• "figürasyon yapmak için boğaziçi üniversitesinde bir sınıfı doldurduğumuz film, şimdi kimbilir var mı yok mu sanat tarihi sınavı olduğumuz o bölüm; 20 ekimde göreceğiz."
  • "filmin müziği domenico scarlattinin fa minör piyano sonati k 466 dir."
  • "baharın gelmediği film."
  • "yere düşen fındığı isa'nın sike sike serap'a yedirdiği film."
  • "nuri bilge ceylan'in dunyanin en yuzeysel adami tadinda bir karakteri canlandirdigi film."
  • "misafirliğe gittiğimizde ikram edilen leblebiyi geri çevirmememiz gerektiğini gösteren nuri bilge ceylan filmi."
  • "bir findik yemedi diye insan siken bir karaktere sahip filmfilmden tek aklimda kalanin bu olmasi da enteresan bir sorunsal."
  • "nuri bilge ceylan'ın filmi üzerine şu yazı da ayrıca okunabilir."
  • "kız arkadaşınızla izlerken "adam sike sike yedirdi fındığı " demeyin çok kızıyor sonra..."




Facebook Yorumları
  • comment image

    figürasyon yapmak için boğaziçi üniversitesinde bir sınıfı doldurduğumuz film, şimdi kimbilir var mı yok mu sanat tarihi sınavı olduğumuz o bölüm; 20 ekimde göreceğiz.


    (bewitched - 16 Eylül 2006 22:55)

  • comment image

    çok eğlenceli bir film. gayet gerçek gayet tuhaf diyaloglar. klasik uzun (bazen fazla uzun), güzel kareler.
    feci bir magazin yorumu olacak ama bana şöyle geldi: hani şarkıyla evlenme teklif edilir ya, nuri bilge ceylan sanki bu filmle boşanma teklif etmiş gibi.


    (boncik - 21 Eylül 2006 01:15)

  • comment image

    bu filmin en kötü tarafı filmin başlangıcından yaklaşık 10 dk. sonra ilk defa sesini duyduğumuz ve biraz sonra da aktörlüğüyle tanıştığımız nuri bilge ceylan'ın oyunculuğudur. insan ister istemez o bedenden daha bir olgun ve mat bir ses beklerken, hayal kırıklığıyla tanışıyor. sevgili eşi ise ona nazaran daha profesyonel gibi görünüyor. özellikle ağrı'da minibüsün içindeki ağlaklı sahne bence ebru ceylan'ın en göz dolduran performansının olduğu sahne.

    ikinci olarak da bu filmde ufacık ayrıntılar var. yani mesela film bir yaz gününde başlıyor, güz günlerinde devam ediyor ve bir kış günü ağrı'da bitiyor ama ortada bahar mevsimi yok. hayır aslında bahar da var ve o bahar ebru ceylan'ın canlandırdığı ''bahar'' karakteri. belki de bahar mevsimine ait bir güne yer verilmeyişinin nedeni bu iki karakter arasında son bulan bir aşkın ya da sevginin tekrar filizlenememiş olmasından kaynaklanıyor.

    aklımda kalan diğer kare evet o sevişme sahnesi. orada bence her iki taraf da bu işten hoşlanıyor. özellikle bayan karakter bana daha çok, ânı tecavüz ânına benzetmek amacıyla ve bundan haz almak maksadıyla yapmacık çırpınışlar sergiledi ve o fındığı yedi. yani bu bir çeşit fanteziydi.

    ayrıca bu filmin sosyal bir vurgusu da var ve o da doğu anadolu'daki muazzam boyutlara ulaşan kaçak mal-kaçakçılık mevzuu.

    ben genel olarak çok hoşlandım. ancak özelde n. bilge ceylan'ın kendisi yerine bir başka oyuncuya şans tanımasın tercih ederdim. sanırım izleyiciler de filmin başlarındaki gece denize karşı çakırkeyif sahnelerini izlediklerinde ne dediğimi anlayacaklardır.


    (haggi bulut - 20 Ekim 2006 21:07)

  • comment image

    gördüğüm en iyi nuri bilge ceylan filmi. kadın erkek ilişkilerine bu kadar dürüstçe yaklaşan ve taraf tutmamayı başarabilen az film görmüştüm, bu açıdan takdir edilesi.

