Süre                : 1 Saat 35 dakika
Çıkış Tarihi     : 01 Mayıs 1967 Pazartesi, Yapım Yılı : 1967
Türü                : Macera,Romantik,Western
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Columbia Pictures Corporation , Admiral Pictures , Robert E. Kent Productions
Yönetmen       : William Witney (IMDB)
Senarist          : Willard W. Willingham (IMDB),Mary Willingham (IMDB)
Oyuncular      : Audie Murphy (IMDB)(ekşi), Michael Burns (IMDB), Kenneth Tobey (IMDB), Laraine Stephens (IMDB), Robert Brubaker (IMDB), Michael Blodgett (IMDB)(ekşi), Michael Keep (IMDB), Kay Stewart (IMDB), Kenneth MacDonald (IMDB), Byron Morrow (IMDB), Willard W. Willingham (IMDB), Ted Gehring (IMDB), James Beck (IMDB), Maurice Hart (IMDB), Jack Lilley (IMDB)

40 Guns to Apache Pass (~ 40 Fusils Manquent a l'Appel) ' Filminin Konusu :
40 Guns to Apache Pass is a movie starring Audie Murphy, Michael Burns, and Kenneth Tobey. The Apaches are on the warpath and the Army must defend them. Murphy's mission is to get a shipment of rifles, but it's stolen by greedy...


  • "amerika'yı amerika yapan o %3'lük azınlığın entelektüel düzeyini takdir etmemize neden olan paylaşım."
  • "before sunrise ikilisinin**, birbirlerine verdikleri sozu tutarak bir yil sonra bulustuklarini hatirlatan film."




Facebook Yorumları
  • comment image

    uyarı: fena hâlde spoiler içerebilir.

    kendi içerisinde "iyimser" bir yapısı olmasına rağmen, bazı bünyeler üzerinde (mesela benim) çok daha karanlık etkiler yarattığı görülmüş richard linklater eseri. "film ne ile ilgili?" sorusuna verilen en kısa yanıttan (lucid dreaming) dolayı inception tadında bir-iki saatlik seyirlik film beklentisiyle karşısına oturupta, filmden sonra daha önce hiç sormadığımı fark ettiğim soruları sordurttu bana.

    en basitinden: "they say that dreams are only real as long as they last. couldn't you say the same thing about life?" o kadar düz mantık gibi görünen ama o kadar sormaya bile tenezzül etmediğimiz bir soru ki bu. belki de, bu nasıl yaşadığımızdır.

    filmin bir bütünlüğü olmadığı, aslında film içerisinde roman yazan adamın da dediği gibi filmin insanlara, anlara, diyaloglara endeksli olduğu söylenmiş. bir an için kulağa olabilitesi yüksek gibi gelse de, aslında bu, filmin kendi yarattığı bir paradoks gibi. nitekim, filmin ilerleyen bölümünde (holy moment), başarılı filmlerin senaryoya bağlı olmadan ilerlediğinden bahseder. senaryo seni köleleştirir. filmin bir kişiye ya da herhangi bir şeye dayalı olmasının daha çok iş göreceğinden söz eder. aslında buradaki fikir, özünde, senaryonun kasıntılığından kurtulup, daha belirsiz bir şeye odaklanmaya çalıştığımızda tam olarak anlatmak istediklerimizi anlatabilirizdir. nitekim, bir filmin hikayesi olması gerektiği kuralını yine biz insanlar var etmişizdir.

    rüya içinde rüya paradoksuna giren bir filmin varoluşçuluk muhabbeti yapması kaçınılmazdır. varoluşçuluktan bahsettiğinde ise, özgür iradeden, olan bitene anlam yüklesek mi triplerinden, hatta evrimden bile bahsedebilirsin. yani aslında, lucid dreaming olarak ilk etapta göze çarpan durum, her tarafa çekilebilecek kadar belirsiz bir şeydir. bu da filmi kendi içerisinde eşsiz kılar. bu nedenle aslında, filmin bütünlüğü olmadığı fikri, çürümeye yüz tutar durumda kalır.

