Süre                : 2 Saat 6 dakika
Çıkış Tarihi     : 26 Mayıs 1976 Çarşamba, Yapım Yılı : 1976
Türü                : Drama,Heyecanlı
Taglar             : paranoya,Ev sahibi kiracı ilişkisi,Psikolojik parçalanma,Paris, Fransa
Ülke                : Fransa
Yapımcı          :  Marianne Productions
Yönetmen       : Roman Polanski (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Roland Topor (IMDB)(ekşi),Gérard Brach (IMDB)(ekşi),Roman Polanski (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Roman Polanski (IMDB)(ekşi), Isabelle Adjani (IMDB)(ekşi), Melvyn Douglas (IMDB)(ekşi), Jo Van Fleet (IMDB)(ekşi), Josiane Balasko (IMDB)(ekşi), Raoul Guylad (IMDB), Gérard Jugnot (IMDB)(ekşi), André Penvern (IMDB), Shelley Winters (IMDB)

Le locataire (~ Kiracı) ' Filminin Konusu :
Trelkovsky, Paris’te yeni bir apartmana taşınır. Kiraladığı dairede kendisinden önce oturmakta olan kiracı Simone, intihara kalkışıp camdan atlamıştır ve komadadır.Simone’yi hastanede ziyaret eden Trelkovsky, kız ölünce onu takıntı haline getirir ve kendini yavaş yavaş önceki kiracısının sürüklendiği intiharın eşiğinde bulmaya başlar. Roman Polanski’nin en önemli yapıtlarından biri olan Kiracı’da filmin başrolünde oynayan Polanski, başarılı yönetmenliğinin ve senaristliğinin yanı sıra oyunculukta da bir o kadar yetenekli olduğunu gösteriyor.


  • "buyrun burdan yakın (bkz: sven nykvist)"
  • "trelkovsky'yi polanski oynamıştır ve muhteşem bir performans çıkarmıştır. film paranoya sınırlarını zorlayan, david lynchvari bir yapıda keyifle izlenen en iyi polanski filmlerindendir"




Facebook Yorumları
  • comment image

    roman polanski ’nin, repulsion ile başlayıp, rosemary’s baby ile doruğa çıkan üçlemesinin son halkası.
    üçlemenin ortak teması, apartman, yalnızlık ve yabancı olma hissi, bu filmde de ziyadesiyle kendini gösteriyor. yalnız ve yabancı adamı, sanki rol yapmıyor gibi bir gerçeklikle roman polanski oynuyor.
    sessiz, sakin, kibar, iki lafından biri özür dilerim veya teşekkür ederim olan, kimliğini belki hiç bulamadığından olsa gerek çok kolay kaybeden bir adam, trelkovsky. bir gün bir daireye taşınıyor ve tüm hayatı değişiyor. zaten çok kaygan bir zemini olan bu hayat, bu eski apartman dairesinde sallanıp, dağılıyor.
    film ise sonuçtan çok, bu sallantı süreci üstüne… beni ben mi delirttim*dercesine, bay trelkovsky’nin değişimine ve delirmesine neden olan sebepleri izliyoruz. polanski, yönetmenliğinin yanında oyunculuğu ile de muhteşem bir iş çıkarıyor.

    başrol oyuncusunu polanski ’nin canlandırması, onun geçmişini bilen izleyiciler için ilginç gelebilir. rosemary’s baby filmi sonrasında, roman polanski ’nin eşi sharon tate ve doğmamış bebekleri, charles manson çetesi tarafından katledilmişti. vahşi ve kanlı bir kıyımdı bu. hatta polanski, tesadüf eseri evde olmadığı için ölümden kurtulmuştu.

    --- spoiler ---
    filme dönersek, trelkovsky, birden fazla kere fransız vatandaşı olduğunu söyleme gereği duymuş ve yabancı olduğu için işlemediğini düşündüğü bir suç için bile özür dilemek zorunda kalmıştı. istenmiyordu. diğer apartman sakinleriyle aynı haklara sahip olamadığını düşünüyordu. ve herkesin onu intihara sürüklediği saplantısına kapılmış, nihayetinde de kendini camdan aşağı bırakmıştı. ama ölemedi. ve şu replikler döküldü dudaklarından;

    -you gang of killers! i'll show you some blood. you wanted a clean death, didn't you?