    --- spoiler ---

    film esas olarak kadın ve erkeğin bir ilişkiye bakış açısının ne kadar farklılık gösterdiğini anlatıyor. kadın ilişkiye kendini tümüyle verirken ve biteceğini anladığında yas tutarken adam nasıl en az hasarla bundan kurtulurum hesabı içindeydi. bu açıdan en çarpıcı diyaloglardan biri ayrılık konuşmasıydı. adam bir taraftan olayı kısa ve acısız halletmeye çalışırken diğer taraftan kendi suçuluk duygusunu hafifletebilmek adına kadını böylesinin ikisi için de daha iyi olduğuna ikna etmeye çabalıyor, dost kalırız teranesini tekrarlıyordu. kadın bu açıdan verilebilecek en güzel cevabı verip "dost kalmasak da olur, ben başımın çaresine bakabilirim" diyordu

    isa bahar’da bulamadıklarını serap’ta buluyor, onun yanında cinsel arzularını kısıtlamadan ifade edebiliyor, ondan utanmıyordu. bu nedenle çok eleştirilen sevişme sahnesinin de bir anlamı olduğunu düşünüyorum. o adam büyük bir ihtimalle bahar’la o şekilde sevişemiyor, bahar yokken serap’la olmasını bu şekilde açıklıyor, belki bunu bir aldatma olarak bile görmüyordu. sadece bedensel ihtiyaçların karşılanmasıydı bu serap meselesi.

    sonunda bahar’ın hayatına devam ettiğini fark ettiğinde erkeklik gururunu kırmak pahasına ülkenin diğer ucu da olsa peşinden gidiyor ve onu ne kadar değiştiğine ikna etmeye çalışıyordu. amaç tekrar onu elde edebileceğini kendine kanıtlayarak aslında ne kadar da unutulmaz bir erkek olduğunu göstermekti bence. bahar’ın neler hissettiğini zerre umursamadan, onun niye gözyaşı döktüğünü dahi anlamdan, elinde eski fotoğraflar ve sevimli bir hediye ile herşeyi halledebileceğini düşünmek de tipik bir duyarsız erkek davranışı olsa gerek. bu sırada bahar’ın isa’ya sorduğu soru da tipik kadın davranışının bir göstegesiydi. her kadın kendisi yokken başka bir kadına mı gidilmiş merek eder. bunu sormuyorsa da kendini tuttuğu içindir, merak etmediği için değil.

    sahneler -her nuri bilge ceylan filmi gibi- üstünde tek tek düşünülmüş ve özenle seçilmişti. yönetmenin fotoğrafçılık mazisini işaret ediyodu her biri. isa’nın ağrı’da karı izlediği sahne fazlasıyla uzak’taki sahneyi hatırlatıyordu. bir de deniz kyısında yakın planda adamın uzak planda kadının sırtı dönük oturduğu ve denizden bir yelkenlinin geçtiği sahne vardı ki tadından yiyemedik, hafızalarımıza kaydettik ileride yemek üzere.

    ---
    spoiler ---

    yönetmene eline sağlık diyor, hokkabaz ve sınav’ın arasında kaynamamasını temenni ediyorum.


    (empas kumpas - 26 Ekim 2006 16:54)

  • comment image

    --- spoiler ---
    bahar in isa yi terk etmesinin nedeni serap degil, isa nin ustune dusmesi de degil, umursamaz olmasi da degil.

    isa nin bahar i birakmak istemesi onu sevmemesi degil, evlilikten korkar kacar* olmasi da degil.

    serap in dusuk ahlakli olmasi filmle hic ilgisi yok. isa ve bahar iliskisini bitiren bir sey de degil.

    peki bu film nedir?
    bu, tezini bitiremeyen, karasizliklar icinde yuzen bencil ve yalanci bir adam olan isa nin ve o model insanlarin asla bir seye ya da bir insana sahip olamayacagini anlatan bir filmdir.
    gunumuzde her apartmanda bu insanlardan bir kac tane var. cep telefonunuza kayitli insanlarin yariya yakini bu insanlardandir.
    evet, senden ayrildiktan sonra serap la birlikte oldum diyecek yurekliligi gosteremeyen adamin agri da ne isi var?
    senin cagrindan sonra odana gelen ve degisebilirim, senin icin her seyden vaz gecerim dedigin birine - ve uyandiktan sonra mutlu bir bicimde sana ruyasini anlatan bir kadini- cekimlerin kactaydi diyerek neden istanbul dan, dolayisiyla kendinden uzaklastirirsin ki...
    cunku isa bir loser dir. o hak etmeyen dir. belki de sevemeyendir. serap bile ona kur yapinca kacandir cunku.
    ---
    spoiler ---


