Süre                : 55 dakika
Çıkış Tarihi     : 19 Eylül 2010 Pazar, Yapım Yılı : 2010
Türü                : Cinayet,Drama,Tarih
Taglar             : cinayet,Yasak,gangster,1920'ler,Politikacı
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Home Box Office (HBO) , Leverage Management , Closest to the Hole Productions
Yönetmen       : Timothy Van Patten (IMDB)(ekşi), Allen Coulter (IMDB)(ekşi), Jeremy Podeswa (IMDB)(ekşi), Ed Bianchi (IMDB)(ekşi), Brad Anderson (IMDB)(ekşi), Alik Sakharov (IMDB), Jake Paltrow (IMDB), Simon Cellan Jones (IMDB), Brian Kirk (IMDB), Martin Scorsese (IMDB), Alan Taylor (IMDB), David Petrarca (IMDB), Susanna White (IMDB), Kari Skogland (IMDB)
Senarist          : Nelson Johnson (IMDB)(ekşi),Terence Winter (IMDB)(ekşi),Howard Korder (IMDB)(ekşi),Cristine Chambers (IMDB)(ekşi),Steve Kornacki (IMDB),Bathsheba Doran (IMDB),Itamar Moses (IMDB),Meg Jackson (IMDB),Lawrence Konner (IMDB),David Flebotte (IMDB),David Matthews (IMDB),Margaret Nagle (IMDB),Paul Simms (IMDB),Timothy Van Patten (IMDB),Diane Frolov (IMDB),Chris Haddock (IMDB),Rolin Jones (IMDB),Andrew Schneider (IMDB),David Stenn (IMDB),Jennifer Ames (IMDB),Dennis Lehane (IMDB),Eric Overmyer (IMDB),Steve Turner (IMDB),Riccardo DiLoreto (IMDB)
Oyuncular      : Steve Buscemi (IMDB)(ekşi), Kelly Macdonald (IMDB)(ekşi), Michael Shannon (IMDB)(ekşi), Shea Whigham (IMDB)(ekşi), Stephen Graham (IMDB)(ekşi), Vincent Piazza (IMDB)(ekşi), Michael K. Williams (IMDB)(ekşi), Paul Sparks (IMDB)(ekşi), Gretchen Mol (IMDB), Michael Stuhlbarg (IMDB), Anthony Laciura (IMDB), Jack Huston (IMDB), Anatol Yusef (IMDB), Brady Noon (IMDB), Connor Noon (IMDB), Lucy Gallina (IMDB), Josie Gallina (IMDB), Declan McTigue (IMDB), Rory McTigue (IMDB), Michael Pitt (IMDB), Aleksa Palladino (IMDB), Paz de la Huerta (IMDB), Dabney Coleman (IMDB), Charlie Cox (IMDB), Kevin O'Rourke (IMDB), Jeffrey Wright (IMDB), Victor Verhaeghe (IMDB), Greg Antonacci (IMDB), Ben Rosenfield (IMDB), Robert Clohessy (IMDB), Nisi Sturgis (IMDB), Erik LaRay Harvey (IMDB), Chris Caldovino (IMDB), Heather Lind (IMDB), Christiane Seidel (IMDB), Domenick Lombardozzi (IMDB), William Hill (IMDB), Adam Mucci (IMDB), Edward McGinty (IMDB), Ron Livingston (IMDB) >>devamı>>

Boardwalk Empire (~ Boardwalk Empire: O Império do Contrabando) ' Dizisinin Konusu :
Yapımcılığında Mark Wahlberg ve Martin Scorsese'nin bulunduğu dzinin ilk bölümleri Martin Scorsese tarafından çekildi. Scorsesenin dizi olarak ilk projelerinden olan yapım sizi öyle bir alıp götürüyor ki 1920 lere sanki gerçekten de o dönemde çekilmiş sanıyorsunuz. Dizi; kıyafet , mekan , araç , çevre kısacası her şeyiyle o dönemei çok iyi yansıtıyor izleyiciye. .. Dizinin iki ana karakteri Steve Buscemi (Nucky Thompson) ve Micael Pitt (Jimmy Balmoder). Sözde saygı duyulan bir politikacı olan Nucky Thompson aslında bir tür gangsterdir. Atlantic City'de içkinin bir tutku olduğu o dönemlerde içki yasağının gelmesi Bay Thompson' un işine gelir. İçkinin resmen yasaklanması içki ticaretini tamamen mafyanın kontrolüne sokar. Bu yasakları bir fırsat olarak gören Bay Thompson bu işten çok paralar kazanmayı umar ancak önünde Fedaral Polisler, diğer gangster ve çeteler vardır...

Ödüller      :

Primetime Emmy Ödülleri:Outstanding Art Direction for a Period Series, Miniseries or a Movie (Single-Camera)


  • "en kibar söylemiyle ortalığın amına koyacak dizi, demedi demeyin. scorsese,atlantic city, buscemi,terrence winter. gözlerim bir tek özcan deniz'i aradı ne yalan söyleyeyim."
  • "steve buscemi'ye ahir ömründe ateşli sevişme sahnesi kıyağının geçildiği dizi."
  • "divxplanet'taki cevirmenler (?) dolayisiyla kotu ceviriye kurban gidiyor. s03e05 "- rehearsal's done already?""- rehearsal'ın işi şimdiden bitti mi?" s03e05 hee bitti amina koyayim, kafasina siktik."
  • "kendimle hicbir sey icin gurur duymuyorum da herkes kuzey guney izlerken boardwalk empire izledigim icin gurur duyuyorum amk."
  • "gece gece aklıma geldi. margaret: do you believe in a higher power?nucky: the federal government comes to mind."
  • "herkes oyuncu seçiminden dem vurmuş da, hakkaten naptınız abicim siz ya! ulan ben anneme babama benzemiyorum o kadar, bizimkiler de keşke hbo'ya danışıp yapsalarmış beni."




Facebook Yorumları
  • comment image

    en kibar söylemiyle ortalığın amına koyacak dizi, demedi demeyin. scorsese,atlantic city, buscemi,terrence winter. gözlerim bir tek özcan deniz'i aradı ne yalan söyleyeyim.


    (franz ferdinand - 6 Eylül 2010 15:30)

  • comment image

    2000'ler the wire (ve the sopranos), 60'lar mad men ve 20'ler boardwalk empire; işte amerika'nın kısa bir özeti. ayrıca üç dönemin de ayrı birer savaş sonrası dönem olması özellikle dikkat çekici. dönemlerin de getirisi, büyük bir değişim içerisinde olan toplumun içinden çıkan kanun, kural dinlemez fırsatçılar ve onların yükselişini anlatan bu üç yapımda mecra değişse de (içki, reklam, uyuşturucu ve ırkçılık) meram değişmiyor. tabi hepsinin yeri ayrı, güzelliği farklı.

    ha unutmadan, şey diyecektim: boardwalk empire'ın 3. bölümünü seyretmişsindir, orada bir motherfucker mevzuu var. chalky'nin ağzından duyuyoruz (eski omar little), nucky soruyor madafaka ne demek diye, yardımcısı sanırım kötü bir söz diyor ve orada mizahi ama nüanslı güzel bir nokta yakalanmış oluyor. zira üçüncü bölümde önemli bir tema da annelik üzerineydi: ilk başlarda nucky'nin sevgilisinin (yeri gelmişken kendisine maddi manevi bir parantez açmak isterim (bkz: paz de la huerta) annelik muhabbeti, devamında jimmy'nin annesiyle nucky'nin diyalogları, miss schroeder'ın işe başlaması ve jimmy'nin ailesini terk etmesi; bir de üzerine kapanış sahnesinde çocuklarıyla yatan annelere yapılan kesmeleri düşünün. ortak nokta şu: bunların, kocalarını belli bir zaman diliminde kaybetmiş ve başka erkeklerden yardım alarak ayakta durmaya çalışan kadınlar olması. burada hemen bir wikipedia arası: motherfucker ikinci dünya savaşıyla birlikte african-american abilerden yayılmış (yani dizinin geçtiği dönemde bilinmemesi çok normal ama savaş sonrası bir dönemde de kullanılması bir o kadar manidar) ve o dönemde avrupa'da yardıma muhtaç kalmış kadınlara seks karşılığı yardım eden insafsızlara denirmiş; günümüzde artık o anlamını kaybetse de kelimenin kökeni buraya dayanıyor. böyle düşününce bir zencinin motherfucker kelimesini kullanmasını garipseyen bir beyaz amerikalının aslında dizide de tam bir motherfucker'ı canlandırıyor olması gibi güzel detaylar da bu diziyi şahane prodüksiyonu ve yıldız yapımcısından gayrı müthiş kılıyor. sadece kostümleri güzel bir dönem olayına indirgemeyelim, yanlış olmasın.


    (shocktheworld - 5 Ekim 2010 18:05)

  • comment image

    james dormady diye bir karakter var ya bu dizide, hani şu jimmy denen irlanda kökenli savaş gazisi.

    hani bir de "ananı sikeyim" diye bir küfür var, en nefret ettiklerimize karşı kullanırken bile içimiz bi tuhaf olur.

    işte o laf bu adama karşı kullanılırsa küfür değil dua yerine geçer ve yine içimiz bi tuhaf olur.

    edit:sikişgen annesi ve lezbiyen karısıyla tam freud'luk bir ortamda yaşayan james dormady şiddete olan düşkünlüğüyle teselli bulmaya devam ediyor. onuncu bölüm itibarı ile dizide tek bir temiz karakter kalmadı artık, kirlendi hepsi. öyle aptal holivud dizilerindeki gibi tertemiz, cici-bici, alnı ak, çükü dik karakterler yok. the sopranos ile en benzeşen yanı bu. misal, the walking dead izlerken öylesine klişelerle boğuluyorsun ki miden bulanmaya başlıyor. klişe tenhalığı sayesinde bu tür dizilere konsantre olmak daha mümkün.

    --- spoiler ---

    bu arada ajan nelson'un doggystyle performansını ayakta alkışladık.

