Süre                : 1 Saat 20 dakika
Çıkış Tarihi     : 20 Eylül 1962 Perşembe, Yapım Yılı : 1962
Türü                : Drama
Taglar             : fuhuş,Fransız yeni dalgası,Aşk felsefesi,Çatışmada
Ülke                : Fransa
Yapımcı          :  Les Films de la Pléiade , Pathé Consortium Cinéma
Yönetmen       : Jean-Luc Godard (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Marcel Sacotte (IMDB),Jean-Luc Godard (IMDB)(ekşi),Jean-Luc Godard (IMDB)(ekşi),Marcel Sacotte (IMDB)
Oyuncular      : Anna Karina (IMDB)(ekşi), Monique Messine (IMDB)(ekşi), Jean-Luc Godard (IMDB)(ekşi)

Vivre sa vie: Film en douze tableaux ' Filminin Konusu :
Nana aklı bir karış havada talihsiz bir genç kızdır. Henüz daha 22 yaşında olmasına rağmen evli, çocuklu üstelik bir de aktrist olma hayalleriyle evi terketmeyi aklına koymuştur. Evliliğini de çocuğunu da geride bırakıp yaşadığı saçmasapan olaylar neticesinde aktrist olma hevesi yerine kendini birdenbire fahişelik yaparken bulmuştur. İşler güzel Nana için pek yolunda gitmemektedir.. Yeni hayatında karanlık ve zorlu anlar artık genç kızın kabusu olacaktır. Nana’nın hayatını 12 evreye bölerek anlatan ve her bölümde belirlediği temalar üzerinden giden Godard, bazı hikayelerle yer yer belgesel türüne de yaklaşıyor.

Ödüller      :

Venedik Film Festivali:Pasinetti Award-Competition, Special Jury Prize


  • "ne kadar çok konuşursak, kelimeler de anlamlarını o kadar yitiriyor."
  • "açıkçası izlediğimde godard'dan bu kadar acıklı bi film çıkmasına şaşırmıştım bi miktar. a bout de souffle ile birlikte godard'ın en iyi filmidir bence."
  • "fr. hayatını yaşamak"
  • "o vurucu muzigini michel legrandin yaptigi film."
  • "anna karina'yı olabilecek en hüzünlü halleriyle görebileceğimiz godard filmi. une femme est une femme'ın, karamsarlığın dibine vurmuş hali."




Facebook Yorumları
  • comment image

    godard'ın "kadrajın içindekine değil,dışındakine yoğunlaş" mottosu bir elde,diğer elde güzel montaigne vecizelerini yakalayıp yazmak için bir not defteri ile seyredilmelidir.bir insan "şu an gülümseyemeyeceğim,çünkü hiç mi hiç içimden gelmiyor"u gözleriyle nasıl bu kadar naif ve açık bir şekilde anlatır anna karina'dan öğrenilir.o uzun sekanslara dalmanın tek sebebinin anna'nın güzel yüzü olduğu anlaşılır.


    (anjelic - 30 Aralık 2006 13:56)

  • comment image

    filmde nana seneler sonra görüdüğü kendisi gibi orospu olmuş arkadaşıyla bir diyaloğu şu sözlerle noktalar:

    "bence yaptığımız her şeyden biz sorumluyuz, elimi kaldırıyorum ben sorumluyum, başımı çeviriyorum, mutsuzum ben sorumluyum, sigara içiyorum ben sorumluyum, gözlerimi kapatıyorum ben sorumluyum, sorumlu olduğumu unutuyorum ama öyleyim, kaçışı yok bunun, herşey güzel bence, sadece olayların ilginç yanlarını görmelisin, sonuçta her şey neyse odur, mesaj mesajdır, tabak tabaktır, adam adam, hayatsa yine hayat..."


    (caneeeeeeeeeer - 26 Ocak 2008 20:54)

  • comment image

    --- spoiler ---

    bölüm -12- encore le jeune homme - le portrait ovale - raoul revent nana - oval portre | nana'nın para karşılığında kadın tacirlerine takas edilmek için götürüldüğü sahnenin bir öncesinde, sevgilisi sırtını duvara yaslamış bir şekilde ona kitaptan şiirler okumaktadır. sevgilisinin elinde tuttuğu kitap ( edgar allan poe'ye ait oeuvres completes ( toplu eserlerin) charles baudelaire çevirisidir. nana kafasını beyaz duvara dayar kulaklarında yankılanan şiirin etkisiyle filmin başından sonuna değin takındığı ifadeler içinde belki de en düşünceli ve hüzürlü olanına bürünür. kamera nana'yı gösterirken, küçük odacığın içerisinde poe şiirleri yankılanmaktadır: yalnızca baş ve omuzlardan ibaret bir portre. gövde, kollar ve hatta o parlak saçların uç kısımları bile arka planı oluşturan derin karanlığın gölgesinde eriyip gitmiştir artık. sanatsal anlamda belki de hiçbir şey bu portre kadar takdire şayan olamaz. ancak beni bu kadar etkileyen şey, ne eserin yapılış tarzı, ne de o çehrenin sonsuz güzelliğiydi. portrenin büyüsünü, sanki gerçekmiş izlenimi veren ifadesinde bulmuştum. jean luc gorard, vivre sa vie'de anna karina'ya kendi hayatlarından bir kuple oynatmıştır orada. izleyen, yüzünün jiletle parampinçik ediliğini hisseder.

