Süre                : 1 Saat 1 dakika
Çıkış Tarihi     : 18 Haziran 2017 Pazar, Yapım Yılı : 2017
Türü                : Cinayet,Drama
Taglar             : Goth,park,çete,polis,ambulans
Ülke                : İngiltere
Yapımcı          :  BBC Studios
Yönetmen       : Paul Andrew Williams (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Nick Leather (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Chanel Cresswell (IMDB)(ekşi), Nico Mirallegro (IMDB)(ekşi), Abigail Lawrie (IMDB), Sally Lindsay (IMDB)(ekşi), Sophie McShera (IMDB)(ekşi), Reiss Jarvis (IMDB), Amelia Clarke (IMDB), Chris Coghill (IMDB)(ekşi), Jack Smith (IMDB), Jason Milligan (IMDB), Ezra Watson (IMDB), Connor Mullen (IMDB), Lewis Brown (IMDB), Callum Harrison (IMDB), Macauley Foggerty (IMDB), Jodi Grenslinger (IMDB), Mia Crossley (IMDB), Kirsty Fanning (IMDB), Gino Nicholson (IMDB), Dominic Carter (IMDB), Will Haddington (IMDB), Gary Oliver (IMDB), David Keeling (IMDB), Lorna Jones (IMDB), Evan Jones (IMDB), Leigha Unsworth (IMDB), Connor Pilkington (IMDB), Coral Mulligan (IMDB), Anne Lafon-Delpit (IMDB), Chris Wilson (IMDB), Arun Kapur (IMDB), Jess Kaur (IMDB), Anthony Reddy (IMDB)

Murdered for Being Different ' Filminin Konusu :
Murdered for Being Different is a TV movie starring Chanel Cresswell, Nico Mirallegro, and Abigail Lawrie. On August 24, 2007, twenty-year old Sophie Lancaster was kicked to death in a park by a gang of kids. She and her boyfriend...

Ödüller      :

BAFTA:Best Single Drama





Facebook Yorumları
  • comment image

    pek inanasım gelmese de, belki de hiçbir zaman tam anlamıyla açıklığa kavuşmayacak konu.

    yanlış bilmiyorsam, newton gelmeden önce insanlar gezegenlerin tanrısal bir güçle döndüklerine inanıyorlardı. çünkü o hareketleri açıklayan bir kuram getirilmemişti. her açıklanamayan olgunun başına geldiği gibi buna da tanrısallık atfedildi. aristo'nun '' tanrı gezegenlerin hareketini sağlıyor, gezegenler de bizim hareketimizi '' görüşü skolastik düşüncenin etkisiyle newton'a kadar geldi. çok sonra bir gün newton'un kafasına elma düşüyor ve newton düşünmeye başlıyor. niye havaya fırlamadı da yere düştü? demek ki ya gök tarafından itiliyor ya da yer tarafından çekiliyor. birincisi pek aklına yatmamış olacak ki(tanrının parmağı tarafından itiliyor mu deseydi adam) yerçekimini kabul ediyor. ama newton'u newton yapan bu değil elbette. o, elmayı çeken kuvveti gezegenlerin çekim kuvvetine uyarlıyor. bunun sonucunda gezegenlerin hareketinin fizik yasaları çerçevesinde şekillendiğini, o elmanın nasıl yere düşeceği garantiyse, o gezegenin de o şekilde dönmesinin garanti olduğunu ispatlıyor. tabii açıklayamadığınız ve hemen tanrısallık atfettiğiniz bir konu gün ışığına çıkınca, insanlar diğer açıklayamadığı olgularında, bir gün bu şekilde bilim tarafından eksik gedik tarafı kalmadan gözler önüne serileceği sanısına kapılıyorlar. hemen akıllara kendi hareketlerimiz geliyor. öyle ya, eğer gezegenlerin hareketi açıklanmışsa gün gelir kendi hareketlerimizde açıklanır. işte o zaman '' özgür iradeyi ne tarafa sıkıştıracağız? hadi onu çöpe atarsak peşinden de tanrının gitmesi gerekmez mi? '' gibi sorular kafalarda dolaşıyor ve sonu gözükmeyen bir bilmece denizinde buluveriyor insanlar kendilerini.

    felsefenin öyküsü kitabını okurken özgür irade bilmecesine ilk bu şekilde girdiğimi hatırlıyorum. ''neden daha önce hiç aklıma gelmedi bu?'' diye soruyorum kendi kendime. bilimle özgür irade alenen çatışıyordu işte. ya fizik kuralları ya içimizde ki ruh, bir tercih yapmak zorundayım. fizik kurallarından vazgeçemeyeceğimize göre, içimizde karar vermemizi sağlayan ayrı bir mekanizma olmadığına inanmalıydım. bu nedenle deskartesçı kartezyen dualizm görüşünü hemen reddettim. ama içten içe de özgür bir irademizin olmamasını da sevmiyordum. böyle böyle düşünürken aklıma özgür iradenin bir yanılsama olabileceği geldi. yani evrende fizik kuralları yine işlemeye devam edecekti ama sanal manal da olsa bir irademiz olacaktı. spinozayı okumaya başladığımda bu yüzden çok heyecanlandığımı hatırlıyorum. zira adam aynı benim düşündüğümü söylüyordu işte. '' hepimiz özgür olduğumuzu zannederiz.'' , "havaya fırlatılan taş eğer konuşabilseydi, mutlaka kendi iradesiyle yola çıktığını söylerdi." gibi aforizmalarıyla beni benden almıştı bir kere.