    --- spoiler ---


    (sag eliyle dusunen adam - 12 Kasım 2010 20:45)

  • comment image

    01x10 bölümünde beni defalarca göt etmiş dizidir;

    --- spoiler ---

    margaret schroeder yenge önceki bölümlerde nucky thompson'ın veresiye defterini kurcalamış ve gördükleri karşısında dehşete düşmüştü. bu bölümde evine gelen ajan nelson van alden'ın «bu yaptığın büyük günah bacım» minvalindeki yakarmasından sonra, belediye başkanlığına aday olan edward bader'a destek için yapacağı konuşmada «hepinizin amuğa goyim, nucky sen de ibnenin hasıymışsın» demesini bekliyordum. kadın çatır çatır konuştu alkışlandı.
    ajan van alden'ın girdiği mekanda sipariş ettiği viski gelince, barmene «seni kaçak içki bulundurmaktan tevkif ediyorum» demesini bekledim demedi, shotı götürdü. hemen akabinde aynı mekanda nucky'nin eski pompişi görünce yanına gidip «bacım yardım et şu deyyusu içeri tıkalım» diyecek galiba derken adam şuursuzca pompaladı hatunu. biz adamı dini bütün, koyu katolik zannederken bir anda zıvanadan çıktı. bir de son sahnede pencereyi açan schroeder yengenin rothstein'ın adamlarınca vurulacağını sandım zira harrow abi çok ehemniyet vermişti perdelere.. bölüm bitince suratımın koca bir göte dönüştüğünü hissedebiliyordum..

    ---
    spoiler ---


    (freekara - 24 Kasım 2010 04:51)

  • comment image

    gerek oyunculuk, gerek senaryo gerekse sinematografi açısından son dönemde izlediğim en tatmin edici, sürükleyici ve kaliteli yapım.

    dizinin genel duruşu, olayların, sahnelerin ve karakter arka planlarının çizilişi bir televizyon dizisinden ziyade bölümlere ayrılmış bir sinema filmine yakınsıyor. mafya dizilerinde sıklıkla kullanılagelen saçma sapan abartılı sahnelere, can sıkan gürültü kalabalığı, aksiyon bombası çatışmalara, çekilen yersiz restlere ve gerçekliğe herhangi bir izdüşümü bulunmayan süper mafya kahramanlarına yer yok dizinin akışında. elbette bir dönem dizisi olmasının da büyük katkısıyla kurgusallık asla doğal ilerleyişinde sırıtacak, detone olacak, yapmacığa düşecek noktaya gelmiyor.

    ama asla da salt sıradan gerçekliğin duvarlarıyla örtülü bir yapım olarak çıkmıyor karşımıza. burada kastettiğim şey dizinin yapmacık olan her şeyden kaçmak uğruna sinemasal anlamda hiçbir varlık göstermeme, katıksız, dümdüz bir anlatım benimseme gibi bir yol izlemediği. kısacası gündelik gerçekliğe ayak uydurmak adına kendini kasmıyor, sinemasal bir yapıt olmasının büyüsünü yok etmiyor.

    örneğin olaylar olağan akışında seyrederken bir anda tamamen perdede ve ekranda anlamlı olacak diyaloglar, hikayeler, vecizeler işitiyoruz. örneğin chalky bir an durup fiyakalı bir laf edip silahlarına sarılıyor, bunu bir olağanlıkla değil gösterişle yapıyor ama bu dizinin dengesi içinde kaynıyor, buram buram artistlik kokmuyor, görsel ve kurgusal bir haz veriyor, bir yükseliş anı yaşanıyor, sonra alçaktan uçuş devam ediyor. bu da diziyi samimi kılıyor, yapılanın bir görsel, işitsel, zihinsel bir şov olduğunun farkında olunduğunu hissettiriyor. nucky eli'ya doğal akışa yabancı, yazılı metinden çıktığı on metreden belli bir diyalog ile lafı koyduğunda bu rahatsızlık vermiyor, aksine izleyiciyi elinde tutuyor.

    dizinin bana göre en tatmin edici yönü karakterleri. belli başlı birkaç karakter dışında hiçbirini henüz derinlemesine gözlemleme, anlayabilme şansımız olmamış olsa da tüm karakterler, en yüzeysel olarak karşımıza sunulanlar bile bulundukları sahnelere bir farklılık, bir başka anlam katmanı ekliyorlar. ve oyuncu kadrosu da bunun çok leziz sosu oluyor. bazı karakterler üzerine konuşayım biraz.

    --- spoiler ---

    enoch nucky thompson müthiş tasarlanmış, düşünülmüş bir karakter. bir centilmen, iş adamı, politikacı, duygusuz addedilebilecek bir çıkarcı, derin acılarla, travmalarla büyümüş bir çocuk, kayıplarıyla yalnızlığa hapsolmuş bir baba, paranın kokusunu üç şehir öteden alabilecek açgözlü bir veznedar, günahlarında boğulmuş bir katolik ve cömert bir hayırsever. ne düşündüğünü, bir sonrakini hamlesini sezmesi zor bir adam. kendi kafasındaki soru işaretleri ile uğraşırken bir yandan da koca bir kalabalığın hayatları üzerine kesin kararları alıyor. bazen acımasız olabiliyor. ve üstüne üstlük steve buscemi gibi usta bir oyuncu tarafından kusursuzca canlandırılıyor.

    margaret schroeder: iç hesaplaşmaların kadını. geçmişteki kendisi ile yol aldığı gelecek arasında çırpınıyor. şirin bir telaffuzu var. trainspotting, no country for old men, finding neverland, the hitchhiker's guide to the galaxy gibi filmlerdeki küçük rollerinden hatırladığımız kelly macdonald oynuyor. ilk başlarda bana kate winslet'ı fazlasıyla anımsatsa da yavaş yavaş karakteri üzerine orijinal bir şekilde oturtmayı başardı gibi.

    james 'jimmy' darmody: kendimi psikolojik anlamda dizide en çok özdeşleştirebildiğim karakter belki de. hayal kırıklıkları, şiddetli travmalar, etrafındakilerden asla istediği, beklediği sevgiyi alamamış, geçmişine dönmekten korkan, yaralı* bir adam. sürekli umut yeniliyor kendisi ve ailesi için, pek çoğuna karşı buz gibi soğuk ama bir şey onu sarstığında sinirlerine hakim olmakta güçlük çekiyor, kıskanç, bazen hırslı. michael pitt ilk bakışta böyle bir karakter için pek uygun bir seçim gibi görünmese de gayet iyi üstesinden geliyor, hatta bazı diyaloglarda kendisini aşıyor. ama kimi zaman cool tavır takınma olayını abarttığını düşünüyorum, karakterin özellikleri ile ilgili bir durum bu evet ama pitt bazen fazla kasıntı gösteriyor bu nitelikleri.

    agent nelson van alden: dizinin açık ara en ilginç karakterlerinden biri. sleepers'ta robert de niro'nun oynadığı ahlak büstü niteliğindeki father bobby'yi alın, üstüne kevin spacey'nin üstlendiği se7en'ın john doe isimli cezalandırıcı mantığındaki, dindar manyağından biraz ekleyin ve bu adamı hollywood klişesi, merkez tarafından ciddiye alınmayan, hayalperest olarak görülen ama tuttuğu işin peşini bırakmayan aynasız kalıbının içine oturtun. ve edward scissorhands misali tüm fiziksel hareketleri zar zor denetim altına alınmış gibi, kontrol mecburiyetindeymişçesine hareket etmeye müsait bir bedene hapsedin, sosyal ilişki özürlü ve bastırılmış bir beden diline, ses tonuna boyayın sonra. işte karşınıza federal ajan van alden. bir sosyopatın günlüğü. zorla vaftiz ettiği adamı suda tören esnasında boğarak öldüren. bir başka usta oyuncu olan michael shannon tarafından muhteşem bir şekilde canlandırılıyor. shannon, buscemi ile birlikte en iyi iki performansı oluşturuyor. bu karakteri bu denli yaşayıp daha iyi oynayabilecek bir oyuncu olabilir mi bilmiyorum.

    elias 'eli' thompson: klasik kıskanç ikinci adam triplerinde. abisinin gölgesinde kalmaya tahammül edemiyor. ilk bölümlerde her şeye rağmen güven verse de son bölüm itibariyle kendi yolunu çizeceğinin sinyallerini verdi. düz adam görüntüsü çiziyor. hikayenin sonunda abisinin yanında mı olacak yoksa godfather misali kardeş infazına mı gidecek göreceğiz. iroh'u deviren ozai tadında abisinin tahtını devralacağı ihtimali pek olacak gibi değil. zeki bir karakter olmadı asla. wristcutters: a love story'deki müthiş eugene performansından hatırladığımız shea whigham bambaşka bir karakterle karşımızda. oldukça iyi de iş çıkarıyor.

    angela darmody: hüzünlü hatun. jimmy'nin aradığı aileyi arzuladığından emin değilim. onsuz yaşantısında kurduğu hayallerin bir anda ortaya çıkışıyla yok olmasının izleri sürecek gibi. "paris"in ifade ettiklerinin peşinde koşacak bana kalırsa. aleksa palladino dizinin en iyi aktris performansını çıkarıyor bu rolde.

    arnold rothstein: şanslı değil, kendi şansını kendi yaratan adam. kendinden eminlikte, seviye korumada ve soğukkanlılıkta çığır niteliğinde. a serious man'imiz michael stuhlbarg'ı coen biraderler klasiğinden sonra gerçekten kaliteli başka bir yapımda görmek sevindirici.

    al capone: zeka savaşlarının, satranç hamlelerinin hüküm sürdüğü imparatorlukta baş ezip kan akıtarak kendi tahtını yaratmaya çalışan ağır psikopat, içgüdülerin adamı. içinde biriktirmeye başladı son bölümlerde, öz denetime ihtiyacı olduğuna karar verdi. eşek şakalarını özlemeyeceğimi söylesem yalan olur. ama o silahlı uyandırma neydi lan. stephen graham'i snatch ve gangs of new york'tan sever, this is england'daki aşmışlığından dolayı ise oyunculuğuna müthiş saygı duyarım. zaten son zamanlarda tinker tailor soldier spy ve pirates of the caribbean: on stranger tides gibi daha göz önünde yapımlarda yer alarak iyice dikkat çekmeye başladı. al capone'un acımasız, sert ama şamatacı hallerinin her birini başarıyla oynuyor. ingiliz olmasına karşın aksanını müthiş oturtmuş. "hear" telaffuzuna bittim.

