandım sonuna kadar. ama sıkıcılığından değil verdiği acıdan. farkında olmak ayrı bir şey, farkında olduklarının ayna gibi yüzüne tutulması ayrı bir şey. filmi anlamak için entel olmaya gerek yok. ya da anlayanlar illa sıfatlandırılmamalı. bu kadar karışık durumları biraraya getirebilmek bir bütünü oluşturabilmek zor iş. ama charlie kaufman dan bahsediyorsak daha önceleri de bizi şaşırtmışlığı var. beynimizin derinliklerine süreklerken bizi, hiç ummadığımız yerlere götürüyor. sonra bırakıyor orada. filmlerini sadece izlemek yetmiyor. içine girmek bizzat yaşamak gerekiyor. ama çıkış için hiçbir garantisi yok. tıpkı bu filmde olduğu gibi.


    (ill balanced - 8 Mart 2010 16:53)

  • comment image

    kaufman'dan kafa yormayan bir film beklemek zaten yanlış olur. yalnız bu film kafayı darmadağın ettiği için herkesin beğenisine açık değildir kesinlikle. o yüzden, filmde uyudum, saçma bu yahu ev yanıyor kimse bir şey demiyor, film bana ulaşmadı gibi haykırışlar gayet olağandır. ben de film hakkında çok güzel şeyler söyleyemeyeceğim. kaufman biraz amacını aşmış; rüyasını, seyircinin kafasında canlandırması için filme sokması gereken anları iyi oturtamamış.

    ben de çok abuk rüyalar görüyorum, çok abuk şeyler hayal ediyorum hatta. ver bana da büyük prodüksiyon, ben de çok az kişiye hitap eden, kurduğum dünyayı anlayanın az olduğu uçuk bir film yapayım.
    bu bakımdan film'e imdb notum 7'yi geçmez.

    filmden yakalamaya çalıştığım bazı noktalar ise şunlar:

    --- spoiler ---

    7:45'te başlayıp 7:45'te bitmesi güzel bir detay. ben bu detayı; adamın hayatındaki en mutlu günü her defasında oynamak istemesine bağlıyor ve bizim gördüğümüz şey aslında 1 gün, 1 rüya, 1 ömür, 1 saniye vs... artık orasını sen bileceksin... ama her şey bir, her şey yaradandan, bunu bil diyor yönetmen.*

    baktım da cast'ten, hani bi çocuk varya sette; tom, şu uzun boylu olan; filmin başından beri bizim caden şöyle oynama, böyle yapmacık olma falan diyor... o'nu gora'daki bir cisim yaklaşıyor elemanına benzettim. tabii ki çok daha klası olmuş, yürüyememe sahnesi güzeldi mesela.

    filmde bir sahne beni hala düşündürüyor. bu gerçek hazel ile new york'ta sokakta karşılaşma sahnesinde -orası sahne olmayan new york, yani gerçek new york- ilk karede caden'in açısından bakıldığında hazel duruyor. sonra kamera caden'e dönüyor, tekrar hazel'e döndüğünde kamera yürümeye başlıyor ve karşılaşıyorlar... aslında bana baya bile bile konmuş -ne bileyim fight club'da tyler durden git-gelleri, ya da memento'da sonlarda çıkan deli hastenesi git-geli- gibi geldi. yani orda gerçek hayattalar ama aslında film çekiyorlar ve filmin içinde bile devam eden gerçek hayatlar var. he birisi çıkıp diyecek ki, sen görmemişsin elinde traveller's guide var, turist gibi geziniyor işte, kitaba bakmak için de durmuş orda... öyle bakarsan olaya ev yana yana bitmedi be güzel kardeşim yıllardır.

    bir başka ilgi çeken sahne ise yine bizim bir cisim yaklaşıyor elemanı tom çıkıyor yönetmenine:
    -17 yıl oldu seyirci almıyoruz, ne sikim yiyiyoruz anlamıyorum be caden.
    +biliyorum amua godumun, biliyorum ama beni oynayacak birini bulamıyorum.
    bu sahnede, tom seslendikten sonra, koskoca ekibi gösteriyor; sonra da caden'a dönüyor kamera. burda benim anladığım, filmin genel söylemi ile çelişcek ama insan çelişen hayvan olduğundan mantıklı geliyor; aslında ben oynuyorum siz izliyorsunuz diyor caden. haksız da değil, hatta tamamen öyle, hatta film bu. bizim gördüğümüz her şey, caden'in kafasında oynattığı şeyler, yönetmen o; kaufman o.

    ---
    spoiler ---

    adaptation'ın senaryosunu büyük hissedenler, bu filmden koparacağını bir şekilde koparacaktır. sadece eternal'ı çok sevip de bu filmi izleyen şirin mi şirin delikanlılarımız, tatlı mı tatlı genç kızlarımız ise bu ne ya, recep ivedik'e gitseydik keşke diyeceklerdir e tabi.