    hakikaten de hepimiz havaya atılmış bir taş veya deliğine doğru gitmekte olan bir bilardo topu olabiliriz. kendi isteğimizle gittimizi zannederiz. oraya gitmek zorunda olacağımız düşüncesi korkutur bizi. zira her insan hayatının kontrolünü elinde tutmak ister. zaten şartlandırılmalarımız(kültür,ahlak vs.), biyolojik yapımız(genler,hormonlar vs.) özgür irademizi kısıtlamıştır. asla yüzde yüz bir iradeye sahip değiliz. ama yine de yüzde 1 bile olsa hayatımızın elimizde olması güç verebilir bize. ama o yüzde 1'lik bölüm bile elimizden alınıyorsa, koskoca bir makinenin sürekli dönmekte olan bir dişlisiysek ne anlamı var ki hayatın, yaşamanın. ama sonuçta yaşamak zorundayız. bunun bir yanılgı olduğunu bilerek de yaşayabiliriz, kendi küçük dünyamızda determinizme meydan okuyabiliriz -her ne kadar dışarıdan bakan bir göz tarafından bayağı alaya alınacağımızı düşünsek de(ki alaya alıncağımız da saçma, sonuçta özgür irade yanılgısına düşeceğimizde deterministik).

    özgür irade bilmecesini daha iyi anlamak için kendime şu soruyu sordum. ''eğer zamanda geriye gidersem kararlarımı değiştirebilir miyim?'' bu soru biraz eksik oldu. çünkü hangi bilinçle gideceğimi söylemiyor. eğer şu anki bilincimle geri gidersem, evet değiştirebilirim. ama o zaman ki bilincime geri dönersem? o anki düşüncelerim kafamda olursa ve en iyi olacağını düşündüğüm kararı seçersem ne olur? düşündüm de, istersem 1000 defa geri gideyim, kararlarım değişmez. aynı filmi(kader misali) sürekli başa sarıp, sonra oynatıp farklı bir şeyler beklemek gibi birşey bu. (quantum fiziğini tam anlamıyorum, ama eğer olasılıkçı determinizmse, ve bu olasılıklar başa sardık mı yine hiç değişmeyecekse değişen bir şey olmaz gibi geliyor.) bu konuyu daha iyi kavramak için bilincimizin de deterministik olduğunu düşünmek gerek. şu anda istersem monitöre kafa atabilirim. ama atmıyorum, monitörü düşündüğümden mi, elbette hayır, kafamı düşümdüğümden. ama istersem atarım. peki madem iki seçenekte elimde o halde kaderimde yazılan şeyin zıttını yapabilme gücüne sahibim. ama eğer o kaderi hiç bir zaman bilemiyorsam işte o zaman ona zıt bir şey yapmam(en azından yaptığımı anlamam) olanaksızlaşıyor. ( tanrı nın doğum günü kitabında da bu şekilde bir kader anlatışı var. bu olguyu geçmişten geleceğe göre değil de gelecekten geçmişe göre düşünürsen diyor yazar, o zaman hem yapacağın şeylerin belli olduğunu ama o şeyleri de iradenle yaptığını anlarsın. tabii hemen arkasında bir dünya soru da geliyor aklımıza ama kitap gerçekten çok mal bir şey olduğu için boşveriyoruz.) yani bir seçimde bulunacağımız da bir yanılsama, zira o düşüncenin zihnimize gelmesi de deterministik. bu durumda gerçek senaryoyu hiç bir zaman bilemeyeceğimize göre, o anda bir seçim yapma düşüncesinin de kafamıza gelmesinin de zorunlu olduğunu düşünürsek, kendi küçük dünyamızda ''irademiz var,heyooo'' diye eğlenebiliriz.

    (bu kuramı kanıtlamak için, yeterince karmaşıklaşmış yapıların da böyle bir yanılgı içine gireceği tezini okudum. örneğin, bir yapay zeka kendinin özgür iradesi var zannederse gerçekten bizim durumumuz ona uyarlanabilir. ama burada anlayamadığım nokta eğer bir yapay zeka kendini özgür iradeli zannederse bunu biz nasıl anlayabiliriz ki? yani karşımızda istediğiniz kadar karmaşık bir canlı olsun. bu canlının her hareketi deterministik ise, her yapacağı şeyi önceden tahmin ediyorsak onun özgür irade yanılgısına düşeceğini nasıl anlayabiliriz? bu imkansız.)

    noam chomskynin görüşleri ise biraz farklı gibi görünmekle birlikte(adam akılcı ne de olsa) hemen hemen aynı. o, özgür iradenin asla reddedilmeyeceğini düşünüyor. ama bunun bir yanılsama olduğu yönünde ki kuşkuları dikkate değer bulmakla birlikte asla kanıtlanamayacağını söylüyor ve bombayı patlatıyor: '' bilimin bu bilmeceyi çözeceğini düşünmüyorum. bence bu insan zihninin genetik yapısının getirdiği sınırlamalardan ötürü asla tam olarak hakim olunamayacak bir şey. '' küçükte bir örnek veriyor: '' karışık bir labirentte her zaman kaybolan bir sıçana gülebiliriz. sıçan her daim kaybolacaktır, çünkü labirente doğru şekilde bakamıyor. bu testi sonsuza kadar geçememeye mahkum. işte biz de aynen buradaki sıçan olabilir, bu sorunu sonsuza kadar çözemeyebiliriz. ama bu beni umutsuzluğa düşürmüyor. açıkçası, özgür iradenin anlaşılmasını istediğimi sanmıyorum.'' (*)