    lucky luciano: tam bir kıl. jimmy eline fırsat geçmişken nasıl dövmedi bu elemanı hayret içindeyim. küstahlık, kibir, laubalilik ve şımarıklığın tek bünyede hayat bulmuş hali. cinselliğe dayanan sağlık problemlerine veriyoruz bu anlamsız hırsını, götü kalkık çabalarını. south park'ın t.m.i. bölümüne selam ederim buradan. vincent piazza bu rolde sırıtışıyla bile tüm saydığım özellikleri özetleyebiliyor.

    lucy danziger: yapay zekadan yoksun bir sex machine. kaplana falan ayarlayabiliyorsun göstergesini. van alden ile aynı ortamda bulunacağı bile aklıma gelmezdi son bölümlere gelene kadar. sanki biraz zeka bulaştı gibi ondan. paz de la huerta dudak hareketleri, ses tonu ile öyle bir canlandırıyor ki kendisinin karakter ile ortak noktalarının oldukça fazla olduğunu düşünmeye başladım.

    chalky white: ilk "motherfucker"ı benimsetme ve yayma kürsüsü başkanı. sözcüklerin yapısıyla oynayan zencilerin ilklerinden. ikinci yeni in the hood. çocukluğundan beri siyahlara yönelik ırkçılığı kendine hedef seçmiş, insanlarını sahiplenmiş. tüm sertliğine, beyaz adama karşı çıkarcılığına karşın cool tavırların adamı. zencilikten taviz vermiyor. konuşurken sürekli gözlerini kısıp artist tavırlarla anlatıyor derdini. araba düşkünü. nucky gücünü sağlam tuttuğu sürece onunla kalacak gibi. the wire'dan bildiğimiz michael kenneth williams pek zorlanmadan oynuyor olsa gerek.

    eddie kessler: sempati kralı. dönemdeki alman duruşunun zıttı bir hoşgörü ve beyefendilik abidesi. nucky çok üstüne gidiyor, hayatını kurtardı, bir teşekkür etmedi adama. opera sanatçısı, tenor anthony laciura oynuyor.

    mickey doyle: tam "yazık lan aslında bu adama da" diye düşünmeye başlamışken italyanları satarak kendini kurtarmasını bildi. cıvık bir adam ve köklerinden utanıyor. toparlayabilecek mi bilemiyorum. daha önce the missing person'da michael shannon ile birlikte oynamışlığı bulunan paul sparks oynuyor bu yer yer tiplemeye yaklaşan karakteri.

    richard harrow: dış görünüş itibariyle dizinin en karikatürize edilmiş karakteri izlenimi verse de insanlar ve sebep oldukları kavgalar tarafından dünyanın kıyısında yaşamaya mecbur bırakılmış, yabancılaştırılmış, gerçek hayatın korku hikayeleri, trajedileri içinde gözden uzakta var olan insanlardan biri harrow. ayakları yere en kalın zincirlerle bağlanmış, gerçekçiliğin can yakan, rahatsız eden yüzü o. deforme olmuş bedeni ve yeni yaşantısı ile yüzleşerek kendi bilgeliğini kurmuş bir adam. hem en güvenilir, hem de anlaşılması en zor olan katili hikayenin. üzerinde durulursa efsane olmaması için hiçbir sebep yok. jack huston yüzünün bir kısmını arkasında bırakıp da oynuyor. bu denli güçlü bir rol için kendisine pek çok alternatif düşünülebilirmiş ama bu da gayet yeterli bir seçim olmuş.

    ---
    spoiler ---


    (marley - 18 Eylül 2011 18:52)

  • comment image

    --- s02e03 spoiler ---

    en keyifli bölümlerden biriydi. dizinin sağlam, estetik diyaloglar üzerine yaslanan bölümlerinden biri oldu. nucky'nin sondaki çıkışını saymazsak neredeyse ritmin hiç hızlanmadığı bir bölümün bu kadar sürükleyici olmayı başarması da karakterler arasındaki gerilimin diyaloglara son derece doğru yansıtılmış olmasındandı. bölümden birkaç unutulmaz replik ve sahne:

    nucky ile al capone chicago'daki içki ticaretinin rekabet ortamına müsaitliğinden konuşmaktadır.

    nucky: how's torrio handling the competiton? (torrio rekabetin nasıl üstesinden geliyor?)
    al capone(gayet sakin bir sesle): we're killing 'em. (onları öldürüyoruz)

    al capone'un jimmy ile oğlunu izleyişini içeren sahne bütünüyle mükemmeldi çünkü bu anın hemen devamında bir başka müthiş bölüm daha vardı. capone'un acısını hazmederken harrow'unki onun üstüne binerek o tek bakışı kadar keskin ve kısa bir nefessizlik yarattı:

    harrow: how is odette? (odette nasıl?)
    al capone: who? (kim?)
    (duraksar biraz hatırlamak için)
    al capone: she's a whore. that's how she is. (o bir fahişe. olduğu şey bu.)

    ağzına sıçayım al capone. sevdiğim bir karaktersin falan da bu kadar da ayı olma be kardeşim. lan adamın şu dünyada nasıl olduğunu soracağı, merak edeceği, en gizlisini mahremini paylaştığı tek insan o kadın. ortalıkta, çevresinde o kadar aile muhabbeti, sevgi muhabbeti dönerken adamın aklına gelen, edebildiği tek laf bu. yalnızlığına birini katmayı deniyor, bir bağ yaratmaya çalışıyor ince de olsa kendi kendine. sen de bir cevap olarak "o karı orospu" diyorsun. aferin çok delikanlısın.
    şu bakış keyfimi aldı götürdü.

    eli babasıyla konuşmasının ardından silkelenip kendine gelebilir. tabii kendi başına düşünmeyi başarabilirse, ki bu onun için fazla enerji tüketimi gerektiren bir uğraş, komaya falan girebilir.

    arnold rothstein de charlie ile meyer'e, onluk hissenin gitmesi sonrası zaten yarısını sana ödüyoruz isyanlarının ardından verdiği "and now you boys know why(ve şimdi nedenini biliyorsunuz)" ayarı ile uzun süredir pek hissettirmediği ağırlığını ortamlara salıverdi.

    nasıl oluyor bilmiyorum ama van alden bu bölümün açık ara en komik karakteri olmayı başardı. önce lucy'nin nucky'nin daha eğlenceli olduğundan dem vurması üzerinde umursamamış görünüp doyle'a "would you consider nucky thompson fun?(nucky thompson'ı eğlenceli bulur musunuz?)" diye sormasıyla gülümsetti, daha sonra da eve girip karşılaştığı manzaranın kendisi ile oluşturduğu tezata "kırbaç van alden'ı böyle de mi görecektik?" dedirterek iyi güldürmüştür.

    nucky'nin yemekte öz güven tazeleme amaçlı ayarları ve tehditkar konuşmaları karakterleri birbirine bağlı tutan ince iplerin en fazla gerildiği an oldu. açıkçası nucky'nin resti benim gibi birçok kişiye bir "oh be" dedirtmiştir sanırım. jimmy yediği laflarla, iç hesaplaşmalarıyla triplerden triplere koşuyor ama daha önce de söylediğim gibi nucky'yi seçecek bence, nucky bu saatten sonra böyle bir tercihi nasıl karşılar o da tedirginlik yaratan bir soru işareti.

    commodore: you act more like a fucking child.(daha çok bir çocuk gibi davranıyorsun.)
    nucky: you're the expert on children, aren't you?(çocuklar konusunda uzmansındır değil mi?)

    of diyorum. bu laf sonrası o ıstakoz boğazında kalmıştır commodore'un.

    son replik de horrow'dan gelsin:

    owen sleater ile horrow birbirlerine silah doğrultmuş durumdadırlar ancak horrow'un owen'ı vurma şansı olmuştur daha önce.

    owen: why did you not shoot me?(beni neden vurmadın?)
    horrow: i may yet.(hala yapabilirim)

    --- s02e03 spoiler ---


    (marley - 12 Ekim 2011 23:19)

  • comment image

    --- s02e04 spoiler ---

    genel olarak durağan bir bölümdü ama bunun sebebi bir geçiş atmosferi yaratmak, değişimin başlangıcını fazla göze sokmadan hissettirmek olsa gerek. harekete geçmeye hazırlanırken kızışma durumuna girmeden önce ciğere doldurulan son derin nefes gibiydi. gelecek bölümlerde burada depolanan enerjinin dışa vurumunu gözlemleyeceğiz karakterlerde bariz.

    bu planlar, gard almalar, hamle için doğru ortamı hazırlamalar üzerine kurulu bölümün dikkat çeken bazı yönleri benim açımdan şunlar oldu:

    elbette değişim rüzgarının önündeki dağları toz edip birkaç engebeden ibaret bir açık araziye çeviren gelişme commodore'un fazla tahrikten felç geçirmesi oldu. bölümdekinin ardından patlayacak pek çok "dinamit"in fitilini ateşleyecek. zaten gillian'ın geçmişinin öfkesini boşaltmak, intikam arzusunu tatmin etmek adına commodore'un arkasından bir şey çevireceği açıktı gerek zehir muhabbetinden olsun, gerekse kocasını savunduğunda takındığı yapmacık tavırlardan olsun. bölümün başında anlattığı çobanı kendi tazısına yedirme hikayesinde zaten mesajı alttan alttan vermişti, "sen daha dur" hissiyatını kocasının iliklerinden içeri doğru zerk etmeye niyetlenmişti ama bizim commodore ayakkabı boyasını çekince kapıldığı çılgın gençlik ruh hali sebebiyle uçkuru ön plana çıkaran hayat algısının kurbanı oldu, boş mesaj bile alamadı. "live fast die young"a bağlamak yaramadı kendinden genç şehirde oturan adama. her şeyin gencine hasta zaten ya o ayrı.