    (gelishine yarim vole - 3 Kasım 2006 01:11)

  • comment image

    film hakkında yazılanları okumadan birşeyler karalamakta fayda var, zira farklı kişilerin oldukça farklı düşünmesi, filmi çok beğenmek ya da nefret etmek gayet mümkün..
    neyse işte, ben filmi çok beğendim/nefret ettim nihayetinde. mayıs sıkıntısı ile sorular sordurup uzak ile tüm dikkatimi üstüne çeken nuri bilge, beklentilerimin yüksek olmasından mıdır bilemem, beni korkunç hayal kırıklığına uğrattı. mesela; her ne kadar böyle bir bilgim olmasa da, eğer filmin bir senaryosu olduğu iddia ediliyorsa yalan söyleniyor, o ne gudubet diyaloglardır, bir anlam veremedim.

    sinema keşfedildiğinden bu yana denilebilir ki en ticari ve hala en yenilikçi, en avangard yaratım biçimi. sahip olduğu teknik olanaklar, insan algısı açısından taşıdığı cazibe, kolay ulaşılabilir olması -bunun işin ticari kısmıyla doğrudan ilişkili olduğu ayan beyan ortada- birçok sanat dalının üstünde tutuyor sinemayı. o ise sanat olduğunu kanıtlama iddiasında hala. bunu nuri bilge gibi "gerçek hayata" öykünen yeteneklere borçlu kuşkusuz.

    dedim ya, beğendim/nefret ettim..

    şimdi; senaryo yok! varsa da yok! filmde nuri bilge ve karısı başta olmak üzere oyunculuk hakkında en ufak bir yeteneği, bilgisi olmayan birçok karakter var, karakter yaratamamış. bu bilgi ve yetenek eksikliği, konuşmaların daha bi anlaşılamamasına yol açmış. hayır, diyaloglardaki derinlikten filan bahsetmiyorum, zaten yok öyle bir şey, konuşmalar oldukça sığ. ayrıca oyuncu olmayan oyuncular pek "oynayamamışlar".. tüm kelimeler yutulmuş, cümlelerin sonu ağızların içinde kalmış. zaten filmin iddiası bu denebilir, hayat! biz hayatımızda dublaj yapan tiyatro oyuncusu gibi konuşmuyoruz elbet. ama derdini anlatacaksan anlaşılır konuşmak zorundasın. araya mikrofon, dış ses vb. girince hepten kaybolup gitmiş konuşmalar.
    ha benim kulaklarım iyidir, duyduğum kadarı bile bana yetti, o ayrı.

    karakter yaratamamış karakterlere gelelim. nuri bilge'nin kendisi başta olmak üzere, filmde, filmin amaçladığı gerçekçiliği yakalayan bir tek kişi var, o da babası. gerçekten kendi babası mıdır bilmiyorum ama yaşlı amca filmdeki herkese oyunculuk dersi verir gibiydi, duruşu, konuşması, hareketleri, her şeyiyle gerçek karakterler yaratamayan/oynayamayan nuri bilge sanırım bu baba karakterini de yaratmamış, o zaten orda duruyomuş, yönetmen çekivermiş.

