Süre                : 2 Saat 17 dakika
Çıkış Tarihi     : 23 Mart 2006 Perşembe, Yapım Yılı : 2006
Türü                : Drama,Heyecanlı
Taglar             : Stasi,Siyasi gerilim,Gizli polis,casus,cinayet
Ülke                : Almanya
Yapımcı          :  Wiedemann & Berg Filmproduktion , Bayerischer Rundfunk (BR) , Arte
Yönetmen       : Florian Henckel von Donnersmarck (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Florian Henckel von Donnersmarck (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Martina Gedeck (IMDB)(ekşi), Ulrich Mühe (IMDB)(ekşi), Sebastian Koch (IMDB)(ekşi), Ulrich Tukur (IMDB)(ekşi), Volker Michalowski (IMDB), Werner Daehn (IMDB), Ludwig Blochberger (IMDB), Anabelle Munro (IMDB), Klaus Münster (IMDB)

Das Leben der Anderen (~ Baskalarinin Hayati) ' Filminin Konusu :
GDR adıyla bilinen eski Demokratik Almanya Cumhuriyeti (Doğu Almanya) hükümeti, çöküşünden beş yıl önce iktidarını ancak son derece acımasız bir kontrol ve gözetleme sistemiyle sürdürebilecek noktaya gelmiştir. Stasi adlı gizli polis servisine bağlı binlerce muhbirin yaptığı ihbarlar sonucunda 17 milyon nüfuslu ülkede 200 bin kişi fişlenerek dosyası tutulmuştur. Hükümetin ve Stasi’nin hedefi, “başkalarının hayatları” hakkında her şeyi bilmektir.

Ödüller      :

Independent Spirit Awards:Independent Spirit Award-Best Foreign Film
Locarno International Film Festival:


Avrupa / 22
  • "içinde geçen bir tek cümle ile hep hatırlanacak olan film:"bu müziği bir kereliğine bile bütün kalbiyle dinleyen birisi artık kötü bir insan olamaz."(peline'e düzeltme için teşekkürler.)"
  • "belki dünyanın en yüzeysel adamı yorumu olacak ama, filmle en güzel şey casus abimizin montudur. çok aradım ama bulamadım o tarz bir şey."




Facebook Yorumları
  • comment image

    19. avrupa film odullerinde "en iyi film" odulunu alan, alman yonetmen florian henckel von donnersmarck'in filmi.. baskalarinin yasami seklinde turkcelestirilen film, soguk savas doneminde calisan gizli bir polisin cevresinde gelisen casusluk olaylarini anlatiyor..


    (whatdreamsmaycome - 4 Aralık 2006 13:50)

  • comment image

    almanya'yi 79. oskar toreninde yabanci film dalinda temsil edecek olan 2006 yapimi florian henckel von donnersmarck'in yazdigi ve yonettigi film. almanya film odulleri toreninde 11 dalda aday olarak bu torene ait bir rekoru kiran ve bu adayliklardan 7 sini odulle susleyen the life of others (baskalarinin hayatlari) oskar'in pan's labyrinthle birlikte en buyuk adaylarindan birisi bence.

    aslen basarili ve rejime baskaldirmayip onunla gidecegi yere kadar yasamaya calisan oyun yazari georg dreyman (sebastian koch), basarili ve taninmis sevgilisi christa-maria sieland'la (martina gedeck) olabildigince kimsenin hayatina karismadan yasamaya calismaktadirlar. kodaman kultur bakaninin maria'ya olan ilgisi neticesinde guvenlik bakanliginin ve akabinde sert, goreve tamamen bagli sorgu yuzbasisi gerd wiesler'in (ulrich muhe) olaya karismasiyla bu ikilinin -ozellikle de dreyman'in hayati- hayatlari hic arzu etmedikleri bir hale burunur. 1980 lerin dogu almanyasinda baskici sosyalist rejim altinda birkac insanin durduk yere hayatlarinin kesismesi sonucu ozel hayatin gizliligi, dostluk, baskaldiri, gorev, vatan sevgisi, politika ve ask konusunda ilginclikler sunan basarili bir tarihi kesit sunar film bizlere.

    --- spoiler ---

    romantizm konusunda asiriya kacip sulandirmayan, dramatik, epik bir film karsimizdaki. ana temanin aslen bir kabuk gibi kullanildigi ve yan temalariyla cok guclu seyler sunan film, bir insanin (ulrich muhe) ne kadar goreve bagli olursa olsun bir sekilde dogrulari gormeye baslamasiyla birlikte sayet icinde varsa dogrunun yaninda yer alacagini anlatmakta. bunu yaparken de ulrich muhe'nin muthis oyunculugunu atlamamak gerek. amenden hatirlayacagimiz oyuncu yine bu filmde cok farkli bir karakterle karsimiza cikiyor. onunla beraber baskalarinin hayatlarina dahil ve gerektiginde mudahil olup, onunla birlikte degisim gecirip, onunla agliyoruz.