    -it's going to be dirty. unforgettable. it was better last time, wasn't it? well, i'm not simone choule. i'm trelkovsky. trelkovsky.

    izlerken sanki bunu polanski söylüyor gibi hissettim ben. yabancıydı, istenmiyordu, kimlik sorunu yaşıyordu. yahudi olması sebebiyle zamanında çok acılar çekmiş ve nihayetinden diyetini defalarca ödemişti (daha çocuk yaşta toplama kampında annesini kaybetmişti. sonrasında, karısı ve çocuğu katledilmişti)
    başka biri görünürken, adını haykırarak, o apartman dairesinden ikinci kere atlaması bana bunu anlatıyor. yeniden, daha kanlı, daha temiz bir ölüm.
    ---
    spoiler ---


    (pul - 25 Kasım 2008 15:58)

  • comment image

    --- spoiler ---

    insanda 'conatus' türlü türlüdür. boş yani salt bir ivmeden başlar, pasif bir algıya; hayvani* bir arzudan, kendini, kendinde ve kendi için isteyen iradeye kadar gider. ne ön adı, ne mesleği, ne de onu tanıyan bir yurdu olan trelkovsky, gauloises denen üç beş papellik belirlenimiyle (hatta uzanımıyla) conatus skalasının neresindedir? bir hayli altlarda. bir izleme halidir: hem takip etme, hem de gözleme anlamında.

    kendisine bir yabancı olarak verili olan doğasını takip eder. odası, eşyası, komşuları, iş arkadaşları, hepsi verilidir. seçme şansı yok gibi görünür. hiç mi denemez iradesini koymayı? nadiren. tam arzu seviyesine geçtiği anda sınırlanır, teslim olur sonunda. kendi sınırlarını kendisi belirleyemez.

    bir yabancı olarak dışarıdan gözlemeye mahkumdur. ancak izlemeye o kadar gömülür ki, eğer bir ben varsa benden içeride, onun da en temel ve aklı başında* farkındalığını yitirir. çünkü izledikçe izlenen olur, aklı, yani iradesi, algısına yenik düşer. kendine dair bilgisi bile algı düzeyine iner, kendine dışsallaşır. gidip karşıdan kendini izler mesela.

    düşüncesindeki benliğine dair örtük farkındalık, etkinleşemediği sürece, bir potansiyel olarak kalan içiyle, varlığını esir alan dışı arasındaki yarık açılır. benliğine dair sorusu, yani farkındalığı, önce sarhoşluk biçimiyle dile ve eyleme gelir: "kafamın kendine ben demeye ne hakkı var" diye sorar. sonra da sırasıyla paranoya ve şizofreni biçimleriyle gerçekleşir. "ben sizin seçtiğiniz, belirlediğiniz simone choule değilim" çığlığı kalır geriye. kaçınılmaz son ise, mutlak yadsımadır.

    iyi oyunculuk, hakiki bir atmosfer ve bolca detay ve sembolizmle süreklenen filmin en ilginç sahnelerden birisi, trelkovsky (belki de polanski) maskeli çocuğun cezalandırılışıydı. yine bir yerde, kapıcı trelkovsky'e "bir suçlu varsa, bilin ki sizsiniz" diyordu.

    aa, pardon, öteki demeyi unuttum, bir de kimlik.
    hiç öyle "belirlenim, farkındalık, benlik, irade, ahı ahı " diye ayar vermeyin, küserim.

    ---
    spoiler ---


    (conatus - 2 Kasım 2009 15:39)

  • comment image

    o kadar kasvetli, rutubetli bir film ki insanın içi küfleniyor. ve bu vermek istediğini verebiliyor oluşundan kaynaklanıyor. kötü olduğundan değil.

    yalnız polanski'nin steve carell'e olan benzerliği yüzünden garip bir hissiyatla izledim bütün filmi. sanki her ciddi andan, sessizlikten sonra "that's what she said" deyip yan gözle hınzırca kameraya bakarken mpppfs* yapacakmış gibi...