    (*) bgst yayınları, demokrasi ve eğitim, s/63-64


    (longair - 22 Temmuz 2007 15:26)

  • comment image

    paradoks degildir zira irade basitce muhakeme ve tercih yapabilme kabiliyetidir, determinizmden bagimsizdir. rassalligi denkleme katilan degisken sayisina gore degisebilir. quake3 botlarinin da belli olcude iradeleri vardir. belli kosullara bakarak karar verirler (ve her zaman ayni hareket etmezler). insanin beyninde bu biraz daha karmasiktir.

    ruh muh hikaye. daya alkolu irade ruh kaliyo mu bakalim. direk ozumuzdeki angut ruh aciga cikiyor.

    (nispeten akilli okurlar burada insan bedeninin bir vasita olduguna ve alkolun yipratici etkisinin ruhun beden uzerindeki kontrolu yavaslattigina dair laflar edebilirler, ayni bir arabanin hidrolik bosaldiginda zor kontrol edilmesi gibi. onlara seksen sopa vurunuz)


    (ssg - 25 Temmuz 2008 07:00)

  • comment image

    özgür irade, zihnin, hem davranışlarının nedenlerinin kaynaklandığı kendi alt unsurlarını, hem de davranışlarının yol açtığı sonuçların dış dünyada yayılan etkilerini algılayamamasından kaynaklanan bir yanılsamadır. zihin bir nedenler-sonuçlar örgüsünün sadece bir noktasındaki tek bir birimdir. nedenler ile sonuçlar sonsuz küçükten sonsuz büyüğe doğru ilerlemektedirler. zihin ise ne kadar gelişmiş yahut ne kadar basit olursa olsun, sınırlı maddi varlığının sağladığı sınırlı algılayışıyla sonsuzluğu algılayamaz. bu algılayamazlıktan dolayı içten gelen her veri "gaipten" gelir ve davranışların her sonucu "gaibe" gider. bir kişi bir olaya dışardan bakıp o olayın dahil olduğu neden sonuç silsilesini takip edebilmekte iken kendi varlığının dahil olduğu neden sonuç silsilesini takip edemez. dolayısıyla evrendeki mevcut her zihin kendi kendini algılayışta özgür iradelilik, ereksellik yanılsaması içidedir. aslında bir mekanizmanın iç işleyişinden başka bir şey olmayan zihin kendisini o mekanizmanın karar merkezi olarak algılar.

    determinizm için verilen en klasik örneği, "taşı atınca yere düşer" örneğini inceleyelim. daha basite indirgemek için kütle çekimiyle etkileşen temel bir parçacık alalım ve "serbest her proton kütle çekimi doğrultusunda hareket eder" diyelim. proton bu hareketini "kendiliğinden" mi yapmaktadır? kendisiyle etkileşen kütle çekim alanı, yahut graviton gibi parçacıklar onu bir yöne doğru "ittirmekte" midirler? yoksa etkileşmek dediğimiz şey birbirini algılamak ve ne yapacağına karar vermek süreçleri midir? kanaatimce protonun kütle çekim alanı gördüğü yerde ileri doğru kan ter içinde koşturmakta olduğu olasılığına çok da gülüp geçmemek icab eder, zira bizim bir protona baktığımız kadar yukardan ve dışardan dünyaya ve bize bakan bir gözlemci olsa idi, güneş sisteminin oluşumu, canlıların gelişimi süreçlerinde nasıl davranmakta olduğu deterministik şekilde gayet açık gözüken insanların "özgür irade" sahibi oldukları savına her halde epeyce gülerdi.


    (bindokuzyuzseksendort - 11 Eylül 2003 14:42)

  • comment image

    nedenselliğin nasıl erekselliğe dönüştüğünü biraz daha açıklamak isterim.

    evvela zihnimizin katmanlı yapısını hatırlayalım. bilinç dediğimiz yapı zihnimizin kendi kendisini algılayabilen en üst noktasıdır. bu en üst noktanın altında psikolojik, genetik ve algısal alt yapıların bulunduğu bilinç dışı bulunmaktadır. biz bilinç dışında neler olup bittiğini doğrudan algılayamayız. biz algılayamasak ta bilinç dışımız gerek içgüdüsel nedenlerle, gerekse duygusal nedenlerle bizi bazı eylemler gerçekleştirmeye sevketmektedir.