    ---
    spoiler ---

    2 saati asan suresine ragmen insani bogmayan, muzikleriyle agirligini basarili bir sekilde birlestiren ve hicbir seyi civitmadan anlatmaya calisan film, sonuna dogru rahatlikla duygu somurusune gidebilecekken bunun yerine gayet mantikli secimler yapmakta ve basindan beri suregelen gercekciligini devam ettirmekte. butun bunlarin neticesinde denilebilir ki alman film endustrisi dikkatle takip edilesidir.

    http://www.imdb.com/title/tt0405094/ adresinden daha ayrintili bilgi alinabilir.


    (entrapmen - 4 Şubat 2007 17:54)

  • comment image

    bazi filmler vardır,seyrettikten sonra yatarsınız ve o fillmi,sahnelerini,repliklerini verilmeye çalışılan mesajları düşünürsünüz,kalktığınızda hala o film aklınızdadır ve düşünmeye devam edersiniz," vay anasını,ne filmdi" dersiniz,sinema severler için çok enderdir böyle filmler,işte bu film böyle bir film.

    --- spoiler ---

    bundan önce bana yukarıda anlattığım gibi hissettiren film,saving private ryan olmuştur. seyrettikten çıkartma sahnelerinin gerçekliğini ve yahudi askerin bir alman askeri tarafından bıçakla öldürülürken arkadaşının hiç bir şey yapmamasını,alman askerin öldürürken çıkarttığı "şşşşşşş,sakin ol,birazdan bitecek" anlamındaki sesi ve yahudi askerin çaresizlik içinde son nefesini verene kadar geçen süreyi,öldürdükten sonra diğer askere hiçbir şey yapmadan gidişini uykuya dalana kadar düşünmüştüm,kalktığımda bütün bu sahneler gene aklımdaydı. bu film ise konu ve olaylar olarak aklımda kaldı ve etkisi bir kaç gün daha sürecek gibi görünüyor.

    en güzel kapanış diyaloğuna sahip film oldu benim için.

    -hediye paketi mi olacak?

    +hayır, bu benim için.

    ---
    spoiler ---


    (pillibebek - 23 Şubat 2007 10:28)

  • comment image

    içinde geçen bir tek cümle ile hep hatırlanacak olan film:
    "bu müziği bir kereliğine bile bütün kalbiyle dinleyen birisi artık kötü bir insan olamaz."
    (peline'e düzeltme için teşekkürler.)


    (koyumavi - 25 Şubat 2007 02:12)

  • comment image

    politik yanı bir tarafa, müzikleriyle, konu örgüsüyle bir insanın değişimini bu kadar iyi anlatan ve hissettiren nadir filmlerden biri. yazarın piyanoda çaldığı şarkıyı dinleyip ağladıktan sonra, asansörde gördüğü çocuğun babasının ismini sormaması kahramanımızın dönüşümünün tamamlandığı andır ve ondan sonra filmin ikinci bölümü başlar.politikacı karakterinin bu kadar keskin çizilmesi, izleyicinin yönlendirilmek istendiğine işaret edip, biraz rahatsız etmiştir.


    (just keep swimming - 26 Şubat 2007 09:51)

  • comment image

    "elveda stasi" ve de daha fazlasını dedirten film.

    stasi, kısaca staatssicherheit (ministerium für staatssicherheit), türkçe karşılığı ile “devlet güvenlik bakanlığı”, doğu almanya’nın gizli istihbarat şebekesinin ismidir. stasi ile tanışıklığım 2005 yazında berlin’i ilk defa ziyaret ettiğimde brandenburger tor ile reichstag arasında bir yerlerde bir duvarın kenarında anti-stasi ve anti-spd (sosyal demokrat parti) propoganadası yapan saçı sakalına karışmış bir alman sayesinde olmuştu. adamcağız, spd başkanı ve dönemin başbakanı gerhard schröder aleyhine konuşmalar yaparken, yanındaki mantar panosunu stasi sorgulamalarında işkence görmüş veya bir şekilde istihbarat bağlantısı yüzünden hayatlarını kaybetmiş insan fotoğrafları ile süslemişti.