    filmin sonlarına doğru ana karakterin pinball oynayan adamla (ki sanırım o adam linklater'ın kendisidir) diyaloğu ise filmin en tüyler ürpertici kısmına sahiptir. özellikle film gece vakti, etrafta en ufak bir ses yokken, hafif loş bir ışıkla seyrediliyorsa. oradaki karakter philip k. dick'in yazdığı kitaptaki olayların daha sonradan birebir başına gelmesinden bahseder ve sonunda konuyu, aslında zaman m.ö. 50 olmadığı gibi 2001 de değil; sadece şu an vardır ve o sonsuzdur şeklinde bağlar. bu da o diğer ufak detaylar gibi aslında hayatımız boyunca sürekli üzerinde düşünüp durduğumuz ama biz de "tam anlamıyla" bir farkındalık yaratmayan düşünceler gibidir. hani bir komedyeni izlediğimizde "aa hakkaten ya!" diye güleriz. bunun sebebi, günlük yaşantılarımızda orada hep var olan ama görmediğimiz ya da görmezden geldiğimiz ufak detaylar olmasıdır ya. ama birisi anlatınca, "evet" deriz, "gerçekten öyle". waking life'ın da hayata karşı böyle bir görevi var gibi. bir "farkındalık" yaratır bünyede. hepimiz, varoluş hakkında çoğu zaman düşünmüşüzdür ama geçmişin veya geleceğin olmayışı, sadece "şu an"ın oluşu fikri çoğu zaman yüzleşmekten kaçtığımız ve bizi ürküten bir gerçek olmuştur. düşünsene, tam on dakika önce bir fincan çay içtin. hayatındaki en sıradan eylemlerden birisi değil mi? ama o 10 dakika önceydi. artık yok. yaptığın eylem en fazla hafızanda birkaç fotoğraf olarak yer edecek (ki sıradanlığı bu ihtimali de azaltıyor) ve sen o ana bir daha hiç geri dönemeyeceksin. 10 dakika da önce olsa, 10 yıl da önce olsa, bütün zamanlar sana aynı uzaklıkta. aynı odada, aynı masada, aynı kıyafetlerinle, aynı bardakla o çayı yeniden içebilirsin ama hiçbir zaman aynı anı yaşayamayacaksın. en sevdiğin insanla 60 yıl birlikte yaşadın ama 61. yıl geriye dönüp baktığında hepsi zihnindeki bir dizi fotoğraftan ibaret ve senin için sadece şu an var "şu an". ürkütücü değil mi? ürkütücü.

    ve profesörün filmde belirttiği gibi ne yaparsak yapalım, bu bizi en fazla süper şempanze seviyesine getirir. ötesi yok.

    "the worst mistake that you can make is to think you're alive when really you're asleep in life's waiting room."


    (cupido - 14 Eylül 2011 02:49)

  • comment image

    platon ya da nietzsche ile ortalama insan arasındaki uçuruma dair saptama tokat gibidir.

    "dünyada iki çeşit acı çeken insan vardır: yaşama sevinci eksikliği çekenler ve yaşama sevinci fazlalığından muzdarip olanlar. ben hep kendimi ikinci kategoriye sokmuşumdur. bunu düşündüğünde, neredeyse bütün insan davranış ve eylemleri, temelde hayvan davranışlarından farklı değildir. en ileri teknolojiler ve ustalık bizi en fazla süper şempanze düzeyine getirir. örneğin platon ya da nietzsche ile ortalama insan arasındaki uçurum şempanze ile ortalama insan arasındaki uçurumdan daha büyüktür. gerçek bir ruhun, gerçek bir sanatçının, azizin, filozofun, krallığı seyrek olarak ulaşılan bir şeydir. neden bu kadar azdır? neden dünya tarihi ve evrimi bir ilerleme öyküsü değildir de, sıfırların sonsuz ve boşuna bir toplamıdır? daha büyük bir değer hiç oluşmadı. kahrolsun, yunanlılar bundan 3000 yıl önce bizden daha ileriydiler. nedir o halde insanları gerçek potansiyellerine ulaşmalarını engelleyen şey? bu soruya karşı bir başka soru sorulabilir, o da şu: insanın en evrensel özelliği korku mu yoksa tembellik midir?"


    (dongidongi - 5 Mart 2012 00:23)

  • comment image

    izlerken cips veya patlamis misir yenilemeyen filmdir. diyaloglar o kadar degerli ki tek kelimesi bile bir paket hisirtisindan veya herhangi bir sesten kactiginda basa sarmak durumunda kaliyorsunuz kesin bir sey kacirdim diye. beni en etkileyen filmler arasindadir. emegi gecen herkesin beynine saglik.

    "bir yere varmaktansa hep yolda olmak daha iyidir, tanismalardan ve elvedalardan tasarruf etmis olursun."


    (dontmesswithme - 2 Eylül 2012 13:01)

  • comment image

    mademki gerçekle hayali ayıramıyorum sallayayım gitsin hissi uyandıran film. diyologlar (yoksa monolog mu demeli?) gayet uzun ama bir o kadar da akılda kalıcı. filmle ilgili bir diğer karmaşıklık hissettim, önce 'gerçek' olarak çekiliyor, sonra animasyon haline getiriliyor. animasyon aslında olmayandır? oysa bu film gerçek oyuncularla çekildi? ama animasyon? peki hangisi gerçek? o sırada bir duman görüyorum, fark ediyorum ki kafamdan çıkmış. "linklater sen bizim herşeyimizsin!"