    ---
    spoiler ---


    (thelepermessiah - 23 Mart 2009 23:36)

  • comment image

    godard'ın burjuva döneminde çevirdiği filmler, siyasal film olarak, son dönemde yaptıklarından çok daha başarılıdır. benzersiz yapılarıyla cinsellik sorununu araştıran le mepris (nefret) ile vivre sa vie (hayatını yaşa) yetkin yapıtlardır. düşüncelerinden ciddi ve etkili bir biçimde söz etmek için, godard yeni bir film dili yaratır: düşüncelerin karmaşıklığının üstesinden gelecek bir roman anlatımı. godard, görüntü ile sesi bir araya getirmenin devrimci yollarını şu an ararken, önceki yapıtlarının estetiğini yeniden değerlendirmelidir belki de. öte yandan, cinsellik sorununun açık bir biçimde siyasal deyimlerle anlatıldığı, öykü/olay örgüsüne ya da şiire kaçışların görülmediği see you at mao (siyasal döneminin en iyi filmi) için vivre sa vie ile le mepris (deux ou trois choses que je sais d’elle’i görmedim) aslında gerekli aşamalardı. bu eleştirinin büyük bir bölümü, onun düşüncelerini etkili bir biçimde gösteren yapıda yoğunlaşacaktır: her şeyi göze alarak politik filmlerindeki estetiği görmezlikten geliyoruz.

    vivre sa vie bir kadını incelemek için fahişeliği eğretileme olarak kullanan bir film. uygun bir eğretileme bu, çünkü her kadın dolaylı ya da dolaysız olarak bir fahişedir. film nana'nın yaşamının nesnel durumunu göstermeye başladığında hayatını yaşa adındaki ince alay ortaya çıkar: ona özgürlük yanılsaması sunan toplum onu sistematik olarak soyar da. nana klein'ın son günlerinin öyküsü on iki bölümde anlatılır. film, onun paul ile evliliğinin sona ermesiyle başlar: i. oluntu “nana ile paul. nana ayrılmak istiyor.” oluntuların tümünün başlangıçı aslında nana'nın sonudur: xii. oluntudaki öldürücü silah atışıyla doruğa ulaşan bir dizi ölüm. paul sevecen değildir, nana'ya borç vermez, alamadıklarının karşılığını ödemeyecektir. nana'nın ev sahibi, kirasını ödemediğinden ona evin anahtarını vermez. nana sahte bir aracının yardımıyla sinemaya girmeye çabalar. derken 1000 frankı iç etmekten tutuklanır. sokaklarda tek başına gezinen, umutsuz ve başıboş nana fahişe gibi görünür ve uygunsuz bir teklif alır. daha sonra onu profesyonel fahişelik için ayartan muhabbet tellalı raoul’u tanır. raoul, kendi malı olduğu için, onu “korur”. ona çocuk ve nesne gibi davranır. erkek arkadaşıyla konuşurken, konuşmaya katılmak isteyen nana'ya düşman kesilir. cezalandırılmasını önlemek ve nana'yı yatıştırmak için raoul’un arkadaşı soytarılık yapar. daha sonra nana kendisine iyi davranan luigi’ye âşık olur. luigi ile ilişkisinden dolayı raoul'u ve fahişeliği bırakmada özgür olduğunu sanır. oysa raoul onu kadın satan başka bir başka bir örgütüne satar. değiş tokuş hedefe ulaşmaz ve nana karşılıklı ateş sırasında kazayla öldürülür: işte erkeğe özgü işlerin bahanesi ve kurbanı olarak kadın.

    çoğu kez film nana'nın bireysel durumundan genelde kadının durumuna geçer. bir oluntuda nana 'cafe'de yvette'le karşılaşır. yvette kocasının sinemadan para kazanmak için onu birkaç çocukla bırakıp gidişinin öyküsünü anlatır. bunun için fahişeliğe zorlanmıştır. bu sahnede karşıtlık bitişik masadaki çiftle kurulmuştur (otomatik plak çalıcıdan yayılan şarkı bitişik masadaki çiftin aşkına eklemlenir): romantik aşkla alay. ii. oluntu’da nana, dreyer'in kadın olduğu için yakılan jeanne d'arc'ını izlerken ağlar. yengi kazanmış orduyu yöneten kadın büyücüdür ve şeytanın öğrencisidir. savaş kazanan erkek kahramandır, yurtseverdir. (jeanne d'arc'ı oynayan falconetti'nin sonu brezilya'da fahişelik oldu.) nana adı kuşkusuz renoir'ın nana'sını da anımsatır, erkekleri elinde oynatan kusursuz ve güzel kadın, ama erkekler de [oynatılmanın] karşılığı olarak onun parasını ve statüsünü kendi denetimlerine alırlar ve onu eli kolu bağlı bırakıverirler. bundan dolayı filmin “mantığı” onun frengiden ölmesini gerektirir.

    filmde nana'nin kişisel yaşamından daha geniş bir görüş açısına geçilmesine başka bir örnek de paris'te fahişeliği yöneten yasa ve kurallardan, işin tehlikelerinden söz eden viii. oluntu’nun televizyon belgeseline benzeyen biçemidir. bu oluntuda fahişeliğin otel odaları ve yaya kaldırımlarındaki olagelişini gösteren bir dizi kısa çekim vardır. pek çok çekim cinsel birleşme karşılığında elden ele geçen parayı gösterir. “cinema-verite” biçemine dönüş ahlak sorununu geniş açıdan görmemizi sağlar. fahişeliğin ortadan kalkması için, düzenin tümüyle değişmesi ve kadınlara kendilerini gerçekleştirebilmeleri için siyasal ve ekonomik güçün verilmesi gereklidir. yoksa fahişelik erkeğin egemenliğini pekiştirdiğinden ve kadınların işsizlik sorununa çözüm getirdiğinden sorun süresiz olarak ertelenecektir.

