Süre                : 1 Saat 57 dakika
Çıkış Tarihi     : 01 Kasım 2012 Perşembe, Yapım Yılı : 2012
Türü                : Döküman,Cinayet
Ülke                : Danimarka,Norveç,İngiltere
Yapımcı          :  Final Cut for Real , Piraya Film A/S , Novaya Zemlya
Yönetmen       : Joshua Oppenheimer (IMDB), Anonymous (IMDB), Christine Cynn (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Anwar Congo (IMDB), Herman Koto (IMDB), Syamsul Arifin (IMDB), Ibrahim Sinik (IMDB), Yapto Soerjosoemarno (IMDB), Safit Pardede (IMDB), Jusuf Kalla (IMDB), Adi Zulkadry (IMDB), Soaduon Siregar (IMDB), Suryono (IMDB), Haji Marzuki (IMDB), Haji Anif (IMDB), Rahmat Shah (IMDB), Sakhyan Asmara (IMDB), Barack Obama (IMDB)

The Act of Killing (~ Öldürme Eylemi) ' Filminin Konusu :
Öldürme Eylemi, karaborsada sinema biletleri satan Anwar ve arkadaşlarının ufak ‘sinema çetesi’nin, daha sonra milyonlarca kişinin öldürülmesinden sorumlu paramiliter, aşırı sağcı bir örgüte dönüşmesini anlatıyor. Komünist olduğu varsayılan milyonlarca entelektüel ve Çinli azınlık 1965 yılında meydana gelen askeri darbe süresince grubun yaptığı katliamlar sonucunda yaşamlarını yitirir. Anwar, şimdilerde konforlu ve rahat bir yaşam sürmekte, örgütün kurucu rol modeli olmanın keyfini çıkarmaktadır. Film boyunca, Anwar ve arkadaşları yaptıkları katliamları bütün sıradanlığıyla anlatırken, diğer yandan da bu anları tüm tuhaflıklarıyla, çok sevdikleri eski Amerikan filmlerinden sahnelermiş gibi canlandırıyorlar


Gözden Kaçanlar / 10
  • "(bkz: mehmet ağar)"
  • ""kötülük vardır", henüz çocukken öğrenmek gerekir. öğrenmezseniz, büyüdüğünüzde babanızın katilleriyle beraber gülüp eğlenmeniz gerekebilir."
  • "yarısından fazlasını seyredebilene aşk olsun dedirtecek kadar gerçekçi belgesel."
  • "hayatım boyunca gördüğüm en sarsici film."




Facebook Yorumları
  • comment image

    2012 kanada yapimi, 2013 if istanbul'da seyirci karsisina cikan film.

    --- spoiler ---
    öldürme eylemi, karaborsada sinema biletleri satan anwar ve arkadaşlarının ufak ‘sinema çetesi’nin, daha sonra milyonlarca kişinin öldürülmesinden sorumlu paramiliter, aşırı sağcı bir örgüte dönüşmesini anlatıyor. komünist olduğu varsayılan milyonlarca entelektüel ve çinli azınlık 1965 yılında meydana gelen askeri darbe süresince grubun yaptığı katliamlar sonucunda yaşamlarını yitirir. anwar, şimdilerde konforlu ve rahat bir yaşam sürmekte, örgütün kurucu rol modeli olmanın keyfini çıkarmaktadır. film boyunca, anwar ve arkadaşları yaptıkları katliamları bütün sıradanlığıyla anlatırken, diğer yandan da bu anları tüm tuhaflıklarıyla, çok sevdikleri eski amerikan filmlerinden sahnelermiş gibi canlandırıyorlar. öldürme eylemi, insanlık suçlulularının, katillerin ve faillerin akıllarının işleyişine tanık olduğumuz tedirgin edici bir sinema deneyimi ve aynı zamanda kötülüğün bize tüm sıradanlığı ve yalınlığıyla göründüğü bir karabasan.
    ---
    spoiler ---


    (lapetite - 20 Şubat 2013 17:16)

  • comment image

    kurgu değil, dokümanter. yönetmeni joshua'nın seans sonrasında anlattıklarına göre filmi endonezya insan hakları derneği desteklemiş. başlangıçta soykırımdan kurtulanlarla konuşmayı planlamışlar fakat o kadar mahalle baskısına maruz kalmışlar ki rotayı soykıran'lara çevirmek zorunda kalmışlar. filmin tüm yerel çalışanları jenerikte "anonymous" olarak aktı.