    örneğin, yakınında bir kadın kalçası algılayan bir erkek, algısal süreçlerinde oluşan kadın bilgisinin içgüdüsel kayıtlarında değerlendirilmesi sonucu kadın kalçasını elde etmeye doğru yönlendirilmektedir. durum tamamen neden-sonuç iilişkisi dahilinde, deterministik olarak gerçekleşmektedir. fakat kişi bu süreçlerin hiç birini algılayamamaktadır. tek algıladığı görüş alanındaki kalça ve ona doğru sevkediliş duygusudur. sevkedilişin nedenleri ortada olmadığı için o bu algıyı kendisinin ona doğru gitmek istediği şeklinde algılamaktadır. yani aslında kalçaya doğru itilmekte, fakat itilme işlemi algı sınırları dışında olduğundan, ve fakat itiliş eğilimi ve itildiği hedef algı sınırları dahilinde olduğundan, hedefe kendi kendine meylettiğini, hedefi amaçladığını sanmaktadır.

    burada, canlılık için en temel ve mekanizması en basit eğilimlerden olduğu için cinsel eğilimi örnek verdim. ancak vudgulamak istediğim nokta, hayatımızdaki her eğilim ve her eğilimin hedefindeki seçenekler arasında yaptığımız her seçimin, her zaman belleğimizde kayıtlı deneyimlerimizden ve genetiğimizde kayıtlı içgüdülerimizden kaynaklanmakta olduğudur.

    susayışımız ile su içme eğilimimiz arasındaki nedensel bağı algılayabilmekteyiz. fakat su içme işlemini gerçekleştirmek için mutfağa doğru hamle edişimiz bize ereksel görünmektedir. zira susuzluk bilinçli olarak algılanır, suyun mutfakta olduğunu da bilinçli olarak biliriz, ama suya ulaşmamızı emreden içgüdüsel süreçleri ve mutfağa doğru bizi yürüten mekanik süreçleri bilinçili olarak algılamayız, bunlar bizim için "kendiliğinden olan", bizi "sevkeden" bilinmez süreçlerdir. biz onları bilemediğimizden onlara "libido", "yaşama sevinci", "yaşama enerjisi" gibi adlar veririz.

    aslında hepimiz bize çarpan beyaz top nedeniyle deliğe doğru yuvarlanan, ama beyaz topun çarpışını algılayamadığı için kendini deliğe doğru gitmek arzusuyla dolu sanan bilardo toplarıyız.


    (bindokuzyuzseksendort - 14 Eylül 2003 04:47)

  • comment image

    özgür iradeyi determinizmin gaddar dişlilerinden kurtarmak için belirlenebilirliğin dışına çıkabilmek gerekir. iradenin varlığı, sadece tanrının varlığı ya da yokluğuna ya da kainata ne şekilde müdahale ettiğine değil aynı zamanda insanların kainatın geri kalanı ile nasıl etkileştiğine de bağlıdır. dünya neden güneşin çevresinde dönüyor sorusuna newton fiziği ile cevap vermeye, içlerinde etkin olan kuralları bilemediğimiz, hiç görmeyip görmeyi de ummadığımız kara deliklerin çevreleri ile etkileşimlerini fizik kuralları çerçevesinde açıklamaya çalışan biz insanların, kendi davranışlarımızı bizzat kendi irademize bağlayabilmemiz için karar verme süreçlerinin herhangi bir aşamasında bir kurala bağlı olmayan ve yine de kainat ile etkileşmekte etkili tercihli kuvvetler keşfetmemiz gerekmektedir. yani beynimizin içerisinde fizik yasaları her zaman dışarıda oldugu gibi geçerli olmamalıdır; öyle ki sinirlenince birilerini öldürmemem için beynimin bir yerlerinden başlatılan elektrokimyasal iletinin, yine beynim içerisinde bir yerlerde, maddeyi ilgilendiren yasalara tabi olmayan bir erk tarafından durdurulması gerekmektedir. yani özgür irade sahibi oldugumuzu düşünerek yaptığımız, siyah topu deliğe sokacak açı ve hızda gönderilen beyaz topun, kurallara bağlı olmayan, hesaplanamaz lakin yine de madde üzerinde etkili kimi büyüklüklerce yönlendirildiğine inanmaktır.

    ilginçtir, kimi insanlar kuantum fiziği anlatıları içerisinde yer alan belirsizliğin gerekli hareket serbestliğini sağladığını düşünürler. onlara göre kainat bir zamanlar sandığımız gibi hesaplanabilir değildir ve bizler bu hesaplanamazlıktan faydalanarak kendi tercihlerimizi yaşamaktayız. eğer durum gerçekten böyleyse, eğer irademizin kaynağı düşük enerjili parçacıkların kimi niteliklerini tespit etmekte yaşadığımız zorluksa, (ne acı ki) irade de bize değil elektronlara aittir o zaman ve bir taş parçası da sahip oldugu trilyonlarca düşük enerjili parçacıktan ötürü en az bir insan kadar özgürdür. insanlarda, bu belirsizliğin karar verme süreçlerine etki etmesini sağlayan ve diğer varlıklarda bulunmayan kimi niteliklerin bulundugu öne sürülebilir lakin bana kalırsa bu, çok daha basit bir şekilde açıklanabilecek bir durumu, arzu edilen yönde sonuçlar çıkartmak için zorlamaktan başka bir şey olmaz.

    özetle varolan bilgilerimiz çerçevesinde biz insanların özgür irade sahibi yaratıklar oldugunu düşünmek için hiç bir gerekçe yoktur ve fakat, yine sahip oldugumuz bilgilerin sığlığı yüzünden, insan davranışlarını özgür iradelerinin bir sonucu olarak algılamaya devam etmekteyiz.


