• "fragmanı henüz izledim. inanılmaz merak uyandırıcı. bekliyoruz."
  • "tayfun pirselimoğlu'nun henüz vizyon tarihi yayımlanmamış filmi. görüntü yönetmenliğini ise theo angelopoulos'un birçok filminde beraber çalıştığı andreas sinanos yapıyor."
  • "yaw gerçekten, gerçekten ne oluyor allah aşkına?ben de onu soruyorum zaten, ne olacak?ne zaman gelecek bu vizyona?"




Facebook Yorumları
  • comment image

    yaw gerçekten, gerçekten ne oluyor allah aşkına?
    ben de onu soruyorum zaten, ne olacak?

    ne zaman gelecek bu vizyona?


    (o felix - 26 Ekim 2017 16:06)

  • comment image

    ne yazsam nereden baslasam bilemedim. daha film oyunculari bile final halini izlememisken ben izledim. haliyle ayricalikli bir durum. spoiler sacacagim yalniz, kusura kalmayin.

    simdi efenim turk sinemasi boyle bir film gormedi. eger klasik turk sinemasi izleyicisiyseniz zahmet edip gitmeyin. film tarkovski ustad tarzina benzer sabir ve algi gerektiriyor. epeyce de uzun film. bazi arkadaslarimiz filmden malesef hic bir sikim anlamayip, "bu ne yeaaaaa, ben daha iyi cekerim, eki eki eki" diye yavsak yavsak cikip yavsamaya devam da ettiler. onlardan olmayin derim. allah hepimize akil ve algi kuvveti ihsan eylesin. amin.

    --- spoiler ---

    cok acayip film. nefesimi tutarak ve gozumu kirpmadan izledim. her bir diyalogtan bir kelime kaciririm diye odum bokuma karisti. zaman yok, mekan belirsiz, insanlarin isimleri yok, sadece diyalog ve imgeler. senarist ve yonetmenin imgeler uzerinden anlatmaya calistigini anlamak bir cesit kod cozmeye benzemekte. akil surekli calisiyor filmi izlerken. boyle sahan filmi gibi mal mal aniramiyorsunuz, ya da milliyetcilik bokuyla suslenmis ayla'daki gibi ziril ziril aglamiyorsunuz.

    oncelikle sunu soylemeliyim. film diyalektikin ta kendisi. her sey degisir, donusur ve hayat bir mucadeledir. diyalektigi inanan ve uygulayan ender sayidaki insanlardan birinin sanat eserini izledigim icin cok sansli oldugumu dusunuyorum.

    ben zamana dair bir iddiada bulunamayacagim. anlatilan her sey o kadar guncelki.... filmi anlayabilen bir arkadasim 80'ler oldugunu hissetmis, hakli olabilir.

    muzikler sizi rahatsiz etmek uzerine kurgulanmis olmali. zira hele baslangic, kulaklarinizin pasindan oteyi delip geciyor.

    efenim, kucuk bir sahil kasabasinda gelisiyor olaylar. burasi yonetmenin dogup buyudugu yer imis, trabzon'a bagli bir ilce ya da kasaba. kasabada yerli halk, ilceyi yoneten godos devlet gorevlileri, bir adet dispansere bagli calisan bir hemsire, uyeleri aranan bir bando, katil bir serefsiz, bir hamam sahibi, bir otel sahibi, ufak kiziyla arz-i endam eden bir sevimsiz ve de kasabaya disardan gelmis bir genc var. bu genc abimiz kah kahvehande calisarak, kah da otelde calisarak ekmegini cikarmaya calismakta. ve de kasabayi gozlemleyerek anlamaya calismakta. bir de kasabamizin uzaginda halkin ne oldugunu cozemedigi bir gemi var. simdi imgeleri saydim, eger unutmadiysam hepsini.

    baglantilari kendiniz kuracaksiniz eminimki ama ben diyorum ki: kadin cinayetlerinin bu kadar kolay ve cezasiz oldugu, cocuk taciz ve tecavuzleri, mutsuzluk, gelir esitsizligi, adaletsizligin kol gezdigi bir duzen yikilsin. hem de en temelinden. ve de diyorum ki kotulukle ve bu berbat duzenle mucadele, sacma sapan gorsel yanilgilarla bir kurtarici bekleyerek gerceklesmez. cocuk tecavuzunu gorup kacan, goz yuman kurtarici mi olur? derin devletin katlettigi ve ustunu orttugu olaylari yonetmen size illaki beyaz toros icinde, uzun pardesulu adamlari gozunuze sokarak mi anlatsin? oradaki billboard'lara bir bakin ne yaziyor, katil herif cinayet mahalindeyken, anlayin.

    ayrica, izleyen ve anlamayan tum arkadaslar, hemsirenin ormanda uyuma sahnesiyle pek eglendiler. diyaloglari iyi dinleyin. bence uyumak isteyen, her ortamda ve her sekilde uyuyabiliyor. insanlardan beklenmedigi sekilde. filmde ne kadar absurdse , inanin gercekte de oyle.