    çok sert, üzerine laf söyleyebilmek için çok düşünülmesi gereken bir belgesel drama.. psiko drama öğeleri de içeriyor. katledilenler değil, katledenler anlatıyor ve joshua'nın konuştuğu 41. katil olan anwar çözülüveriyor. anlatmakla olmaz sahiden 'insanım' diyen herkesin izlemesi lazım. nazarımda, earthlings ile aynı rafta duracak vekurgu olmadığı için içimi yakacak bir filmdir. cesaret edenlere helal olsun..


    (ranini - 23 Şubat 2013 22:45)

  • comment image

    bu sene if'te en beğendiğim film.

    öncelikle konu sert. kurgu mu gerçek mi algılamakta zorluk çekiyorsunuz. o kadar absürd ki aslında şaka olduğuna inanmak istiyor insan. halbuki endonezya'nın kendi paralel gerçekliğinde ülkemizden çok da farklı olmadığı da bir gerçek.

    yönetmenin amacı insan hakları ihlallerini gündeme getirmekmiş, endonezya'da mağdurlarla çalışmalar yaparken büyük zorluklarla karşılaşıyorlar. ve kameranın yönünü değiştirmeye karar veriyorlar. asıl istekleri sessiz bir şekilde üstü örtülen şiddet, katliam ve kötülüğün (çok kötülüğün sıradanlığı çınlıyor insanın içinde zaten) gündeme gelebilmesi. mağdurların halen dillerinin seslerinin olmadığını fark ettiklerinde buldukları yöntem zalimlerin dile getirmesini sağlamak oluyor. endonezya'da (bizdeki ülkü ocakları'na benzer) komunist avlayan paramiliter sokak örgütlerinin liderleriyle görüşüyorlar. bu kişiler halen iktidar tarafından saygı gören kişiler. kendilerine "kahramanlıkları"nı anlatmaları için film çekme şansı yakaladıkları söyleniyor ve sinapsis falan anlattırıyorlar katillere, nerede nasıl ödürdükleri neler düşündükleri vb. ve kendi filmlerini çekiyorlar. kah western kah mafya filmi kah müzikal formatında katillerin düşünce duygu dünyasından kusmukları izliyoruz. o kadar absürd sahneler var ki bazen film dayanılmaz oluyor. süresinin uzunluğu ile de ilgili elbette. endonezya devletinin filmlere destek verişi ve devlet televizyonunun katliam olumlayan filmin reklamını yapışı falan gerçekten izlemeye değer.

    bazı filmler vardır özellikle psikoloji öğrencilerine izlettirilmelidir. bu film özellikle sosyal psikoloji dersinin müfredatına uygun. aynen milgram ya da stanford deneyleri gibi bir sosyal deney.
    aynı zamanda insanlara bilinçaltlarını dışarı kusma şansı vermek suretiyle ortaya "sanat" formu çıkarıyor (ne kadar çıkardığı insanların kültürel ortamı ve bilinçaltıyla belirleniyor tabii). yani art therapy ya da psikodrama öğeleri çıkarıyor. aktarım'ı sinema aracılığıyla kurduktan sonra, gerçeğin anlatımını ve gerçekliğini (gerçeğin gerçekliği evet) netleştiriyor. 3. dünya ülkeleri insanlarının, hele ki katillerse, etik değerlere tabi olmamasının avantajından da yönetmen hakkıyla faydalanmış.

    anlatıcı anwar gerçek bir kişi. anwar aracılığıyla önce sıradan bir insanın ne kadar rahat cinayet işleyebildiğini, bunu gururla nasıl anlatabildiğini izliyoruz. yani devletin desteklediği grupların sırf "yapabildikleri için" yaptıkları katliamı ne kadar doğal gördüklerini. 60-65 yılları arasında yapılan katliamların (kristalnacht'a ya da 6-7 eylül'e benzer bir çinli katliamından söz ediyorlar) halk tarafından nasıl içselleştirildiğini ide izleyebiliyoruz. bu biri bizi gözetliyor yani sürekli belgesel olsun diye kameraya alma tekniğinin en önemli artısı insanlar kameraya alıştıklarında rol yapmıyorlar, gerçekten yüzlerinde acıyı, utanmazlığı, sıradanlığı ya da paniği görüyorsunuz.
    insanların işkenceye uğrayan ya da işkenceyi yapan olmalarından bağımsız olarak işkenceleri gülerek anlatabildiklerini, savunma mekanizmalarını ve bu mekanizmalar sarsıldığında yaşadıklarını da görebiliyorsunuz filmde. bunca etkileyici kılan da aktör, aktris olmaması. gerçek sarsıcı. gerçek gerçekdışı. o yüzden gerçeğin gerçekliğine dönmek zorlayıcı oluyor.