    (sirius - 20 Ekim 2003 12:04)

  • comment image

    hesaplanabilir ve deterministik bir evrenimiz var diyelim. evrenin başlangıc durumu, beğenmediyseniz bir t anındaki durumu ve evreni yöneten tüm "fizik yasaları" bir vahiy aracılığıyla bize iletilmiş olsun. çok hızlı işlem yapabilen bir zihne de sahip olalım ve ilk olarak neleri hesaplayabileceğimiz neleri hesaplayamayacağımızı hesaplamaya başlayalım. elimizde ihtiyaç duydugumuz tüm bilgiler var lakin vahyin etkisi geçmeye başlamadan bu bilgileri bir yerlerde saklamak zordundayız şüphesiz. bunun için en uygun yolu bulacağımızdan kuşku duymamıza gerek yok lakin buldugumuz yolun etkinliği ile ilgili kimi çekincelerimiz olması, ya da bir yol bulup bulamayacağımız, bizi düşündürebilir doğrusu. mesela bir elektronla ilgili tüm büyüklükleri bir elektrondan daha az madde kullanarak saklayabilir miyiz acaba? tüm kainat, tüm kainatın bilgisini saklamak için yeterince büyük müdür; evrende, evrendeki her şeyle ilgili her şeyi kaydetmek için yeterince çok şey var mı? bu her şeyin bilgisini bize vahyeden kimse bize kötü bir oyun mu oynuyor yoksa? eğer öyleyse, eğlenmeye başlayabilir çünkü maddeye "hapsedilmiş" bizler madde üzerinde etkili tüm yasaları bilsek bile bizleri de içeren bu kainatın bilgisini saklamaktan aciziz.


    (sirius - 16 Ocak 2004 01:20)

  • comment image

    ne kadar guzel bir konu, dusunmek zevk veriyor insana lakin ne kadar az entry var.. hele ki "sevdicekten cikan osuruk sesinin, amdan mi gotten mi kaynaklandigini tahmin etmek" gibi basliklarda 45 sayfa entry varken... bu vesileyle bu entrylerde emegi gecenleri alinlarindan opmeyi borc biliyor ve ayni zamanda determinizmi ozgur iradenin birebir karsiti olarak gosterenlerin de hata yaptiklarini bildirmek istiyorum.

    konuyu soyle ozetleyim. chebyshev efendinin de bahsettigi laplace determinizmi ve genel olarak klasik fizik, evrendeki neden-sonuc iliskilerinin kesinlikle tanimlandigindan sozeder. bu iliskilerin alternatifi yoktur. evreni milyarlarca kere geriye sarip tekrar oynatsak, her atom her seferinde ayni sekilde davranir. alternatifin olmayisi da elbette ozgur iradeyi yokeder.

    fakat asil dikkate edilmesi gereken husus, determinizmin olmamasinin ozgur iradenin varligini ispatlamadigidir. ozgur irade savunuculari, klasik determinizmi yerle bir eden quantum fizigi yle savlarinin guclendigini iddia etmekle buyuk hata yaparlar, ayara mahal verirler. hemen izah edelim: yuzde altmis ihtimalle bu cumleyi tamamlamadan once bir sarki soyleyecegim. sizin de duydugunuz gibi hakkaten soyledim. simdi ben ozgur irade sahibi miyim? birincisi, "irademle" veya icimdeki tanrisal kuvvetle, bu olasiliklari etkileyemiyorum, yani kismen de olsa bir irade sozkonusu degil. ikincisi, birinci tezim yanlis bile olsa, yuzde 1lik bir irade disi secenek bile ozgur iradem olmadigini kanitlar.

    yani belli bir zaman araliginin yuzde 99unda iradem ozgur ama yuzde birinde guncelleme islemleri yapildigindan performans sorunlari yasayabilirim diyemeyiz. bu acidan bakildiginda zaten, determinizm olsun olmasin ozgur irade yoktur, zira genetik ve cevresel kosullar bizim bilincimize -o da en iyi ihtimalle- daracik bir oyun alani birakirlar.

    ben aslinda bu oyun alanin da birakildigini dusunmuyorum. beynimiz bir sistem, inputlari ve outputlari var. fakat bir muhendisin aksine bu sisteme kus bakisi degil de, ancak sistemin icinden bakabildigimiz icin, inputlari kendimiz yarattigimiz izlenimine kapiliyoruz. dikkat edelim, burada input sadece cevresel etmenler degil, bilincaltimiz, genlerimiz, hafizamiz da bilincimizin girdileridir. eger bu inputlara bagli bir sistemsek ve inputlarin birakin hepsini, hicbirini kontrol edemiyorsak, nasil olur da ozgurlukten bahsedilir? kendimize kalan o kucucuk oyun alani da bir illuzyondan ibarettir efendim, sistem klasik olsun, olasilikci determinist olsun, hicbir durumda irade icermez.

    buraya kadar sikilmadan okumus olanlar ve ben bunlari zaten biliyordum diyenler icin isleri biraz daha ilginc hale getirelim. ozgur irade kavramini bilincimize bagliyoruz. acikca kimse bir virusun bilincinden ve iradesinden bahsetmiyor veya bir karincaninkinden. ama kopek konusunda isler karisiyor (kim demisti unuttum, "dunyada iki tip insan vardir: kopeklerin ruhu olduguna inananlar ve kopegi olmayanlar"). sempanzelerinse sartlandirma ve taklitten ote, gercekten "akilli" olduklarini gosteren binlerce deney var ve elbette sempanzeden insana gecis de teorik olarak, giderek akillilasan ara turler barindirabilir. buradan anlayacagimiz, bilincin siyah ya da beyaz olmadigi, dereceleri oldugudur. bilincin az oldugu hayvanlarda da ozgur iradeden daha az sozedebiliriz.

