Süre                : 1 Saat 27 dakika
Çıkış Tarihi     : 09 Kasım 2017 Perşembe, Yapım Yılı : 2017
Türü                : Drama
Ülke                : Arjantin,Fransa
Yapımcı          :  Tarea Fina , Good Fortune Films , AireCine
Yönetmen       : Pablo Giorgelli (IMDB)(ekşi)
Senarist          : María Laura Gargarella (IMDB),Pablo Giorgelli (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Mora Arenillas (IMDB), Diego Cremonesi (IMDB), Mara Bestelli (IMDB)(ekşi), Paula Fernandez Mbarak (IMDB), Leonel Arancibia (IMDB), Fabián Arenillas (IMDB)(ekşi), Patricio Bedoya (IMDB), Agustina Fernandez (IMDB), Adriana Ferrer (IMDB), Eric Gutierrez (IMDB), Alicia Juncal (IMDB), Alejandrina Lo Sasso (IMDB), Delia Malek (IMDB), Alicia Martignoni (IMDB), Eduardo Martine (IMDB), Fiona Mastronicola (IMDB), Catalina Yumi Migueles (IMDB), Alejandro Pinnejas (IMDB), Florencia Sacchi (IMDB), Andrés Schaffer (IMDB), Estrela Straus (IMDB), Fabiana Uria (IMDB), Sofía Viola (IMDB), Michael Wahrmann (IMDB), Jorge Waldhorn (IMDB)

Invisible (~ Invisível) ' Filminin Konusu :
Cinayetin Sırrını Birlikte Çözmek Zorundalar... Çok Geç Olmadan.The Sixth Sense'in yapımcılarından son derece etkileyici bir gerilim, Görünmez. Nick Powell, yakışıklı, başarılı ve geleceği parlak bir yazardır. Ancak bir gece, vahşi bir saldırıya uğrar ve ölüme terkedilir...Fakat aslında ölmemiştir. İki dünya arasında bir hayalet olarak sıkışmıştır ve kimse onu görememekte ya da işitememektedir - onu kurtarabilecek tek kişi Annie hariç!


  • "türkiye'de, 5 ocak 2010 'da 'görünmeyen' ismiyle çıkacak yeni paul auster romanı."
  • "mahrem bir kurmacanın kurmacası olan, tekinsiz bir roman... book of illusions ayarında, bence. benzemiyor, ayarında."




Facebook Yorumları
  • comment image

    yarılarına gelmeme rağmen "new york üçlemesi ile boy ölçüşecek bir postmodern metin" yakıştırmalarına hak veremediğim roman. kuruluş olarak metinlerarasılık meselesine çok kafa yorulmamış, buna ihtiyaçta pek duyulmamış gibi geldi bana. bu konuda çok daha sıkı düşünülmüş auster romanları var. "ilk günlerdeki izleklere geri dönüyor vs." söylemleri bende daha deneysel bir şeyle karşılaşacağım duygusunu uyandırmıştı. ama kötü değil, sevdim.

    edit: romanları bitirmeden fikir beyan etmemek gerekiyormuş. kurgu sağlam. metafiction çabası iyi sonuçlar vermiş, salt kurgunun kendisi incelenmeye değer. yazın-gerçek hayat ilintisini öne çıkaran, metne bu ilintiyi de dahil eden bir kurgu. (hala romanı bitirmiş değilim)


    (kararsizjonglor - 23 Ocak 2010 11:04)

  • comment image

    hemen her kitabını okumuş paul auster sever olarak, keyifle okuduğum bir roman oldu. yine gizem, beklenmeyen çıkışlar, gerilim, sürprizler, iyi bir kurgu, girift bağlantılar, sürükleyici bir tarz, karşımdaymış gibi canlı duran karakterler, gerçekle kurgunun sürekli yer değiştirmesi...

    buraya kadar tamam. imla ve yazımla ilgili hatalara da neyse diyelim. ama güzel başlayıp şahane sürdürürken, giriş ve gelişmede beklentiye tavan yaptırdığını ve küt diye bitirdiğini düşündüm. sonunu acele bağlamış sanki. ya da öylece bırakıp kaçmış, çok havada. auster'ın da w gibi kafası karışmış sanırım.

    kitap new york üçlemesi, brooklyn çılgınlıkları, yanılsamalar kitabı, ay sarayı ayarındaydı son kısma kadar... ama bölümlerin deneyselliği, sonda tıkanmış. son hızla giderken, görünmez bir el kapatma düğmesine basmış gibi...