    konunun karmaşıklığına gelince, filmin yapısı ve godard'ın biçemi nana ve fahişeliği anlamamızı sağlar. godard anlıksal ve duygusal katılımı sağlamak için özgül estetik düşünceleri işe koşar, örneğin, filmi, her biri gelecek sahne ya da eylemi betimleyen kısa önsözlü on iki bölüme ayırarak, brecht tarzı parçalı anlatı biçiminden yararlanır. oluntuların başında ve sonunda aynı ezgi duyulur. bu temel ve açık yapıdaki, izleyiciyi sarsan birleştirmelere ve kesintili olay örgüsüne karşın godard izleyiciyi aynı anda [filmden] uzaklaştırır ve [filme] yaklaştırır. ikinci olarak şu söylenebilir: nana'nin öyküsünün anlatımında kullanılan geniş zamanla yaşantı ve olaylar şimdi’de gerçekleşen olgulara dönüştürülür. vivre sa vie olup biteni anlatır, neyin neden olduğunu değil. filmde açığa vurulmuş nedenlerin ya da neden-sonuç ilişkilerinin olmaması gereklidir, çünkü ruhbilime dalmak geçmiş, şimdi ve geleceğe de dalmaya yol açabilir. paul ile nana'nın ilişkisinde daha önce ne olduğu anlatılmaz bize, yalnızca ilk sahnede ayrılığa tanık oluruz. nana'nın neden fahişe olmayı seçtiğini de bilemeyiz. bize yalnızca raoul'un önerisini kabul ettiği gösterilir ve anlatılır. üçüncü olarak, vivre sa vie'de heyecan verici ucuz filmlerin görünümü, nedenselliği, duygusal gizilgücü ve popüler sansasyon dergilerinin cinsel göz alıcılığı da vardır. böylece yönetmen popüler izleyiciyi yitirmeden soyutlama yapabilir. sonuç olarak, vivre sa vie, bir fahişe, fahişelik, sokakta makineli tüfek atışı, aşk ve cinayet üzerine bir filmdir: sonul olarak, kadın olmanın trajedisi üzerine bir filmdir.

    filmin izleyicinin ilgisini sürekli olarak yüksek tutmasının başka bir nedeni de röntgenciliğe izin vermesidir. genellikle filmlerdeki özel sahneler izleyicinin içeri girmesine izin verirler. ama vivre sa vie'deki özel sahneler izleyiciye röntgencinin heyecanını tattıracak biçimde düzenlenmiştir. örneğin, filmin ilk sahnesinde paul ile nana bize arkalarını dönerler, özel sorunlarını konuşurlar. bu davranışlarıyla bizi içeri almazlar ama konuşulanları duyarız. başka bir sahnede nana'nın bir genelev mamasına yazdığı mektubu okumamıza ve işitmemize izin verilir. beşinci oluntuda, 'cafe'de nana'nın kız arkadaşı yvette’in özel yaşamı üzerine her şeyi duyarız. daha sonra ilk kez bir otel odasında [bir müşteriyi kabul ettiğinde] nana’nın özenle perdeleri kapadığına ve daha sonraki sahnelerin birinde erkek başka bir fahişeyle birlikteyken nana'nın onlara arkasını döndüğüne tanık oluruz.

    filmde göz önüne alınmaya değer iki temel gereç vardır. imgelemin güçlü katılımı için aralık ya da boşluk yaratan söz ve eylem. bu olgu, aynı anda uzaklaşma ve katılım aykırılığına yol açacak yabancılaşma öğelerini içerir. böylece, film aracının plastikliğini, değişik yöntemlerle araştıran ve serip sergileyen godard, sözsel ve görsel algı arasındaki tutucu ve yanıltıcı ayrımı dışlar. görsel arı sinema adına görülen ya da işitilen sözcükleri dışlayan safkan sinemacılar, görsel ya da işitsel anıştırma olarak sözcüklerde bulunan başka gerçek duyarlılıkları da dışlıyorlar. bütünsel sinema olası tüm yeti ve duyarlıklara davetiye çıkarmalıdır. çizgisel görüntülerde olduğu kadar, resimsel görselin yanındaki işitsel anıştırmalarda da imgelemin duyarlılığı ve gücü gerçekleştirilmelidir. godard sözcük ile eylem, işitilen ile görülen arasında boşluk bırakarak, çekimleri dilediğince düzenleyerek ya da durağan çekimler kullanarak, imgelemin katılımını sağlar. godard'ın estetiği tamamlanmamışın ve rahatsızlığın estetiğidir.

    ilk, çekim bizi hemen yabancılaştırır, paul ile nana'nın arkaları [izleyiciye] dönüktür. sıkıntılı bir bar sahnesidir bu. yüzlerinin aynadaki bulanık yansılarını görürüz, barmen sürekli olarak gidip gelir, paul ile nana'nın konuşmaları belirsizdir. ama ilişkilerinin olanaksızlığına ilişkin yeterli bilgi verilir. bölük pörçük konuşmalar bizde merak uyandırır ve olayın geçtiği ortam filme tutunmamızı engelleyecek kadar rahatsızlık yaratır. başka bir sahne nana'yı polis sorgusu sırasında önden gösterir. kadının nana klein olduğunu, 22 yaşında, vb. olduğunu öğrenmemize, tutuklanmasına yol açan öyküyü işitmemize karşın, nana’yı sorguya çekeni göremeyiz, önden durağan çekim onu polis kayıtları için çekilen fotoğraflar gibi çerçeveler; ama duyduklarımıza dayanarak, bir kitapçıda 1000 frankı çalmaya kalkışmasını görsel olarak kurabiliriz. onun “başka birisi olmak isterdim” dediğine tanık oluruz, önden durağan çekim bu bir tek cümlenin tüm duygusunu tamamlamamızı sağlar. o anda ölmek isteyen nana klein ile empati kurarız.