    --- spoiler ---

    şimdi teoriye gelirsek dairenin ilk sahibi ölen ablanın beyni, hastanede başında bizim trel'i gördüğü anda bir çıkış kapısı bulduğunu sanıp atlıyor olabilir. nasıl olabilir ? şöyle :

    şimdi beyin ölmekte olduğunu farkında, durumun gerçekliğinden kaçmak hatta durumu değiştirmek istiyor. hastahanede aslında tanımadığımız, evi tutmak istiyor olabilecek alelade bir abi olan adam geliyor, bizim deli kadının arkadaşı da geliyor. bizimki gözünü açıyor ve adamı gördüğü anda beyin tamam diyor çıkış kapım bu. direk olarak başlıyor yazmaya, "bakın ben camdan atlayan kadın değilim, hatta ben kadın bile değilim. bakın bakın kadınlarla sevişiyorum bile yani çünkü erkeğim camdan atlayan kadınla alakam yok." der gibi. fakat diğer bir kısım da "hayır sen osun işte. bak marlboro, bak sıcak çikolata. marlboro var bir tek, ve kahve makinası bozuk" vs. bunu güçlendiren bir diğer nokta da trelkovski'nin kaldığı evin, bu ablanın eski evi olması. e bu kadın bu evde yaşıyordu. burdan daha farklı bir evi hayal edip de kafasında kuramayacağı için buradan devam etti. trelkovski'nin arkadaşları da bizim kadının eski arkadaşları, sevgilisi bizimkinin yakın arkadaşı. bildiği yerden yürüyor beyin yani. yalnız trel'in daha önceki hayatından tanıdığı bir grup vardır ki, onları da kızımız alelade bir yerlerden tanıyor olabilir. hatta o komşusuna müziğin sesini kısmayacağını söyleyen adam; kızımızın en azından bir sefer buluşup çıktığı bir adam olabilir. zira trel'in bu arkadaşa misafir olduğu sahnede baya baya buluşmadan sonra sonra eve gidip sevişecek çift sahnesi atmoseri vardı.

    film boyunca trelkovski'nin her fırsatta fransız vatandaşı olduğunu belirtmek durumunda kalması da bir aitlik ihtiyacından kaynaklandığı kesin. e teorik olarak içinde bulunduğu durumda, beyinin buna ihtiyaç duyması çok normal. falanlar filanlar derken, mantıklı taraf daha baskın geliyor ve zamanla kızımız kendini arıyorken olmaktan korktuğu yere geliyor, tekrar kendi olmaya çok yakınken tam da ipin ucunu bırakmadan mücadeleden vazgeçiyor. bu sırada vücut daha fazla dayanamıyor artık ölmek üzere çünkü. trel camdan atlıyor. beyin, bu hayalde kendini bir şekilde bir an önce öldürmek zorunda çünkü vücut buna diretiyor. ne yapıyor o da hayalinde kalkıyor, sürünüyor vs. tekrar cama çıkıp tekrar atlıyor. ve beyin olarak da vücut olarak da mücadeleyi bırakmış oluyor. kısa süre sonra da vücudurn uyarısı gerçekleşiyor ve kızımız ölüyor zaten.

    ve filmdeki birçok havada kalan gerçeküstü ile ya da delilik ile açıklanabilecek noktaları da "bilinçaltı işte" deyip geçebiliyoruz bu şekilde.

    ya da occam'ın bıçağı olarak, trelkovski isimli ibne kafayı yiyip kendini öldürüyor.

    ---
    spoiler ---


    (ombus - 14 Şubat 2013 00:32)

  • comment image

    roman polanski'nin apartman üçlemesinin son filmi. 1976 cannes film festivalinde altın palmiyeye aday gösterildi ama ödülü travis bickle'a kaptırdı. stella'nın trelkovsky'i yatağa attığı sırada şöyle bir diyalog daha doğrusu monolog vuku bulur.

