Süre                : 2 Saat 52 dakika
Çıkış Tarihi     : 26 Ekim 2012 Cuma, Yapım Yılı : 2012
Türü                : Aksiyon,Drama,Gizemli,Bilim Kurgu
Ülke                : Almanya,ABD,Hong Kong,Singapur
Yapımcı          :  Cloud Atlas Productions , X-Filme Creative Pool , Anarchos Pictures
Yönetmen       : Tom Tykwer (IMDB)(ekşi), Andy Wachowski (IMDB)(ekşi), Lana Wachowski (IMDB)(ekşi)
Senarist          : David Mitchell (IMDB)(ekşi),Lana Wachowski (IMDB)(ekşi),Tom Tykwer (IMDB)(ekşi),Andy Wachowski (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Tom Hanks (IMDB)(ekşi), Halle Berry (IMDB)(ekşi), Jim Broadbent (IMDB)(ekşi), Hugo Weaving (IMDB)(ekşi), Jim Sturgess (IMDB)(ekşi), Doona Bae (IMDB)(ekşi), Ben Whishaw (IMDB), Keith David (IMDB)(ekşi), James D'Arcy (IMDB), Xun Zhou (IMDB), David Gyasi (IMDB), Susan Sarandon (IMDB), Hugh Grant (IMDB), Martin Wuttke (IMDB), Robin Morrissey (IMDB), Brody Nicholas Lee (IMDB), Ian van Temperley (IMDB), Andrew Havill (IMDB), Raevan Lee Hanan (IMDB), Götz Otto (IMDB), Niall Greig Fulton (IMDB), Louis Dempsey (IMDB), Alistair Petrie (IMDB), Zhu Zhu (IMDB), Sylvestra Le Touzel (IMDB), Mya-Lecia Naylor (IMDB), Katy Karrenbauer (IMDB), Dulcie Smart (IMDB), Shaun Lawton (IMDB), Cody Benjamin Lee (IMDB), Heike Hanold-Lynch (IMDB), Victor Esteban Sole (IMDB), David Mitchell (IMDB), Jon Donahue (IMDB), Valérie Lillibeth (IMDB), Daniele Rizzo (IMDB), Liz Strange (IMDB)

Cloud Atlas (~ Bulut Atlasi) ' Filminin Konusu :
1850’de Pasifik Okyanusu’nu geçmekte olan isteksiz bir gezgin, iki savaş arasında kalan Belçika’da yaşayan,  istikrarsız bir geçim kaynağı olan bir besteci, Vali Reagan’ın yönettiği California’da yaşayan yüce gönüllü bir gazeteci, yeraltı dünyasındaki alacaklılarından kaçan işe yaramaz bir yayıncı, ölüm hücresinde genetik olarak değiştirilmiş bir servis elemanı ve bilim ile medeniyetin çöküşüne tanık olan ve Pasifik Okyanusu’ndaki adaların birinde yaşayan Zachry. Cloud Atlas’ın anlatıcıları tarih koridorunda birbirlerinin sesinin yankısını duyuyorlar ve kaderleri bir şekilde mutlaka değişiyor. David Mitchell büyüleyici üçüncü romanında insanoğlunun tehlikeli güç arzusuna dair düşünme fırsatı sunmak adına dil, tür ve zaman sınırlarını tamamen kaldırıyor.


  • "the matrix reloaded ve the matrix revolutions'a başarısız girişimler diyen bir kadına göre hayal kırıklığıymış. ben hala umutluyum."
  • ""adam ewing'in günlüğünü okuyan adamın mektuplarını okuyan kadının kitabını okuyan adamın filmini izleyen kadını tanrı olarak gören zachry'nin hikayesi." şeklinde özetlenebilir."
  • "bir film parasına altı film izlenentam anlamak için beş kere daha gidilesi"




Facebook Yorumları
  • comment image

    genelde filme odaklı entry'lerin yer alması garip. cloud atlas öncelikle bir roman. daha doğrusu, david mitchell'ın roman diye tanımlanması eksik kalacak kitabı, olsa olsa italo calvino'nun bir kış gecesi eğer bir yolcu'suna benzetilebilir yarım yarım öyküleriyle. öykünün en can alıcı noktasında okurun suratına okkalı bir tokat atarmışçasına öyküyü yarım bırakıp bir sonraki öyküye geçiyor mitchell. kitabın ikinci yarısında ise, (neyse ki) yarım kalan yerden devam ediyor öyküler. david mitchell kitabını öyle kurgulamış ki, en baştaki adam ewing'in öyküsünün devamı, kitabın en sonuna tekabül ediyor. aynı şekilde, onun ardından gelen besteci robert frobisher'ın akıbeti de, kitabın sondan ikinci sırasında yerini buluyor.