    karakterler, diyaloglar sığ. nuri bilge bu sığlığı anlatmak istemiş biraz zaten. yalan söyleyen, aldatan, gerçek dostluk kuramayan, anne-babası köylü, kendi metropolün en göbeğinde, cihangirde yaşayan, kendini entelektüel olarak tanımlayabilecek işlere sahip, tatilde hangi ülkeye kaçsam hesabı yapacak gelir seviyesinde insanlar bunlar. ahlaksal bakımdan söylemiyoruz, psikolojik bir sapkınlık olarak cinsellikte şiddet eğilimi bile var bu zât-ı muhteremlerde. seven, aldatan, ardından yüzlerce kilometre giden ama saygı duymayan insanlar bunlar. evleneceği sırada "yenge"yi, özgürlüğünü tehdit ettiğini düşündüğü için bırakıp giden, "hizaya geldiği"ni düşündüğü için tekrar birlikte olabilen akademisyenler var filmde. doğulu bir genç sert bakmalı onlara göre, bıçkın delikanlı olmalı. o delikanlının vesikalığından başka hiç fotoğrafı olmamalı. o doğulu şehirler ki, her şehrin her köşebaşında internet kafe denen ucubeler cirit atıyorken aslında, o kentlerde olmamalı. yirmili yaşlarında bir genç interneti bile bilmiyordur zaten, mail ne ola ki?

    oralarda çekilen diziler kan davası anlatmalı, "kanın yerde kalmayacak" yeminleri eden eli tüfekli "doğulu"lar "reyting"in tozunu attırmalı!

    nuri bilge fotoğrafını göndermesini istediği gencin adres kağıdını -"bilmem ne sokak numara bilmem kaç!"- buruşturup atan karakterleri anlatmış filmde. ama kendisi de o kadar onlardan ki ve bunu o derece iyi çıkarabiliyoruz ki filmden aslında, meselenin ironisini değil, ironinin ironisini yapmış iklimlerde.

    hayatı taklit ederken hayata öykünmüş, geri dönmüş kendi kıçına bi tekme atmış o hayat, o insanlar!


    (situasyonist - 3 Kasım 2006 11:43)

  • comment image

    çalakalem düşünelim. simdi ilk olarak ukalalik gibi görünmesin ama iklimler'i tek basina, türk sinemasinda son dönemde yapilan islerden izole bir şekilde düşünmek bana çok makul gelmiyor. iklimler'le birlikte yeni nesil türk sinemasi ya da "film turk" (film turka cafe crown gibi değil ama), ya da "noir turk" gibi bir akimin artik iyice görünür hale geldiğini, izleyiciyi de çeken, artik görmezden gelinemeyen güçlü bir damar haline gelmeye basladigini düsünüyorum. kimi buna zaten onun adi "yönetmen sinemasi" vs. türü bir sey diyecek ya da dünyadaki baska sinema akimlari, tarkovski, bresson ve bergman vs. anlayişlari kapsaminda ele almak gerektiğini söyleyecek, ama bunun özellikle nuri bilge, zeki demirkubuz gibi yönetmenler etrafinda "bize özgü" bir sinema akimi haline gelmeye basladiğina inaniyorum. bunu yine kasim'da gösterime girecek yüksel aksu'nun dondurmam gaymak'inda ve demirkubuz'un kader'inde yine göreceğiz. dolayisiyla bu sinema anlayişinin birikerek bir akim haline gelmeye basladiğini, belki biraz fazla iddiali olacak ama bu damar'in dünya sinemasini da etkileyecek yeni bir sinema akimi haline gelmeye basladiğina inaniyorum. atif yilmaz'in son dönem filmleriyle baslayan, kismen şerif gören ve yavuz turgul'un ve uğur yücel'in daha estetize edilmiş filmleriyle devam eden çizgiyi kabul etmeyen (o çizgiyi bugünlerde eve dönüş temsil ediyor sanirim) -ve bu anlamda yilmaz güney sinemasina temalar anlamiyla olmasa da sinemaya bakiş açisi anlaminda geri dönen- yeni sinema anlatim teknikleri arayan, başka meseleleri olan bu damar hakkinda neden bu kadar köşeli konuşuyorum?
    bunun bir kaç nedeni var...