    tam da seçim dönemiydi. yıllardır merak ettiğim ve ilk görüşte aşık olduğum berlin’in tüm metro ağında iki ana haber veriliyordu o günlerde: yaklaşan seçimler öncesi iki ana parti, iktidardaki spd ve yeni iktidarı kazanmasına kesin gözüyle bakılan cdu+csu (hristiyan demokrat birlik ve hristiyan sosyal birlik) ortaklığının anketlere göre oy dağılımları, ve bir sonraki yaz almanya’da yapılacak dünya kupası’nda alman milli takımı’nın başına getirilmesi gündeme gelen christoph daum ile ilgili haberler. ikisi de, gayet ilgili olduğum güzide başlıklar. işte bu anti-propogandist adam da spd’nin oylarına musallat olmak istemişti herhalde, zira, schröder’in geçmişinde stasi ile olan bağları üzerine bir tez oturtmaya çalışıyordu. her baskıcı rejimde olduğu gibi, özellikle çözünen bir doğu almanya’da, gizli istihbarat servisinin (hele şimdi almanya birleşmiş iken) ne kadar sempatik bir figür olmaktan uzak olabileceğini ve onunla bağlantısı olabilecek bir politikacının halkın gözündeki yerini tahmin edebilmeniz zor değil. fakat, bu adamın iddiası çok fazla ilgi görmemiş olmalı ki, spd, birkaç ay öncesinde yüzde 24’lerde seyreden oy oranını, schröder’in karizmasının yardımı ve merkel’in (cdu lideri) maliye bakanı aday adayının saçmalamaları sayesinde, seçim sırasında yüzde 34’e kadar yükseltti ve yüzde 40’larda oy alması beklenen cdu (+csu) yüzde 35’lerde kalınca, birkaç ay sonra “büyük koalisyon” haberlerini istanbul’dan takip edecek, ve o serin kış günlerini anımsayacaktım. o sıralar iyice merak saldığım bauhaus akımı ile ilgili bauhaus archiv müzesini ziyaret etmeye giderken yanından geçtiğim cdu ana binasına baktığım antipatik bakış, sanırım brandenburger tor’un orada spd’yi kötüleyen adamdan daha etkili olmuştu. hem zaten, gene bu son seçimlerde, eski komünist parti, şimdi doğunun büyük partisi sol parti de oylarını epey yükseltmişti. ilginç bir seçim olmuştu almanya’da ve ben stasi ile ilgilenmeyi rafa kaldırmıştım.

    berlin’i ilk defa gördüğüm bu 3 günlük gezide en çok ilgimi çeken binalardan biri de, o zaman yıkılmak üzere duran ve son 4 ay içerisinde yaptığım son 2 ziyarette yıkılışına tanık olmak zorunda kaldığım palast der republik (cumhuriyet sarayı) binasıydı. doğu berlin’de, berlin katedralinin karşısında kalan ve ddr (alman demokratik cumhuriyeti, “doğu almanya”)’in sembolü olan turuncu camlı bu modern mimarinin klasik örneği, o zamanlar daha çok içine girmeye başlamış olduğum tarih-politika eksenli araştırmalarım içinde fevkalade önemli bir simge olarak çarpmıştı gözüme.

    2006’nın bahar ayında danimarka’da değişim programı kapsamıyla aarhus üniversitesi’nde okurken, “nazi’lerin iktidara gelişi” konulu bir ders almış, elveda lenin filmi üzerine yapılan konuşmalara çokça kez tanık olmuş (fakat filmi izlememiş), son dönem alman filmlerini takip etmeye başlamış (oliver hirschbiegel’in das experiment veya der untergang’ını pek beğenmiş), hamburg’u keşfedip fatih akın’la tanışmış ve son olarak da gene hamburg’da almanya’nın dünya kupası üçüncülük maçını ilginç bir atmosferde yaşamıştım. berlin’e ilk geldiğimde de, daha sonraki ziyaretlerimde de doğuda uzanan geniş bulvarlar, istasyonlardaki eski tarz bilgi panoları, durgunluk ve kabına sığamayan idealler bütünü, beni en az batıdaki yaşam kadar etkilemiş ve oryantalist bir bakış açısından uzak da kaldığım müddetçe, bir şekilde kendisine yakın hissettirmişti. ne stasi, ne de doğu almanya hakkında önemli bilgilere sahiptim, ama sanki burada yaşamanın ve “birleşme”nin ne anlama geldiğini çok iyi biliyordum. çocukluğuma dair hatırladığım net anılardan biri 4 yaşımda berlin duvarı’nın yıkılış anını televizyonda görmem, hiçbir şey anlamamamdı. örneğin sinemaya olan merakım ve üzerine çalıştığım konular da çokça kez beni sovyetler birliği dönemi ve post-sovyetler birliği denklemleri üzerine yoğunlaştırmıştı. belki de bu noktada doğu almanya’ya bir adım daha yaklaşıyordum.