    eli'da bir panik hali hasıl oldu, bu kadar oturaklı karakter içinde düştüğü boktan durumu bu derece bariz belli edecek iki adam var zaten dizide. bir bu bir de mickey. tutuştu yavrum elinden tutacak amcası kalmayınca, tıpış tıpış dönüş vakti geldi, tutmayın.

    manny horvitz isimli kasap kişinin mekanına girerlerken mickey'nin çıkardığı seslerin tonuna bir süre sövdükten sonra, manny'den buram buram sağlam ve ilginç karakter izlenimi edindiğimi söyleyebilirim. özellikle jimmy ve richard ile olan anlaşmasını baz alan sahnelerde bol bol diğerlerinden rol çalacağa benziyor.

    horvitz: we got a deal. but just so we're clear, my icebox is filled with pieces of fellas who tried to fuck me over.(anlaştık. ama açık olmamız açısından, dondurucum arkamdan iş çevirmeye çalışan heriflerin parçalarıyla dolu.)
    jimmy: i just got creamsicles in mine. (benimkinde sadece dondurma var.)

    kenetleyicilik ve doluluk açısından diğerlerinden açık ara önde olan sahne ise angela'nın richard'ın portresini çizmesi üzerine olandı. diyalogların akışına ve richard'ın reaksiyonlarına dalınarak düşünülecek bir sahneydi. özellikle yakın çekim görüntülerin ve müziğin seçimi çok güzel eşleşmiş birbiriyle. benliğinin yüzeysel kısmında eski kendiliğinden neredeyse tamamen kopmuş, kapalı bir kutuya dönüşmüş, avuçlarının ve parmaklarının gösterdiği her şeyin içini boş bulan bir adamın, bir zamanlar sahip olunmuş bir mutluluğu anımsaması ama neye benzediğini çıkaramayacak kadar yabancılaştığını fark etmesi kederli bir tecrübedir. sevginin ördüğü sayılı değerli şeyin bağlarından kopup görüş alanından sıyrılarak bilinmeyen uzağa savruluşuna şahit olmak da öyle. yanından ayırmadığı yalnızlık eşiğinin ortasında otururken tanıdıklığını içinde kaybetmiş bir sıcaklığı hatırladı horrow ve bir an ayağını eşikten dışarı atacak gibi oldu. ama ayağı dibi görünmeyen boşlukta sallanınca dengesini bozmadı, ayağını geri çekti. ama perdesini angela'ya araladı, mahrem çehresine ortak etti.

    arnold rothstein bambaşka bir renk. göründüğü sahneleri yine ilgiyle ve keyifle izledim.

    chalky sapıttı. kafayı çekip "taşralıyım lan var mı? taşralıyım. zorunuza mı gitti artisler?" şeklinde lüzumsuz triplere girdi ev ortamında. en son sopayı hazır ederken görüldü. ya taşralı olayını fazla büyüttü country müzik eşliğinde güney tarlalarında çobana bağlayacak ya da zenci mahallesinden adam toplayıp mekan basacak. cidden çözemedim yalnız, bi manası var mıydı o dal budama sahnesinin. öylesine zaman geçiriyor da olabilir, meşgale edinmiş kendine. kontrolü kaybetmeye başladı. her an patlamaya, bir delilik yapmaya hazır. adeta kocaman bir çılgın gibi gangsta bakışları atıyor her önüne gelene. bu sezon başına bir şey gelirse şaşırmam.

    bu arada dizide ikiyüzlü karakter çok biliyoruz da, bunu fiziksel metaforlarla da bilinçaltına işleme gibi bir niyet varsa şaşırmam.

    richard horrow'un yüzünün yarısı savaş yarası yüzünden maske altında kalıyor.

    commodore'un sağ tarafı işlevini yitirdi felç yüzünden.

    van alden'ın bi işler çevirdiğinden şüphelenen eleman dinamitin ateşine kapılınca, yüzünün yarısı harvey dent misali yandı kül oldu.

    margaret ne işler çeviriyor bakalım. para biriktirmeler, tasarrufa teşvikler, yerli malı haftası düzenlemeler falan. bekleyelim görelim.

    not: yazacaktım bunu unutmuşum. eddie kessler'i canlandıran ve esasen bir opera sanatçısı olan anthony laciura'yı bu bölümde sanatını icra ederken izleme şansı bulduk. belediye başkanının doğum günü partisi esnasında.

    --- s02e04 spoiler ---


    (marley - 20 Ekim 2011 00:22)

  • comment image

    --- 2x11 spoiler ---

    zavallı jimmy. o kadar şok edici bir durum ki aynı bölümde jimmy'nin hem annesini hem babasını sikmesine şahit olduk. annesiyle üniversite yıllarında sevişmiş, ve bu lanet kadın, oğlu dahil etrafındaki tüm canlılarla yatma potansiyeline sahip bu lanet kadın zavallı jimmy'nin askere kaçmasının 1.sorumlusu bana göre. torununa bile yan gözle bakıyor orospu, kucaklayıp "bir bakmışsın kocaman olmuş" triplerine giriyor, bu manyak tommy'ye de hallenmezse bana da irish demesinler.

    ey nucky efendi ac'nin göbeğine harlan'ın heykelini dikmezsen adam değilsin. herif senin götünü elektrikli sandalyeden kurtardı. zaten sebso olayı o kadar görgü tanığıyla nasıl patlamıyor diye düşünüyordum fena patladı.

    bir çift lafımda sana bayan schroeder, al katy'le owen'ı şöyle dillere destan bir üçlü çevir biraz rahatla ya kafayı bozdun iyice din ve ahlak bilgisiyle, bak en sonunda nucky pederi sikecek haberin olsun.

    --- 2x11 spoiler ---

    edit: imla.


    (irish - 7 Aralık 2011 17:40)

  • comment image

    --- s02e11 spoiler ---

    of of of. öyle bir bölüm olmuş ki bu her yönden kusursuza yaklaşılmış. başından sonuna dek pür dikkat izledim, düşünceden düşünceye, duygulanımdan duygulanıma sıçradım. yalnız bu bölümde cidden sinematografi dersi vermiş, anlatının en etkili noktalarında müthiş görüntüler kullanmışlar. jimmy'nin kendini alkole eroine vurduğu sahnede resmen ben gerildim, sıkıntıdan nefes alışım değişti. karakterleri uzun bir süre sonra gerçekten istediğim gibi ekrandan öteye erişen buhranlar ve korkular içinde buldum.

    bu bölüm kendisiyle başlamamı hak eden gönüllerin kahramanına hakkını veriyorum. oh be, ulan oh be van alden! sen busun oğlum. bir an çok korktum paşa paşa teslim olacaksın seninle konuşurken bile kasım kasım kasılanların karşısında diye ama sen içindeki manyağı ortaya çıkardın ya dile benden ne dilersen. cidden bu sahnede derin bir nefes bıraktım, dert olmuş içime o boynu bükük hallerin. manyak gücüyle deve gibi ajanı zapt ettiğin, ayağından vurduğun yetmedi aynı zamanda çok ince ve zarif adımlarla ortamdan çok güzel tüydün, helal olsun. sağı solu kontrol edişin bile değişti be. yalnız o kaçış sahnesi için görüntü yönetmenine ayrı teşekkür ediyorum. özellikle van alden'ın tam kapıdan çıkışına doğru olan sahneler. aynı zamanda kullanılan müzik de bambaşka bir hava ile doldurmuş ekranı. van alden'ın geçmişine de dizi boyunca ilk kez kısa bir diyalog ile değinildi. dadı ile konuşurken babasının 1892'de isa'nın dönüşünü beklediğini, sahip olduğu ne var ne yoksa elden çıkardığını öğrendik. uğradığı hayal kırıklığının bedelini nelson'ın kimliği üzerine yüklemesi, kabullenemediği gerçeğin düğümlediği hayat devamlılığının halatını onun boynuna geçirerek bir suçlu arayışının sonucunda kendi oğlunu hedef seçmesi bize van alden'ın hastalıklı yetişme dönemi hakkında bilgi verdi, sanırım bir çocuğun zayıf sırtına yerleştirilecek en ağır, yaralayıcı, onarımı söz konusu olmayan yüklerden biri böylesine sebebi kavranamayan bir suçlamanın ailesini tükettiğini görmesi, kendi kendine yıllarca sonuçsuz, yardımsız, manasız ve acımasız bir sorgulamaya girmesidir. buradan van alden'ın ceza ve kabule dayalı dindar yanının ruhu üzerine ilk çiselemeye başladığı dönemleri idrak edebiliriz. zihninin olgunlaşma aşamasında temellerinin harcına karıştırılan aşılmaz suçluluk, tanrısal olana, kutsal olana yakışmıyor olma ve onun yolundakilere engel teşkil etme hissi zamanla kendini affettirme, doğru yola kabul ettirme çabasına, hatta hastalık derecesinde bir takıntıya dönüşüyor, doğarken kabul edilmediğine içten içe inandığı yola sığınmakta buluyor çareyi.

    mickey her seferinde birini satarak paçayı kurtarmayı sürdürüyor. şimdi al capone'un gereksiz laubali tokatlarının ve payının hiçe sayılışının ardından da gençler birliği tayfasını satışa çıkarıp harcamaya karar verdi. al capone'u stephen graham'e oynatmak kimin aklından çıktıysa tebrik ediyorum kendisini ve şununla anıyorum. bir adam bu kadar yakasından bağcıklarına kadar rolü üstüne yakıştırır. mickey tam tokatlanası bir yılışıklıkla hareket ediyor kimi zaman tamam da bu nedir aga ya? ya bir de şöyle bir diyalog vardı, van alden mickey'nin yakınmasına o kadar net ve güzel bir karşılık verdi ki, hem lafa hem de söylediği andaki vücut dilinin sakinliğine bir süre gülmek durumunda kaldım:

    mickey: basically, i put the whole operation together. and what do i get? a poke up the ass.(basitçe söylemek gerekirse, tüm operasyonu ben toparladım. ve karşılığında ne elde ettim? götüme bir pandik!)
    van alden: painful.(acı verici)

    yalnız van alden da mickey'ye gayet resmi bir ifadeyle arkasını döndü. mickey'nin eli havada kaldı. bir nevi kepip kaçtı nelson.