    farklı zamanlarda geçen, david mitchell'ın her birinde farklı bir üslup kullandığı ve farklı türler arasında gezinen öykülerde, sömürgeciliğin zaman içinde geçirdiği evrim, gittikçe yok olmaya yüz tutan doğa, kıyamet sonrası gelecek, kopuk insan ilişkileri ve yeni dünya düzeni gibi temalar var. her öyküyü aynı şevkle okuyup sevemiyorsunuz ve aralarından bazı karakterler mutlaka öne çıkıyor okur için. benim favorilerim (aslında çoğunu sevdiğimi fark ediyorum bu noktada gerçi); 1930'lardaki besteci robert frobisher'ın biraz alaycı, biraz hüzünle ilerleyen öyküsü, 1970'lerin dönem ruhunu da çok iyi yansıtan, bir nükleer santralın arkasındaki gerçekleri araştıran luisa rey'in eski macera-dedektif romanlarının havasında geçen öyküsü, günümüz ingiltere'sinde geçen, kitap yayıncısı timothy cavendish'in yağmurdan kaçarken doluya tutulduğu da söylenebilecek eğlenceli, kafkaesk öyküsü ve kore'li android kız sonmi-451'in, resmen apayrı bir novella olarak değerlendirilebilecek distopya öyküsü. ilk öykünün ana karakteri adam ewing'i diğerleri kadar sevemememin nedeni, büyük ihtimalle, ilk sayfalarda yazarın üslubuna alışmaya çalışmamdan kaynaklanıyor olabilir. kitabın tam ortasındaki kıyamet sonrası bir dünyada geçen ve diğer öykülerin aksine gerçek zamanlı ilerleyen yerli zachry'nin öyküsüne de, yazarın orijinal kitapta kullandığı, bir nevi pasifik yerlisi diliyle yazıldığı için bir türlü ısınamadım fakat bu öykü çok kilit bir noktada yer aldığından es geçilmemeli.

    sinema uyarlamasıyla ilgili tek söylenen, her oyuncuyu değişik karakterlerde görebileceğimizdi. kitaptaki her karakterin filmde yer alıp almayacağı da kesin değil. bakalım bu kadrodan ve wachowski'lerle tom tykwer'den nasıl bir uyarlama çıkacak.


    (sera - 30 Aralık 2011 19:35)

  • comment image

    önce şu orjinal kapağına bakalım : http://lh6.ggpht.com/…n72ha/456uertf.jpg?imgmax=512

    sonra da doğan kitapçılığın seçtiği bu kapağa bakalım : http://static.ideefixe.com/images/369/369670_2.jpg

    iki kitap arasındaki 77 farkı gözümüze sokup sokup çıkardığı için doğan kardeşleri ayakta alkışlamamak için gerizekalı olmamıza gerek yok gibi geliyor bana. bir kapak ancak bu kadar özensiz, bu kadar düzensiz ve gereksiz tasarlanırdı netekim.

    neyse, bir kitap kapağıyla, reklamıyla, görselliğiyle nasıl katledilir'i izlediniz.

    şimdi hayatımıza kaldığımız yerden devam ederken, bu kapağı uygun bulan tüm doğan kardeşlerin ağzını kırıyoruz müsaadenizle.

    geri kalanlarınıza iyi okumalar efenim, öperim okuma gözlüklerinizden.


    (anise - 22 Nisan 2012 17:36)

  • comment image

    toronto film festivali'nde izleme sansina eristigim ve onumuzdeki donemde adindan en cok soz ettirecek film olacagina kesin gozuyle baktigim film. film hakkinda spoiler yapmiyim ama en azindan mesajinin oyle bir iki cumleyle ozetlenip gecistirilebilecek turden olmadigini, boyle yapanlar varsa onlarin cok da ciddiye alinmamalari gerektigini soyleyebilirim. wachowskiler, tom tykwer ile beraber david mitchell'in edebi anlati sinirlarini zorladigi romanini sinemaya basariyla uyarlarken suphesiz sinemasal anlatim bicimlerinin de sinirlarini zorlamayi basarmislar. bu kiskirtici ve yaratici girisimin sinemayi sadece duz bir "giris, gelisme, sonuc" anlatisindan ibaret olarak goren muhafazakar yazar ve elestirmenlerce anlamlandirilabilmesinin zor oldugu asikar. bagimsiz bir yapim olan cloud atlas gercekten de kolay takip edilebilen bir film degil, izleyicisinden, izlerken dikkat ve uzerine dusunurken de emek bekliyor. suphesiz boylesi bir yapim, hollywood'un hazirlayip sundugu haplari sorgusuz sualsiz yutarak tatmin olmaya alismis uyusuk zihinler icin yapilmamis. filmin imdb'de sinema yazarlari tarafindan belirlenen metascore'una gelince, buraya skor veren bir dolu sinema yazarinin muhafazakar, gerici ve amerikan milliyetcisi oldugunu bilmekte yarar var. merak ettim bir arastirma yaptim, hem siyasi ve felsefi durusu hem de sinemasal anlatisiyla muhalif ve elestirel filmlerin metascorelari nasil diye bir baktim, iste sonuclar: imdb'de genel izleyiciler tarafindan sinema tarihinin gelmis gecmis en iyi on filminden biri olarak oylanmis fight club sadece 66 puanlik metascoru ile o donem oy vermis sinema yazarlari tarafindan "vasat" olarak degerlendirilmis; amerika'daki beyaz irkciligini konu alan ve imdb genel oylarina gore en iyi 35. film olan american history x'in metascore'u fasist amerikali sinema yazarlari sagolsun sadece 62; amerikan ruyasinin icinin boslugunu muhtesem bir dille anlatan terry gilliam'in efsane filmi fear and loathing in las vegas'in imdb skoru 7.7 iken metascore'u sadece 42. evet yanlis duymadiniz, 42. anlasilan hollywood tutkunu sinema yazarlari amerikan ruyasina dil uzatilmasini hazmedememis, filmi yerin dibine gecirmis. dolayisiyla film izlerken skorlarin degil kalbinizin sesini dinleyin derim. wachowskiler de oyle diyorlar...