    son dönemlerde, üzerine çokça konuşulan “elveda lenin”i sonunda izlemeye karar verdim. daha yeni, ana karakter daniel brühl’ü de içeren ve kaba tabirle “devrim veya sosyal içerikli hareket”lerle ilgili son dönem bağımsız/yarı bağımsız sinemanın starları ve bu starların olayın özünü hem nasıl çok rahat (seyirci tarafından) benimsenebilir, hem de tüketim ilişkisine indirgenebilir hale getirdiğine dair bir ödev yazmıştım. brühl’ü eğitmenler, salvador gibi filmlerde gördükten sonra “elveda lenin”de karşıma çıkacak halini çok iyi tahmin edebiliyordum. film güzel bir çalışma idi ve tabii ki bir katalan olan genç aktör brühl’den bana gerçek bir doğu almanya profilini yansıtmasını beklemiyordum. filmi, saflığı ile kabul ettim. bir ideali basitçe yermesine ya da övmesine göz yumma konusunda kendimle ilgili çatıştım da. zira konu sovyetler birliği de olsa, amerika’nın irak’ı işgali de olsa ve ben hangi ideolojik kampta olursam olayım, “ciddi” bir konu “ciddi” bir biçimde incelenmiyorsa, seyirciye “oradaki yaşamın bir kesiti” olarak sunulması fikrine karşıydım. yaşam, benim için, genel olarak fazla ciddi bir olguydu; onu rahat ve ti’ye alarak yaşama hakkımı saklı tutmakla birlikte “ağır” konular ağır duygular içermeliydi.

    bu son dönemlerde, kendimi “acı vatan almanya” tam saha baskısının, derinlemesine bir şekilde altında hissederken ve son berlin seyahatimde berlinale’yi (berlin film festivali) bir şekilde ziyaret de etmişken, önce berlin’de ilgiyle izlenen daha sonra da oscar heykelciğini kapıp götüren das leben der anderen (başkalarının hayatı) karşıma çıktığında, stasi’yle olan tanışıklığımı işte bu düşüncelerle hatırlamaya başladım. oscar ödüllerine olan saygım ve ilgim her ne kadar bazen hıncal uluç’un (herhangi bir konuda) yaptığı yorumlara karşı olan ilgimle benzer değerlere sahip olsa da, arada bir iyi bir referans noktası olarak algılanabileceğini biliyorum. tabii ki, oscarlar çok çok iyi filmlere de gidiyor, ama zaten o iyi filmler gerekli ödülleri başka yerlerden de alıyorlar. uzun lafın kısası, tam da oscar ödülünü aldığının ertesi günü izleme imkanını bulduğum bu güzide alman filmi, kayıtlarıma “son zamanlarda izlediğim en iyi” film olarak geçen filmlerden biri.

    film, bir stasi ajanının (gerd wiesler), bir oyun yazarı olan georg dreymann’ı, “batıya olan eğilimlerinden” şüphe edilmesi üzerine izlemesini konu alıyor. 1984 doğu almanya’sındaki durumu düşünün: çökmekte olan bir komünist rejim, yavaş yavaş desteğini kesmek zorunda kalan sovyetler birliği, batıya olan merak ve batıdakilere olan özlem, artık derinden hissedilmeye başlanmış (ve duvarın varlığı ile birlikte desteklenen) bir bölünmüşlük hissi ve dolayısıyla kokuşmuş bir bürokrasi ve istihbarat teşkilatı. wiesler’i görevlendiren şefi anton grubitz ise görev emrini direkt olarak kültür bakanı bruno hempf ise yazarımız dreymann’ın sevgilisi olan aktris christa-maria’ya yanık ve onun bazı yasal olmayan ilaçlara olan bağımlılığı ve özgüven eksikliğini suistimal edip ondan yararlanmak isteyecek kadar da çirkin ve yağlı bir adam. dolayısıyla ortaya, hempf emriyle grubitz tarafından dreymann’ı (ve sevgilisini) izlemek ile görevlendirilmiş gerd wiesler’in dramı ortaya çıkıyor. totaliter bir rejim içerisinde, devlet görevini yerine getirmek için, yıllarca eğitimini aldığı ideolojisinden ödün vermek istemeyen wiesler, dreymann’ı tanımaya başladıkça ve dreymann’ın gerçekten de bir şekilde “batı”ya açılma ve doğunun üzücü durumunu batı ile paylaşma isteklerini gördükçe vicdanı ve görevi arasında tökezlemeye başlayan bir karakter. ulrich mühe, wiesler karakterini başarıyla oynuyor. müthiş bir soğukkanlılığı, “hayata dair” küçük detaylarla süsleyen ve kendi ideallerini yıktığını fark ettikçe bunu belli belirsiz bir mütevazi kabullenme ile karşılayan wiesler karakteri için mühe, kevin spacey tarzı bir “soğuk adam” kimliğine bürünüyor.