    margaret'in cehennem ve cennetteki uzun kaşıklar hikayesini nucky'ye anlatması ve nucky'nin gayet olağan bir şekilde "kollarını niye bükmemişler aq?", "hayır bi dakka kaşığı sapından niye tutmamışlar?" gibi sorularla şu uhrevi ortamı bozarak duygularıma tercüman olmasına bittim. hayır margaret ki edebiyat birikimi olsun, dünya görüşü olsun gayet hatırı sayılır miktarda genişliğe sahip biriyken bir anda komşumuz nurten teyzeye dönüşerek ağzımı açık bırakmaya devam ediyor. şimdi de nucky'ye dinsiz imansız diye saldırarak "ateistlere verilen en güzel cevap" tadında bir tutum içerisine girdi. nedense owen ile işlediğine inandığı "günah"ın sorumluluğunun azabıyla bedel ödeme faturasının birazını da nucky'ye paylaştırıyormuş gibi geliyor bana. nucky tabii ki işine bakıyor, "satışşş" diye margaret'e eski günleri hatırlatarak zayıf karnını yokluyor.

    owen, kendine gel. gözlerin dolu dolu geldin seni unutamadım diye margaret'in huzuruna, bir an arabesk rap şarkısı söyleyeceksin diye bilgisayara reset atmayı düşündüm ama neyse ki yeltenmedin. aferin. şimdi doğru katy'nin yanına git. ortalık zaten karışık. nucky'nin başını bir de sen şişirme. hadi canım.

    richard, jimmy'nin omzundaki en samimi ve farkında el olmayı sürdürüyor. bu bölümde de uzun süre sonra kendisini ilk kez özel hissettirmiş kişi olan angela'nın kanına dokunmak suretiyle maskesinin ardında saklanan karanlık acılarının yanına yeni bir görüntüyü kesip yapıştırdı. kaybedilmiş olanlar albümünde renkleri henüz taze bir yaprak için daha yer açtı.

    eli'ın karara varacağı seçenek tam anlamıyla muamma. ailesine olan bağlılığı düşünüldüğünde nucky'ye bu kazığı atmaz diyesim geliyor ama bu kez sanki kendini kurtarmaya bakacak işin ucunda elektrikli sandalye olduğu için. kendisinden şu saatten sonraya kimseye hayır geleceğini düşünmüyorum.

    ve jimmy. zannederim hem bu dizinin tarihinde, hem de genel olarak diziler tarihinde geçmişe dayalı ruhsal tahlilinin ve bulunduğu noktalara gelişinin arka planını oluşturan kararların görünmeyen yüzü üzerine eğilen sekansların bu derece beklenmedik, çarpıcı ve can acıtıcı yapıldığı pek fazla karakter yoktur. jimmy'nin neden en değerli yakını ve akıl hocası nucky'nin "ahmak işi" olarak değerlendirdiği savaşa katıldığını, neden kendi ayakları üzerinde durmak zorunluluğuna bu derece bağımlığı olduğunu fakat aynı zamanda bu zorunluluğun altından kalkmakta daimi bir tereddüt yaşadığını, ailesel meselelerdeki güvensizliğinin ve çelimsizliğinin hastalıklı köklerini, pek bilinmeyen okul yaşantısının gerçeklerini ve angela ile olan fazla sarsak ilişkisinin gücünü aldığı kaynağın nostaljisini yüzümüze tokat gibi çarptı her biri yıllardır yerinden kımıldamamış, üst üste kayalar ağırlığındaki sahneler.

    öncelikle sıkıntılara sahip olsa da parlak bir gelecek için gerekli donanıma sahip bir zeka ve kişilik olarak çıkıyor karşımıza öğrenci jimmy. angela ise mutluluğa sürdüğü atının sırtında ona keyifle eşlik eden beklenti dolu yol arkadaşı olacak. ancak jimmy'nin yaşamsal merkezini kontrol altında tutan annesi tüm bencilliği ile, oğlunu yolcu etmek yerine kendi çizdiği yola saptırmayı ve o üstüne binmeyi planladığı güzel atın kafası bir balta ile gövdesinden ayırmayı yeğliyor. bunu söylüyorum çünkü oğluna altında ezilip büküleceği, bilincini bıçak gibi parçalayacak bir hatıra veriyor alkollü bedeninin içinde. önce sebepsizce okuluna gelip jimmy için değer sahibi olan hoca ile jimmy arasında bir münakaşa başlatıyor, zekasını tatmin edebileceği tek yol olan bilmenin kapılarını jimmy'ye mühürlüyor, ardından da kendi hafızasına ellini kolunu sallayarak giremesin diye tereddüt ettirecek, her adımında bir parçasını alıp götürecek tuzaklar kuruyor, varlığına doladığı kukla ipleriyle jimmy'yi tuttuğu gibi yalnızlığın hüküm sürdüğü bir köşeye fırlatıyor. doğduğu bedenden tiksindiriyor onu, hem de kişi bazında değil, doğrudan vücut anlamında yapıyor bunu. bir başka fidan hastalıklı sularla sulanmış oluyor böylece.

    şimdide buluyoruz kendimizi. angela'nın ölümüyle geçmişinde temiz tutmaya çalıştığı, hala tutma şansı olan tek hikayenin de ateşe verildiğini anlıyor. kendi mahvoluşunda kolundan tutup aşağı çektiği, dibe vurdurduğu kadının yasına gömülüyor. alkol ile hafifletmek yerine kaybolup gitmek istiyor, tam anlamıyla yere dökülüp bir toz yığınına dönüşüyor, değersiz. fakat üfleyip etrafa dağılmasını sağlayacak rüzgarı bulamıyor. çaresizliğin bunaltıcı kuraklığı ile defalarca boğuluyor. ve bu uçuruma onu ilk iten kadın olan annesinin sesi ona ne yapmasını gerektiğini söylüyor telefonda, kibar bir kandırmaca ile emrediyor. acısından parmağını dahi kurtaramazken bile onu kontrol etmeye çalışan bu sese içinde biriktirdiklerini dizginleyerek tahammül ediyor. eroine buluyor ruhunda sızlayan yerlerini. gerçek dışı bir boşluk ile üstünü kapatıyor tamamlanamamışlıklara ilişkin düşüncelerinin.

    eve dönüyor.

    artık ne kadar ev denebilirse.

    yine aynı sesin dikenlerinin derisini yırtmaya başladığını duyuyor. ömrünü kendisininmiş gibi bir oyun tahtasına çeviren annesinin sesi.

    ve ona tüm aşağılık küstahlığı ve münasebetsizliği ile çocuğunun annesini hatırlamayacağını söyleme hakkı buluyor kendinde.

    o sesin bunca zamandır aşındırdığı gırtlağa sarılıyor isyan eden, acı ile haykıran, geçmişten beslenen öfkesiyle.

    "i'll remember."(ben hatırlayacağım.)

    her tekrarında elleri daha kuvvetle kenetleniyor. her tekrarda daha bir kusuyor tükenmişliğini.

    çekmeyin böyle sahne anasını satayım. böyle sahne mi olur? insanı allak bullak ediyor. çekin ya da, ihtiyacımız var arada bir böyle gerçeğin ne kadar tehlikeli bir teraziye oturduğunu anlamaya. üstüne düşürülen ya da eklenen herhangi bir şeyin bir başkasının etrafına ışıksız kuyular inşa edebileceğini idrak etmeye.

    neyse.

    commodore. yuh artık aq ya. yemin ederim yuh. ayı boğan mısın nesin anlamadım ki. herif "mızrak" sapladı oğluna.

    "mızrak"

    hangi devirde yaşıyoruz arkadaş ya. bu nasıl bir şövalye kafası, felç melç dinlemeden kalkmış yarım ağız kükreyerek evlat katili olmaya yelteniyor şimdi de. tamam son soktuğu "eteğini kaldır"lı laftan sonra jimmy'nin bulunduğu yere layık olmadığını düşündüğünü biliyoruz da karısından yediği street fighter alpha'vari tokatlar sonrası ne bu celallenme onu anlamadım. jimmy de babasını bıçaklayarak "ancient thebes'teki amcam oedipusa buradan selamlarımı gönderiyorum" dedi. o selam için.

    commodore da bıçaklandıktan sonra jimmy'ye "finish it" diyen kadın için ölmüş oldu.

    bölüm genel anlamda jimmy ile bağ kuran seyirci için ne kadar rahatsız ediciyse, finale doğru richard'ın müzik eşliğinde bulanık görüş alanında jimmy'nin arkasını topladığı ve rahat edebilsin diye perdeleri çektiği sahne de o kadar dinlendiriciydi. okyanustaki lanetli bir fırtınanın ardından usturuplu karaya adım atmak, tüm bulantın ile kendini bulabildiğin ilk sabit düzleme bırakmak gibiydi.

    michael pitt'in oyunculuğunun da tavan yaptığı bölüm oldu.

    bu bölüm sadece doğru şeyler gördük. çok farklıydı.

    --- s02e11 spoiler ---


    (marley - 8 Aralık 2011 00:05)

  • comment image

    gelecek sezon için cliffhanger'la bitmeyen, herşeyi tek bölümde sonuca ulaştırmayı başaran bir sezon finali ile taçlandıran dizi.