    (verwandlung - 17 Eylül 2012 21:58)

  • comment image

    --- spoiler ---

    "adam ewing'in günlüğünü okuyan adamın mektuplarını okuyan kadının kitabını okuyan adamın filmini izleyen kadını tanrı olarak gören zachry'nin hikayesi." şeklinde özetlenebilir.

    ---
    spoiler ---


    (norman stansfield - 29 Eylül 2012 22:36)

  • comment image

    insana, hala böyle eserler üretiliyorsa yaşamaya değer dedirten nadir sanat yapıtlarından, eşsiz bir anti kapitalist roman. uyarlanan film romanı katledecek –kitabı okuyanlar bunun kaçınılmaz olduğunu biliyorlar – ama wachowski kardeşlerin dokundukları filmlerde mutlaka bulunan muhalif damarı hatırlayarak, en azından tematik olarak bu katliamın olabilecek en acısız şekilde gerçekleşeceğini umuyorum.

    özellikle fragmanın ve film hakkında yapılan tanıtım yazılarının etkisiyle, konunun “bir bireyin yaptıkları zamanla herkesin hayatını etkiler, küçük hareketler zamanla dünyayı değiştirecek devinimlere yol açar” gibi bir tür kelebek etkisi üzerine kurulduğu izlenimi oluşmuş durumda oysa roman, aksine, çağlar boyunca farklı coğrafyalarda yaşananların hep birbirinin tekrarı olduğunu, ve insanoğlunun hırsının, açgözlülüğünün , ötekine tahakküm arzusunun biteviye varolduğu ve her defasında aynı şeylere yol açtığı teması ile zamanı “iç içe geçmiş matriyoşka bebekleri” şeklinde tasavvur eden bir yapı sunuyor. (bu bağlamda kitaptaki reenkarnasyon imasının dahi aslında gereksiz olduğunu düşünüyorum, filmde aynı aktörlerin farklı rollerde kullanılmasından da hoşlanmadım)

    “rome'll decline and fall again, cortés'll lay tenochtitlán to waste again, and later, ewing will sail again, adrian'll be blown to pieces again, you and i'll sleep under the corsican stars again, i'll come to bruges again, fall in and out of love with eva again, you'll read this letter again, the sun'll grow cold again. nietzsche's gramophone record. when it ends, the old one plays it again, for an eternity of eternities.”

    kitabın en büyük artılarından biri de yazarı david mitchell'in açıkça -anti kapitalist ve anti emperyalist - politik bir duruşun tarafı olması ve bu duruşu kekelemeden savunabilmesi. 7 öykünün her birinde mitchell'in daha barışçıl, daha komünal, daha çevreci, daha alturist, daha iyi bir dünyaya duyduğu özlemi hissedebiliyorsunuz. iyi niyetle yola çıkan ancak entellektüel ağırlığı anlatmaya çalıştığı konulara yetmeyen yazarların toslayacağı inandırıcılık sorunu da (bu anlamda bir fiyasko için bakınız: american gods / neil gaiman) olmayınca, bize insanın biter bitmez tekrar okumaya başlayacağı bir modern klasik kalıyor.