    --- spoiler ---
    bir kaç akılda kalan sahne:
    son sahnedeki kusma. önce ve sonra, yani anwar'ın aynı şey kendisine yaşatıldığında empati kurarak (-"onlar da benim gibi mi hissettiler joshua?-onlar daha bile kötü hissettiler çünkü sen film olduğunu biliyordun onlar gerçekten öldüler") aydınlanma yaşadıktan sonraki kusması çok etkileyiciydi. 3 saati kustu. iğrençliğin bu kadar etkili kullanıldığı çok az kontekst görmüştüm.

    iki karakter arasında çizilen kontrast. anwar'ın pişmanlığı ve kabuslarının karşısına konulan diğeri.
    zamanaşımına güvenen ve "lahey beni yargılayamaz çünkü ben kaybeden değil kazanan taraftaydım. suçlu hissetmiyorum çünkü suçlu olsaydım cezalandırılmış olurdum. oysa bakın sadece ödüllendirildim." diyen ötekinin konuluşu.

    anwar'ın yüzleşme ve çözülmesine sebep olan sahnede "dedeniz nasıl ölecek hadi izleyelim" diye torunları uyandırıp çağırdığı ve sarıldığı sahne de etkileyiciydi. o sarılma, o "şiddet içeriyor" uyarısına karşın, "bişiy olmaz di mi bişiy olmaz" çırpınışıyla torununu öpüşü.

    aynı zamanda filme ekstradan psikolojik derinlik veren yangın sahnesinin etkisinden çıkamayan çocuk ve kadınlar ve kadının saçını seven katil sahnesi. süperdi.
    ve yangın sahnesinden önce politikacının iğrençliği fark edip irkildiği ama "bu görüntüleri silme endonezya'yı bölmeye kalkacaklara gösteririz" dediği sahneyi de çok etkileyici buldum.
    ---
    spoiler ---

    q&a'de yönetmene sormaya çalıştığım ve bir yere kadar sorabildiğim bir konu üstüne de düşündürdü film: katliamı zalimin gözünden anlatma seçimi, sinemanın doğasından gereği risklidir. çünkü ana karakterle özdeşleşme eğilimi yaşarız. benim kişisel fikrime göre bu iyi bir şey çünkü kötü öcüleştirmeyi diil, hepimizin içinde "doğru şartlarda" kötü'nün ortaya çıkabileceğini hatırlatarak bizi "farkındalık"a zorlar.
    gözünü kırpmadan neşeyle müzikallerle cinayetlerini anlatan anwar'ın bilinçaltından çıkan, ölülerin ona madalya takmaları gibi sahnelerle huzur bulmaya çalışan hastalıklı bilinçaltını yansıtması, biz oryantalist endonez olmayan fanilerde yarattığı tiksinti ve acıma ölçüsünde aslında "gerçek". ve kusma edimiyle aslında inanılmaz başarılı bir psikodrama ve psikolojik tedavi görüyor anwar. yönetmen psikolojik destek almış mıdır bilmiyorum, almadıysa müthiş bir potansiyeli varmış.
    bu noktada psikanalizin de temelinde yer alan özel olarak da psikodrama denemelerinde amaçlanan, travmayla yüzleşme, kabullenme ve iyileşme süreçleri filmde yer alıyor. iyileşme kısmını diil yüzleşme kısmını izliyoruz biz. ama iyileşmenin önceli yüzleşmedir. (healing process diye sorduk) bu noktada toplumu katliamı konuşur hale getirmek ya da gündeme getirmek için katili "iyileştirme" seçimi de etik olarak gündeme geliyor. ki iyileştirememe riski de var tabi.
    katille empati kurulmasına sebep olma riski gibi, bir katilin iyileşmesine bunca ayrıntılı psikoloki teknikleriyle aracı olmalı mıyız kısmı da etiğin alanına giren konular.
    yönetmen bu soruya (oryantalist imasını sezip sezmediğini bilemesem de) anwar'ın çalıştığı 41. katil olduğunu söyleyerek cevap verdi. ondan önceki 40 katilde filmdeki hikayeye kahraman olacak kadar bile utanma, suçluluk ya da insanlık olmadığı yorumunu açık bırakarak. bu noktada anwar'ı sevip sevmediği ya da bağlanıp bağlanmadığı (counter-transference) gibi konuları konuşamadık. ki katil sevip sevmemenin etik tartışması da zengin bir konudur.