    --- s02e12 ağır spoiler ---

    çok güzel bir bölüm olmakla beraber, s02e11'de yaratılan kaos ortamını birden çözüp suyu tekrar çok hızlı bir şekilde berrak hale getirmeleri bazı şeylerin biraz fazla havada kalmasına yol açmıştır. lanet olası federal savcının iddianame provası ve nucky ve margaret'in evliliğinin iç içe sokulduğu sekans hızlı da olsa orgazmik oldu. son bölümdeki oedipus vari baba katlinden sonra james darmody tekrar manevi babası nucky'e döndü. nucky'nin davasındaki en önemli tanığı usturuplu bir şekilde ortadan kaldıran james ile nucky tekrar barışıp beraber çalışsa herkes sanırım olayın mantıksızlığını sorgular durumda kalacaktı. kardeşi eli'a karşı her ne kadar kendisini arkadan vurmuş da olsa affedici davranabilen nucky, söz konusu jimmy olunca gözünü kırpmadan onu harcayınca gözümüzde bir kat daha büyüdü, duygusuz işadamı değil; sıradan bir insan rolünü gözümüze daha da soktu. nucky'nin eli'ı affedip james'i harcaması ise gavurların blood is thicker than water deyişini hatırlattı yine. kendi babasının ilk sezondaki "siz kardeşsiniz birbirinize bakın" nutukları işe yaramış anlaşılan. bu "sadece insan olmanın" vurgulanması aynı zamanda nucky'nin tanrı ve aile üzerine yaptığı küçük konuşmada da iyice oturtuldu.

    unutulan ve geride bırakılmış ve intikam alma potansiyeli yüksek bir harrow var ki nucky ve tayfasının gözden kaçırması onun gelecek sezonda daha temel bir rolde oynayabileceği konusunda umutlandırdı. dizide daha fazla rol almasını istediğimiz chalky white reyiz ise ku klux klancı piçlerin götünü keserek biraz olsun rahatlama sağladı. ama karakter olarak ne zaman nucky'nin sadık uşağı seviyesinden potansiyel rakip haline getirilir, o zaman bu sessiz zenciye olan saygımız kat ve kat artacaktır.agent van holden böyle harcamayı ve diziden uzaklaştırmayı haketmiyordu, eğer öyle bir son düşünüyorlarsa çok pis laflar hazırladım senaristlere.

    margaret schroeder isimli herşeyin en iyisine layık kezban ise tekrar ve tekrar dengesizliklerini sergilemeye devam ediyor efendim. sen git önce sana herşeyi vermiş seni seven, iki çocuğunu kendi çocukları gibi büyüten adamı önce daha götündeki yonca izleri geçmemiş şoför parçası ile aldat, elin savcısına vicdan temizleme bahanesi (ki o vicdan arap sabunu ile bile temizlenemez) ile ispiyonla. nucky thomson'u elektrikli sandalyeye oturtmaya yetecek ifadeler ver. ondan sonra savcı nucky'nin verdiklerini kaybedeceğini ima edince 180 derece dönüp eski ifadenin geçersiz olması için adamla apar topar yangından mal kaçırır gibi evlen. artık azıcık da olsa akıllanmıştır diye sevinirken tut bu sefer otoban geçecek milyonluk arazileri kiliseye bağışla. kadının salaklıkları yüzünden nucky vurmazsa gökten yıldırım düşmesi gerekiyor kadının üzerine ilahi adalet bağlamında. sonra gelmiş "benim eski kocam alkolikti beni sürekli dövüyordu" diye ağlıyor elin savcısına. insan anlıyor rahmetlinin neden lendini alkole verip evden bucak bucak kaçtığını dengesiz karı. evlilik ne alaka diyenler için ufak not; amerikan hukukunda evli çiftler birbirleri lehine/aleyhine ifade veremezler, geçersizdir.

    bölümün en baba lafı ise az ve öz konuşan kumarbazların kralı arnold rothstein'dan gelmiştir. "eğer karar veremiyorsan yazı-tura at, para havadayken düşmesini istediğin taraf doğru karardır".

    --- s02e12 ağır spoiler ---


    (homo sapiens gotgobekus - 12 Aralık 2011 16:51)

  • comment image

    --- s02e12 spoiler ---

    ters köşe üzerine ters köşeye yatırma sanatının en şok edici şekilde icra edildiği bölüm olmasının yanında taşıdığı ağır atmosferden ve hikayenin eski formunun sona erişinin getirdiği felaket sonrası ilk gündüz sessizliği tadından dolayı herhangi bir duygusal dışa vurum hissettirmeden, içten içe kanatarak, ürperterek sürdü ve noktalandı. şaşırma durumuna yabancılaştıran bir donukluk hakimdi olayların işlenişinde, bunu kötü bir eleştiri olarak değil, belirgin bir farklılığın varlığı açısından söylüyorum. bölümün finalindeki aşırı optimist tablonun meraka ve gizlenmiş karamsarlık izlenimine olanak tanımaması dışında bölümü oldukça beğendim. ama boardwalk'un diziye nazaran bölümlere ayrılmış dönem filmi kurgusuna yaraşır anlatısında da bu seçim gayet anlaşılabilir bir durum.

    chalky white cephesinde uzun süredir arzulanan sonuca ulaşmanın mutluluğunun hakim oluşuna şahit olduk. dunn purnsley de ileride ön planda izleyebileceğimiz bir karakter olma yolunda başka kimseye benzemeyen edasıyla kısa ama sağlam adımlarla ilerliyor. klan üyelerini tek ısırıkta parçalara bölmek ister gibi manyak manyak hareketleri var. jimmy'nin nucky ile barışmayı istediğini göz önünde bulundurduğumda, neden hala bir çıkarı varmış gibi chalky'nin isteğini yerine getirdiğini anlayamadım. piyasadan çekilip nucky'nin istediğini yapacaktı çünkü. planı buydu. ama sonradan bunu tamamen nucky'nin dönüşünü öngördüğü için, onun hakimiyetindeki kasabada grevin sonlanmasını sağlayarak manevi babasına yardım etmek adına yaptığı sonucuna vardım. neticede klan meselesi chalky'nin sık sık nucky'nin başını ağrıttığı bir konuydu. nucky riske girmemek, güç kaybetmemek adına elini taşın altına sokmaktan çekiniyordu. jimmy'nin ise artık kaybedecek bir şeyi yoktu. gerçek anlamda ölmek istiyordu. tereddütsüz işi halletti.

    manny'nin sinagog bodrumunda mickey ve nucky'ye odessa'daki dolandırıcılar hakkında anlattıklarıyla açılan sahnenin girişi çok hoşuma gitti. manny'nin tek kişilik gösterisi gibi sürdü bir süre. manny'nin nucky'nin ardından "he would be nothing in odessa(odessa'da o bir hiç olurdu)" demesiyle ne kadar işbirliği etse de nucky'yi pek de kendine yakın bulmadığını anlayabiliyoruz.

    margaret ilk başta açık sözlü bir üslup takınıp avukatın karşısına çıktığında niyeti kimseye zarar gelmeden gerçeklerin ortaya çıkarılmasıydı. ama avukatın gözünün nucky'yi hapse atmak dışında bir şey görmediğine şahit olduğunda bunun son derece saf ve imkansız bir emel olduğunu anladı. nucky söylediklerinde ne kadar içtendi bilmiyorum, orası beni bölüm sonundaki tavrından dolayı muallakta bırakan bir husus, ama kimi nasıl ikna edeceğini iyi biliyor. para ile ayartması mümkün olmayanı da duygusal yanından doğru şekilde yakalayarak kendi safına kattı. beklenen evlilik sonunda gerçekleşti. ancak margaret, gerek jimmy konusunda gerekse neary konusunda nucky'nin parmağı olduğunu her ne kadar sezdirmese de fark ettiğinden ötürü kendine bir düstur benimsedi: ben senin kirli işlerini kabulleniyorum ama sen de bana yalan söylemenin bedelini benim isteklerime göz yumarak ödersin. örnek şekil bir a: kilise sana canım feda içerikli imza. nucky hala soğukkanlılığını koruyor olursa bu duruma karşı buz kıracağı getirtip kessler'a teslim edeceğim. o ne yapacağını biliyor.

    van alden allah aşkına(senin anlayacağın dilden: for god's sake) bu hal ne aq ya? kalpten mi götüreceksin sen beni arkadaş? ilk göründüğün bölümü açıp baksam şu geldiğin noktaya sanırım inanma şansım yok. kilise cemaatinde nelson aga olarak nam salacakmış gibi bir izlenim yaratan yeni tarzını gönülden kutlar, rose'un duysa kendi canına kastedeceği yeni bir evlilik dışı ilişkiye yelken açman açısından sırtını sıvazlarım. o abigail yavrucağına bir elini sür bari arkadaş, üvey evlat muamelesi görüyor senden çocuk. yeni yerleşim yerinin adetlerine göre hayırlı bir katolik olarak yetişmesini temenni ederim. amen kardeş. ya bi de ev sahibi kadın kilisenin yerini söylemesi gerekir mi diye teyit etmek adına "kiliseye giden insanlardansanız eğer" diye söze başladığında tez canlı gibi "evet. ben giderim. en çok ben giderim." şeklinde atladın. ne adamsın lan. gelecek sezon yaban ellerde ne yapacaksın cidden merak içerisindeyim.

    eli, iyice derin acıların adamı triplerinde gezmeye başladın. ama julio césar dendiğinde "eli diye karakter mi var laaağn?" diye google'da kendi ismini aratan adam tepkisi vermeyi biliyorsun. gir hapse, uzun müddet kal, bol bol okumaya zaman ayır, çıkınca "içerideyken düşünecek çok zamanım" oldu diyebilecek kıvama gel, ama dolu düşün bak, ben gelip çıkarıcam seni. "american history x: eli" tadında bir performans bekliyorum senden. hadi koçum. yıkıl şimdi herkesin karşısından. bir de kolpa sıkıyor yok ben seni korudum diye. "kill him" diye o güzel muhabbeti bozan sen değil miydin lan? bari inandırıcı yalan söyle sandalyede oturup bütün gün içli içli bakacağına.

    a. r. uyuşturucu işine el atarken kurnaz sırıtışıyla gelecek sezon ortamlara efsanevi biçimde dahil olacağını ilan etmekle kalmadı, nucky'ye kenara yazılası bir laf ederek değişilmez karakterler arasındaki yerini sağlamlaştırdı.