    kotulukle mucadele ve kotulugu iyilige evirmek en zor olani. kotulugun kalbine bicak sokmak, iyiligi canlandirabilir. birincisi, kotulukten muzdarip tum insanlara umut olabilirsiniz, iyileri diriltebilir, cocuklari ozgur kilabilirsiniz ama hayat bir diyalektik oldugundan kelli, her sey tekrar ozune donebilir, yilmaksizin devam etmek lazimdir. ikincisi, herkesin gucu kendi elindedir, baskalarina umut baglamadan iyi insan olup, gozumuzu acmak, iyiligin savunucusu olmak lazimdir. yilmadan, umitle.

    oyunculuklarin guzelliginden bahsetmeye gerek bile gormuyorum.

    ---
    spoiler ---

    filin sonundaki konusmada ustad ercan kesal bosuna "cesaret bulasicidir, cesaret veren sanat eserlerinin parcasi olmak lazim" demedi. yonetmen tayfun pirselimoglu filmi anlayamamis kitleyi mutlu edecek seyler soylemedi haliyle, ketumlugunu "siz nasil yorumlarsaniz" seklinde taclandirdi. kendisinin filmi izledikten bir gun sonra yakalayip yukarda yazdiklarimin aynisini anlattim. bana "keske dun soru-cevap kisminda sen yanimda olup anlatsaydin bunlari" dedi. acayip de keyifli bir sohbetimiz oldu. bu tur sayica az kalmis insanlara sahip cikmak lazim. zira dirilis bilmemne seysine bulanmis bir toplum, curudukce curuyor. boyle isler, bataklikta tum gorkemiyle meyve veren bir degisik tur bir agac gibi duruyor. herkesin eline, emegine, dusuncesine, diyalektigine sahip. ben filmi en az iki kez daha izleyecegim.


    (milagros - 25 Mart 2018 04:54)

  • comment image

    "bu film izleyicide yüksek oranda karamsarlığa sebebiyet verir."
    sanırım öncesinde buna benzer bir uyarının yapılması gerekiyor. hem bizden bir film hem değil. bir bakıyorsunuz "aa norveç filmi gibi aynı" diyorsunuz. sonra karakterlere bakıyorsunuz "bu film aslında bizim ülkenin özeti" diyorsunuz. görüntülerdeki siyah ve beyaz içinize işliyor. izlerken içiniz sıkılıyor, rahatsız edici sesler bitsin istiyorsunuz. bir yandan da içten içe ne olacağına dair merakınız artıyor.

    leyla ile mecnun dizisini izleyenlerin ezbere bildiği "o gemi bir gün gelecek" cümlesi vardır. umut verir insana. bu film tam tersi. "lütfen o gemi gitsin" demek geliyor içinizden.

    böyle bir film izlediğim için şanslı mıyım yoksa şanssız mıyım emin değilim ama tayfun pirselimoğlu gibi muhteşem bir yönetmeni tanıdığım için çok mutluyum.


    (shezo - 24 Nisan 2018 22:30)

  • comment image

    tebrikler andreas sinanos . filmin yönetmeninin yanı sıra görüntü yönetmenini de tebrik etmek lazım. nasıl ki koca dünya reha erdem gibi görünse de florent herry siz bir hiçse burada da durum aynı.

    film binlerce harika ötesi siyah-beyaz fotoğrafın stop-motion çekimi ile oluşturulmuş gibi. fotoğraf gerçekse, sinema saniyede 24 kez daha gerçektir diyorlar ya hani , bu film 120×24 kez gerçek.

    filmde çalan tek müziğin ne olduğunu bilen var mı ? shazam yapmak için çok kısaydı. bilen yazabilir.

    metaforik öğeler düşünüldüğünde, gemi, ses, morg, katil, ceset, otel vs. bana birkaç filmden çağrışımlar yaptı. bir zamanlar anadoluda , anayurt oteli , körfez , sarmaşık ve kosmos ilk etapta aklıma gelenler.

    (bkz: bir zamanlar anadoluda) taner birsel, ercan kesal, morg sahnesi, elektrik kesintileri
    (bkz: anayurt oteli) elbette otel. fakat ormana ve gemiye gönderilen adam, karısının fare zehriyle öldürdüğü zebercet in yaşlanmış hali gibi geldi bana. kadının konuşmaları da anayurt otelindeki zeynep gibi. uykulu, durağan ve hissiz.
    (bkz: körfez) uzaklardan görünen bir gemi, oradaki metafor koku, buradaki ise tiz ses.
    (bkz: sarmaşık) geminin iç planları. bir yerlerden beybaba çıkacak diye korktum bir an.
    (bkz: kosmos) ölen dirilir. ve çocuğunu çok hasta diye ana karakterin yanına getiren anne. esas oğlan elini hasta oğlana atıyor ve ölüyor çocuk. mucize her yerde her zaman geçerli olan bir şey değil tabiki. kosmosta da battal bu tarz bir olay yaşıyordu.