    aslinda nuri bilge'nin iklimler'i sadece türkiye'de değil, dünya'da bile hiçbir yönetmenin kolay kolay kabul cesaret edemeyeceği bir film. sadece oyunculuklardan sözetmiyorum. ama oyunculuklarin da önemi var. nuri bilge ilk kez meslekten "oyuncu" olmayanlarla çalişmiyor. ama bu kez bizzat kendisini, eşini, istiklal caddesinde rastlayacağınız herhangi birini (serap?) bir taksiciyi vs. alip kamera karşisina geçiriyor. bu oyuncu seçimi sinemanin oyuncular, rol ve senaryo kaynakli tüm yabancilaşma, yabancilaştirma meselelerini köktenci bir şekilde ortadan kaldiriyor. (dolayisiyla filme oyuncular yoluyla yabancilaşamiyorsunuz. uzaktan bakamiyorsunuz) ama asil mesele oyunculuk değil. nuri bilge film çekmiyor. yaptiği iş endüstriyel ya da sanat kavramlari çerçevesinde alişilageldik şekilde "sinema yapmak" değil. (uzak, film çıkışı iç ses: 'sinema değil bu, herif yine fotoğraf çekiyor lan'... 'ee o da bir sinema tekniği olamaz mi berkücan?'.. 'hmm olur tabi, gamzecan). sinema yapmayan, sinema olan, yani perdede değil, oturma odasinda, otelde kaldiğimiz odanin hemen yanindaki odada, plajda yanimizdaki hasirin üstünde geçen bir şey izliyoruz. sinemacinin gözünün değil, senin benim gözümün önünde olan şeyi izliyoruz. "gerçeklikle sanat arasindaki" artik iyice deforme olmuş, entel dantel bir mesele haline gelen, belirsizleşmiş, kenara itilmiş soruna eski tarzda yanit veren bir şey izliyoruz. ama güneşe bakarken, görüntü bozuluyor. kar yagarken gerçekten kar yağıyor, güneş gerçek, kar gerçek, camin arkasi görünmüyor, minübüsün arka koltuğu rahat değil, dizi çekilirken oyuncular üşüyor, "kiçimiz dondu abi hadi bitirip gidelim" diyen bir ses geliyor, sevişmeden önce kucağina yatip siğinmak gerekiyor, "niye cnn seyrediyorsun?" diye sorulduğunda "bizim cüneyt işte, cüneyt özdemir ona bakiyorum".
    modern yaşami sinema yoluyla çözen, bir meseleyi çözmeye çalişan, sürekli çözmeye çalisan, çözmeden birakan, kurgusu, hikayesi, görüntü yönetimi, senaryosu, oyunculuğuyla herşeyiyle başlamayan, bitmeyen, seyirciyle yeni bir ilişki arayan bir sinema dili bu.

    ama her şey sahte, film gerçek, peygamber sahte din gerçek, serap sicak bahar soğuk, hayat gerçek yaşayanlar sahte, aşık sahte aşk gerçek. türk filmi lan işte. entel kuntel işler, zaten çoktan biliyorsunuz...


    (ged - 3 Kasım 2006 13:23)

  • comment image

    kadın erkek ilişkisi üzerine derin, duyarlı, gerçekçi bir nuri bilge ceylan filmi. gelmiş geçmiş en iyi türk filmlerinden. hiçbir karesini kaçırmak istemiyorsunuz. ses, görüntü, oyunculuklar çok çok iyi. evet filmde diyaloglar çok az ama karakterlerin yüzlerine yapılan yakın çekimler her şeyi anlatıyor, kelimeleri duymaya ihtiyacınız olmuyor.

    --- spoiler ---

    isa –etraftaki çoğu erkek gibi- son derece sığ, duyarsız, içgörüden nasibini almamış, odun olarak tanımlanabilecek bir adam. tabi böyle berbat özellikleri olan bir adam doğal olarak aşık olabilme yetisine de sahip bulunmuyor. iklimler isanın bir ilişki kurabilmedeki -kendisi farkında olamasa da- başarısızlığını anlatıyor. en derin lafı “güneşin altında uyunur mu, yanarsın” olan bir adamdan ne bekleyebiliriz ki. gerçi isaya karşı çok da kırıcı olmayalım en azından ağzıyla fındık yakalayabiliyor adam.

    zavallı isanın sığlığı o kadar güzel anlatılmış ki iklimlerde;

    isa ile serapın sevişmesini röntgenlerken bir şey hissedemiyorsunuz çünkü yaptıkları sadece içgüdüsel ve hayvani bir çiftleşme. çünkü verebileceği bir sevgi yok isanın. ama isadan daha iyisini bekleyemeyeceğimizin farkındayız artık.