    sontag, godard'ın erotik olmayan aşk sahnelerine, dili eyleme ne denli yeğ tuttuğuna değiniyor. ama onun söylediğinin tam tersi “az daha çoktur” ilkesi ve anıştırma gücü filmde etkili bir biçimde uygulanır. ben onun aşk şahnelerini erotik buluyorum. erotik anıştırma müşterisi için nana'nin başka bir fahişe bulduğu, çerçevenin dışından erkeğin alçak bir sesle öbür fahişeye “comme ça” derken nana'nin pencerenin önünde sigarayla oturduğu otel sahnesinde kendisini etkili bir biçimde gösterir. bu sahnedeki tutumluluk ve durgun eylem işitsel anıştırmayı artırır, öbür örnekler, ferdinand ile anna'nin sadece sözcükler yoluyla seviştiği pierrot le fou'nun (çılgın pierrot) otomobil sahnesinde; ya da iç çamaşırlı bir kadının, yaşadığı bir orjiyi anlattığı weekend’de (hafta sonu) bulunur.

    oval portre sahnesinde, iki kişi arasındaki konuşma altyazıya indirgendiğinde daha da azaltılmış olur; kitabı ağzının önünde tutan luigi'nin okuduğunu sandığımız, aslında godard'ın okuduğu metin duyulduğunda da aynı durum söz konusudur. nana'nın yaşamında önemli olan bu sahne (burada nana, luigi için fahişeliği bırakmaya karar verir) aralarında tek söz söylenmeden gerçekleştirilir. çok aykırı bir şey ama en alt düzeydeki bedensel etkileşim izleyici katılımını arttırır. alt yazının bir yenilik olarak doğal sesin yerini alması bu olgunun ilk nedenidir. ikinci nedense eylemleri tamamlamaya zorlanmamızdır.

    her yönüyle gelenek dışı ve deneyci olmasına karşın vivre sa vie'nin yapısı biçimseldir. tabloyu andıran on iki oluntu isa'nın çarmıha götürülürken yolda yaptığı on iki duraksamayı andırır. çerçeveleme nanaryı, tablonun isa’nın görüntüsünü hapsetmesi gibi, hapseder. her tablo o anda görsel olarak tanık olduğumuzu sözlerle de anlatır. gelişim çizgisi, nana'nın kaçınılmaz sona varmadan önce geçirdiği evreleri gösterir. bu gelişim ile birliğin çeşitli öğeleri biçimsel yapıya katkıda bulunur. bir kez klasiklere pek çok gönderme vardır. filmin montaigne’den alıntı ile başlar, daha sonra poe'dan bir metin alınır, nana adı renoir'ın sessiz filmi nana'ya gönderme yapar, filmin içinde izlenen film dreyer'in jeanne d'arc’ından alınan bir bölümdür. sonra filmde geleneksel birlik kuralına uygun olan hazırlayıcı sahneler vardır, örneğin ilk oluntuda, paul nana'ya tavuğun öyküsünü anlatır: “tavuğun bir içi bir de dışı var. dışını kaldırdığında içini bulursun. içini kaldırdığında ruhunu bulursun.” nana'nın portresi açıldıkça daha sonraki oluntular bu öncül anlatımın kanıtı olurlar. rastlantıyla başlayan fahişelik beşinci oluntuda profesyonel bir uğraşa dönüşür. yine beşinci oluntuda raoul’u güç durumda bırakan makineli tüfek atışı, diğer hazırlayıcı sahneler gibi nedensiz görünse de, o denli nedensiz değildir, çünkü bu sahne son oluntuda nana’nın raoul tarafından vurulacağını sezdirmek için vardır.

    son oluntu “yeniden genç adam…oval portre”, poe'nun bir öyküsünü anlatır: bir ressam karısının güzelliğini tuvalde ele geçirirken kadın ölür. luigi öyküyü okurken, nana onun sözcükleriyle ve uzun bir yakın çekimle tuzağa düşürülür. yerleştirme ya da çerçeveleme bir tablodaki gibidir. nana, anna karina3 gibi, yitirmek üzere olduğu bir savaşla karşı karşıyadır. ressam sanatı için karısını kurban ederken, onu kurutana dek emen vampirdir de. ideal güzellik kavramıyla sanatçı kadını idealize ederken aslında kendisini aklıyor. ama sonuç olarak erkek kendi zaferi ve fantezilerinin doyumu için sanat yapıtını yaratır. yaşayan bir kadın soyut “büyük sanat” için kurban edilir ve ona bu olayı çok yüce bir onur olarak kabul etmesi öğretilir. bu, sanat yapıtının kurbanın kanı olmadan aşkın olamayacağına ilişkin romantik bir mittir.

    sontag, son oluntunun filmin yapı ve birliği konusunda büyük bir kusur olduğunu söylüyor. yönetmen olarak ve anna karina'nın kocası olarak godard'ın kendi filmine girmesi sontag'a göre “kendi öyküsüyle alay etmesi”dir. sontag'ın “kişisel bir sinir zayıflığı” olarak bulduğunu ben katmerli bir dayanıklılık olarak görüyorum. filmin benzersiz yapısı değişik değerlendirmelere yol açıyor. “oval portre” öyküsünü godard'ın okuması filmin birliğini bozmuyor. bir kez, luigi'nin sesini hiç duymayız. onun sesi godard’ınkine pek de güzel benzeyebilir luigi kitabı sürekli olarak ağzının önünde tutar ve bu sahnede hiç kimse konuşmaz. konuşmalar altyazılarla verilir. luigi godard'ı temsil edebilir, godard nana'yla değil, karısı anna'yla konuşuyor olabilir. bu düşünceler yersiz, çünkü her şey bağlam içinde. luigi'-nin poe'nun öyküsünü seçmesi onun sanat yaklaşımına uygun. bu seçim son sahnede nana 'nın öleceğini de sezdirmeyi üstleniyor. nana'nın luigi ile karşılaşıp onu sevmesi filmdeki öbür olaylar gibi nedensizdir, godard'ın eşiyle konuşması da onun kişisel sorunudur. godard'in sesini hiç duymamış izleyici için süreklilik ve birliğin bozulması söz konusu değildir. sadece, onun sesini tanıyanlar ve anna karina'yla ilişkisini bilenler için ek bir değerlendirme söz konusu olabilir. karısının resmini yapan bir ressam başarılı bir yapıtın tadından izleyiciyi yoksun bırakmaz. tek bir kadın iki işlevi de gerçekleştirmek için işe yarayabilir.