    genel itibariyle andrey tarkovski görüntüleri içeren, kurgu benzerliği taşıyan çok ilginç bir film olmuş. kafada çok soru işareti var. mesela set fotoğraflarına baktığımızda denizden gelen beyaz kazaklı adamın kırmızı kazak giydiğini görüyoruz. fakat biz beyaz gördük, ayrıca bu oyuncuyu nereden ve nasıl seçtilerse tebrik etmek lazım. yüz hatları çok keskin ve atmosfere çok uygun.

    filmin sigara içmeyen tek bir karakteri var, o da başrol. tv'de kesik kesik gelen her görüntünün arasından çıkan big brother is watching you , karadeniz kıyılarının verdiği rus esintisi, kızıl ordu ve bando :) , zaman / mekan belirsizliği. sanat filmi olmaması için hiçbir sebep yok. :) izlemesi zor fakat oldukça sinematografik bir film olmuş.

    ve bir replik:
    +öbür dünyada neren eksikse oradan sorgulanacaksın
    -kim sorgulayacak ?
    +kimse kim.


    (omgary - 2 Haziran 2018 23:21)

  • comment image

    tayfun pirselimoğlu'nun son filmi. pirselimoğlu, kıyamete yakın kafayı sıyırmış bir kasabada kasabaya gelen yabancının mehdi sanılmasıyla tümden kayışı kopardığı bir tiyatral deneme yapmış.

    filmde bela tarr benzetmeleri bulanlar çok. bana göre daha çok tarkovski havası var. elbette bu filmi taklit film olarak değerlendirmeye gerekçe değildir.
    pirselimoğlu'nun eski filmlerini de izlemiş bir izleyici olarak, yönetmenin karamsar havasına aşinayım fakat bu film hepsinden daha kapalı diyebilirim.

    --- spoiler ---

    kasaba sakinleri hiçbir şey yapmadan kendilerini kurtaracak, kasabadaki garipliklere son verecek bir kurtarıcı bekliyor. kasabanın sahil karşısında tek kahvehanesinde çalışan, kasabanın tek otelinde kalan yeni sakini (tansu biçer) öksürük için biraz da uzaktan uzaktan takip ettiği hemşireyi görmek için doktora gittiğinde sırtındaki leke fark ediliyor ve mehdi rolü biçiliyor kendisine. herkes aynı soruyu soruyor ona. "ne olacak? nasıl bitecek? yaşamın anlamı ne? her şey bitince mi mutlu olacağız?"
    ama adamın verecek cevabı yok. ormanda yaşayan, hemşireyle metres hayatı yaşayan deccal kılıklı adama karşı hiçbir şey yapmayarak, hemşirenin uzattğı elmayı yemese de iradesinin gücünü adaletten yana olmada göstermiyor. (bunlar benim yorumum elbette)
    ---
    spoiler ---

    tansu biçer müthiş oynamış.
    film görüntüleri zaten bilindiği üzere usta elinden çıkmış. doyumsuz.
    pirselimoğlu, devam!


    (patsiga - 3 Haziran 2018 18:23)

  • comment image

    nihayet bugün izledim. söyleyeceğim bir iki bir şey var. evet bela tarr'dan da esintiler var tarkovsky'den de. hatta ben buna bir yonetmen ve filimini de ekleyeyim ve arttirayim: zoltan fabri 5. mühür.

    sorun şu ki bu film hic bir acidan olmamış. pirselimoğlu ben sinema öğrencileri için deneysel bir film çektim ve amacım ünlü yönetmenlerin önemli filmlerinden karelerı kendi kurguladigim hikayeye uyarlamak ve böylece biraz da kolaj bir sinema diliyle bir deneysel sinema örneği sunmak deseydi burada daha farklı şeyler yazıyor olurdum. öncelikle pirselimoğlu filmin ana konusu olan kasabayı ve kasabalinin içinde bulunduğu durumu betimleyememis. ne çizilen karakterlerin ici dolmus ne kasabalinin kıyamet paranoyası layiğıyla resmedilebilmis ne de kasabanin klostrofobik atmosferi guzel kurgulanabilmis ( keza filmi siyah beyaz çekmek ve içine birkaç fotografik kare koymak yetmiyor ve yetmez haliyle!) özellikle karakterler... bu kadar zayıf karakter betimlemesine son zamanlarda çok az sahit oldum. filmdeki kopuklukları ve diyalog eksikliklerini yazmıyorum bile evlere şenlik bir durum var ortada. aslında son derece rahatsız edici desem daha doğru olur. sinema sanatı anlamlandırma anlamlari var etme sanatidir da biraz. anlam yoksa ortada derinlik yoktur. derinliğin olmadığı yerde hakim olan tek şey yuzeyselliktir. ne yazık ki anlamdan uzak, kolaj bir deneysel sinema örneği olmuş yol kenarı. kötüsü iddiası bu da değil!


    (mimiko - 6 Haziran 2018 02:05)

Yorum Kaynak Link : yol kenarı