    kötülük sonrası suçluluğun kimi insanda olup kimi insanda olmayacağını, yüzleşme olmadan ya da empati kurulmadan "kötülük" üzerine konuşulamayacağını (kötü ve iyi için önce norm belirlenmeli, o da empati ve yüzleşme gerektiriyor) gösteren nefis bir deney ve film.

    psikoloji ile ilgileniyorsanız, psikoloji okuyorsanız vb. mutlaka izleyin. üzerine düşünün. transference, countertransference, psikodrama, sosyal psikoloji, otorite, sosyopatoloji, confrontation vb. çılgın malzeme var.


    (pati - 25 Şubat 2013 15:39)

  • comment image

    "öldürdükten sonra kapatmadığım o gözler tarafından sürekli takip ediliyorum."

    --- spoiler ---

    the act of killing kuvvetini ne konusundan ne de yönetmenin kurgu ile ifade etme başarısından alıyor; etki, bin kişiden fazla insanı öldürdüğü söylenen anwar congo'nun simülasyon yoluyla kendisi ile yüzleşerek yaşadığı dönüşüm ile oluşuyor. renkli gömleği ve neşeli gülüşleriyle, kurbanlarını nasıl öldürdüğünü kıyım avlusunda kameralara yeniden canlandıran anwar, kurmaca için kendisinin de işkence sandalyesine oturtulmasının ve tüm diğer canlandırma süreçlerinin ardından yine aynı avluya, bu kez geçmişte de olduğu gibi daha koyu renkli ve resmî kıyafetlerle geliyor ve bu kez neşeyle bir canlandırma daha yapmak yerine, histerik kusma böğürtüleri yaşıyor. çatışmayı canlandırmak üzere kullanılan çocukların çekim sonlanmasına rağmen ağlamayı durduramayışlarının gerçeği kurmaca ile bir kılmasına paralel bir şekilde, anwar da kendi kurmaca işkencesini torunlarıyla birlikte izleyişinin ardından artık geçmişte bıraktığı ölü ve açık gözler tarafından daha sıkı kovalanıyor.

    ---
    spoiler ---

    zamanında komünistler tarafından yasaklanmaya çalışılan hollywood filmleri anwar'ın ilhamı; sinemadan mutlu bir şekilde çıktıktan sonra gerçekleştirdiği infazlar onun için güzel anılar, öldürme biçimleriyle zaten başlı başına bu filmlere birer saygı duruşu. nasıl ki gangsterlerin (free men) seçmene rüşvet verip seçilerek haraç toplama yetkisine kavuştuğu sistem bir demokrasi, bu filmler de özgür adamlar için mutluluk ve yol haritası sağlayan birer kutsal kitap. ne de olsa esas dinleri, üst üste altı kişinin menisini yutmuş bir kadından zevkle bahsettikten hemen sonra yapılan toplu dua ile icra edilen bir araç.

    müslümanların komünist infazını konu alan bir film, tarihi elbette arka plâna "halal" damgalı mcdonalds'ı alarak bildirir. yönetmenin koyulması zor mesafesi, karakterlerini karalamaya girişmek yerine onların düşüncelerini ön plâna çıkarmaya çalışırken kendisini minimal kurgu hamleleriyle ifade etmesi the act of killing'i yukarılara tırmandıran. insanlığın ortaya koyduğu vahşetleri, buna sebep veya aracı olanların iç dünyasına girmeye çalışarak anlatmak; iyi niyet pelerini takıp manipülasyona girişme gafletine düşmeden nasıl aktif rol alınabileceğini göstererek anlatmak.

    the act of killing, sinema için yılın en önemli eseri olabilir.


    (el superagnostiko - 28 Aralık 2013 02:59)

  • comment image

    it is forbidden to kill. therefore, all murderers are punished, unless they kill in large numbers and to the sound of trumpets.

    film voltaire'in bu söylemi ile başlar ve filmde gördükleriniz bu söylemi hep aklınızda tutar...