    sontag “kendisini sadece fahişe olarak doğrulayan bir nana'yı görüyoruz” derken sınırlı bir yorum getiriyor. sontag bu görüşüyle çelişen yapıya hiç saygı göstermiyor. kendilerini cinsel nesne olarak kabul etmeye koşullanan, buna göre davranan kadınlar için fahişeliği açıkça yapmak mantıksal bir sonuçtur. sontag “fahişe” sözcüğünü eğretileme olarak kullanmadıkça bu görüş nana için geçerli olamaz. filmde nana o an için kötü durumuna çözüm getirecek herhangi bir şeyde kendini doğrulayabilecek bir kişi olarak gösterilir. nana, yvette’e kişinin yaptığı her şeyden sorumlu olduğunu, olaylar onu köşeye sıkıştırdığında mekanik olarak ansızın söyler. konuşması yaşamsal bir yalanla koşutluk kurar: koşulların sınırlılıklarını anlamaksızın, bu koşullarda özgürlük yanılsaması olduğunu sanmak. çoğu kez koşullar nana'yı seçer. nana kuşkusuz varlıksal seçimler yapar ve içine düştüğü tuzağın düzeyinden sorumludur. ama onun “özgürlük” dediği şey aslında kapitalist/seksist temel yapı’nın yarattığı çift engel bağlamında anlamlandırılmalıdır. filmde yapının gereği olarak nana'nın daha iyi bir yaşam umuduyla paul'u bir daha dönmemek üzere bırakmaya karar verdiğini görürüz. daha sonra, onu sinemaya sokabilecek fotoğrafçı/basın mensubu ile tanışır. bu girişimi başarabilseydi fahişe değil, sinema oyuncusu olacaktı. onun yönünü belirleyen öbür örnekler görevlinin evine girmesini engellemesi, tutuklanması, rastlantıyla uygunsuz bir teklif alması ve para sıkıntısı çektiği sırada raoul'la karşılaşmasıdır. ayrıca, luigi'ye âşık olup raoul'u ve fahişeliği bırakmaya karar verdiğinde satılır ve aynı gün rastlantıyla vurulur. başarılı olabilseydi kendisini fahişelikle değil, luigi'yle var edecekti.

    godard, görsel ve duygusal estetiğin harcayarak, aşırı yazınsal olduğu için sert bir biçimde saldırıya uğradı. ne denli soyut görünse de vivre sa vie duygusal bir filmdir. godard tutucu uzlaşımları ve deneyleri eldeki olanaklarla altüst eder. tek bir yapıtta çok sayıda değişikliği popüler izleyiciye kabul ettirmek oldukça güçtür. (değişiklik sözcüğünü kullandım, çünkü filmi çözümlerken insan geleneksel ya da biçimsel yapının tümden yadsındığını söyleyemiyor, daha çok bu yapıların romandaki gibi kullanıldığını söyleyebiliyor.) godard'ın türleri karıştırması özde uygunsuz ya da biçimsiz görünse de, tüm öğelerin benzersiz uyumunu ve plastikliğini gerçekleştiriyor. godard, sinemayı genişletti. bunu değişik düşünceleri film aracının kurallara uygun olanakları kılarak gerçekleştirdi. ama yapısı ne denli başarılı olursa olsun filmin anlamlı bir içeriği olmazsa, yapı tek başına büyük bir film yaratamaz. vivre sa vie, erkeklerin, paranın, aşksız seksin ve şiddetin belirlediği bir dünyada kadının süregelen çıkmazının göz alıcı ve cana yakın bir incelemesidir.

    kaynak: (siew hwa beh, «vivre sa vie», bill nichols, ed., movies and methods : an anthology, berkeley : university of california press, 1976) (çeviren: seçil büker)


    (thelepermessiah - 25 Mart 2009 14:19)

  • comment image

    --- spoiler ---

    klasik anlatımda bile son derece vurucu olabilecek bir konuyu (genç ve güzel kadın sinema yıldızı olma hayaliyle kocasını ve çocuğunu terk eder, işler umduğu gibi gitmeyince kötü yola düşer, sonunda aşkı bulduğunda ise hayatını kaybeder) godard öyle beşbenzemez anlatımlarla önümüze koyar ki, apışıp kalırız afedersiniz.

    godard'ın tüm insanlığın yedi sülalesine yetecek özgünlükteki bakış açısıdır bu filmi başyapıt rütbesine çıkartan. kadının kendi isteğiyle meta haline gelmesi varoluşçu bi trajedi olarak kendini gösterir. nana'nın 'elimi kaldırıyorum, sorumlusu benim.' repliğiyle kalkan el seyircinin yüzünde patlar.

    birbirine çoktan arkasını dönmüş iki kişinin ayrılık konuşmasını kameraya sırtları dönükken yapmaları, silah sesleriyle atlayan kamera, nana'nın 'gülümsemek için hiç havamda değilim' derken aniden gülümsemesi, her karede hayranlık ve merhamet uyandıran anna karina'nın yüzü... hepsi bu büyük dehanın biz fanilere sunduğu nimetlerdir, tüyleri diken diken eder, iyi ki sinema var yaaa rabbiiii! diye şükrettirir.

    ---
    spoiler ---


    (ruprect - 11 Nisan 2010 19:34)

  • comment image

    bu filmin son bölümünde sanırsam, ya da sondan bir önceki, çok da mühim değil, kadınımız yaşlı adamla derin sohbetlerdeyken bir an kafasını çevirir ve etrafa bakar. işte o gözler dönüp kameraya da bakınca kısa bir uzunlukta, bir garip hissetmemek elde değil. protagonistten ziyade godard'dır bu anı güzel yapan. anna karina'da kaymağıdır o anın diyelim.