    olağanüstü bir durgunluk ve sadelik içinde aktarılan film, doğuyu kötülemek ve doğru ideoloji-yanlış ideoloji kavramlarına girmenin (bazı ucuz anti-sovyet veya anti-kapitalist filmlerde olduğu gibi) veya sözde insancı bir bakış açısıyla “bitti ama o kadar da kötü değildi” tarzı bir demogaji (elveda lenin’deki gibi) yerine, dönemin hissiyatına çok güzel bir pencereden bakıyor. totaliter bir rejimde, iktidar sahibinin, koşullanmış bireyler üzerinde ne denli büyük bir güce sahip olduğunun, ve tam da bu iktidara gelebilecek kişilerin, özellikle çöküş dönemlerinde ne denli içi boş insanlar olabildiğinin, ama bütün bunlar karşısında (aktris karakteri üzerinden verilen) “sistemin belirlediği rolleri kabullenmezsen fazla bir seçeneğin yoktur” tarzı bir söylemin varlığını çok iyi hissettiriyor film. bu sistem içerisinde dreymann gibi ulaşılması gerekilen yerlere ulaşmak zorunda olduğunu hisseden ve bunu görev edinmiş kimseler de vardı. dreymann gibilerinin benzerleri olmaya çalışan ve aslında ortada herhangi bir baskı unsuru olmadığı halde “demokrasi!” diye bağıran bazılarımızın aksine, tam da bu filmin, o dönemki koşullar göz önüne alındığında ucuz bir “doğuyu pisleme” mantığı gütmediğini anlamalıyız. aynı dönemde, wiesler gibi, kendini ve yıllar içinde şartlanmış olduğu tüm koşulları sorgulamaya başlayan ve bulunduğu konum itibariyle bir şeylerin değişmesini (ya da en azından bir şeyleri değiştirmeye çalışacak olanlara engel olanları engellemeyi) sağlayabilecek kişiler de vardı. bu tür rejimlerde yaşanmış ve “gizli” başlıkları altında arşivlenmiş daha birçok olaydan ise benzer türde sanat yapıtları için malzeme çıkacağını da bildiren bir filmdi das leben der anderen.

    tarihsel ve toplumsal gerçekçilik içerikli filmler yapmak iki açıdan zordur: tarihsel gerçekliğin ne olduğu kavramının kesin olarak belirlenebilmesi ve toplum olaylarını anlatırken tarafsızlığı (veya tüm tarafları) yansıtabilme. bu iki kaideye uymayan filmler ya başarısızdır, ya da özellikle propaganda, belgesel veya kurmaca amaçlı çekilmiş filmlerdir. florian henckel von donnersmarck’ın ödüllü filmi tarihsel bir süreci başarılı bir anlatımla çıkarıyor karşımıza. almanlar başarılı filmler yapıyorlar bu dönemlerde. kendi tarihleri ve kültürleri ile ilgili bol bol malzemeleri ve muhakkak ki modern zamanlarla birlikte özümsedikleri önemli bir felsefe geçmişleri var. filmin sonlarına doğru, olaylar çözüldükçe drama artıyor ama ne yönetmen ne de başarılı senaryo, bu noktada bile, yoğun duyguları aktarabilmek için yoğun sembollere başvurmuyor. ne duvarın yıkılmasını ne de ikonik heykellerin ortadan kalkmasını izliyoruz. ne doğuya penetre eden batılı kapitalist firmalar, ne de batıya doğru hınca hınç göç eden işsiz doğulular. değişen fikirleri, idealleri, sahip olduğu konumu ve işi ile birlikte özünde hep varolan ve tutarlı kalan insancıllığı ile şimdi iki kültüre ve tek bir ulusa (ulus-devlet tartışmasına tabii ki girmeyeceğim) ait caddelerde kendi ufak nostaljisini yaşayan bir gerd wiesler benliğine ve geçmişine değilse de, düzenli ve baskıcı bir vahşete veda ediyor. hayatını ve güzelliğini “iyi insan için yazılan bir sonata” (filmde dreymann’ın hazırladığı son eserin ismiş: “sonata for a good man”) ve tüm insalara armağan ediyor. bizler bugün ve tekrar, belki üzüntüyle ddr’e ve palast der republik binasına, “başkalarının hayatı” ise stasi’ye güzel bir elveda çekiyor.

    http://ocavusoglu.blogspot.com/…3/elveda-stasi.html


    (hergele - 5 Mart 2007 01:01)

  • comment image

    sakin, çarpıcı, oyuncuların özellikle ulrich muhe’nin performanslarıya devleştiği bu film, yönetmenin ilk uzun metrajlısı olması nedeniyle bir kat daha hayranlık uyandırıyor.