    (hamlaus - 4 Ocak 2014 19:50)

  • comment image

    gercek olup olmadigi hakkinda supheye dusuren bir belgesel. her seferinde, lan acaba kurgu mu, olm insallah kurgudur, gercek olamaz falan diyorsun kendine, ancak suratina carpiyor, sersemletiyor.
    burada kafami kurcalayan en onemli konu, insanin ne kadar kotu bir yaratik olabilecegi, kendi irkina neler yapabilecegi, acimasiz bir hayvana donusurken ayni zamanda aklini bu amacla kullanmaktaki ustaligi (adam oldururken cok kan akiyormus, koku yapiyormus, o nedenle direge bagli bir tel ile bogazlama yontemini bulmuslar) falan degildi. zira, bunun cok sayida orneklerine insanligin vahsi tarihinde daha buyuk ve sofistike sekillerde taniklik etmistik. burada komunist olduklari icin yada suclandiklari icin komsusunu, babasini, arkadasini katleden cellatlarin, yaptiklari seyleri kendi agizlarindan anlatirken bu denli rahat olmalari ve bu katliam ve iskencelerin toplumun buyuk cogunlugu tarafindan kabul goruyor olmasi ve daha otesinde bir marifetmis gibi takdir edilmesini hala cozebilmis degilim. ulke olarak kafayi siyirmislar deyip kendi kendime bir aciklama getirebildim.

    benim icin birkac kirilma noktasi vardi, bunlardan bir tanesi suydu; kendi aralarinda konusurlarken dahi yaptiklari sakalarda bicaklama, oldurme ogelerini kullanma rahatliklari. bir diger konu, akil almaz, aci olaylari iskenceleri anlatirken, diyalogun orta yerinde gulmeye baslamalari yada espri yapmaya calismalari. bu ornekler, aslinda olan biteni mecburen kabullenmek zorunda kaldiklarini ve bunlarla yasamak icin bir savunma gelistirdiklerini gosteriyor. "kahramanlarin" arada sirada gidip geldiklerini goruyoruz, ancak yaptiklarinin yanlis oldugunu kabul etmelerinin yukunu kaldiramayacaklarini bildiklerinden, bu kafayla devam etmek zorundalar. normal sartlarda, eline bu kadar kan bulasmis bir insanin intihar etmemesi cok da mumkun olamaz sanirim.


    (magnifico - 21 Ocak 2014 12:00)

  • comment image

    "kötülük vardır", henüz çocukken öğrenmek gerekir. öğrenmezseniz, büyüdüğünüzde babanızın katilleriyle beraber gülüp eğlenmeniz gerekebilir.


    (captain badass - 23 Ocak 2014 22:54)

  • comment image

    izlediğim günden beri sık sık aklıma gelen ve her seferinde kanımı donduran, yönetmenle yapılan röportajı okuduğumda bir kez daha şaşkınlık içerisinde kaldığım, sonuna gelene kadar stresten bir paket sigarayı tek nefeste bitirdiğiniz belgesel film.

    yönetmen aslında filmini 1965 yılında bu baskıya ve soykırıma maruz kalıp hayatta kalabilen kişilerle yapmak maksadıyla yola çıkıyor, ama günümüzde bile öylesine sindirilmişler ki kimse kendisine bilgi vermeyi kabul etmiyor, daha doğrusu buna cesaret edemiyor ve yönetmeni, filmini bu infazı yapanlar ile çekmesi adına yönlendiriyorlar. filmin son hali bu şekilde şekilleniyor. "öldürme eylemini, bu eylemi gerçekleştirenlerin ağzından dinlemek, bunun ötesinde onların yaptıklarını kendi zihinlerinde ki gibi resmetmelerine imkan tanımak".

    sürekli boğazınızda bir şeyler düğümleniyor, izledikleriniz öylesine gerçek ki, kelimeler kiyafeyetsiz kalıyor. bir eylemin doğruluğu veya yanlışlığının arkasına aldığı kitlelerle nasıl belirlendiğini, vahşetin nasıl haklı kılındığını, vahşeti yapanların ağzından dinliyorsunuz ve duyduklarınız sizi öylesine rahatsız ediyor ki...

    ana karakter anwar congo yötnemenin ulaştığı 41. infazcıymış, önceki 40 kişi devlet tarafından günümüzde bile büyük saygı gören ve kahraman olarak ilan edilen isimler olmalarına karşın kameralara konuşmamayı tercih etmişler. filmi izlediğinizde aslında bunun altında yatan gerçek sebebi çok iyi anlıyorsunuz.