    (lanet olsun jack - 16 Nisan 2010 09:01)

  • comment image

    12 bolumden olusan bir basyapit.
    nana (anna karina) 22 yasinda genc bir bayandir.hayali aktrist olmaktir.filmlere ilgi duyar,plakcida calisir,parayi sever ve herkes gibi ihtiyac duyar.
    ancak olaylar hayalindeki gibi gelismez.unlu bir aktrist olmak isteyen nana kendini kaldirimlarda bekleyen bir fahise olarak bulur..
    godard tarafindan mukemmel anlatilmis bir dramatik oykudur.
    aklimda nana nin kendi mutlulugunu sorguladigi bolumde (8.bolum yanilmiyorsam) muzik kutusuna koydugu sarki esligindeki dansiyla kazinmistir.
    filmin muhtesem muzikleri kesilerek birden yerini sessizlige birakmasiyla unludur.


    (mascara - 12 Mart 2003 22:38)

  • comment image

    az önce izledim. bir miktar biram vardı, gitarı az önce çalmıştım. gitar çalmak şu an eğlenceli bir şey değildi. ev arkadaşlarım da oyun oynuyordu. işte onlarla konuşmak eğlenceli olabilirdi tabi ama oyun oynadıkları için de konuşamazdım. cidden sıkıldığım için izledim, çünkü düşününce baya önce indirdiğim bir filmdi, baya bir süredir de izlemeyi ertelemiştim. sıkılmasam herhalde uzunca bir süre daha ertelerdim. bir sigara yaktım.

    ben godard fanı bir adam değilim, çok izlemedim. yani alphaville yi izlemiştim. izledikten sonra da "ne değişikmiş" diyebildim. aslında o da ayrı güzeldi gerçi ama yani, fransız yeni akımının nasıl bir şey olduğunu bilmek; ne bileyim mesela, görünce "işte bu fransız yeni akımı" diyebilecek bir adam olmam dışında çok bir etkisi olmadı diyebilirim alphavillie nin bende. fransız yeni akımına bir göz kırptım ve filmi izlemeye koyuldum. film on iki bölümden oluşuyor, her bölüm aynı kadının birbirini takip eden ayrı bir hikayesi. izledikçe hayatından kesitler görüyoruz. azaltmaya çalışırken bir miktar sigara içmişim, anna karina bu kadar güzel ve üzgün bakmasaydı daha az içebilirdim. cidden neden öyle bakıyor ?

    --- spoiler ---

    -nana
    + amca

    nana, barda oturmaktadır. çevresine bakar. yan masadaki yaşlı adama kendisine bir içki ısmarlamasını ister, ve masasına gider,

    -ilginç birdenbire söyleyeceklerimi unuttum, bu bana çok sık olur..
    ne söylemek istediğimi bilirim, neden söylemek istediğimi bilirim ama konuşma zamanı geldiğinde konuşamam

    +bu herkesin başına gelir.
    üç silahşörleri okudun mu.?

    -hayır ama filmini gördüm neden?

    +çünkü orada bir porthos vardır. aslında yirmi yıl sonradan bahsediyorum
    porthos uzun boylu güçlü, biraz da aptal biridir. hayatı boyunca hiçbir şeyi düşünmemiştir. bir mahzene orayı havaya uçurmak için bomba yerleştirmesi gerekmektedir bunu yapar. bombayı yerleştirir, fitili ateşler ve elbette koşarak uzaklaşır. ama o an birden düşünmeye başlar. koşarken adımlar birbirini bu kadar seri bir şekilde nasıl takip etmektedir ? belki bunu daha önce sen de düşünmüşsündür.. bu düşünce yüzünden dona kalır hareket edemez, ilerleyemez. bomba patylar ve mahzen üzerine çöker. ilk etapta güçlü omuzlarıyla dürenmeye çalışsa da bir ya da iki gün içinde ezilerek hayatını kaybeder. düşünmeye başladığı ilk anan onun ölümüne sebep olmuştur.

    -bana bu hikayeyi neden anlattınız ?

    +nedeni yok sadece konuşma olsun diye.

    -neden insanlar sürekli konuşmak zorunda ? belki de bu kadar çok knuşmamalı hayatı sessizce yaşamalıyız. ne kadar çok konuşursak, kelimeler de anlamlarını o kadar yitiriyor.

    +belki. ama bu mümkün mü ?

    -bilmiyorum

    +bence konuşmadan yaşayamazdık.

    -ben konuşmadan yaşamak isterdim.

    +evet, güzel olurdu, değil mi ?
    insanların birbirlerini daha çok sevmeleri gibi. ama maalesef mümkün değil.

    -ama neden ? sözcükler sadece insanların düşüncelerini ifade etmeli. bize ihanet etmemeli.

    +doğru ama biz de onlara ihanet ediyoruz.
    insan kendini ifade etmeliydi. ve o bunu, yazarak yaptı. düşün, plato gibi biri, hala anlaşılıyor- anlaşılabiliyor. o eski yunan'da yaşamışyı, 2500 yıl önce. şu an kimse o dili bilmiyor, en azından tam olarak.. buna rağmen, hala bizlere ulaşıyor. işte bu yüzden kendimizi ifade ediyoruz. ve etmek zorundayız.

    -neden ? birbirimizi anlamak için mi ?

    +düşünmek zorundayız ve düşünmek için de sözcüklere ihtiyacımız var. çünkü düşünmenin başka yolu yok. iletişim kurabilmek için konuşmalıyız; hayatın gerçeklerinden biri de bu.

    -evet ama bu çok zor.
    bence hayat kolay olmalı.
    sizin üç silahşörler konuşmanız iyi bir hikaye olabilir. ama korkunçtu.