    isanın o monoton hayatı devam eder, yaz sonbahar derken kış gelir. bahar için taaa ağrıya kadar gider isa. umutlanırız acaba baharı gerçekten seviyor mu diye. yoksa o kadar yolu niye gelsin ki. ama minibüste baharı ikna etmeye çalışırken o kadar yapmacık ve ne istediğini bilmeyen bir tavrı var ki.

    kahvede otururken şoför gencin adresinin yazılı olduğu fosfor yeşili kağıdı buruşturup atmasına ne demeli. nuri bilge ceylan adresi fosfor yeşili bir kağıda yazdırarak isanın yaptığını gözümüze sokuyor. taksici çocuk sevgilisine gönderecekti o fotoğrafı ne yaptın sen ya isa.

    filmde bahar ın mutlu olduğu tek bir an vardır: rüyasını isaya anlattığı an. ama isa bu mutluluğu da çok görür ona. hemen konuyu değiştirir ve büyüyü bozar. çabucak uçup gidiverir baharın mutluluğu. çünkü yanlış erkektir isa. kadınını mutlu etme yetisine sahip olmayan.

    ---
    spoiler ---


    (disco volante - 9 Kasım 2006 15:28)

  • comment image

    iklimler nuri bilge ceylan’ın izlediğim ilk filmi. şimdi cahilliğimi ört bas edebilmek amacıyla “taze bir gözle yapacağım yorumlarımı sevgili sinemaseverler” duruşunu ortaya koyacağım. durağan ama aslında akan bir film iklimler, aynı ismi gibi. biz nasıl geçtiğini anlamayız ama mevsimler üç dört ay asılı kalır sonra değişir, dönüşür akmaya devam eder. bir bakıyorsunuz ağaclarda yapraklar bir bakıyorsunuz kupkuru dallar... ceylan iki durumun da fotoğrafını çekmiş. ama öyle güzel fotoğraflar ki öyle sade, öyle gerçekçi…

    --- spoiler ---

    nuri bilge ceylan bazen acayip rol kesiyor, bakışıyla duruşuyla ama konuştuğu zaman da pek iyi rol yapamadığını hissediyorum. karısı oyunculukta daha iyi ondan. hele o hüzünlü bakışları yok mu? aslında iki karakter de kim ki-duk filmlerinde olduğu gibi konuşmadan rol kesse daha iyi olabilirdi ama öyle bir oyunculuğu kaldırabilecek bir senaryoya sahip değil bence iklimler. aslında güzel bir film ama bu tarzdan hoşlananlar için çok da baş tacı değil. zeki demirkubuz’un yine aynı kavram üzerine sayılabilecek filmi itiraf’ı fotoğrafa bakar gibi bir histen ziyade içinde yaşar gibi bir hisle izlemiştim mesela. sanırım filmin sorunu da bu. film uzak… ama fotoğraflara bakmayı sevenler de vardır elbet ki ben uzak olsa da bazı kareleri gerçekten çok sevdim.