    madem buraya kadar itiraz duymadim, o zaman sunu da ekleyebiliriz: bir sempanzeyle aramdaki bilinc seviyesi farkinin tek olasi kaynagi, ufak tefek biyolojik farkliliklar olmali. corteximiz ne kadar karmasiksa o kadar "ozgun" bir varlik oluyoruz. demek ki bilinc dedigimiz noron baglantilarinin karmasiklik derecesinden baska birsey degil. fakat noronlara tek tek baktiginizda hepsi aptal birer voltage amplifierdan baska birsey degil. bir inputtaki voltaj farki belli bir seviyenin ustundeyse, elektrik iletiliyor. nasil oluyor da bunlardan bilinc doguyor? "demek ki mistik birseyler olmali, evrenin ozu olan sevgi olmali bize bu gucu veren de vidi vidi vidi..."

    bu sorunu soyle izah edelim. basit yapilarin basit kurallar cercevesinde biraraya gelerek karmasik ozellikler barindiran sistemler meydana getirdigi bilinen bir konudur. bu bakimdan karinca iyi bir ornektir. tipki noron gibi bir karinca da basit ve kisitli bir sistemdir. fakat bir surusu bir araya geldiginde, sadece birbirlerinin kokularini izleyerek, cok karmasik isler basarabiliyorlar. koloninin cesitli etkilere karsi cevap verdigi dahasi bunlarin bir nevi akilli cevaplar oldugu gozlemlenmis. fakat karinca sayisinda bir azalma oldugu vakit, birbirini izlemekte kullanilan kokularin yogunlugu azaliyor ve basit de olsa bir bilinci olduguna yemin edebileceginiz koloni aninda dagiliyor!!! (cok onemli bir sonuc, ancak uc unlem kurtarirdi) analojiyi beyinle kuralim ve bu teorinin ne kadar kuvvetli sonuclari oldugunu gorelim.

    godel escher bach isimli basyapitin da ana tezi, bu sistemlerin belirli kosullar altinda patternleri, bu patternlerin de bir "karakter" yaratacabilecegidir. bu kosullar, sistemin dis dunyayla iliskisi bulunmasi, self reference ozelligi olmasi, karmasik feedback mekanizmalari sayesinde adapte olabilmesi gibi kosullardir. yani cok karmasik bir bilgisayar programinin veya bir sensor networksun de ufaktan bilinci olabilir, bizimkinden cok daha dusuk seviyede olsa da.

    simdi butun bunlar determinizmin her iki turuyle de uyumludur. yani sonucta bilinc, dereceli olarak, atomlarin belli birtakim organizasyonlarina verilmis bir isimse ve bu atomlar da fizigin kurallarina gore hareket ediyorsa, anladigimiz anlamda ozgur irade olamaz! birincisi hem bu fizik kanunlari olasilikci da olsa determinist bir sekilde isliyor, hem de bu sistemde, sistemden ayri bir varlikmiscasina, mistik bir sekilde bir anda ortaya cikan bir iradeye yer yok, sistem kendi basina yeterli! ozgur iradenin bu noktada tek savunmasi, atomlarin karmasik iliskilerinin yarattigi bilincin mistik bir sekilde, bu atomlarin isleyisini duzenleyen fizik kanunlarina etki etmesidir, ki boyle abuk bir teori bile olasilikci determinizmin varliginda, iradeyi ozgur yapmak icin yeterli neden degildir.


    (immanuel tolstoyevski - 23 Ekim 2004 08:12)

  • comment image

    stoacı bir yorum: bu yazıda, aynı anda özgür irade ve determinizmi savunan stoacı yorumdan ve günümüzdeki paralellerinden bahsedeceğim. telaşa mahal yok, fularları bıraktıkça hafifleyip yükseleceğiz.

    ***

    tarihsel arkaplan
    ==============

    stoacılık mö 300'lerden başlayıp 500 sene boyunca yunan ve roma dünyasına hakim olmuş bir felsefe, hala da biraz etkin. bizle ilgili kısmı, evrenin yapısı ve ahlaki seçimler hakkında. stoacılar physicalist ve determinist idiler. yani:

    1) her şey fizikidir, öyle ayrı boyutlarda takılan garip varlıklar yok.

    2) tüm fiziki şeyler bazı kurallara göre davranır, bir neden-sonuç zincirinin halkası olurlar.

    3) evrendeki tüm zincirlerin toplamı kaderdir (fate), başka bir deyişle evrensel akıldır, düzendir (logos).

    stoacıların determinizmi had safhadaydı, zira kader dedikleri olaylar örgüsünün birebir aynısının, evrenin bir sonraki döngüsünde de yaşanacağını savunuyorlardı. yani evren sürekli yokolup yaratılıyor ve her versiyon bir öncekinin kopyası.

    öyleyse stoacılığın kalanının, yani etik hakkındaki öğretilerin ne önemi var? bir stoacı hocayı niye dinlersiniz? hatta herhangi bir ahlak felsefesinin ne önemi var? nasıl olsa hep aynı hataları ve doğruları yaptık, yapıyoruz ve sonraki evrenlerde yapacağız.