    +evet ama bir işaret noktası vardı.
    bence, insan ancak bir süre yaşamdan feragat ettiği zaman konuşmayı öğrenir. bedel budur.

    -yani konuşmak ölümcül müdür ?

    +konuşmak neredeyse bir yeniden doğuş demektir. bir anlamda yaşamın diğer boyutudur. yani bir insan konuşabilmek için, yaşamın konuşma olmayan bölümünden geçiş yapmalıdır.
    söylemek istediğim şeyi net olarak ifade edemiyor olabilirim ama insanı düzgün bir şekilde konuşmaktan alıkoyan şey, yaşamdaki bu ikilemin farkında olmayışından kaynaklanmaktadır.

    -ama insan günlük yaşamını sürdüremez. bilemiyorum, bu..

    +ayrımla.. dengeyi kendimiz kurarız. sessizlikten sözcüklere geçişimizin sebebi de budur. bu ikilemin arasında gider geliriz çünkü hayatın devinimi bunu gerektirir. insan bu şekilde, günlük yaşamdan daha üst bir yaşama yükselir: düşünce yaşamına. ama işte bu yaşam da, insana, günlük yaşamından tamamiyle sıyrılmasını şart koşar.

    -o halde, düşünmek ve konuşmak aynı şey midir ?

    +öyle, öyle.. bu konuda plato'nun şöyle bir sözü vardır: " hiç kimse düşünceyi, onu ifade eden sözcüklerden ayıramaz."
    düşüncenin zorlayıcı şartı, onun ancak sözcükler vasıtasıyla kavranmasıdır.

    -peki insan yalan riskini de üstlenmeli midir ?

    +yalanlar da maceramızın bir parçasıdır. hatalar ve yalanlar birbirlerine benzer. tabi burda sıradan yalanlardan bahsetmiyorum. birine gideceğine dair söz verirsin; ama canın istemez ve gitmezsin. görüyorsun ya, bunlar basit şeyler. ama incelikli bir yalan hatadan biraz daha farklıdır.
    insan bazen düşünür ama bir türlü doğru sözcüğü bulamaz. bazen ne söyleyeceğini bilemeyişinin sebebi budur. doğru sözcüğü bulamamaktan da korkarsın. tek açıklaması bu.

    -insan doğru sözcüğü bulduğundan nasıl emin olabilir ?

    +çalışması gerekir. gayret etmelidir. kişi, kendini doğru bir şekilde ifade edebilmelidir. söylenmesi gerekeni söylemeli, yapılması gerekeni yapmalıdır; incitmeden, zarar vermeden.

    bir yandan amcanın konuşması devam etmektedir. o konuşma devam ederken nana çevresine mutsuz bakışlar atar. geriye doğru, sanki ağlamak üzereymiş gibi bakar, sonra kameraya doğru bakar, utanır gibi başını öne eğer ve sonra tekrar çekingence kameraya doğru bakar.bu sırada işte amca son yazdığım cümleyi söylüyordur. tam da bu sahne nananın çektiği zorluğu baya iyi anlatıyordu ve film ilerledikçe tüm her şey onun için daha da kötü bir hale geliyordu. sıkıntılar vardı.
    o bakışı tarihe not düşüp izlemeye devam ettim. bir yandan da tabi ki lanet olsun dedim, yani neticede güzel güzel bir akşamüstü geçiriyordum, nerden gelmişti bu film böyle..

    ---
    spoiler ---

    film bittiğinde biram da senkronize bir şekilde bitmişti, bir sigara daha yaktım. küllükte kaç sigara olduğunu saydım. pazartesi bırakmam gerektiğini falan düşünüp, band hero muzun neden bozuk olduğunu düşündüm. biraz bi şeyler yedim.

    özet olarak: güzel film. üzücü ve güzel bir film.


    (jakuzide yakamoz - 7 Nisan 2012 21:10)

  • comment image

    filmin basindaki ayrilik sahnesi gercekten cok etkileyici. godard, bir cafede ayrilik konusmasi yapan iki sevgiliyi gosteriyor ilk bolumde. bunda sasilacak bir sey yok. ancak, ikisinin de yalnizca sirtlarini goruyoruz. bir de arada bir aynaya yansiyan siluetlerini yakalayabiliyoruz. bir veda konusmasinin, aslinda sirti donuk bir konusma oldugunu anlatmak icin mukemmel bir dil bulmus adam. basarili yani.


    (cekirge - 15 Haziran 2003 20:23)

  • comment image

    nasıl bir tanım yapmak gerekir bilemiyorum ama bu film hakkında sırf tanım yapmak için yazılmış herhangi bir cümle filmin barındırdığı anlamlara, derinliğe büyük bir haksızlık olur.

    uzun zamandan beri film izleyemiyordum sonunda bugün izleyebildim ve tam olarak nana gibi hayatımı yaşamayı planladığım şu günlerde üzerimde hüzünlü bir etkisi oldu filmin.

    insanın, hayatının belirli dönemlerinde ya da hayatı boyunca yapmak istedikleri, amaçları olur. gençken bunları belirlemek daha zordur zira önünüzde o kadar uzun zaman vardır ki ne yapmak istediğinize tam olarak karar veremezsiniz. ne yapmak istediğine tam olarak karar veremeyen insan ya da birçok şey yapmak isteyen insan veyahut çok dolandırmadan söyleyelim herhangi bir insan hayatını yaşamayı isteyebilir. ben de bugünlerde bunu düşünüyordum sözlük. bize yalnızca bir kere olmak üzere verilen bu zaman bakımından göreceli değer niçin bizim kontrolümüzde olmasın? ya da insan niçin, kendisine yalnızca bir kez bahşedilen bu değeri sınırların ötesine çıkmadan yaşamak zorundadır?