    iklimlerden yaz boy gösteriyor önce. bahar’ın hüzünlü bakışlarıyla açılıyor sahne. havalar oldukça sıcak. iki sevgilinin arasındaki harareti hissediyoruz ufaktan. sıcak değil de soğuk terler döktürüyor bu yazın sıcağı sevgililere. sevgili dedik de bu iki insanın sevgiliyi nasıl tanımladığını açmak lazım. denizden çıkar çıkmaz sularını damlata damlata sevdiği kadını dudağından öpüp seni seviyorum diyen adamdır bahar’a göre sevgili. bahar bunu anca rüyasında görebilmektedir tabi. sorun tam burada başlar zaten. bahar ne kadar duygularıyla ve hayalleriyle hareket ediyorsa isa’da kendi kuru gerçekleri doğrultusunda hareket etmektedir yani isa tam bir kuru gerçek insanıdır (kgi). kgi’ler her yerde bolca bulunur. sokakta, kahvehanede, öğretmenler odasında, tatil yerlerinde, lüks mağazalarda, pastanelerde, kokteyllerde, tenis sahalarında…bu insanları hayatta en büyük gayeleri kendilerine kendilerini ispat etmektir. narsistirler. aynı zamanda başkalarının takdirine şayan olmak en büyük zevkleridir. beğenilmek, pohpohlanmak isterler. yakın dost ve arkadaşlarıyla çok nezih yerlerde efenim tenis sahası olsun, üniversite ofisi olsun, sauna olsun geyikten öteye gitmeyen muhabbetler yaparlar. başları derde girse pek de ilgilenecek arkadaşlar değildir bunlar. zaten öyle bir durum oluştuğunda da kimseden yardım dilemezler. güçlü adamlar ya…kimse sevmez mi peki bu insanları? sever aslında, anaları babaları sever tabi ne de olsa evlatları. bir de bahar gibi ota konmayan hatunlar…dışarıdan bakınca 2 şey sanma olasılığı yüksektir kgi’leri. 1- adam, 2-entellektüel. nitekim, adam değildirler çünkü kendi zıddının yani bir kadının duyguları umurlarında değildir. entelektüel sanırsın çünkü kitap okur, klasik müzik eşliğinde şarabını içer, sanatsal fotoğraflar çeker, üniversitede hocalık yapar ama kıroluktan bir nebze dahi kurtulamamıştır. işte isa tam böyle bir insandır. sürekli bahar’a çocuk muamelesi yapar. yok işte üstünü giy üşüteceksin, güneşte kalma yanacaksın… bu karşısındakini düşünmekten çok “ben bilirim benim dediğimi yap” tavrını gösterme çabasıdır. zaten bahar’ı kendine eş görmediğinden hem aldatmış hem de terk etmiştir. bahar tam bir duygu insanı olduğu için motosiklette isa’nın gözlerini kapatacak kadar nefret etmiştir ondan. isa’nın bahar’dan değil de serap’tan etkilenmesinin sebebi de serap’ın hırçın, boyun eğmeyen tabiatıdır. öyle elinin tersiyle vuruverir serap, isa’nın yemesi için zorladığı leblebiye. ama kgi bu ya sırf kendini ispatlamak için sevişirken zorla yedirir yine serap’a leblebiyi. oh dünyanın en mutlu insanı odur artık.

    hani tek başına karayipler’e gidecektin isaaa ne oldu deriz filmin sonlarına doğru bir yerde, isa kendini bahar’ın yollarına ağrı’ya vurunca. bir an acaba seviyor mu bahar’ı, diye düşünürüz. ama tabi ki de hayır. bahar’ı değil bahar’ın ona olan sevgisini sevmektedir bu narsist kgi. acaba hala beni seviyor mu merakından başka bir şey değildir ağrı’ya gitmesinin sebebi. bu merak bahar’ın zor tuttuğu gözyaşlarını yakalamasıyla son bulup şahane bir ego tatminine dönüşür. gerçi bahar direnmedi değil. içimin yağları eridi bahar başlarda isa’ya hiç muamelesi yapıp fotoğrafları ve hediyeyi masanın üzerinde bırakıp gittiğinde. ama duygusal kız işte napsın bir umut geldi isa’nın kapısına yeniden. isa ifadesiz gözlerle baksa da mest olmuştur içinden. hala beni seviyor kız diye. zaten sonrasında verdiği tüm sözleri unutup bahar’ı kışın ortasında bırakıp istanbul’a döndü (dönmeden önce de bari boşa gitmesin diyip ishak paşa cami’nin fotoğraflarını çekti kgicim). gelmeyen bahar’ın yazın alevine değil de kışın soğuğuna tutunmuş hüzünlü gözleriyle bu sefer biter film. isa’ya bahar hiç gelmedi anlayacağınız. bahar’ın uçuşan hayallerinin tersine ya yaz ya kış yani her şey siyah ve beyaz kadar net isa için.

    şimdi post-modern çağın yalnızlık çıkmazı hebele hübele diye girerdi bu enteller ama ben gayet arabesk davranacağım. sonuç olarak bu kıro isa’yı merak bile etmeyiz. böyleleri hep yolunu bulur ne de olsa. bahar’a üzülürüz zaten olan hep yürekten sevenlere olmuyor mu? öyle yürekteeeen seviyorsaaaaaaan. aklı başındaaaaan atacaaaaksın. getirin rakımıııı!!