    ***

    arkaplanın da arkası
    =================

    bu soruya, stoacıların rakibi olan epikürüsçüler hakkında yazarken değinmiştim. onlar da fiziki bir evrene inanıyor ama o kadar determinist değillerdi, atomların arada sırada rastgele saptıklarını düşünüyorlardı.

    bu "sapma" işini başka bir nedenden ötürü uydurdular ama etik felsefelerine bir köprü oldu: insan kendisini neden-sonuç zincirlerinden kurtarabilirdi. özgür iradenin kaynağı bu sapma idi.
    halbuki determinizmin zıttı özgür irade değil. çünkü rastgelelik, insana kontrol vermez. bilakis rastgelelik, kontrolün tam zıttıdır.

    ***

    bu fikirlerin modern paraleline bakalım: "atomların rastgele sapması" fikrini, kuantum fiziğindeki "atomaltı parçacıkların hareketlerinin olasılık dağılımı" ile değiştirin. ve özgür iradeye yol yapmaya çalışan epikür'ü de, "gözünüzde canlandırıp yeterince istediğiniz her şeyi gerçekleştirebilirsiniz, evren size bunu sunar " diyen sözdebilimci gurularla değiştirin.

    ne zaman taşacağı belli olan deterministik bir nehir ile ne zaman yağacağını tahmin edemediğiniz (rastgele veya olasılıksal) bir yağmuru düşünürseniz, aslında iki su kütlesinin de kontrolünüzde olmadığını farkedersiniz. nehrin akışını da, yağmurun saatini ve miktarını da değiştiremezsiniz. ama nedense epikür'e bu mümkün gözükmüş. hele hele modern "kuantumcu" şarlatanlara göre (fizikçilerden bahsetmiyorum) basbayağı yağmur tanrısı olanız mümkün.

    ***

    uyumluluk
    =========

    şimdi dönelim merkezi sorumuza: deterministik bir evrende, özgür iradeden bahsetmek mümkün mü?

    determinizmi de, özgür iradeyi de reddetmek mümkün. veya tamamen özgürlükçü olup, determinizmi reddetmek ama özgür iradeye inanmak da mümkün. stoacılar ise compatibilist (uyumcu, uyumlulukçu?) idiler, ikisine de inandılar. ve bunu temellendirmek için, sebep-sonuç zincirinde bulunan iki tip sebepten bahsettiler. biri dışsal, diğeri içsel sebepler. chrysippus'un silindiri, bu farkı açıklamaya çalışır:

    bir silindirin yuvarlanması için onu itmeniz lazım. bu itmeyi yapan kişi, dış sebeptir. ama silindir daha sonra kendi kendine yuvarlanmaya devam eder, çünkü şekli buna müsaittir. silindirin şekli, yani insanın karakteri, doğası, aldığı eğitim, akıl yürütmesi vs de içsel sebeplerdir. eğer o cisim silindir değil de küp olsaydı (kötü bir eğitim almış ve aptal bir insan olsaydı), yuvarlanmaya devam etmezdi.

    ***

    bilardo topları değiliz
    ===================

    dikkat edin, burada özgür iradenin varlığı kanıtlanmıyor. zira iç sebeplerimiz de eninde sonunda kader'in zincirlerinde birer halka, yani daha önceki olayların sonuçları. ama bir bilardo topundan farklıyız.

    bilardo topu, önceki olaylardan bağımsız bir biçimde, tamamen en son dış etkiye bağlı hareket eder (en son ıstaka vuruşu). halbuki biz feedback loop içeren sistemleriz. önceki etkilerin sonuçları, sistemin kendisini (bizi) değiştiriyor, dolayısıyla sonraki etkilerin sonuçlarını da değiştirecek. teknik eğitimi olanlarınız, bu farkı stateless vs stateful olarak düşünebilir.

    ***

    yıllar sonra, chrysippus'un bu içgörüsü hakkında yazan cicero elbette böyle terimler kullanmıyordu ama ana fikri kavramıştı ve bunu tembellik argümanında kullandı:

    "eğer kaderimde hastalıktan kurtulmak varsa kurtulurum, ölüm varsa da ölürüm, öyleyse doktorlarla filan boşuna uğraşmaya gerek yok."

    stoacılar bu görüşü reddeder, çünkü doktoru çağırmaya karar vermem, ilaç kullanmayı kabul etmem ve sonunda iyileşip iyileşmemem, hep beraber paralel giden kader ağlarıdır. iyileşmek için hepsinin olması lazım.

    bu bana, bir sel sırasında mahsur kalıp kurtulmak için dua eden, ama kendisine yardım teklif eden tekneyi, helikopteri vs reddedip "tanrı bana yardım edecektir, size gerek yok" diyen adamın hikayesini hatırlatıyor

    tembellik argümanının önemi, "her şey kaderse stoacı bir öğretmeni neden dinleyeyim ki, kendimi neden geliştirmeye çalışayım ki, nasıl olsa kaderimde varsa doğruyu yapacağım" düşüncesini çürütmek. doğruya ulaşabilmek için, o stoacı'yı dinlemeye karar vermen de kaderin bir parçası. yani bir sonuca çıkan yolda, hem içsel sebepler, hem dışsal sebepler gerekiyor.