    hayat garip bir olgu. yorumlaması çok güç, tam çözdüğümüzü düşündüğümüz anda da bir şeyler yapabildiğimizi düşündüğümüz anda bile aslında hiçbir şey çözmedik ve hiçbir şey yapmadık.

    işte bu kadar anlaşılabilir ve bir o kadar da kendisine bağımlı ''yaşamak'' eylemi üzerine kurulan hayat kompleks olduğu kadar basit, uzun olduğu kadar kısa, zaman öldürecek kadar değersiz, zamanı ölçecek kadar değerli...

    nana'nın korktuğu belki de ağzımızdan öylesine çıkan kelimelerin ''yaşam'' sözcüğünün anlamını yitirtmesiydi. belki de bu yüzden hayatını yaşamak istemeyi hayat sözcüğünü kendi deneyimleriyle anlamlandırmayı seçti. aslında bize ait olan bu yaşama iradesi bizim hakkımızda bizden daha fazla söz hakkına sahip. bu yüzden hiç beklenmedik bir anda nana ölüveriyor. hayat her zaman onu sadece yaşamak isteyenlere acımıyor, bizim onu anlamlandırdığımız kadar saf değil ne yazık ki, olamıyor. kurulu düzenden, acıdan hayat da vazgeçemiyor.

    nana'nın sevgilisinden ayrılması, daha fazla para kazanmak için fahişelik yapmaya başlaması onun hayalleri çalınan bir genç kız olmaktan uzaklaştırıyor. nana özgür iradesiyle bu işi seçiyor, çünkü hayatında artık söz sahibi olmak istiyor. bu yüzden o zamanlar için en kolay ve çabuk para kazanma yöntemine başvuruyor, insanların tepkilerini bilerek. çünkü onun için önemli olan tek şey her kararında sadece kendi iradesine başvurması.

    nana doğru söylüyor. insan kafasını önüne eğmekte, kolunu kaldırmakta, devinimlerinde, yaptıklarında, sevincinde ve mutsuzluğunda özgürdür. biz bunu fark etmesek de aslında yaptığımız en ufak hareketi bile büyük bir özgürlükle yapıyoruz. özgürlüğü hep daha büyük, daha yüce düşündüğümüz için ufak hareketlerdeki özgürlüğü fark edemiyoruz. tutsaklığımız o kadar büyük ki özgürlükten çok fazla şey bekliyoruz.

    nana'nın naif bir hayat anlayışı var. yaşlı adamla kafede yaptığı konuşma bunu gösteriyor sanki. kendi halinde, kendi içinde, saflıkla ve aşkla yaşamak istiyor hayatını nana. ama hayat üzerine düşünmeye başladığımız zaman öylesine kilitleniyoruz ki olduğumuz yerde tıpkı üç silahşorların porthos'u gibi ezilerek değerlerimizi kaybediyoruz.

    filmde en çok beğendiğim sahne, poe'nun oval portresi'nin okunduğu sahneydi. anna karina'nın duruşu, poe'nun cümleleri godard tarafından oval portrenin olası sinematografisiyle öylesine etkileyici birleştiriliyordu ki hayran kaldım. poe sevgisini pierrot le fou'da william wilson ile gördüğümüz godard bu filminde oval portre olarak ortaya çıkarıyor ve bir öykünün sinematografisini yapıyor.


    (freddie mercury nin disleri - 31 Ağustos 2013 18:59)

  • comment image

    filmden bir kuple:

    "bugüne kadar hiç âşık olduğu şeyin ne olduğunu bilen birine rastladın mı? hayır. yirmili yaşlarında bunu bilemezsin. yaptığın tek şey, keyfi seçimlerde bulunmaktır. 'seviyorum' kelimesi çoğu zaman fütursuzca sarfedilir. neyi sevdiğinden emin olmak için ihtiyacın olan şey ise olgunluktur. doğruyu aramak! işte yaşamın gerçeği budur. ve aşk eğer gerçekse, ancak o zaman bir çözüm olur."


    (hanging rock - 20 Ocak 2014 10:59)

  • comment image

    bu filmin konusu aktris olmak için ailesini ve işini bırakan bir kadının kendini fuhuş batağında bulmasıdır demek çok haksızlık olur. artık kendi hayatını yaşamak isteyen, hayalleri uğruna fedakarlıklar yapan idealist bir kadının kendi ayakları üstünde durmaya çalışırken nasıl da düştüğünü anlatmaktadır demek daha doğru.
    filmdeki kurgu, müzik, montaj ve mizansen arasındaki uyum büyüleyicidir. ama bence en önemlisi cinematographydir. kameranın hemen hemen her hareketi bir anlam taşımaktadır. mesela filmin neredeyse hiçbir karesinde nana başka bir karakterle tam ve net olarak beraber görünmez. çünkü film nana'nın dünyasını anlatır. 7. bölümün sonunda raul ve nana aynı karede net olarak göründüklerinde bunun anlamı raul'un nana'nın dünyasına girdiği ve onu değiştireceğidir. bunun gibi pek çok örnek verilebilir.


    (chakil - 8 Ağustos 2004 14:58)

  • comment image

    tipik bir godard filmi denebilir, zira yine kaydirmali cekimi ve hatta kameranin butun mekanda donmesini izler seyirci. "elimi kaldiriyorsam bundan ben sorumluyum" der nana ve godard yine kendi usulunde didaktiktir.* kamera oyuncuyu gormek zorunda degildir, anlatim teknigiyle herkese meydan okur godard ve yine cok basarili bir film yapmistir.


    (kudra - 12 Haziran 2005 19:39)

  • comment image

    nana kafedeyken, silah sesleri duyuldugu vakit kameranin cevrinmesine kosut bir bicimde silah sesleriyle (taramali deniyor sanirim) uyumlu bir sekilde sicramali kurgunun (jump cut) kullanildigi film..


    (whatdreamsmaycome - 31 Ekim 2005 00:20)

Yorum Kaynak Link : vivre sa vie