    (cuthbertallgood - 5 Ekim 2012 21:29)

  • comment image

    the fountain'le karşılaştırılmasını haklı buluyorum ama çok ciddi farklılıklarının gözden kaçmış olduğunu düşünüyorum. the fountain'i izlemiş olup, bunu izlemek isteyenlere spoiler vermeden aradaki farkı söyleyeyim: birisi bir şey anlatıyor, diğeri bir şey anlatmak için ötekinin anlattığından faydalanıyor. the fountain'in gösterdiği ve izlenir bulduğu unsur cloud atlas'da daha farklı bir mesaj vermek için kullanılıyor. bu yüzden biçimsel olarak aynı gibi duruyor fakat özünde çok farklı. o bunun eline mi verir kulağına mı üfler bilmem de her halükarda izlenir, onu söyleyeyim.

    ne anlattığını da kendimce anlatayım da bari bir işe yarayayım:

    --- spoiler ---

    şimdi, öncelikle filmin birbirinden ayrı hikayelerin birleşimi olarak düşünmeyin. tek bir olayın tarih boyunca ilerlediği şeklinde düşünün. olay köleliğin kaldırılmasıyla ilgili mücadelelerin verildiği yıllarda ingiltere'de başlıyor. bir köle-efendi ilişkisi var. bu, tamamen güçlü olanın güçsüz olanı köle ettiği bir insan ilişkisi olarak ele alınıyor. zenci bir köle var ve bir avukat, bir hassasiyet gösterip o köleye yardım ediyor. tabi ki o köleyi köle olarak kullanmaya devam eden birileri de var. avukatın kayın pederi aynı zamanda düzenin devam etmesi gerektiğini savunan, köleliği anlamlı gören bir çeşit şeytan. o avukat anılarını yazıyor ve o anılar 1930'lu yıllarda bir müzisyenin eline geçiyor. o müzisyen de bir köle durumunda. onun da bir efendisi var ve o da toplum tarafından büyük ölçüde öteleniyor. o müzisyen sevgilisine uzun uzun mektuplar yazıyor ve sevgilisi o mektupları gazeteci kıza veriyor. gazeteci kızda yazar, köle efendi ilişkisini değil doğruyu arayan kişinin hikayesini anlatıyor. o hikayede de bir arayan, bir rehber ve bir de sömüren var. rehber tom hanks, arayan helle barry sömüren de hugh grant. ve bu hikayede de bir şeytan var. köleliğin devam etmesi gerektiğini savunan hugo. bu arada müzisyenin belinde bir doğum lekesi var ve gazeteci kızda da bu lekenin aynısı var.

    bir kölemiz daha var. o da huzurevine kapatılan yaşlı adamımız. onun da hayatında bir efendi var. efendisi haricinde köleliğin devam etmesini savunan bir de şeytan var ki o da aynı adam: hugo weaving. yaşlı adam bir film yazıyor, bu film bir yerlerde kayıtlı kalıyor ve gelecekte sonmi tarafından izlenecek. sonmi kaçtıktan ve özgürlüğe kavuştuktan sonra boynundan sökülen kelepçe bir iz bırakıyor ve bu iz müzisyen ve gazeteci kızınkiyle aynı iz. sonra geleceğe geçiyoruz. gelecekte de bir köle var: sonmi. sonra onu kurtarmaya çalışan birisi var. 500 sene önce zenciyi kölelikten kurtaran adam... sonmi'yi örgütlüyor ve özgürlüğün fitilini ateşliyor. sonmi hikayesinde de yine hugo şeytanı var. yine sömüren bir lider var ve yine anlatılanlara inanan sixmith var. yani müzisyenin sevgilisi, gazeteci kıza mektupları veren... her zaman iyinin yanında olan ama aktif olarak rol almamış olan... sonmi bir şekilde özgürlük kazanıyor veya kazanamıyor önemli değil, savaş başlatıyor.

    sonra geçiyoruz animatrix'e. animatrix'te anlatılan robot insan savaşı yaşanıyor. kıyametler kopuyor. sonra animatrix bitiyor. kıyametten sonra 16. kış diye bilgisi verilen tom hanks'in çoban olduğu hikayeye geçiyoruz.

    dünyanın anası sikiliyor. insanlık yok oluyor. insanlar ilkel hayata geri dönüyor. ama bu defa tanrıları zeus veya isis veya allah değil, sonmi oluyor çünkü doğada izine rastladıkları şey sonmi. sonmiden yazmalar, görüntüler buluyorlar. rahibe o deyişleri dini şekilde yorumluyor ve insanlara bunu yaşatıyor. bir gün dünyada ayakta kalmayı başarmış ve üstün teknolojiye sahip bir kadın gelip, o çobanın yaşadığı yerlerde bulunan uzay istasyonunu arıyor. yine arayan, yine rehber. uzay istasyonunu bulup, dünya dışı kolonilere mesaj gönderip, oraya giderek hayatını kurtarmak derdinde. sorulunca da söylüyor zaten. ölüyoruz, gitmek istiyoruz diyor. neyse, bizimki rehberlik ediyor kadına ve bu esnada şeytan yine yanlarında. o ipi bırak diyor şeytan. köleliğe devam ettirmek isteğinde. çoban oyuna gelmiyor ve arayış sürüyor. uzay istasyonu bulunuyor. kadın göndermek istediği mesajı uzaya gönderiyor. o tesis, insanlığın parlak çağında uzay istasyonu olarak kullanılan bir tesismiş. içeri girdiklerinde sonmi'nin görüntülerine hatta heykeline rastlıyorlar. uzaya mesaj gidiyor, sonra bunlar binip gemilerine dünyadan uzaklaşıyorlar ve tom hanks, torunlarına başlarından geçen bu hikayeleri anlatıyor. izlediğimiz film, işte bu anlatıydı. ayrıca konuşmasına da georgie diye başlıyor. yani onu rahat bırakmayan şeytana sesleniyor aslında.