    -flip a coin. when it's in the air, you'll know which side you're hoping for.(yazı tura at. havadayken hangi tarafın gelmesini umduğunu anlayacaksın.)

    nucky madem manny'ye dokunmayacaktı, neden a.r.'a sakıncası olur mu yokluğunun diye sordu diye düşündüm. ama sonra gerçekten a.r.'ın tavsiyesine uyup gerçek isteğinin bu olmadığını fark ettiğini ve bu sahneden sonra fikrini değiştirdiğini anladım.

    gelelim jimmy ve nucky'ye. jimmy'nin geçmişinden getirdiği yükünün ağırlığından ve keskinliğinden ötürü pek de sağlıklı bir psikoloji çerçevesinde hareket etmediğini ve egzistansiyal problemlerini aşmakta büyük güçlükler çektiğinden, daimi bir kaygının, pişmanlığın, kaybolmuşluğun ruhunu kemirip durduğunu biliyoruz. son yaşadıkları(angela, nucky, commodore ve hatta ilk sezon torrio ile çalışırken birlikte olduğu yüzü kesildikten sonra intihar eden kadın) da yaşamsal serüveninin gelmiş olduğu anlamsızlaşma durumuna son ve büyük darbeleri vurmuş oldu. uzun süredir isteksizce peşinden koştuğu, yalnızca acı veren bir kendini iyi hissedebilmek umuduyla kovaladığı kendi ayaklarının üzerinde durma savaşı, kendisi için yarattığı kandırmaca bir gaye oldu yalnızca. ölümünden önceki son cümlelerinden birinde söylediği gibi o cephede çoktan ölmüştü zaten. ne chalky'ye fazladan parayı teslim ederken ne de üç saldırganı bulmak için diğer klan üyelerine doğru tetiği çekerken bu yüzden belki eli titremedi. angela'nın ölümü ve babasının dürtükleyici varlığının ortadan kalkışının ardından kalan tek içsel bağlılığının bulunduğu eski liman olan nucky'ye sığındı. eski diyorum çünkü sorunlu bir mazide temiz kalmış sıcak bir ilişki her zaman güç verir zayıf kalmış olana, yoksa elbette şimdisinde richard'ın desteği söz konusu. nucky için bir şeyleri değiştirmek, güzel bir şeyler görmek istedi. bunu kurtuluşu için değil güzel ölebilmek için istedi. kendisine değer ifade eden birine yardım ettikten sonra ölmek istedi belki.

    jimmy'nin ölümü beklenmedikti ama bölüm boyunca alttan altta bu çok güzel sezdirilmiş ve bu karakterin son satırlarının altı çok samimi karelerle çizilmişti. bölüm bitince hepsi aklımda taze renkleriyle canlandı. jimmy'nin "ramak" görüntülerini izledik. uzatılmış bir son nefes, son bakış, son andı bu sahneler. bölümde pek çok kez kamera uzun süre jimmy üzerinde sade bir sıkıntının iyileşecek olmasına istinaden kaldı ve bu iyileşme ölüm olarak vuku buldu. sıkıntıyı ferahlatan manzaralara dalıp giden bir adam izledik. gözlerinde hüzün vardı sadece, sonluk vardı. o an fark edilmese de bölüm bitince yerli yerine oturdu hepsi. jimmy ölüme gidiyordu tüm bilinçliliği ile.

    nucky'yi beklerken sigarasıyla cam kenarında dinlendiği sahne.

    oğlunu sahilde at binmeye götürdüğü ve annesine, oğluna, denize sıkıntı taşıyan gözlerle baktığı, bir süre onları izlediği sahne. bu sahnede oğluna "me myself and i" diyor kendi çocukluğundan söz ederken, oğlu da aynısını yapıp yapamayacağını soruyor. jimmy ise adeta onu yalnız bırakacağını bilirmiş gibi elbette yapabilirsin diyor. kendi annesiyle baş başa kalışındansa oğlunun kendi yolunu çizebilmesini diliyor. commodore'un vasiyetini yırttığını hatırlayalım. orada da "ben ölünce oğluma kalacak değil mi?" dedikten sonra yapıyor bunu. yani adam daha en başında nucky'yi konuşmaya çağırırken öleceğinin farkında.

    oğlunun kovboy şapkası değil, asker şapkası seçtiğini görüyor. ona askerden kalan künyesini bırakıyor. richard'ın bunu gördüğündeki yüz ifadesini hatırlayın. o ölümün idrak anını nasıl karşıladığını görebilirsiniz. dostunun öleceğini bildi. düğümlendi yalnızca.

    şu sahildeki oğlu ve annesi ile olduğu sahne tamamen ölümünün ön hazırlığı üzerine kurulmuş. oğlunu izliyor at üstünde. annesine dönüyor ve onu izliyor. sonra dönüp ürkek bir kabullenişle yaklaşan vedaya bir sigara yakıyor.

    richard'ı gelmemesi için ikna ediyor. "'kendim' halletmeliyim" diyor. eve dönmeyi deneyeceğine söz vermesini istiyor dostundan. geride bıraktıklarını doğru bırakmak istiyor. annesi ile oğlunu son kez görüyor mutlu oyunları esnasında. bu ölüme hazırlığı, kendi kefenini dikiyor oluşu nasıl o an değil de bölümün sonunda fark ettim kendime şaşıyorum.

    nucky'nin karşısına dikiliyor, ölmeye hazır. manny'yi yakalamış olduklarını gördüğünde şaşırıyor. umduğu bu değil. "is that what this is?" diyor. tuzak olduğunu sakinlikle fark ediyor. nucky'nin elinden ölmek ve temizlenmek istiyor bu bataklıktan. onu tahrik etmeye başlıyor. başkasına yaptıracağını ima ederek onu zorluyor. nucky silahına sarılıyor. ebedi yalnızlığını, kirlenmişliğini yüzüne vuran jimmy'yi vuruyor. bir asker heykelinin kasketi üzerine yağmur boşanıyor, göz yaşları gibi süzülüyor. nucky yalnızlığının bir lanet değil tercih olduğunu jimmy'ye bağışlanma peşinde olmadığını söyleyerek iletiyor. jimmy bunu biliyordu.

    jimmy cephede. bunu görüyoruz çünkü bu jimmy için bir dibe vurma çabasının başlangıcı. ölme arayışının ilk adımı. işte jimmy o cepheden çıktığı anda ölmek için yaşamaya başlıyor. hayat dediği paçavrayı o cephede bırakıp ileri atılıyor düşünceli bir duraklamanın ardından. işte nucky'nin bildiğini sandığı gibi, hayalleri olan çocuk o gün öldü. çevresindekilere mutluluğu verebilecek olan çekip gitti. kendi mutsuzluğunun karanlığına çektiği insanların ortasında yaralı bir beden kaldı yalnızca.

    ölmekte olmak bir dizide bu kadar dokunaklı ve başarılı işlenmiş midir emin değilim. böyle bir karakteri bu kadar samimi ve estetik uğurlamak en doğrusuydu. olur da dizi uzarsa, "jimmy vardı" dendiğinde güzel anılar canlanacak diziye dair.

    derin nefes. bitti be.

    gelecek sezon al capone, luciano, meyer ve a.r. işin içine girecek diye tahmin ediyorum fazlasıyla. daha ön planda olacaklar ilk iki sezona göre. jimmy'nin ölümü richard'ı öne çekmek adına kusursuz bir hamle ve efsanevi bir dizi karakteri doğuyor olabilir. hamuru buna çok müsait. manny ve chalky senaristler için güçlü kozlar olacaktır.

    --- s02e12 spoiler ---


    (marley - 14 Aralık 2011 01:33)

  • comment image

    divxplanet'taki cevirmenler (?) dolayisiyla kotu ceviriye kurban gidiyor.

    --- s03e05 ---
    "- rehearsal's done already?"

    "- rehearsal'ın işi şimdiden bitti mi?"
    --- s03e05 ---

    hee bitti amina koyayim, kafasina siktik.


    (meta - 16 Ekim 2012 03:55)

  • comment image

    kendimle hicbir sey icin gurur duymuyorum da herkes kuzey guney izlerken boardwalk empire izledigim icin gurur duyuyorum amk.


    (silvio - 21 Kasım 2012 00:28)

  • comment image

    az önce 12. bölümü bitirir bitirmez kapı çaldı, komşu bağırıyor "kalkın kalkın deprem oluyorrr dışarı çıkalımmm!!!"
    yağmur yağıyor, hava buz gibi. yandaki elemanı severim, çoluk çocuk sahibi adam. "kardeş ben dizi izliyordum, sonunda titreyerek boşaldım" desem mevzuyu kim bilir nerelere çekecek. desem ki bak işte böyle bir dizi var, zayıf çocuk, incecik... sezon finalinde boşalırken evde sağlam eşya bırakmaz...

    nasıl anlatsam ey okuyucu, spoiler vermeyeceğim. babam girmiş odaya, araba yarın bana lazım demiş anahtarı istemiş; "insanlara istediklerini vermezsen istediklerini elde edemezsin" demişim; "sikerim belanı" deyip tokatı çakmış ve anahtarı almış.. acıyı şimdi hissettim..

    daha nasıl betimlesem ki doyamıyorum. oyuncuları yönetmeni geçtim, sesçisi, müzikçisi, set ekibinden biri gelmesin bu diyarlara veririm açık konuşuyorum.. zaten yolluymuşsun deme saklıyorum kıymetlimi 30 senedir.. bunun içinmiş demek ki..

    bruce lee filmleriyle dövdüğüm minderlerle emmanuelle serisinden sonra sevişmiş ergendim ben.. çabuk etkilenirim.. ama araya girmiş nerden baksan 15-20 sene. kostümler kıyafet yönetmeliği gibi işledi içime.. şapka arıyorum gecenin saat ikisi. annem kafamda borcam ile yakalamayaydı iyiydi..