    (kacin kurbagasi - 11 Şubat 2010 15:58)

  • comment image

    dünya edebiyatının yıldızları diyebileceğimiz isimlerin yazdıklarına baktığımız zaman şu anda yükselişte olan yazım tarzının büyülü gerçekçilik, metinlerarasılık, üst kurgu, postmodernizm vb. unsurları bünyesinde taşıdığını görüyoruz. paul auster tartışmasız o yıldızlardan birisi ve bir önceki cümlede yazdığım unsurları da en iyi kullanan yazarlardan. babasını kaybetmiş zeki ama yalnız adamlar, tuhaf ve çekici kadınlar, tesadüfler, kimin yazar kimin okur olduğunun belli olmadığı izlekler, defterler, labirentler, bulmacalar, uğursuz sözcükler, takip, okura karşı her zaman mesafeli ve klâs bir duruş, kahve kokusu, new york, brooklyn, nemli ve alaycı bir acı...

    new york trilogy (new york üçlemesi – can yayınları), brooklyn foolies (brooklyn çılgınlıkları – can yayınları), leviathan gibi kitaplarında okurunu her zaman şaşırtmayı başarmış yazarın şimdi de son kitabıyla karşı karşıyayız. açıkçası paul auster’ı son dönemlerde tanıdım ve yazım tarzını, anlattıklarını çok beğendim, kendime çok yakın buldum. kişisel olarak auster’ın en sevdiğim iki özelliği:

    1- karakterlerinin hiçbirinin siyah/beyaz; süper iyi/süper kötü olmaması.
    2- içerikle üslubu arasında ironik ve gülünç bir çelişki olması. yazdıkları inanılmayacak derecede baş döndürücü ama bunları anlattığı cümleleri bir o kadar sade ve kısa.

    bu kadar laf kalabalığından sonra gelelim görünmeyen’e. şu bir gerçek ki, görünmeyen hem yurtdışında hem de burada çok iddialı sözlerle gündeme geldi. eleştirmenlere göre yazarın en önemli kitabı, başyapıtı dendi. kitabı geride bıraktığım şu gün böyle düşünüyor muyum? tüm kitaplarını okumamış olmama rağmen, hayır. itiraf edelim, görünmeyen auster’ın kesinlikle en iyi/en önemli kitabı değil. bu gün gibi açık bir gerçek. ayrıca auster maalesef öykünün üzerine oturduğu mimari konusunda da öyle şok edici bir şey yapmamış, biraz eskilerden çalmış, ortaya karışık bir menü sunmuş okuyucusuna.

    --- spoiler ---

    ancaaak, görünmeyen auster’ın en “iyi” kitabı olmasa bile tamamen öznel değerlendirmeme göre en “sarsıcı” “kitabı (ama bana güvenmeyebilirsiniz çünkü bu satırların yazarı dostoyevski’nin başyapıtının “kumarbaz” olduğunu düşünmektedir). hani kimi kitaplar, filmler tanıtılırken “okudukça/izledikçe kendinizden bir şey bulacağınız sımsıcak bir öykü” denir ya, görünmeyen bu tanımlamanın tam tersi. hem buz gibi soğuk, hem de ablanızla bir ay boyunca cinsel ilişkiye girmemiş, yıllar önceki bir davanın peşi sıra uçağa atlayıp karayip adalarına gitmemiş, 68’de paris’te öğrenci hareketlerine katılmamış, askerliği reddetmemiş ya da şiir yazmadıysanız kitapta kendinizden bir şey bulmanız biraz güç. işte görünmeyen tam da bu nedenle son derece grift ve çarpıcı.

    roman, colombia üniversitesi’nde öğrenim gören adam walker isimli genç bir edebiyat öğrencisinin 1967 yılında new york’ta bir partide fransa'dan gelen siyasal bilimler profesörü rudolf born ve sevgilisi margot ile tanışması ile başlıyor. bu noktadan sonra öykü ustaca bir şekilde walker’ın güzel ablası, born’un üvey kızı cecile’i, walker’ın eski ama çok da yakın olmayan arkadaşı yazar jim’i de içerisine dâhil ediyor ve her şey tam anlamıyla birbirinin içine giriyor. karakterler görünmeyen’in omurgasını oluşturduğu için haklarında birkaç söz söylemek gerek.