    --- spoiler ---

    anwar congo yönetmene anlatmaya başlayıncaya kadar yaptıkları üzerinde hiç oturup detaylıca düşünmemiş, içinde bulunduğu toplum da onu buna hiç bir şekilde itmemiş, kendini sürekli bir kahraman olduğuna inandırmış. filmin sonlarına doğru, infazları gerçekleştirdikleri avluya tekrar geldiğinde orada bulunmaktan nasıl rahatsız olduğunu gördüğünüzde üzerinden 47 sene geçtikten sonra ilk kez empati kurduğunu farketmek tüylerinizi diken diken ediyor. haraç toplanan sahnede şuan endonezyada yaşayan çinlilerin boğazlarına takılan o yumru sizin de boğazınıza takılıyor. çinli komünist üvey babasının nasıl işkence ile öldürüldüğünü anlatan adam, şuan bile "beni yanlış anlamayın sizi eleştirmiyorum, yaptıklarınız doğruydu" diyor. işkence sahnesinde ise içinde hapsetmeye çalıştığı herşey çözülüyor, o anı, üvey babasının yaşadıklarını, oracıkta, kameranın önünde nasıl içselleştirdiğini izlediğinizde bu dünya düzenine küfretmekten kendinizi alamıyorsunuz.

    ---
    spoiler --

    bu film zulmedenin bu zulmü kendi zihninde nasıl meşrulaştırdığının, bir toplum cahiller tarafından ele geçirildiğinde vahşetin ve barbarlığın nasıl düzen haline geldiğinin filmidir. yönetmen joshua oppenheimer ın dilinden şu sözler 21. yy endonezyasını özetliyor:

    "bir milyon kişinin ölümü karşısında, suç işleyenler hala güç sahibi iken, bir kişinin pişmanlığı başarı değildir".


    (lemondy - 16 Şubat 2014 23:10)

  • comment image

    uzun zamandır altyazısını bekliyordum. hatta divxplanet'ta çeviri istek başlığını ben açmıştım. sağolsun "jitterbug" nickli bir arkadaş çevirip bizi bu insanlık dramıyla yüzleştirdi. öncelikle kendisine emeğinden dolayı teşekkür ederim.

    belgeseli izlemeyi az önce bitirdim. şu an ciddi biçimde midem bulanıyor. belgeselin ne kadar başarılı olduğunu bu halimden anlayabilirsiniz.

    tarihte bir çok toplu katliam yapıldı. yazılı tarihte bildiklerimiz dışında bilmediklerimiz de sayısız. fakat bu durumu tarih kitaplarından okuyup lanet etmekten başka elimizden bir şey gelmiyordu. yönetmen joshua oppenheimer bir yolunu bulup bu katliamları yapan insanları biraraya getirerek "film çekiyoruz" bahanesiyle tüm savaş suçlarını itiraf ettirmiş. geçen yıl en iyi film oscar'ını alan argo'nun "gerçeğini" çekmiş resmen. yönetmen ve ekibi kutlamak lazım.

    --- spoiler ---

    endonezya'yı depremler, tsunami felaketi ve aktif yanardağları dışında pek tanımıyordum. ta ki bu belgesele kadar. 1969-70 yıllarında komünist ayaklanmayı 1 milyondan fazla insanı katlederek bastırdıklarını, bunu legal polis gibi besledikleri şehir eşkiyalarına yaptırdıklarını, bu eşkiyaların bugünkü hükümet tarafından da desteklendiği ve 3 milyon üyeli devasa bir çete olduğunu bu belgeselden öğrendim. o kadar iğrenç bir ülke ki; yakın tarihte yaptıkları katliamla gurur duymaları bir yana her an herhangi bir şeyi bahane ederek toplu katliam yapmaya hazır 3 milyon kişiyi devlet eliyle besliyorlar. ülkede nasıl bir manyaklık hakim hala çözebilmiş değilim. ama bildiğim tek bir şey var asla bu ülkeye gitmem.