    (en kendini bilmez yasam formu - 22 Mart 2005 11:49)

  • comment image

    "uyanık hayatımızı düşük bir ücret karşılığında sattığımız yetmiyormuş gibi şimdi de rüyalarımızı bedavaya alıyorlar..." gibi insanın içini acıtan gerçekleri bir tokat gibi yüzümüze çarpan film. rüyalarını unutan insanların toplumsal evrim süreciyle yozlaşarak kendi kafalarındaki duvarların ve labirentlerin içine hapsolup, bu duvarları yıkmaya veya labirentlerin içinden kurtulmaya güçlerinin kalmadığını anlatıyor: "insanların en belirgin özelliği korku mu, tembellik mi?"..
    film ayrıca ütopik olarak algılanan vicdan ve dengeye dayalı anarşi kavramı ile unutturulmaya çalışılan rüya gerçeği arasında kuvvetli bir bağ kurarak, bunu 21. yüzyılın yeni evrim modeli ve insanlığın kurtuluşu olarak gösteriyor, umutlandırıyor, rahatlatıyor.. ama bu düşünceleri benimseyip onaylamamıza rağmen hala daha çok değerli enerjimizi rüyalarımızı satmak için harcadığımızı bilmek daraltıyor..
    iyi uykular..


    (speolog - 13 Mayıs 2005 04:07)

  • comment image

    anuna koduum internet exploreri diyerek yazima tekrar basliyorum. sizin az evvel okuyamadiginiz yazimda ozetle fight clubin mesaj kaygili didaktik film iddiasiyla elestirildigi bir alemde bu filmden diploma kaygisi beklemek yerinde olur demistim.

    linklater bu filmde uzun yillar etud ettigi her halinden belli olan ruya-gerceklik-nihilizm-varolusculuk-kaybolusculuk gibi felsefi konulari cok iyi bildigini gostermek, ve bizlerle de paylasmak icun yeni bir dijital rotoskop teknigini kullanarak hem gorsel hem de bilgisel bombardiman yapmis. simdi oncelikle soylemek gerekir ki kurgusal olarak yaptigi bombardiman filmin mufredatini olusturan felsefe uzerinden ele alindiginda sanat tarihi anlatmak amacli cekilmis civilisation (sid meier in ki degil) ve roman empire gibi bbc yapimlarindan pek farkli bir noktaya ulasnmiyor. evet kurgu icinde her ikinci sinifta okuyan sinema ogrencisinin bitirme projesi konusu olan "hayal mi gercek mi acaba?" geyigi barindiriyorsa da (ve bunu akademik bir cerceve icerisinde siritmadan oturtabiliyorsa da) bence waking life birbirinden bagimsiz parcalarin aktarim gucuyle, performansi ile degerlendirilmeli. ruya kurgusunda david lynch in mulholland drive in da yapmadigi aciklamayi, linklater doktora tezi ayarinda yaparak konuya ilgi duyanlara tam anlamiyla hitap ederken, ilgi duymayanlarda da bir ilgi filizlenmesi olusturmayi basaracak kadar detayli (ve guzel) anlasilabilir bir sunum yolu secmis. bu baglamda waking life'in bicim ve yaklasim olarak sofi nin dunyasinin sinemasal muadili oldugunu soyleyebiliriz. felsefeyi hazmedip yutmuslarla, anlamak icun gayret edenler aasinda guzel ince bir yol cizmis bu siniflar ustu filmi siniflandirmakta zorlaniyor, baktim is zora biniyor "siniflanmasa da olur" diyorum.

    filmin animasyon olarak basarisi ise kimi zaman flashdan hatirlayacagimiz trace bitmap komutu neticesi ile, cok guzel fauvist, impresyonist tadlar arasina gidip geliyor. nerdeyse her plan da degisik bir stil denenmis olmasi guzel, final de tezini aciklayan linklater ise pek guzel. renk secimi ve sanat yonetmenligi essekce guzel.

    bana her ne kadar unutamayacagim bir seyirlik zevki vermediyse de , sinemadan dusunerek ayrilmama sebebiyet verdi. hala da filmde anlatilanlari dusunuyor, vay anasini diyorum (ama kapsanan konularla ilgili tadinda yazilmis bir kac ogretici kitap acip okusam diyecegim "vay anasini" bu film neticesinde dedigimden cok farkli olmazdi. konular felsefeyle alakali bir insanim diyen herkesin zaten kafasini karistirmis, karistirmakta olan sorular. filmin sunumu daha user friendly ve konsantre sadece.)

    ozetle bu film hakkinda su veya bu sebeplerden cok konusulacak, yazilacak cizilecek diyebilirim. linklater i da boylesine iddiali bir konuyu bu derece odun vermeksizin (kimi zamanlar konferans tavrina gecmek pahasina) sunabildigi icin tebrik edebilirim. hedefi ne ise o hedefe ulasmis bir film, umarim hedefinin otesinde bir yerlere de ulastigini gorup "yapma canim" demek durumunda kalmayiz.


    (otisabi - 14 Kasım 2001 06:53)

  • comment image

    birçok sahnesinde 5sn. geri alma ihtiyacı duyduğum, bir ara 'acaba sonuna kadar izlememeli miyim' diye düşünmeme neden olan derinlikteki, zaman zaman 'evveeet! budur' dedirten, animasyon tekniği seçimiyle nokta vuruşu yapmış olan eğitici, öğretici, delirtici film..


    (controlemole - 23 Aralık 2005 03:58)

Yorum Kaynak Link : waking life