    film, köle-efendi ilişkisini insandan bağımsız bir fenomen olarak ele alıp, dünyada gezinmekte olan bir zehir olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. gelecek öngörüsünde iddialı değil zaten. gelecekte bu böyle robotlu falan olacak demiyor adam. gelecek, robotlarla da olsa bunu yaşayacak çünkü köle efendi ilişkisi çok enteresan diyor. filmde bir yerde müzisyen diyor ki:

    insan, kuantum teorisi gibi her detayıyla incelenmelidir. yaşamındaki her an bir şeyin doğal sonucu ve bir başka şeyin nedenidir. ancak bunu anlamak, insanı an be an ncelemekle mümkün olabilir. hayatımız boyunca yaşadığımız trilyonlarca andan bir tanesi bile çok şey değiştirebilir. nitekim okuduğumuz bir kitap, bulduğumuz bir anahtar, bizim bu köle efendi ilişkisini aktarmamızda önemli bir rol oynayabilir. ama yine aynı anlar, köleliğe başkaldırmamızda da etken olabilir. kölelik ve sömürü bu kadar küçük birimlerle birbirimize aktardığımız, genetik olmayan fakat aktarılmaya teşne unsurlardır. bir yerde helle barry tom hanks'e geçmişteki insanlardan bahsederken "onlar dünyayı farklı yaşıyordu. ihtiras dolulardı" diyor. bu ihtiras, güç hırsı, köleliğe yol açan duygu işte. ve buna karşı çıkmak, başkaldırmak da bu ölçüde güçlü bir sezgidir ve bunun kadar tutarlı bir şekilde aktarılır.

    mesela müzisyende bir doğum lekesi var. gazeteci kızda da var ama akraba değiller. diyelim ki akrabalar. yüz yıllar sonra sonminin boynundaki çıkartılınca onda da aynı leke beliriyor. demek ki bu bağ genetik değil. organik değil. tesadüfi. ama film bu ilişkinin metafizik olduğunu da iddia etmiyor. aynı olaylar sürüp gitmektedir, aynı lekeleri de bünyede var edecektir diyor. ben yakalayamamış olabilirim ama o leke, zenciye vurulan kırbacın lekesi olabilir. o kız o zencinin torunu falan da olabilir. yani bütün köleler bir şekilde o lekeyi taşıyorlar. kölelik bu lekeyi ve bu zihni, bu dürtüyü bu özgürlük isteğini aynı anda ortaya çıkartır diyor.

    bir de bir şey daha var. yaşlı müzisyen bir rüya görüyor. rüyasında bir cafe var. o cafede çalışan herkes birbirine benziyor. yani sonminin çalıştığı yeri görüyor adam rüyasında ve bir beste yapıyor/yaptırıyor. bu beste sonmi kurtulduktan sonra pencereden baktığında sokak müzisyen tarafından çalınıyor. bu müzik zaten film boyunca hiç susmuyor. gazeteci kız da onu dinliyor. köleliğe başkaldırının aktarımında görev alan bir taşıyıcı da bu müzik oluveriyor. bu müzik olayı öyle enteresan ki, zaten o cafeye o şeklin verilmesinde o rüya sayesinde bestelenmiş o müziğin de etkisi olabilir. fotoselli kapı nasıl ki star trek filminden esinlenilerek geliştirildiyse geleceğe sanatçının yön verdiği de iddia ediliyor olabilir. gerçi bu küçük bir mesaj, filmde belirleyici değil ama olsun. enteresan bence. velhasıl insanlık aynı fenomenin değişik şekillerde hayata yansımasıyla devinip duruyor ve bu her zaman sürecek. ileride kitlesel bir savaşa yol açar mı açmaz mı bilinmez ama matrix filmi açacak diyor. animatrix de öyle.

    filmde köleler, sömürenler, kurtaranlar, yol gösterenler, inananlar aynı kişiler tarafından canlandırılıyor. bunun, kafa karışıklığına yol açtığı düşünülüyor ama hayır, bilakis kafa açıyor.