    ---
    spoiler ---


    (luthien dark - 5 Aralık 2008 17:48)

  • comment image

    lan meğer nuri bilge ceylan ıssız adam'ı çok önceden çekmiş de haberimiz yokmuş, bu filmin hikayesi aynen o değil miydi yahu..

    geçen üç maymun'u seyredince hatırladım bu filmi bi yerlere kaydedip sonra da seyretmeyi unuttuğumu. uzun bi eleştirisini yapmayayım şimdi, nbc için zaten bayağı bi laflamıştım geçen (bkz: üç maymun/@brick top). iki kısa şeyden bahsedip sıvışayım.

    birincisi daha önce pek çok başka yerde karşımıza çıkmış tanıdık bi hikayenin nbc elinde harmanlanmış şeklini görmenin yarattığı hoşluk. misal şimdi adını hatırlamadığım bi woody allen filminde de yan hikayelerden biriydi bu. yani sevgilisinden ayrılıp sonra onun hakkında bi şeyler duyduğunda birden tekrar kadının peşine düşen adam hikayesi. woody allen filminde adam kadınla tekrar beraber olmaya başlıyor, ıssız adam'da alper sevgilisini tekrar görüp bunalımlara balıklama atlıyor (ve seyirci bu ucuz hikayeyle tavlanıyor), nbc ise en cesaretli versiyonunu yapıp, "bütün bunlar erkek egosundan başka bi halt değildir, sen git kızı tekrar ikna et, ettiğin anda eski sen olur kaçmanın yolunu ararsın" diyor. helal olsun be..

    ikincisi küfretme isteğim. bu filmi de internetten indirip seyrettim ama indirdiğim versiyon tv rip'i falan galiba. çünkü seyrettikten sonra buradaki bi iki yorumu okuduğumda farkettim ki üstüne fırtınalar koparılan bi fındık sahnesi varmış. benim seyrettiğim versiyonda yok. ulan dalyaraklar (lafım tabii ki tv'cular ve tv denetleyicilerine), size mi kaldı insanların neyi seyredip seyretmemesine karar vermek. ben şimdi filmi seyretmemişim gibi hissediyorum. tamam sansür falan bilmediğimiz şey değildi ama yıllardır tv seyretmiyorum ben, ve bu sayede gayet de unutmuştum. hatırlamak için bi de kalkıp her sahnesinin ayrı önem taşıdığı bi nbc filmi denk geldi. acaip sinirlendim ama aslında suçsuz da değilim ki.. internetten film indirip sonra da bu suçu hiç işlememiş gibi çemkirmek biraz da benim ayıbım aslında doğru.

    iki dedim ama son bi şey daha söyleyeyim. o da galiba en fazla güldüğüm nbc filmi buydu sanırım. isa bahar'la konuşmaya çalışırken paso minibüsün kapısını açıp duran set görevlileri yüzünden konuşmayı kesmeleri, taksi şoförüne resmi yollamayacağını adımız gibi bildiğimiz isa pezevenginin halleri çok komikti. nbc'nin önceki filmlerinde onu oynayan muzaffer özdemir'le aynı karakterde bi adam yazmış olması, acaba nbc'nin gerçek karakteri de mi böyle diye sordurtmadı değil.

    diyaloglar yine on numara ona hiç laf yok.


    (brick top - 29 Ocak 2009 22:02)

  • comment image

    demirkubuz'un ''kader''i ile kardesligi bilindik 'ic ice gecmislik' truku ile sinirli degil sadece. iki film de kurgu'da yakaladiklari buyuk ustalik (ve cesaret) gerektiren ekonomi acisindan gobekten, cekirdekten baglilar.


    (otisabi - 6 Nisan 2010 20:06)

  • comment image

    --- spoiler ---
    filmin en carpici sozu bahar`in yemek sofrasinda isa'nin arkadasinin onunde kavga etmek istememesi uzerine soyledigi merak etme bizim mutsuzlugumuz onlara iyi gelir cumlesiydi. baskasinin mutsuzlugu mutsuz ciftlere hakikaten de iyi gelir. sacma sapan sabah programlarinda aile dramlarinin vs. bu kadar cok izlenmesinin nedeni de insanlarin baskalarinin mutsuzlugunu gorup, hatta belki kendini aynada gorup rahatlamak istemesi sanirim.

    ---
    spoiler ---


    (letheia - 26 Ocak 2012 19:06)

Yorum Kaynak Link : iklimler