    ***
    ***
    ***

    özgürlük seçim midir, farkındalık mı?
    ================================

    iyi de hala özgür irade işin içinde yok! yani tembellik yapmam, yapmayı düşünmem, düşünüp sonra vazgeçip stoacı öğretmenimi dinlemem, bunların da hepsi zaten önceden belli.

    bu noktada stoacılar biraz kafa karıştırıcı bir şey yapıyorlar. bizim kullandığımız özgür irade terimi yerine birden fazla kavram kullanarak, seçim ve sorumluluğu ayırıyorlar. yani evet, bizim başka bir alternatifi seçmemiz mümkün değildi ama yine de hayatımızdan sorumluyuz, zira önemli konularda verdiğimiz kararların büyük kısmı, dışsal değil, içsel sebeplerden etkileniyor. bir başka deyişle, eğer özgür iradeyle karar verdiğimiz sanrısı varsa, bu kararlardan mesuluz.

    ***

    hemen pes etmeyin, bir örnek vereyim:

    cicero, komşunun karısını çıplak görünce azabilir. bu dışsal bir etmen ve azmak da o etmenin ve biyolojisinin direkt sonucu. stoacılar bu tip doğrudan etmenlere impression demişler. silindire yapılan ilk ittirme gibi.

    peki şimdi ne olacak? cicero o kadına bakmaya devam edecek mi? veya seviyorsa gidip konuşacak mı? bir başka deyişle, silindir gibi yuvarlanmaya devam mı edecek, yoksa küp gibi hemen duracak mı?

    tüm bunlar daha yüksek seviyedeki sebep-sonuç ilişkileri ve yüksek oranda akıl yürütme, mantık, ahlak ve felsefe eğitimi gerektiriyor. bunların her biri, daha önceki binlerce olayın sonucu olan ve şimdi sebep rolünde olan şeyler. hep birlikte de, "biz" dediğimiz şeyi oluşturuyorlar. yani bilardo topunun, aynı zamanda kendi ıstakası olup, kendine vurması gibi.

    ***

    dahası, aklımız bunların farkında. yani kendi üzerinde etki eden bu içsel sebeplerin üstünde düşünüyor (reflective thinking). dolayısıyla, davranışlarımızdan sorumlu olma anlayışının temelinde, bir alternatifi seçebilme ihtimali yatmıyor (kaderin dışına çıkılamadığı için). onun yerine karmaşık iç faktörlerin, basit dış faktörlere olan oranı ve o faktörler hakkındaki farkındalığımız yatıyor.

    ***

    modern durum
    =============

    modern compatibilism'in en ünlü sözcülerinden olan daniel dennett'in fikri de buna benzer. alternatifleri seçebilmekten ziyade şunlara önem veriyor:

    1) içsel sebeplerin varlığı
    2) bu sebeplerin farkındalığı
    3) sistemin, yani bir içsel sebepler kümesi olan "biz"im, kendimizi değiştirebilmemiz

    özellikle bu son konuda, dennett gibiler emergence kavramına yaslanıyorlar. stoacıların bilmediği ama biraz ucundan sezdikleri bu kavram, bir sistemin onu oluşturan öğelere indirgenememesi demek. bir şehri, onu oluşturan mahallelere bölerseniz, onu şehir yapan bazı özellikleri kaybetmiş olursunuz.

    dennett'a göre bir sistem yeterince feedback loop içeriyorsa, bir noktadan sonra sebep-sonuç ilişkisi o kadar karmaşıklaşıyor ki, sistemin kendine has bir hayatı oluyor. bu durum, bizim seçimlerimizi klasik sebep-sonuç zincirinin dışına çıkarıyor kısmen.

    yani basitleştirirsek (lumina obscura şu entrysinde kısaca açıklamış):

    -kuantum seviyesinde bir rastgelelik var
    -klasik fizik seviyesinde bir determinizm var
    -kimya ve biyoloji seviyesinde işler biraz karışıyor
    -nöroloji ve psikoloji ise temeldeki seviyelerden epey kopuklar ve determinizm de, rastgelelik de sınırlı (yani iradeye yer var).

    ***

    tembel bir stoacı olsaydım...
    ======================

    stoacıların dile getirmedikleri olası bir çözüm ile bitireyim. gördüğünüz gibi, tek bir "özgür irade" anlayışı yok ve stoacıların bu konuyu determinizmle uyumlu hale getirme şekilleri epey modern

    fakat daha basit ve "mistik" bir yoldan da gidebilirlerdi. stoacıların kader ve logos dedikleri şey, aynı zamanda evrenin (tanrı'nın) aklı ve düşünceleri idi. yani bunlar bir nevi panteist idiler. dolayısıyla bizim gibi düşünebilen varlıklar, tanrı'nın bir parçasıdır. dev bir baba figürünün yönettiği kuklalardan ziyade, hem kukla hem de kuklacıyız. evrenin deterministik yapısı tanrı'nın zihni ise, bizim o yapıya uygun yaşamamız da kendi irademiz oluyor otomatikman.

    nedense stoacılar, bu mistik açıklamalara çok yaslanmamışlar, daha zor bir yol seçmişler ve o sayede de, modern düşünürleri daha çok etkilemişler.


    (immanuel tolstoyevski - 17 Eylül 2018 13:03)