    daha önce auster okumamış bir edebiyat okuru için bu karakterler kesinlikle derinlikli ve gerçekçi. örneğin rudolf born, zeki ama öte yandan kötücül, sevdiklerine karşı son derece nazik ve cömert ama öfke patlamaları yaşıyor ve bir savunmasız bir çocuğu defalarca bıçaklayıp öldürecek kadar da cani, colombia gibi bir üniversitede ders veren saygın bir akademisyen ama o yıllarda çoğu kişi gibi esrar ve lsd kullanmış ve dahası sevgilisinin başka biriyle birlikte oluşunu izlemekten zevk alacak ve hatta aynısını walker’a da teklif edecek kadar “geniş ve esnek” ahlak standartlarına sahip bir adam. walker, sürekli ahlaklı, iyi ve adaletli olmaya çalışan ama kendi elinde olmayan nedenlerle çoğu kez bunu başaramayan ve bu nedenle de acı çeken bir genç. margot o denli dengesiz bir kadın ki kimi sevip kimi sevmediği, neyi isteyip neyi istemediği asla anlaşılmıyor. walker’ın ablası biseksüel eğilimler içinde olan (eğilim sözcüğü hafif kalıyor aslında) bir kız ancak daha sonraları kardeşiyle yaşadığı her şeyi inkâr ediyor, cecile o yıllarda tam anlamıyla bir inek ve annesi erkekler konusunda deneyimsiz olduğunu söylemesine rağmen kendisinin bakire olmadığını öğreniyoruz vs. vs. kitabın en sabit ve toplumda genel kabul görülen normlara en “normal” karakteri muhtemelen jim, o da zaten sessiz olmasa bile gözlemci ve o da bizim gibi okuyucu.

    işin şaşırtıcı yanı auster’ın tüm bunları tesadüfen falan değil gayet bilinçli yapıyor olması. yani bana kalırsa yazarın amacı zaten bu tür çelişkili karakterler yaratarak bizim genelde “ahlak”, özelde de sadakat, bağlılık, cinsellik, adalet gibi kavramları sorgulamamızı sağlamak. başarıyor mu? kesinlikle! bunu yapmakla kalmıyor, akademisyen deyince aklında sürekli araştırma yapan, beyaz önlüklü ve gözlüklü bilim adamı klişesini düşünen okuyucunun yüzüne ağır bir şamar indiriyor (ki bunu çok beğendim). elbette auster, okuyucu düşündürme işini yalnızca karakterler üzerinden değil, durumlar ve olaylar üzerinden yapıyor. burada iki ana konu ensest ilişki ve cinayet. ikisi de netameli konular ve tabi ki seçilmeleri tesadüf değil. auster ensest konusunda karakterlerine kabaca şunu söyletiyor: “kimseye zarar vermedikten, iki tarafın da rızası olduktan ve keyif alındıktan sonra yapılan neden yanlış olsun?” cinayet ise daha farklı şekilde ele alınıyor. born aslında çocuğu kendisini savunmak isterken öldürüyor ve başta çocuk karşılarına çıkarak born ve walker’a silah doğrultmuş –silah boşmuş – ve paralarını istemişti. bu, cinayeti meşru kılar mı? auster iyi bir romancının yapması gerektiği gibi soruyu soruyor ve gidiyor. kimseye bir şey dayatmak niyetinde değil. burada şunu da söylemek gerek ki auster ensest gibi bıçak sırtı gibi bir konuyu gerçekten ustaca anlatmış. her şey olması gerektiği gibi. yeterince açık ve yeterince de kapalı.

    ---
    spoiler ---

    karakterler ve olay örgüsü konusundaki olumsuz eleştirim ise bunların hepsinin iyi auster okuyucularına son derece tanıdık geleceği. kitap içinde kitap konusu zaten new york üçlemesi’nden aşina olduğumuz bir şey. her bölümde farklı bir kişi ağzı güzel ama o da yapılmadık bir şey değil. uzağa gitmeye gerek yok, auster’ın iyi arkadaşı olan orhan pamuk bunu yıllar önce yapmıştı zaten.