    (fungus amongus - 4 Ocak 2011 02:57)

  • comment image

    normal bir insana hitaben bu filme yönelik bir guide:

    1- filmde mantık aramayın, bir sherlock holmes hikayesindeki şu yüzden şu oldu bağlantısı asla yok, filmin ana teması metaforlar, kasmayın

    2- yaklaşık iki saat sürecek bir zihin yorucuya hazır olun, yeni arabanın motorunu açmak gibi, algınızı zorlayacak.

    3- filmin senaryosunu normal bi insan yazmamış, anlayamadığınız noktalarda kendinizi üzmeyin yalnız değilsiniz.

    4- yönetmene neden bu filmi çektin diye sorarsanız, ve o gün canı sıkkınsa, büyük ihtimalle "why? because fuck you thats why" diye cevap verecektir.

    5- film bittikten sonra beyniniz yanacağından uyku tutmayabilir.

    6- film izlemeyi seven her insanın bir kere maruz kalması gereken bir başyapıt, film eleştirmeyi seven suserların senede bi kere izlemesi gereken bir benchmark.

    7- film hakkında en az anlamadığım nokta, hazel'ın evinin neden sürekli yandığı. onun dışında anlamadığım çok şey var fakat bunları anlamamış olmaktan dolayı memnunum.


    (hyperblue - 1 Ekim 2011 23:40)

  • comment image

    hoffman'ın oyunculuk potansiyelini gösteren filmlerden sadece birisi diyelim tanım olarak. kendimce yorumlarıma gelirsek (özet geç piç diyenler şimdiden en alta insinler):