    ---
    spoiler ---

    yönetmen joshua oppenheimer'ın oscar adayı bu belgeselini herkesin izlemesini ve özümüzde ne kadar vahşi yaratıklar olduğumuzu görmesini isterim. umarım en iyi belgesel oscar'ını da kazanır da ses getirerek daha çok insana ulaşır.


    (ya birak ya - 17 Şubat 2014 01:00)

  • comment image

    etkili bi belgesel film. anlatmak istedikleri güzel . aksiyon gerilim falan aramayın ama.. temposu düşük biraz da psikolojik. insanın hayatı sorgulamasına neden oluyo. düzenden, sistemden tekrar tekrar nefret ettiriyor.
    bazı yerlerinde sıkılırsınız. ben mesela tempolu filmleri sevdiğim için bazı yerlerde çok offlayıp pufladım. ama zaten vaad ettiği şey tempo değil. gerçeklerle yüzleştiriyor.


    (visneliciskek - 18 Şubat 2014 20:35)

  • comment image

    nedense daha en başından beri akıllara rte'nin bakışlarını ve yancılarını düşüren, kendisini korku dolu gözlerle izlettiren, gördüğüm en sert eleştirel belgeseldir.

    --- spoiler ---

    sonlara doğru öldürülen milyonlarca insanın sözcüsü edasında bir adamın çıkıp, onları öldürene madalya takıp '' beni infaz edip cennete yolladığınız için. her şey için binlerce kez teşekkürler'' şeklindeki betimleme de bu beyinsiz dallamaların kişisel hesaplaşmalarını ve vicdanlarını nasıl susturduklarını da gözler önüne serip noktayı koymuştur.
    ---
    spoiler ---

    izleyin izlettirin..


    (grace slick - 26 Mart 2014 21:16)

  • comment image

    izlediğim en vurucu belgesellerden biri olabilir. korkutmuyor, titretiyor.

    bütün akılda kalan noktalarından bahsedilmiş. endonezya kültür ve spor bakanının şu sözünü de ben ekleyeyim:

    "burada sanki komünistleri barbarca katlediyormuşuz gibi anlaşılıyor. komunistleri katlettiğimizi anlatmayalım demiyorum. anlatalım ama bunu yapmanın daha insancıl bir yolunu bulalım"


    (ssg - 4 Nisan 2014 17:47)

  • comment image

    film bitince insan kendini (en hafif tabiriyle) bir araba kazasına şahit olmuş gibi hissediyor. gözünün önünde birisi ölmüş ve müdahale edememiş gibi. izleyeceğiniz şey size ömür billah yakanıza yapışacak bir travma vaat ediyor, ona göre işin içine girmeden önce düşünmekte fayda var. hayatın kurgudan daha acımasız olabildiğinin burnumuza sokulduğu bir iş bu. benim diyen tarantino filminde böye 'yazılmış' bir vahşet göremezsiniz. 'bir talk show'da alkışlarla işlediği 1000 cinayeti anlatan adam' sahnesi haneke'nin bile aklına gelmez.

    anlatılan gansterlerin hikayesinde 'cinayet' o kadar gündelik ve normalize edilmiş bir kelime ki, kötülüğün sıradanlığını gösteriyor izleyene. bir yanıyla da diyor ki, kötülük ve şiddet bir nedene bağlı olmadan yapılır. altında sosyal nedenler, teoriler aramaya gerek yoktur. insan bunu sadece insan olduğu için yapar. kedi yavrusu tekmelemek de böyledir, soykırım yapmak da. yalnızca 'yapabildiği için' yapar.

    bu saf kötülüğün karşısındaysa 'saf iyilik' duruyor her zaman. japon balığının beynindeki tümörü amilyat eden adam, öğrenme güçlüğü çeken çocukları evlat edinip hayatlarını adayan aile, kendi canını tehlikeye atarak başka canlar kurtaranlar.

    biz sıradan insanlar içinse, saf kötülüğe mi saf iyiliğe mi yakın duracağımız ise gündelik hayattaki ufak tefek seçimlerden ibaret.


    (ruprect - 19 Eylül 2014 13:48)

  • comment image

    gerçekçiliğiyle vuran belgesel. toplum olarak endonezya ile yozlaşma konusunda başa baş olduğumuzu da çok güzel bir şekilde göstermiştir. belgeselde geçen aşağıdaki kısım tanıdık geliyor mu?