    böylesi bir romanın finalinin de aynı derecede sarsıcı olmasını beklersiniz değil mi? maalesef son benim açımdan bir hayal kırıklığı oldu. auster'ın beni şaşırtmasını bekledim ama hem tahmin ettiğim şeyi yaparak beni ters köşeye yatıramadı hem de hep yaptığı gibi çoğu şeyi havada bıraktı. aslında bazı şeylerin havada kalması, neyin gerçek neyin kurgu olduğunu anlayamamamız ve hiçbir karaktere inanamamız oyunun bir parçası ama yine de bunun okuyucunun ağzında buruk bir tat bıraktığını inkar edemeyiz. sonda bir şeylerin hala eksik olduğunu hissediyoruz.

    kısaca toparlamak gerekirse şu sıralar ahlak konusuna kafa yorduğum için bana iyi gelen, kafamı çalıştıran bir kitap oldu görünmeyen. peki kitabı kimlere tavsiye edelim? auster’ı daha önce hiç okumamış okuyucuya kesinlikle tavsiye ediyorum, kolay okunduğu, fazlasıyla akıcı olduğu için iyi bir giriş kitabı denebilir. auster’ı seven okuyucuya ise beklentilerini çok yüksek tutmaması şartıyla tavsiye edilir. auster’la bu randevunuz kesinlikle kötü bir deneyim olmayacak. yazarın fanatikleri ise kitabı çoktan alıp bitirmişlerdir bile, onlara zaten bir şey demiyorum bu nedenle.

    bir blogda okuduğum gibi görünmeyen karanlık ve eğlenceli bir roman. okuma deneyimi de çok güzel bir kahveyi yudumlarken, çok güzel bir sigara tellendirmek ve bir yandan da çok iyi bir somon balığı yemek gibi. yanımızda silahlarla ve bir genelevde.


    (zach dawnbringer - 27 Şubat 2010 23:33)

  • comment image

    üzerinden yazarına çıkışası olduğumun görünmeyeni...

    siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz bay auster ha?
    biz burada arkadaşlar, kendi aramızda bir kitabı ben diliyle mi, o diliyle mi yazmanın daha zor olduğuna kafa yorup, kendimizi pek bir önemserken, tutup, bölüm bölüm romanı "ben", "sen", "o", dilleri ile yazaraktan?
    alay mı ediyorsunuz bay auster bizlen, üç gramlık kurguyu, şurdan şuraya taşıyamazken, kurgulara burgular kataraktan? çıkmaz sokaklardan tuhaf kaçışlar bularaktan?
    biz yırtarken kendimizi bir hikayede son mu, trajik unsur mudur önemli olan diye, aynı hikayeye bir kaç son yazıp, bir kaç trajedi tırmandırıp, hikayeyi sonlandırmadan bırakırken, ne biçim alay etmiş oluyorsunuz bizle yine?
    bay auster,
    olmuyor. yazar olarak geldiğiniz noktada biz gençlerin hevesini kırıyorsunuz. onbeş yaşında beyaz bir kız basketbol sahasında michael jordan'la maç yapsa kendisini nasıl hissederse öyle hissettiriyorsunuz.
    o ne biçim top sürmedir, o nasıl smaçtır, o ne biçim kıvraklıktır, onlar nasıl sıçramalar, ne tuhaf reverseler, o ne hain bir çevikliktir. bay auster,
    hayranlığım öfkeye varıyor. kıskançlığım tarifsiz.
    siz ne yaptığınızı biliyor musunuz bilmem ama ben sizi hiç çekinmeden roman türünün michael jordan'ı ilan etmek zorundayım. lanet olsun bay auster, lanet olsun o ne biçim yetenektir bay auster!!!!ben bu basket topunu bir daha elime nasıl alırım hain bay auster!korkunç bay auster! biz ucundan kıyısından bir tabuya zor dokunurken ensesti bile zerre rahatsızlık uyandırmadan anlatmak nedir, yeter ağlayacağım bay auster!


    (julyet degilim ben beatris de degilim - 19 Temmuz 2010 13:45)

  • comment image

    "ben, sen, o" numarası dışında yeni ya da değişik bir şey olmayan roman.

    akıcı olmasına akıcı ama bu amerikalıların (yazarından tut sokaktaki insanına) araya dereye devamlı 9/11 travması sokusturmasından bıkmış durumdayım. dünyaya yaşattıkları travmaların farkında olmayıp ota boka bunu serpmeleri beni sinir ediyor.