    (kutlu - 4 Aralık 2012 01:55)

  • comment image

    --- 4. sezon 12. bölüm spoiler ---

    diziyi neredeyse ilk çıktığı günden bu yana takip eden bir izleyiciyim. dizi genel anlamda kurgusal, görsel ve diyaloglara dayalı yaratısıyla esas farkını oluştursa da richard harrow'un bulunduğu sahnelerde şuna benzer bir his tecrübe ederim: usta yönetmen, görüntü yönetmeni, senaristler, müzisyenler kenara çekilir ve biraz dostoyevski, biraz franz kafka, biraz j. d. salinger, biraz albert camus, yer yer de hermann hesse tadı deneyimleten çok yönlü bir yazarın kaleminin kağıdın üzerindeki hareketlerini izlemeye koyuluruz.

    richard'a öyle bir ölüm sekansı adanmış ki... öldürmekten vazgeçen, öldürdüğü kişi sayısını hala aklında tutan bir gazi, bir tetikçidir richard. ölümle bu denli iç içe geçmiş hayatının bir laneti olarak asla o kadim dostuna aşina olamamıştır. ölümün yersiz varlığından hala dehşete düşebilecek kadar sevmeyi, sevilmeyi, şefkat göstermeyi ve hayatın güzelliklerini görmeyi bilen ve arzulayan bir adamdır. yalnızdır çoğu kez.

    ölümünden önce manevi oğlu tommy'ye onu sevdiğini söyledi, sarıldı, vedalaştı. sevgilisi julia'yı öptü, yüzünü izledi. sanki her şey tastamamdı. "a perfect day for bananafish."

    nucky, narcisse, a.r. gibi adamların anlayabileceği türden bir adam değildi richard. hayata karşı bu kadar hırs sahibi olamayacak, kazanma hissinin getirdiği baş dönmesi için yaşayamayacak türden bir adamdı. ne yazık ki bu dünyada gerçek zeki ve sevgi dolu insanlar bir şeylere ve kimselere hükmetme arayışındaki, güç peşindeki hırstan yoksundurlar. böylece hep gölgededirler. yalnızlığa çokça yakındırlar fakat yalnızlıklarına birilerinin kabul edilişi de bir o kadar daha değerli ve hassastır.

    richard'ın eli titredi. mutluluğa bu kadar yakın ve ilk kez ölüme bu kadar uzakken nucky'ye muhtaç kalmıştı. son kez öldürecekti sevdikleriyle inşa edeceği kendi dünyasını tüm bu olanlara, insanlara yabancı, ona dair olup dışarı çıkacak fırsata hiç sahip olmamış tüm mutlu şeyleri, ilk ortaya çıkışları ihtiva eden bir yerde kurmak adına. içinde ilk kez bu kadar güçlü olan umut ve mutluluk elini titretti. bir masumu öldürmüştü. bütünüyle masum birini. işte bu adam akıllı bir ilk olmuştu. hem de ne ilk.

    vuruluşundan sonra bir hayalet gibi insanların arasında, devamındaysa iskelede yürüyüşü...

    "ıt was that kind of a crazy afternoon, terrifically cold, and no sun out or anything, and you felt like you were disappearing every time you crossed a road."

    ölüm peşini bırakmamıştı. daha sert yakasına yapışabilmek için güç toplamaya çekilmişti. richard harrow pes etmişti. o mutluluğunun basitliğini ve buna tezat uzaklığını gösteren düş sahnesi... ağladım ulan. klingsor gibi, fakat daha basit, daha dolambaçsız, daha içinde sessiz bir son. altı üstü neydi ki aradığı mutluluk, öyle kolaydı ki hem de... eğer dünyaya richard gibi insanların kuralları yön veriyor olsa kolay bile denmeyecek kadar doğaldı. yine yabancı kalmıştı. mutluluğuyla birlikte.

    şöyle de bir veda kompozisyonu çizelim:

    http://s22.postimg.org/…12_farewell_daddy_blues.jpg

    http://s22.postimg.org/…12_farewell_daddy_blues.jpg

    http://s22.postimg.org/…12_farewell_daddy_blues.jpg

    http://s22.postimg.org/…12_farewell_daddy_blues.jpg

    http://s22.postimg.org/…12_farewell_daddy_blues.jpg

    sana ve bir yerlerde saklanmış hayallerine de bu yakışır:

    somewhere over the rainbow
    --- spoiler ---


    (marley - 25 Kasım 2013 22:35)

  • comment image

    herkes oyuncu seçiminden dem vurmuş da, hakkaten naptınız abicim siz ya! ulan ben anneme babama benzemiyorum o kadar, bizimkiler de keşke hbo'ya danışıp yapsalarmış beni.


    (ardinal - 1 Kasım 2014 02:11)

  • comment image

    en sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyelim. boardwalk empire dizi tarihinin açık ara en iyi işlerinden biri. benim kişisel listemin ilk onunda.

    muhteşem senaryosu, yönetmenliği, oyuculuk ve oyuncu yönetimi, kurgusu, sanat yönetimi, görüntü yönetmenliği vs dönem yaratmadaki başarısı bu diziyi unutulmazlar arasına sokuyor kolayca.

    dönem dizisi nasıl çekilir sorusuna da en güzel yanıtı verdi dizi 5 sezon boyunca.
    tarihsel kişilikleri idealize etmeden, normalleştirmedeki başarısı dizinin en büyük artılarından.

    başlarda nucky thompson rolünde cohen'lerin gözbebeği steve buscemi'yi yadırgasamda (fargo'da ki rolü hep gözümün önündedir) dizi ilerledikçe ne kadar doğru bir tercih olduğunu anladım.

    tek bir serzenişim var diziyle ilgili; final sezonu 8 bölüm mü olur be allahsızlar? bari 10 bölüm olaydı. ama neyse sizlere saygım sonsuz. o yüzden kızamıyorum.

    buradan sonra spoiler içerebilir yazacaklarım uyarmadı demeyin.

    --- spoiler ---

    final sezonunda nucky'in çocukluğuna, gençliğine kısacası geçmişine, yükselirken yaşadığı şeylere değinilmesi finalde bariz şekilde öleceğinin habercisiydi zaten. öleceğini bekliyor, nasıl öleceğini merak ediyordum. zaten son bölümde senaristlerde bununla ilgili bir çok olta atmışlardı.

    nucky'nin göründüğü her sahnede yaşadığı ''biri beni takip mi ediyor'' gerilimi buna işaretti zaten. en nihayetinde hiç tahmin etmediğim bir hesaplaşmanın sonucu olarak öldürüldü nucky. işte o zaman tüm bu final sezonunda ki geçmişe dönük duygusallığın altında yatan çapanoğlu anlaşıldı. bence nucky'ye yakışacak en güzel uğurlama şekli bu ölümdü. tıpkı richard harrow'a yapıldığı gibi. ama benim için hala richard harrow'a hazırlanan uğurlama sadece bu dizi için değil tüm dizi tarihinin en şiirsel, en lirik, en hüzünlü uğurlamalardan biriydi. ciğerimi sökmüştünüz allahsızlar.

    nucky'nin ölümü bir richard harrow etkisi yaratmasa da geçmişle kurulan bağları, geçmişin unutulmayan günahları, vicdani ve ahlaki hesaplaşmaları düşününce fazlasıyla epik ve güçlü bir uğurlamaydı.

    bu tür bir ölümün nazarımda tek bir açıklaması var. o da nuck'nin kendine haslığı. diziyi izleyen herkes bilir ki nucky o kanunsuz dünya içinde kuralına göre oynamasını bilen ender adamlardan biriydi. çözümü en son ve en son şiddette arayan, diplomasiye inanan biriydi. asla dengesiz, ne yapacağı kestirilemeyen (capone) bu sebepten korkulan bir karakter olmadı nucky. nucky'i diğerlerinden ayıran şey akıl ve duygulardı. olayları olabilecek her şekliyle anlamaya çalışmasıydı. işte bu sebepten ucuz bir mafya hesaplaşmasına kurban vermeyi doğru görmedi senarist ve yapımcılar nucky'i. çünkü nucky tamamıyla ne o dünyanın içindeydi, ne de dışında.

    başka bir arayışın içindeydi hep. ki nitekim son sezonda borsa manipülasyonu ve toprak yatırımıyla fazlasıyla zengin olup temiz bir iş adamı olma yolunu seçmişti zaten aklı sayesinde. amma ve lakin işte burada senaristlerin o hınzır aklı akıllıca bir işe girişti.

    nucky hiç bir zaman vicdansız bir adam olmadı. ondan bir şeyler isteyen herkese verecek cevabı vardı.

    hatta son sahnede enfes bir diyalog var nucky ve katili arasında. nucky, çocuğun cebine parayı sıkıştırdığında:

    çocuk- her şeye verdiğin cevap bu.
    nuck- hayır. sadece elimdeki en iyi cevap bu.

    işte bu sahne nucky'nin karakterindeki tek ölümcül hatasına işaret ediyordu. nucky'nin içinde bulunduğu acımasız dünya içinde her şeyin cevabı paraydı. satın alınan politikacılara, bürokratlara, polislere, hakimlere, katillere, kadınlara vs verilen en güzel cevap paraydı. nucky tüm dünyayı böyle görmeye başlamıştı. parayla çözülemeyecek, satın alınamayacak hiçbir şey yoktu ona göre. işte bu durum nucky'nin sonu oldu. zira geçmişin hayaletleri peşini bırakmıyordu. ve maalesef her şeyin cevabı para değildi.

    ve bence en nihayetinde nucky için hazırlanabilecek en güzel son hazırlandı. basit, adi, değersiz bir mafya hesaplaşmasının ötesinde, geçmişe, günahlara, vicdana, kan bağına dayanan hüzünlü bir uğurlama.

    diğer karakterler (capone, dr. narcisse vs) öngörüldüğü şekilde bir sona gittiler.

    -
    spoiler ---

    şimdi 5 sezonu yeniden izleyeceğim. hafta hafta beklemeden. şöyle her gün 3-5 bölüm arka arkaya izleyerek. ve dizi ve televizyon tarihinin görüp göreceği en kaliteli işlerden birine ancak böyle veda edebileceğim.

    bu diziyi hala izlemeyenlere bir şey söyleme gereği bile duymuyorum zaten.


    (kulotsuzcorap - 1 Kasım 2014 13:37)

Yorum Kaynak Link : boardwalk empire