    spoiler

    * eşcinsel bir adamın karşılaştığı toplumsal baskıdan dolayı hislerini baskılamasını, yok saymasını anlatan bir film bu. ip uçları onu gösteriyor. gerçi bu kısım çok önemli değil. toplumla aptal, saçma sapan değer yargılarıyla sorun yaşamak için ille de eşcinsel olmaya gerek yok. asgari düzeyde farklı düşünüyorsanız bile, toplumla yaşanan sorunların yol açtığı semptomlar bir yerden pırtlıyor işte.
    * insanoğlunun, daha doğrusu modern insanın en büyük trajedilerinden yola çıkılarak oluşturulmuş harika bir film. trajedi dediklerim de şunlar: ölüm, yokluk, hiçlik, hastalık, terk edilme, pişmanlık, yakınlarını kaybetme korkusu, yaşadığın süre zarfında bir şeyler yapmış olma isteği ve bunun yaşattığı iç rahatlığı (ya da tam tersinin verdiği rahatsızlık), yalnızlık, tek başınalık vs...
    * film bir yere kadar gerçek. bir yerden sonra gerçekle gerçek dışı birbirine karışıyor. biz bu karışıklığı izlerken aslında caden'ın kafa karışıklığını izlemiş oluyoruz. caden'ın durumu tam olarak bu: içinde yer edindiği toplumla yaşadığı uyumsuzluk onun zihninde gerçekle gerçek dışının karışmasına sebep oluyor. kendinden 91 cm uzaklaşıyor yani adam. (bkz: skhizein) iğrenç pskiyatrik terimle şizofreni yani.
    * hem babanın hem de kızının dışkısının yeşil olması her ikisinin de aynı psikolojik sorunları yaşadığının ip ucu olabilir. kadının "sifonu çek" demesi, buna karşılık çocuğun "onu öldürmekten korkuyorum" demesi, kadının durumu çok önemsemediğini, çocuğun ise "durum aslında çok ciddi, ben yavaş yavaş kayboluyorum" diye çığlık attığını gösteriyor bence.çocuğun ruh hali basit bir musluk meselesini anlatmaya çalışırken de ortaya çıkıyor. vücudumda kan istemiyorum yangınına dönüşüveriyor bir anda.
    * adamın yüzündeki sivilceler sadece kızıyla birlikteyken görünüyor. sonra birden bire yok oluveriyor, hemen sonraki sahnede sivilce göremiyoruz. bu da kızla babanın içinde bulundukları psikolojik duruma delil niteliğinde. birden ortaya çıkan kas hastalığı -hani şu kontrol edemediği yerinde zıplayıp durmasına sebep olan şey- kadınla telefonda konuştuktan -daha doğrusu konuşamadıktan- hemen sonra ortaya çıkıyor. kadın tarafından umursanmayınca, hatta tanınmayınca ortaya çıkan bir semptom. bu demek değildir ki adamın yaşadığı bu psikolojik çöküşün sebebi kadın ya da bir başkası. kıvrımları çok daha derinlere inen bir durum bu. çocukluğuna dayanan, anne-babasıyla ve dolayısıyla toplumla yaşadığı uyuşma ve kabullenme sorunlarına dayanan semptomlar silsilesi izliyoruz baştan sona. filmin sonlarına doğru annesiyle piknik yapan kız çocuğu bu duruma bir vurgu olabilir. (caden gerçeklikten tamamen kopup kendi dünyasına -yani stüdyosuna- hapsolduktan sonra ne sivilce kalıyor, ne diş ağrısı, ne titreme. gerçek yaşamla ve toplumla mücadeleyi kaybediyor çünkü. bu semptomlar toplumsal yaşam içinde vuku bulan olaylar sadece. kendi dünyasında bu semptomlara sebep olabilecek herhangi bir durum ya da olayla karşılaşmıyor, çünkü kendi yarattığı dünya zaten. sorunlardan arındırılmış, çevresindekileri o yönetiyor zaten. onların ne düşünmelerini istiyorsa, onlar onu düşünüyor. bütün değer yargılarını, tüm toplumsal kuralları o belirliyor artık o dünyada.)
    * filmdeki o yaşlı, uzun boylu adam en önemli karakterlerden birisi. caden'ın yavaş yavaş conta yaktığını gösteriyor bence o herif. yaşlı adam caden'ın gerçeklik algısından nasıl koptuğunu anlamamız açısından önemli. çünkü filmin başlarında ara sıra görünüyor (bildiğin fight club sendromu), kimi zaman kapı önünde, kimi zaman sokak başında. çizgi filmlerde bile ağacın arkasından bakıyor ve zamanla hayatına daha çok dahil oluyor, hatta caden onu içeri buyur ediyor. film boyunca caden fiziksel olarak evrim geçirdiği halde, sammy'de hiçbir değişiklik gözlenmiyor. çatıştıkları durumlar oluyor. caden "ben öyle yapmazdım" falan diyor bazı sahnelerde sammy'nin eylemleri için. en sonunda da o kişiliğini öldürüyor. yerine daha uyumlu bir caden geçiyor, en sonunda da temizlikçi kadın geçiyor. o daha da müdahaleci yanını oluşturuyor caden'ın.
    * psikologun ayakkabısı sorunu var bir de. ayakkabı ayağını sıktığı ve morarttığı halde, kadın, ayakkabısını o şekilde giymekte ısrar ediyor. bu durum bence toplumun birey üstünde oluşturduğu hegemonyayı temsil ediyor. kendi istediği şekilde davranmıyor da, toplumun kadını kabulleneceği şekilde davranmayı tercih ediyor. acı çekmeyi tercih ediyor yani, aynı adam gibi.
    * hazel'ın yanan bir evde oturmaya karar vermesi onun cinsel ya da ilgiye, sevgiye olan açlığını gösteriyor belki de. bir de hazel gittikçe güzelleşiyor dikkat ettiyseniz. caden'ı reddettikten sonra daha çekici bir hale geliyor (caden'ın gözünde tabii). bir de hazel'ın o kadar süre dumandan zehirlenmeyip, caden'la geçirdiği mutlu gecenin sonunda zehirlenmesi, caden'ın artık hazel'a ihtiyacı kalmadığını gösteriyor sanırım.
    * bir de adı neden synecdoche? bu sözcüğün sesli sözlük'teki türkçe karşılığı şu: bir kavramı daha dar veya daha geniş anlamda başka bir kavramla ifade etme usulü (meselâ türk ordusu yerine mehmetçik, vişne şurubu yerine vişne demek gibi). bu da sanırım caden'ın yaşadığı şehirde, içinde yaşadığı toplumla olan uyuşmazlığına bir gönderme. caden yeni bir new york inşa ediyor kendisi için. daha yaşanılır, daha kendi istediği insanlardan oluşan bir şehir. orada bir tane caden olması gerekmiyor. gerçek caden normal bir yaşantı sürerken, sorunlarla boğuşan başka bir caden yaratıyor orada. ne bileyim işte, saçmalıyorum belki de...
    * film özetle, gerek hisleriyle gerekse de yaşam tarzıyla, içinde yaşadığı toplumla uyuşmazlık yaşayan bir insanın, yavaş yavaş gerçeklikten kopmasını ve kendi dünyasını oluşturmasını anlatıyor. baştan sona caden'ın zihin karmaşıklığını ve sonra bu sistemin de çöküşünü izliyoruz. caden'ın zihni yani izlediğimiz, belki de kaufman'ın, bilemeyiz. bu kadar işte...

    spoiler

    not: en begendigim oyunculardan birisiydi, öldü. unutulacak bir adam degil. basimiz sag olsun...


    (yersiz yurtsuz - 11 Ocak 2014 14:37)

Yorum Kaynak Link : synecdoche new york