    ---spoilerımsı---

    - söyle bakalım, bir kişi hangi noktada olduğunu sandığı kişi olmayı bırakır?

    stella: bilirsin, karmaşık sorulardan hoşlanmam.

    - diyelim kolumu kestin. şöyle derim, 'ben ve kolum.' öteki kolumu da kestin. şöyle derim, 'ben ve iki kolum.' diyelim midemi söküp çıkardın, böbreklerimi, diyelim ki mümkün bu... şöyle derim, 'ben ve iç organlarım.' anlıyor musun? ve şimdi de, kafamı kestin... 'ben ve kafam' mı derim yoksa 'ben ve vücudum' mu? kafamın kendine ben demeye ne hakkı var?

    stella: ...

    ---spoilerımsı---


    (ihmenev - 22 Şubat 2013 13:17)

  • comment image

    - polonya gocmeni yahudi'dir trelkovksy. film boyunca etrafta david'in yildizlarini goruruz.
    - kendi hayatinin oyuncusu degildir trelkovsky. garsondan martini ister brandy gelir; kahve ister, sicak cikolata gelir-- hayir diyemez.
    - kendine uzaktan bakabilen bir insandir trelkovsky. yalniz, otel odasinda yataginin ustunde oturup dusunebilen bir insandir trelkovsky; ve ayni zamanda intihar etmek icun silah almaya calisirken dayak yemek uzere olan bir insandir.
    - hrundi bakshi'nin fransa gormusudur trelkovsky.
    - polanski'nin sizofreniyi, kimliksizligi, kisiliksizligi yuceltmesidir bu film.

    amen


    (hemingway - 10 Ekim 2003 10:52)

  • comment image

    polanski'nin özyaşamöyküsel filmlerinden. modern şehirdeki yabancılaşma ve yabancı düşmanlığı, iletişimsizlik, yalnızlık, bastırılmış eşcinsellik gibi elzem temaları korku filmi, kara film, thriller üçgeninde betimleyen önemli bir yapıttır.

    cannes'da ilk gösterildiğinde eleştirmenler tarafından abartılı bulunduğu söylenir. bununla birlikte, birkaç kez izlendiğinde değişik yan-temalar keşfedilebilir. şurada film üzerine sağlam bir yazı mevcut; elbette meraklıları için.


    (hanging rock - 24 Ekim 2013 21:08)

  • comment image

    şimdiye kadar hiç bu kadar kafkaesk bi şey izlememiştim.

    ancak şöyle bi pragraf açayım;filmin psikanalatik bi okuması da yapılabilir pekela.filmde kahramanın yaşadığı her şey bi sanrı olabilir.bu anlamda karakter paranoyak şizofrendir.freud paranoyanın esas sebebinin bastırılmış eşcinsel arzu olduğunu söyler metinlerinde.o halde apartmandaki komşuların aşırı kastre edici davranışları aslında kahramanın düşlemlerinden başka bir şey değil.bu düşlemler kahramanın arzusunu açığa çıkarmaya yardımcı oluyor.zira ölüm/intihar düşlemleri ne kadar yıkıcı olsa da trelkovsky kadın kılığına giriyor.üstelik bunu da kendimi korumak için yapıyorum diyerek olayı rasyonalize ediyor.komşuların hepsinin üstbenliği temsil ettiğini söylememe gerek yok sanırım.

    ben filmin bu okumasını sevmedim,zaten sinemada insanın patalojisini psikanalatik göndermeler yaparak anlatan filmleri kısır bulurum.film/oyuncular ne kadar başarılı olursa olsun.(la pianiste,we need to talk about kevin vs.)