    ---
    spoiler ---


    (metafor yapim teknikleri - 26 Ekim 2012 23:15)

  • comment image

    iyi film.

    ancak hikaye farklı zaman dilimlerinde 6 koldan gidiyor ve hikayeler arasında sıkça geçiş yaşanıyor. yani en azından filme girmeden önce patlamış mısır almayın. hatta bence iş çıkışı da gitmeyin.

    tabii her sinema izleyicisi bu gibi durumlara hazırlıklı olmadığı ve film izlerken böyle bir eforu sarf etmek istemediği için "yarısında çıkabiliyor". buraya kadar bir şey yok, herkes 6 koldan anlatılan bir filmin temposuna ayak uydurmak ya da uydurabilmek zorunda değil.

    ancak "takip edemedim", "takip etmeye uğraşasım gelmedi", "yanımda manita vardı" vs. demek yerine bu filme çok kötü diye çamur atarsan komik olursun. kusura bakma ama bu durumda senin su katılmamış bir geri zekalı olduğun ihtimalini de göz önüne almamız gerekir.

    filme dönersek ben filmin pek bir eksiğini bulamadım. uzundu fakat tempo düşmediği için sıkılmadan izledim. aslında filmin ilk 30 dk.sında hikayeleri takip etmek çok kolay değildi ama sonradan insan alışıyor ve karakterlerle "tanışılınca" geçilen hikayeye birkaç saniyede uyum sağlıyor. yine de kaçırılan detaylar elbette vardır ve bu detaylar için film bir kere daha izlenebilir.

    o değil de tom hanks falan diyoruz, hugo weaving bariz o'ndan daha iyi bir oyuncu, ama o hanks gibi star değil tabii... bu filmde de adamın "kötü adam" oynama yeteneğini sınırlarına ve dibine kadar kullanmışlar. bir daha da adamın bu yönü bu kadar kullanılamaz. izleyince ne demek istediğimi anlayacaksınız.

    sonuç olarak, filme gidin ama nasıl bir film olduğunu bilerek gidin. zira böyle iyi ve sıradan olmayan filmler her zaman gelmiyor.

    --- spoiler ---

    wachowski'lerin sonmi'nin hikayesinde animatrix'teki the second renaissance'la birebir aynı hikayeyi anlatmış olması da hoşuma gitti bu arada... orada da b1-66er diye sahibine atar yapan, isyankar bir android vardı hatırlarsanız.

    ayrıca filmle ilgili olarak;

    (bkz: kaos teorisi)
    (bkz: kelebek etkisi)

    ---
    spoiler ---


    (forrestgump - 27 Ekim 2012 02:04)

  • comment image

    ekşi sözlük'te ve diğer internet sitelerinde henüz izlemeyenlerin hakkında kötü yorumlar yaptıkları film.

    bambaşkasınız be abi...

    "izlemedim ama bence kötü film"

    bu ne lan? hayır bir de çok kıymetli ve geçerli bir tespitmiş gibi bizimle paylaşma gereği de duyuyorlar. oğlum gitmediğin film hakkında yaptığın yorumdan bana ne? kimin ne işine yarayacak da sağa-sola yazıyorsun.


    (forrestgump - 27 Ekim 2012 12:41)

  • comment image

    #30468508

    kitabı çok seven biri olarak, bir ay önce "uyarlanan film romanı katledecek" demişim, halt etmişim. kitapla ilgili yazdıklarım linklediğim entride mevcut, filmle ilgili söylemek istediğim, romanı katletmek bir yana kitaptan sapmalara rağmen (eva tamamen hikayeden çıkmış, after the fall bölümü daha net bir sonla bitiyor, luisa rey'in dahil olduğu komplo daha basitleştirilmiş, sonmi'nin hikayesi kısayollara sapıyor) gördüğüm en başarılı kitap uyarlaması olduğu. wachowski'ler kitabı özümsemekle kalmamış, film formatında nelerin işe yarayacağını, nelerin yaramayacağını da çok iyi öngörüp gerektiğinde kitapta olmayan ilaveler de yaparak "filme çekilemez" diye kategorize edilen romanın bileğini bükmüşler.

    çok başarılı, çok. (filmi beğenip de kitabı okumayanın ağzına yılan girsin tabii, o ayrı).


    (cuthbertallgood - 28 Ekim 2012 19:53)

  • comment image

    bazen söylenen şey o kadar önemlidir ki, tekrar tekrar farklı şekillerde söylemeniz gerekebilir.

    filmin eleştirildiği matrix ve v for vendetta'nın üzerine wachowskiler'in yeni birşey söylemediği konusunun açıklaması bu.

    film 6 farklı zamanda sistemin farklı şekilde çalışması gerektiğini düşünen insanların hikayesine ışık tutuyor.