    "and when you see thousands of people at a rally, all of them are paid to be there. without money they won’t come. they’ll ask each other, how much did you get? nowadays, nobody believes what they’re campaigning for. we’ve all become like soap opera actors."


    (bloodyearth - 22 Eylül 2014 14:06)

  • comment image

    şimdiye dek birçok rahatsız edici film izlemişsem de bunların birçoğundan daha etkili ve izlerken de, devamında da beni uzun uzun düşünmeye ve insanların ne kadar aşağılık olabileceklerini görmeye iten belgesel/film.

    endonezya da ne boktan bir yermiş, ne boktan insanlar tarafından yönetiliyormuş diyorsunuz bitirmeye gerek kalmadan.*

    --- spoiler ---

    devlet eliyle beslenen, bizzat bakanların ve üst kademeden insanların desteklediği ve kendilerini free man olarak adlandıran ve bu şekilde yaptıkları zulmü haklı göstermeye çalışan katillerin önderlik ettiği ve şu an üç milyona yakın kişiden oluşan potansiyel bir katil sürüsünün zamanında yaptıklarını öğrendikten sonra ileride kim bilir kimlerin canını yakacaklarını kestirmek oldukça güç ve korkutucu.

    kıçı kırık bir gazetecinin bile iki dudağının arasından çıkan bir lafla onlarca kişinin vahşice katledilmesi ve bu insanların hala bu yaptıklarını en ufak bir rahatsızlık duymadan dile getirmeleri yetmiyormuş gibi gururla anlatmaları insanın kokuşmuşluğunun örneklerinden sadece biri.

    bir işkence sahnesini canlandırırken akşam ezanı okunması üzerine masanın üzerindeki adamı boğmak üzere masanın altına yatmış olan kişinin oradan kalkıp sandalyede ezanın bitişini beklemesi ise fazlasıyla ironikti. o kadar insanı öldürürken, bir o kadarının hayatını mahvetmişken ve öyle bir prova esnasında allah'ı hatırlayıp saygı duruşuna geçmeleri fazlasıyla hastalıklı bir zihnin acı bir yansımasıydı.

    katillerden birinin sarf ettiği şu cümleler ise film boyunca onlarla aynı fikirde olduğum tek kısım:

    actually, parliament should be the most noble place in society. but if we see what they do there they're really just robbers with ties.

    filmin sonuna doğru anwar'ın akıttığı timsah gözyaşlarını ve onlarca kişiyi gerek boğarak, gerek doğrayarak öldürdüğü terasta sergilediği sahte kusma tiyatrosunu ise beğenmedim ve kendisine bir saniye bile acımadım.

    ---
    spoiler ---

    ayrıca kendi yarattıkları binlerce hayali komünisti düşman ilan eden pancasila gençlik, türkiye'de bir süre önce lobilerle, şu ara ise paralel evrenlerle kafayı bozmuş bir grubu hatırlattı bana.*


    (an engineer - 21 Ekim 2014 03:29)

  • comment image

    mehmet ağarın,sedat peker'in,bahçelievler katliamının,gazi mahallesi katliamının,maraş katliamını,sivas katliamını,abdullah çatlı'nın,alaattin çakıcı'ının,derin devletin,faili meçhul cinayetlerin özeti,kör kuyulara atılan,sonsuz işkenceye maruz kalan insanların özeti işte bu filmdir,darbenin özeti bu filmdir. ilkel denmiş,bu nasıl iş denmiş,ziyadesi ile fazlasını bu ülke yaşadı,daha beterini yaşadık. yazıklar olsun izledikçe şu seri katillere nefretim üç dört misli daha da arttı nasıl rahat rahat insan doğradıklarını,nasıl bu kadar rahat yaşadıkları daha iyi kavradım. bu ülkeden siktir olup gitmek mecburiyet resmen. bu ülkede işler böyle gazetecileri,suçsuz subayları,düşünce adamları tutuklar böyle seri katilleri uyuşturucu trafiğini karaborsayı kontrol etsin diye serbest bırakırlar. bizde insana değer veriyoruz,bizde insan diyoruz,kimsenin kılına zarar vermiyoruz. adalet yok,hukuk yok,gördüğünü indir,haraç al maalesef insani değerlerimizi çöpe atmadığımız müddetçe bu katillerle başa çıkmamızın imkanı yok.


    (aristophanes - 18 Ocak 2015 22:59)

Yorum Kaynak Link : the act of killing