    --- spoiler ---

    film temel olarak iki sanatçıyı izlemek ve dinlemekle görevli gizli servis yetkilisinin bu süreçte nasıl değiştiğini anlatıyor. başlarda kaskatı ve ilkelerinden ödün vermeyen bir karakterin özellikle tiyatrocu kadına duyduğu hayranlık sonucu bir anlamda duygularına yenik düşmesini seyrederken bana ilginç gelen nokta adamın giderek bu ikilinin hayatlarına direkt müdahale eder hale gelmesiydi. kadını görmesi için adamın zilini çaldırması bu açıdan dikkat çeken küçük bir ayrıntıydı.

    dreymann’ın gizli servis görevlisi kapı eşiğini kaldırırken christa ile göz göze geldiği sahne de iç burkan başka bir ayrıntıydı. sonra kadının başında özür dilerken onun kendisini kurtardığını sanması, yıllar sonra teşekkür etmesi gereken kişinin hgw xx/7 olduğunu kırmızı mürekkepten farketmesi pek güzeldi, içimizi sızlattı. zaten filmi kadar özel yapan da bu küçük detaylardı. *

    ---
    spoiler ---

    doğu almanya’dan hareketle devletin bekası adına bir çok şeyi yasaklayan, yasaklayamadıklarına şüpheyle bakan, herkesi dost-düşman, devletin kahraman evladı-dış mihrakların bölücü uzantısı diye ikiye ayıran zihniyetin kendi insanlarına neler yapabileceğini bize bir kere daha gösteren bu film bilmem tanıdık geldi mi yoksa bahsi geçen uzakta asya da bir ulke olsa gerek mi?


    (empas kumpas - 14 Mart 2007 15:39)

  • comment image

    orwell'ın 84'ünün bittiği kasım 1984'te başlamasıyla, insani ideallerle kurulmuş bir rejimin nasıl bir çılgınlığa dönüştüğünü göstermesiyle, "doğruluk bakanlığı"na benzer "kültür bakanlığı"yla, "daha eşit"leriyle, kadının hemen hiç düşünmeden itiraf edebilmesiyle "a tribute to 1984" özelliği olan, ayrıca iyi bir insana dair inancını yitirmemesiyle orwell'in kirli dünyasının üzerine yeni bir şeyler koyabilen ve hiçbir rejimin "insan"dan üstün olmadığını, "insan"a rağmen yürüyemeyeceğini vurgulayan muhteşem bir film. "iyi insanlar" için iyi bir film.


    (illet - 19 Mart 2007 12:10)

  • comment image

    her turlu ideolojinin, milliyetin, dinin, vesairenin otesinde ve oncesinde "adam gibi adam olmak" diye bir seyin varoldugunu bize hatirlatan, klise tabirle hem akla, hem kalbe hitap eden, cok iyi film. teknik ekibinden senaristine, oyuncularindan yonetmenine, emegi gecen herkese $ukela'larimi yolluyorum buradan...

    --- spoiler ---

    son sahnede kitapciya "nein, das ist für mich" diyen gerd wiesler'in yuzundeki mahcup ve mutevazi gurur, uzun sure aklimdan cikmayacak.

    ---
    spoiler ---


    (muhendis - 26 Mart 2007 18:11)

  • comment image

    --- spoiler ---
    ulan kitabı armağan edeceğine işe falan alsaydın ya da sıkıştırsaydın iki kuruş eline o yaşta adam yorulur öyle yeni işinde, yürü yürü.. zaten sistem vurmuş sen bari kayıtsız kalma lan.. bohem oldun da adam mı oldun. hıyar.
    ---
    spoiler ---

    (bkz: düz adam)


    (chebyshev - 8 Ağustos 2007 22:45)

  • comment image

    --- spoiler ---

    (bkz: yalnızlık)

    wiesler bir gece önce yatakta sevişmelerini dinlediği çiftimizin evine girer ertesi gün ikisi de dışarı çıktıktan sonra. yatak odalarına yönelir, yatağa bakar. örtüye, sanki bir gece önce dinlediği sıcaklığa, yakınlığa dokunmak ister gibi dokunur. ben çok acıklı bir imrenme görmüştüm o dokunuşta ki muhtemelen wiesler’deki ilk kırılma noktası da tam olarak o dokunuş anıdır, kendini işine adamışlığın; sisteme olan sarsılmaz bir inancın uğruna hayata dair kaçırdıklarının, sevgiden ve insana ait ne varsa her şeyden kopuk geçmiş bir yaşamın o yatağa dokunma anında yarattığı aniden fark ediş duygusudur.

    aynı akşam bir fahişe çağırır evine wiesler ve onunla sevişir, bir kadınla hiç olmazsa bir parça benzer bir yakınlık duygusu arayışıyla. işte bana göre yalnızlığın sinemada anlatılabilmiş en sade ama en çıplak karelerinden bir tanesidir o fahişenin kalkıp başka bir müşteriye gitmek üzere evden çıkarken wiesler’in çiğ oda ışığının altında kapanan kapıya bakarak kalakalışı.

    ---
    spoiler ---


    (little thin goddess - 9 Nisan 2008 10:59)

  • comment image

    belki dünyanın en yüzeysel adamı yorumu olacak ama, filmle en güzel şey casus abimizin montudur. çok aradım ama bulamadım o tarz bir şey.