    --- spoiler ---

    ilk hikayede kölelik,
    ikincisinde eşcinsellik ve sanatın zümrelere ait olması,
    üçüncüsünde sermaye sahiplerinin sadece kendi çıkarları için dünyaya zarar vermesi,
    dördüncüsünde mikro düzeyde de olsa hapis,
    beşincisinde üretilmiş organizamalar üzerinden kapitalizm,
    altıncısında ise ilkel kabilelerin din ile uyutulması ve hatta kadercilik.

    benim hayatımda en değer verdiğim üç konu ile ilgili (kararlar almak ve sonuçlarına katlanmak, birey de olsan sesini yükseltmek ve birlik olmak) kafamdaki düşünceleri net bir şekilde verdiği için ayrıca sevdim.

    sinematografisi de benim gözümde kusursuzdu. çok aşıklısı olmadığım oyuncular oynadığı için kilit rollerde ekstra bir sempati beslemedim oyunculuklara ama göze batan bir durum da yoktu.

    senenin en iyi filmlerinden olduğunu düşünüyorum.

    bir noktada eleştirebilirim, kitabını okumadığım için bilmiyorum ama, hikayelerin birbirine daha sağlam bağlanmasını beklerdim. net değil bakınız, sağlam. yani egosantrik yayıncının yaşadığı değişimi aktardığı kitabının filme uyarlanması ve bu filmin bir sahnesini izleyen üretilmişin ilk başkaldırıyı yapması beni daha tatmin eden bağlantı oluyor, eski mektupları okuyan gazetecidense. yine de rahatsızlığımız bu olsun.

    ---
    spoiler ---

    neyse, dediğim gibi ben beğendim, tavsiye de ederim. 9/10.


    (portnoi - 29 Ekim 2012 13:15)

  • comment image

    bir yönetmenin meselesini, yaptığı bütün işlerde tekrar tekrar ortaya koymaya, tartışmaya, göstermeye, yansıtmaya çalışmasında hiçbir sakınca göremiyorum. hatta bu, sanatçı kimliği, auteur konumu bakımından hayli önemli. yalnızca teknik bakımdan harikalar yaratan biri, david fincher
    olabilir, ama söyleyecek sözü olan biri stanley kubrick olur. ikisi de değerli ve önemlidir elbette, ama benim tercihim sanatsal görüşünü işlerinin iliklerine kadar işleten yönetmendir.

    daha önce birkaç içiçe geçen hikaye okumuşluğumuz var, şimdilerde beğenmediğimiz elif şafak bile bu işlerin piri olduğunu gerek mahrem gerekse şehrin aynaları'nda kanıtladı.
    sinemada babel'den tut crash'e kadar zibilyon tane örneğini izledik. hepimiz bir dönem lostmania yaşadık.
    evet bu yeni bir şey değil.
    işin bilimkurgu kısmına gelince, akla gelen ilk örnekler bladerunner, total recall, minority report, alien olabilir, bunlar yarattıkları evreni, distopyayı iliklerimize kadar hissettirmiş, günlük referanslarımıza yerleşmiş yapımlar. fakat hiçbirimiz matrix'e burun kıvıramayız, zira kendisi hem görsel, hem teknik, hem de felsefi içerik bakımından birçok bilimkurgudan çok daha önlerde yer alır, her bakımdan farklı bir çığır açmıştır. hem aksiyon hem de düşünsel temel bakımından bu kadar yoğun olup, her ikisini de başarıyla veren başka film biliyorum. en sevdiklerim arasında yer alan total recall dahil çoğu bilimkurgu, söyleyeceklerini göstermeyi tercih ederken, matrix, hem göstermiş hem de karakterlerini konuşturmuş bir film olarak farklı bir konumdadır. ve bu filmin yönetmenlerinin bir meselesi vardır, yaptıkları işlerde bu meseleyi hararetle savunmak da boyunlarının borcudur.

    bu bakımdan bulut atlası'nı klişeleri tekrarlamakla suçlamanın oldukça gülünç olduğu kanaatindeyim. öyleyse michael haneke
    'ye de bir dur diyelim de, şu burjuvaziyle didişmeyi bıraksın, yeni bir malzeme bulsun kendine.

    sadece kendi işlerine değil, başka filmlere de benzetme salgını olmuş bir de. ama 11 sayfa yazmış arkadaşlar, bir kişi de the tree of life dememiş, hayretlerdeyim.
    o filmden nefret edenler bundan da nefret etti, ona vurulanlar bunu da sevdi. gerek takibi zor kurguları, gerekse connectedness ile ilgili mesajları, hatta dikteleri diyelim, bu iki filmi birbirine sıkıca iliştiriyor. zannediyorum bu metinden rahatsız olanlar, ve bir filmin, söylediği şeyi bu kadar emin bir halde savunmasından rahatsız olanlar bu filmlerden hoşlanmıyor.