    diğer yandan filmi izlediğimde aklıma kafka'nın dava kitabı geldi.burda da apartman bir yer olmaktan ziyade bi olgu olarak karşımıza çıkıyor.kahraman aynen kafka'nın karakterleri gibi çaresiz.apartmandaki komşuları aşırı irrasyonel davranıyorlar.kahraman affallıyor,ne yapacağını bilemiyor.apartmandaki tiplerin her biri dehümanize tipler,yaşadıkları evren sanki gerçek değil,kurallara sıkı sıkıya bağlılar,aynı zamanda oldukca saldırgan tipler.her birinin şiddet eylemine tanık oluyoruz nerdeyse;kimisi sürekli adamı evden kovmakla tehdit ediyor,kimisi zorla imza almaya çalışıyor,kimisi kapıların önüne sıçıyor.kahraman bu katı evrende küçüldükce küçülüyor.çaresizleştikce çaresizleşiyor.aynı kafka'nın kahramanları gibi.

    filmi buraya bağlarsak eğer modernizmin örtük faşizmi içinde insanın yalnızlaşmasını,çaresizleşmesini izliyor olabiliriz.ha tam da şimdi aklıma adamın soyguna ugradıktan sonra ev sahibi tarafından polise gitmesinin engellenmesi geldi.yasayı(paradigmayı) bozacak herşey yok sayılır.tıpkı modernizmde olduğu gibi.

    apartman üçlemesinin en güzeli.


    (canimceviz - 25 Kasım 2013 20:15)

  • comment image

    roland topor hayranlığıma ekmek banan filmdir.

    dostlar güzelinden açıklamış, irdelemişler. ancak benim kafama takılan ve hayranlığımı sağlayan en önemli gösterge, ölemeyen bir intihar teşebbüsçüsünün, tekrar atlamak için binbir zahmet çekerek yukarı kadar çıkması.

    muazzamdır. darısı başımıza.


    (hobiligirtlak - 4 Aralık 2013 02:41)

  • comment image

    ozellikle o sinir bozucu, her calmaya basladiginda "aha yine basladi" dedirten fakat ilginc bi sekilde huzur veren muzigiyle, harika bi film. izledigim en iyi 10 filmden biri. ancak sirrini cozmek pek zor degil:

    --- spoiler ---

    basroldeki karakterin evi kiralayip hastaneye gidene kadar yasadiklari gercek, geri kalani hastanede ciglik atan kisinin, kamera agzina zoom yaptiktan hemen sonrasindan itibaren kurdugu hayallerdir. yada yasadiklarinin ozeti de olabilir ama ben ayni dairede iki intihar oldugunu dusunmuyorum.

    ---
    spoiler ---


    (reinne - 21 Temmuz 2014 01:10)

  • comment image

    daha internetin bize gelmediği, yani öyle her filme kolayca ulaşılamayan yıllarda sinema dergisinin yaptığı bir ankette sinema yazarlarının en çok izlemek istediği filmler arasında 1. sırada yer alan filmdir. herkes o dönem bu filmi merak ediyordu. öyle zannediyorum ki vhs baskısı bizde çıkmayan bir filmdi. şimdi o yazarlar mutlaka izlemişlerdir filmi, beklenildiğine değmiş midir hep merak ederim. ayrıca bana göre apartman üçlemesinin en iyi ikinci filmidir repulsion'dan sonra.


    (parliament night blu ray - 21 Temmuz 2014 01:15)

  • comment image

    filmin ilk bölümünde trelkovsky daireyi kiralarken verilen "tuvalet koridorun sonunda" bilgisi, filmin başında gösterilen silah klişesi misali, gayet manidardır. zira trelkovsky ancak filmin sonunda tuvalete gider ve anlarız ki, gördüğü tüm halüsinasyonlar ve yaşadığı panik ataklar kakasını tutmasından ileri gelmektedir. sevgili polanski, "her sabah tuvaletinize gidiniz kakanızı yapınız" gibi anarşist bir alt metin yerleştirmiştir filmine... ama dikkatli gözlerden kaçar mı, kaçmaz !