    (sir gawain - 21 Ekim 2008 00:14)

  • comment image

    dönüşüm meselesini 'ikna edici' bulmasak bile şunu diyor, ki katılıyorum: sizi görev icabı dinleyen kişi dahi sizden etkilenecektir. yani 'bizi dinliyorlar, izliyorlar' ise, umarım bu 'memur' eylemi içerdiği fiilleri kapsayacak biçimde yaşanmaktadır, umarım gerçekten izlenip, dinleniyoruzdur. emir icabı bile olsa merak, iştah ve samimiyetle dinleyip, merakla izleyen birisinin aynı kalacağını, kalabileceğini iddia etmek için 'biz'e 'biz'i aşan bir takım özsel ve öznel hasletler, incelikler, doğalar yüklemek gerekiyor. oysa ki 'biz', biz'e benziyoruz, biz de birilerini izlerken geçmişteki biz'den sıyrılmış, şimdiki biz olmuşuz. anlayacağınız bu film de diyor ki 'benzeşme' o anlamda tersine de işleyebilir, işlemeli de. bu konuda mahir bir kaynak olup, kendini izlettirmek lazım.


    (otisabi - 27 Ekim 2008 03:05)

  • comment image

    bir takım dış mihraklara şu açık mektupla savunduğum film:

    bir kere o iş öyle değil. (herkesin beğendiği filmi eleştireni eleştiren herkesin beğendiği ile uyumlu adam girişi)

    adamın ismine gıcık olup işine gıcık olmayacağını kimse iddia etmesin. ama edilmiş. ve yalan. asıl sorun adamın taşşaklı ismi. ve genç yaşta ödülü kapması. kabul et capon kabul et. pes et mihrak pes et.

    5 yıl araştırma yapmış. neye yapmış? apolitik yazar, sorunlu karı, yozlaşmış bürokrat, donuk ajan'ı uydurmak için mi yapmış? o kişileri var eden arkaplanı anlamak için yapmış. ilişkileri yerleştireceği temelleri anlamak için yapmış. o ilişkilerin uyumlu bir şekilde sistem'in içinde ilerleyebilmesi için gerekli basamakları belirlemek ve belirtmek için yapmış. basit konstelasyon demek ne kolay, basit olmadığını nasıl savunabilelim? hamlet'e de 'saray'da geçen aristokrat pornografisi' demek aynı basitleştirme ile mümkün değil mi? hem beğenmedinse griftini sen yaz capon! beğenmedinse sen çek! o yaş geldi çattı. kabul et capon kabul et. pes et mihrak pes et.

    apolitik yazar'ın aslında suçsuz olması değil ki mesele? suçlu, ya da, suçsuz gözetlenebilmesi, görev icabı gözetleyen ile gözetlediği arasındaki kaçınılmaz yakınlaşma. doğu almanya'da sürekli batı tv'si izlendiğini bilen, 'gözetleyen'in 'gözetlediği'ne yakınlaştığını bilen birisinin paraleliği kuracağı, kurmayanın kurduracağı gözetleme. saf görev, düz vazife mantığı ile dahi etkileşimin kaçınılmaz olduğu ile alakalı bir güzelleme. arketipleştirmeye müsait 'bilindik yapı'ların ürünlerini, bilinmedik şekilde işlemek tiplerle değil, ilişkilerle oluyor. onu görememişsin, bilememişsin. kabul et capon kabul et. pes et mihrak pes et.

    inandırıcı olmayan gelişim'in de 'inandırıcı olmayışı'nı ulrich mühe'nin donuk da olsa, düz de olsa, tutarlı bir erdemlilik içinde yaşayabileceğini göz ardı ederek iddia etmişsin. asıl senin beklentin holivud. kademeli, formülaik bir redemption öyküsü bekliyorsun. oysa ki unutuyorsun: duvar'ın açılışı kademeli mademeli değildi dostum. değişim rüzgarlarının bu seviyede 'büyük' olacağını kimse, ama kimse, beklemiyordu. 9 kasım 1989 da tırtoz bir basın açıklamasının yanlış anlaşılması sebebiyle kapılar birden açıldığında kapıyı açan da, açtıran da olan bitene inanmadı. yani sana kalsa yakın tarihimiz hiç gerçekleşmemiş olsa, onu 'gerçekleşmiş gibi gösteren' bir film de inandırıcı olmayacaktı. ama oldu. inandırıcı olmayan oldu. çünkü inandırıcı olmayan olabiliyor. inanılmaz olan o kadar imkansız değil. bunu es geçmişsin. kabul et capon kabul et. pes et mihrak pes et.

    majestikle farkını bilemiyorum, izlemedim. ama kesin onda da haksızsındır. o yüzden:

    kabul et capon kabul et. pes et mihrak pes et.


    (otisabi - 8 Nisan 2009 09:58)

  • comment image

    benim için filmin özeti son sahnesidir;

    spoiler--

    - hediye paketi mi?