    (iklim - 26 Mart 2011 22:55)

  • comment image

    kurgusu güzel olan paul auster romanı. hikayesi için de söyleyebileceğim tek bir şey var: tuhaf.

    sanki yarım kalmış gibi, üzerinde biraz daha çalışılsa bir klasik ne bileyim yüzyıla damgasını vurabilecek bir şaheserken neden bu kadar sade tuttu kısa bıraktı anlayamadım. nitekim hikayeyi cecile'in ağzından dinlediğimiz kadar gwyn ve margot'nun ağzından da dinleyebilsek hoş olurdu.


    (sister blister - 18 Nisan 2011 10:03)

  • comment image

    esasen üç-dört saatte sıkılmadan okunabilecek ancak şahsım tarafından kısa metro yolculuğunda, metro merdivenlerinde okunduğundan bir haftadır elimde olan kitap... ayrıca çantamda git gel, elli kez el değiştirip okunmuş gibi eskidi... ama çok az kaldı bitti bitecek...

    kitap, anlatıcı dili nedeniyle birkaç farklı kitabı aynı anda okuyormuşsunuz hissini veriyor size... kitap değil tabi paul amca veriyor o hissi... kurgusu çok bi hoşuma gitti, inandırıcı ve akıcı bir dili var yazarımızın...

    ve bir not: en çok sayfayı sanayi mahallesi/itü durakları arasında okuyorum... malum gayet uzun sürüyor... ve yine bu duraklar arasında bir iki defa kitabı bırakıp özellikle ensestle ilgili derin düşüncelere daldım...


    (banakalanaskintadi - 18 Ekim 2011 13:41)

  • comment image

    ing. gorunmez.
    ...
    dogum gunum. bir japon restoranında kutluyoruz paris te. o donem ben orada okuyorum. adamın teki gelip tam onumde la vie en rose u akordeonla calmaya baslıyor. o an sadece o yanımda olsun istiyorum. ama o yok. yıl 2006.
    ...
    beyoglunda bir cafedeyim. arkama bir kızla bir cocuk oturuyor. kız anlatıyor. cocuk dinliyor:
    -beni anlamıyorsun. o benim ilk sevgilimde. hayatında ilk defa eli benim elime degdi. evinden aldıgı ilk kız bendim..
    dinliyorum. dinlemiyorum da kulak misafiri oluyorum. aglamamak icin zor tutuyorum kendimi. yıl 2006.
    ...
    la defense dayım. bir rehberle gitmisiz. adam tam bir kitap kurdu. bizim liseden. o anlatıyor ben hayran hayran dinliyorum. o da olsa boyle bana bilmedigim bir seyler anlatırdı ben mutlulu mesutlu dinlerdim diyorum. kalbim acıyor. yıl 2007.
    ...
    boludayım. her yerde onun cagrısımları. nasıl keyifli nasıl keyifli hayat. hem canım acıyor, hem hayal de olsa onu yeniden yasamak cok keyifli. oyle ozlemisim ki.. yıl 2008.
    ...
    karsıdan karsıya her sagına soluna bakmadan gecen insan gorsem aklıma o gelir. her nazım hikmet, kafka, kundera okudugumda o da severdi diye geciririm. bir dolu sarkım vardır ona ait. bir sıra bilgisayarımdaki koca arsivden dinleyecek parca bulamıyordum bana her sarkı onu hatırlattıgı icin. her sigarayı abarttıgımda o olsa daha az ic diye kavga cıkarırdı diye gecer aklımdan. her sigara icerken bir cocukla karsılastıgımda o olsa sondururdu der, sondururum sigaramı tebessumle.

    bana gorunmez hic olmadın.
    ama gelecegine dair umudumu da yıllar icinde yedin bitirdin.
    sana inanmıyor, sana guvenmiyorsam sorumlusu sensin..
    git artık, yoluna git...
    izini derine kazdın, merak etme, olunceye kadar izin kalbimde olacak, ama unuttugum zamanların hatırladıklarımdan fazla olmasına musade etmezsen yasayamam. mutlu olamam...

    sana yeni sehirler, yeni kadınlar... hep tercih ettigin gibi bana...
    bana da artık sensiz bir hayat dilemenin vakti geldi.


    (tuzbuzz - 16 Temmuz 2013 21:10)

Yorum Kaynak Link : invisible