    (neen - 30 Ağustos 2004 14:25)

  • comment image

    roman polanski filmden pek memnun kalmamistir. haklidir. basyapittir masyapittir ama, malesef dramaturjisi pek saglam olmayip, sonu basindan anlasilan türden bir filmdir. buna karsilik polanski'nin bir yönetmen olarak ustaliginin doruguna ulastigi filmlerdendir. tereyagindan kil cekermiscesine yönetilmis bir hali vardir filmin. o derece kendinden emin, rahat bir ritmle ilerler.


    (caponsever - 4 Ekim 2004 14:58)

  • comment image

    "yabanci misiniz?"
    "evet. ama fransız vatandaşıyım..."

    yabancı olmak, yabancı hissetmek, dışlanmak bu filmin alt metninde bir gölge gibi gezinir. izleyicinin kendi hayalgücünün açık büfesinden tıkındığı oranda etkisi artan ve haklı olarak serbetçe çekilmiş etkileyici bir deneyimdir. cüretkar bir kafka yorumu olarak da görülebilir.


    (enis zenci - 16 Ekim 2004 22:35)

  • comment image

    kişilik bölünmesi içerisinde kendine kimlik arayan bir adamın, korku filmlerindeki kadınlara dönüşerek aradığını bulacağını sanan şizofren komşumuzun apartman boşluğuna düşen topuklu ayakkabısının, mumyalaşan zihninin öyküsü.


    (anahita - 15 Mayıs 2005 23:51)

  • comment image

    trelkovsky'yi polanski oynamıştır ve muhteşem bir performans çıkarmıştır. film paranoya sınırlarını zorlayan, david lynchvari bir yapıda keyifle izlenen en iyi polanski filmlerindendir


    (blonderedhead - 13 Haziran 2005 17:45)

  • comment image

    sahici bir psikolojik gerilim..film boyunca sonunda neler olacağına dair bir dizi tahminde bulunuyor ve bakıyorsunuz ki tahminlerinizin tümü saçmalık..gece izlemişseniz ve film bittikten sonra yatmışsanız o gecenin sabahını bulmak pek de kolay değil.başınızı yastığa koyup düşünüyorsunuz ve bir de bakmışsınız tahminleriniz tümüyle anlamlı..


    (mulkiyeli - 24 Aralık 2005 01:51)

  • comment image

    zannımca filmde 3 tane absürd sahne vardır, şöyle:

    -adamımız trelkovsky, sinemaya götürdüğü ablayla yiyişmektedir. tam kendilerinden geçmek üzerelerken arkadan bir adam dik dik onlara bakmaktadır. bunda komik bir şey yoktur ancak oynayan film, bruce lee'nin filmidir. açık söyleyim aklıma travis bickle gelmedi değil.

    -bir diğeri evden kaçıp parkta otururken, ayağa kalkıp havuzdaki kayığı için ağlayan velede bir tane tokat şaklatıp kaçışıdır.

    -sonuncusu da pencereden ilk atlayışında hâlâ hayatta kaldığını görüp tekrar atlayıvermesidir.

    benim daha çok dikkatimi çeken noktalar, bir adamın adım adım nasıl sıyırttığının anlatılmasıydı. ikinci olarak da filmin sonlarına doğru artan fantastik ögeler ve baştan beri içine çeken renkler.

    ayrıca dallama fransızlar tabirine bir kez daha saygı duymamı sağlamıştır. zira komşuluk ve insan ilişkileri kavramlarına dair küçük ipuçları da var.

    filmin sonuna yaklaştıkça ''hadi artık ya, nasıl bitirecek acaba sonunu vs.'' diyorsunuz ama birden bitiveriyor işte. sonra kafanızda filmin başından başlayarak sonuna kadar gelişen olay halkalarını tekrar gözden geçiriyor ve ''acaba o evi hiç mi kiralamadı? yoksa ölen kadının*zihninden mi anlatıldı acaba kadının nasıl hastanelik olduğu vs.'' gibi senaryolar kuruyorsunuz.

    en nihayetinde polanski filmidir. izlemek, görmek lazımdır.


    (haggi bulut - 22 Şubat 2006 12:16)

Yorum Kaynak Link : le locataire