    + hayır.. bu benim için.

    ismi başkalarının hayatı anlamına gelen bir film için en iyi son. hiçbir zaman kendi hayatı olamamış bir adamın; 'allahım beni neden yarattın?' sorusuna en iyi cevap. hayata neden geldiğinin yanıtı olan bir kitap; iyi bir adam için sonat ve önündeki teşekkür yazısı; “hgw xx/7'ye adanmıştır. teşekkürlerimle.”

    her zaman savunduğum bir düşünce vardır; bazı insanlar diğer insanların hayatlarını yoluna koymak için yaşarlar. wiesler'ın bir hayatı yoktu, arkadaşı yoktu, sevgilisi-dostu-çocuğu-neşesi- inandığı bir değer yargısı, hiçbir şeyi yoktu. dreyman bunun aksine hepsine sahipti; arkasından ağlanacak dostlara, tutkuyla sevdiği bir kadına, büyük başarılara ve uğrunda ölebileceği bir düşünceye... ama dreyman'ın başarıya ulaşması tek bir kişi sayesinde oldu; wiesler.

    wiesler hayata dreyman'ın hayatını kurtarmak için gelmiş, ve koskoca hayatından geriye kalan; 'bu benim için' diyeceği bir kitap teşekkürü olmuş.

    spoiler--


    (ml in neverland - 8 Aralık 2013 18:50)

  • comment image

    --- spoiler ---

    beni ağlatmış filmdir. konusu vurucu, teknik inanılmaz, karakterler, oyunculuklar, mekanlar hepsi harika. filmi izlerken gerçekten kendinizi doğu almanya'nın o iğrenç gri, boğuk, tek düze havasını solurken buluyorsunuz. beni bu filmde etkileyen bir diğer şey de; yarbay'ın hgw xx/7'ye emekli olana kadar postacılık yapacaksın, 20 yıl boyunca sürüneceksin dediği sahneydi. o zaman doğu bloğunun yıkılacağını kimse düşünmüyordu, ihtimal dahilinde bile değildi. yani bizim sonsuz karanlık gibi gördüğümüz şeyler hiç tahmin edemeyeceğimiz olaylara/sonuçlara gebe. direkt 1984'e dönüp orada olduğunuzu düşünün, umutsuzluğu, kapana kısılmışlığı, hayatınız boyunca kurtulamayacağınızı, tek çözümün ölüm olduğunu. bir düşünün! tüm bunlar olurken aslında aydınlık çok yakın. bunu düşünemiyoruz işte.

    ---
    spoiler ---

    mükemmel film. benim puanım 9/10


    (cok az prensibi olan adam - 2 Nisan 2014 02:52)

  • comment image

    bazi filmler vardir, belli bir duyguyu yogun sekilde verir. misal, yalnizligi anlatiyordur, film izlerken dunya'nin en yalniz insani, yalnizligi en iyi anlayan insan olursunuz. o filmi izledikten sonra, artik yalnizlik hakkinda soyleyecek cok seyiniz vardir. film bu duyguyu olesiye vermistir. amaci da budur zaten. bazi filmler de vardir, birden cok duyguyu azar azar verir. hepsinden bir parca tattirir izleyene. tadi damaginizda kalir filmin ve hissettirdiklerinin. ''biraz daha yok muydu, hepsi bu kadar miydi'' dersiniz film bitince. bu iki durumda da film basarilidir. izleyiciyi yakalamayi basarmistir cunku.

    ancak bu film ikisi de degil. bu baska bir sey. bu filmde tum duygular var, ama azar azar yok. olesiye var. anlatmak istediklerinin, hissettirmek istediklerinin hepsini hic acimadan verip, izleyicinin canini okuyorlar resmen. izlerken dalip cikmadigin, yukselip alcalisa gecmeyen herhangi bir duygu kalmiyor. dahasi, hicbirinin tadi damaginda kalmiyor. film bittiginde gercek anlamda doygunluk hissediyorsun. ''su film iyi ki izlemisim'' diye kendi kendine soyleniyorsun mutlaka. filmi izlememis olanlardan her konuda bir adim onde oldugunu dusunuyorsun hatta. o ruh haline sokuyor insani bu ruh hastasi yapit. bir de tabi, bol bol sigara yaktiriyor izlerken. filmde kullanilan elektronik cihazlarin, gercekten de stasi tarafindan o donemlerde kullanilmis olan cihazlar oldugunu ve film icin muzelerden tozlari uflenerek sete getirildigini ogrenince de bakis aciniz degisiyor ister istemez. gozunuz aletlerin kenar koselerine, detaylarina takiliyor. vaktinde kimlerin ellerinde, ne isler icin kullanildigini dusunmeden edemiyorsunuz.

    hayatinizdan, su film icin ayiracaginiz 130 dakikaniz olsun. es gecilecek bir film degil.


    (mikua - 4 Nisan 2014 22:14)

Yorum Kaynak Link : das leben der anderen