    ben matrix'i defalarca izledim. ama the fountain'ı bir kez görmek yetti. zaman zaman the tree of life'ın muazzam görüntülerini anımsar ve ilk fırsatta bir daha izlemek istediğimi düşünürüm, o beğenilmeyen prometheus'u yeni bir başlangıç olarak değerlendirdim ve bütün kusurlarına rağmen bir kıymet biçtim. amores perros, iyi kurgu dışında bende hiçbir şey bırakmadı.

    ama bulut atlası her yönüyle sağlam, katmanlı, incelikli bir film, ve ilgiyi, üzerine düşünmeyi fazlasıyla hak ediyor.
    bir iddiası var, bunu kanıtlamak için sağlam kurulmuş bir olay örgüsü var, olayları aktarmada fezalara tırmanan yönetmenleri, oyunculuklarının bütün sınırlarını kullanan aktörleri, bütün bunları olabilecek en iyi şekilde birbirine bağlayan bir kurgusu var. benim sinemadan bekleyebileceğim herşeyi veriyor.

    üstelik söylediği sözlere de yürekten inanmıyorum, ama iyi bir film olmanın yolunun, seyirciyi ikna etmekten geçmediğini, kendini iyi ifade etmenin de takdir edilmesi gereken bir sinemacılık olduğunu biliyorum.
    ve bu filmi izlemek, beni bu yönetmenlerin bir sonraki işleri bakımından da, kitabın yazarının ilerdeki kitapları hakkında da yeterince heyecanlandırıyor.


    (agirroman - 5 Kasım 2012 02:31)

  • comment image

    feci derecede spoiler içerir.

    hem bir bok anlamadımcılar, hem de kafası karışıklar için kendimce 6 öykü arasındaki bağlantıları çıkardım. kitabı okumadığım ve filmi de bir kez izlediğim için üstün körü çıkarımlar olabilir. yine de işe yarayacağını düşünüyorum

    --- spoiler ---
    ---
    spoiler ---
    --- spoiler ---

    kronolojiye göre gidersek:

    1. öykü: pasifik yolculuğu yapan avukatın öyküsü:
    -avukat yol boyunca seyir defteri tutuyor.

    2. öykü: belçika'daki müzisyenin öyküsü:
    -eleman avukatın günlüğünü okuyup etkileniyor.
    -eleman, aşık olduğu erkeğe mektuplar yazıyor.

    3. öykü: 70'lerde san francisco'da geçen gazetecinin öyküsü:
    -gazeteci (halle berry) müzisyenin mektuplarını buluyor ve plağını dinliyor.

    4. öykü: günümüzde yaşayan ingiliz yayıncının öyküsü:
    -gazetecinin yaşadıklarını anlatan kitap yayınlıyor.

    5. öykü: seul'da geçen klon öyküsü:
    -sonmi (klon garson) yayıncının hayatını anlatan filmi izliyor.

    6. öykü: çöküşten sonra geçen adadaki öykü:
    -sonmi'nin çöküşten sonra bir tanrı haline geldiğini görüyoruz.

    ---
    spoiler ---
    --- spoiler ---
    ---
    spoiler ---

    6 film arasındaki tüm bağlantılar bunlar aslında. geri kalan dakikalarda da her filmin kendi öyküsü anlatılıp sonunda toptan bir mesaj veriliyor. film sevilip sevilmeyebilir, anlarım. ama bir insanın bu filmden bir bok anlamadığını iddia etmesi için ya troll ya da gerçek anlamda salak olması gerekiyor.


    (sir gawain - 5 Kasım 2012 16:07)

  • comment image

    film bana pek çok şey düşündürdü; bu yüzden de filmi oldukça beğendim.

    kitapta nietzsche'nin bengi dönüş kavramının kullanıldığı yazılmış; ben de bu bağlamda filmle alakalı kısmı için bir şeyler söylemek isterim zira daha önce yazılmamış.

    --- spoiler ---

    aynı olayları sürekli yaşama ve aynı hataları sürekli yapma fikri epey karamsar bir fikir nerden bakarsak bakalım. bu filmdeki karakterlerin de bazıları çemberini kırabiliyor ve bazıları kıramıyordu bana kalırsa. nietzsche'nin kendisi de aynı hataları tekrar tekrar yapmaktan kaçınmak için (kendi kültürü dahilinde) orta sınıf hristiyan ahlakından, yargılanma fikrinden ve utançlardan kurtulmayı önerir. bir anlamda zaaflar ve hatalar evetlenmelidir. doğru bir amaçla kullanılmadığında bu fikir bizi götürse götürse roma'ya, kölelerin meta olarak görüldüğü, o yüzden önlerinde sevişilmekten kaçınılmadığı bir döneme götürür. bu dönemde soylular için ahlaki bir kısıt neredeyse yoktur. köleler ise sandalye masadan farklı görülmediği için önlerinde sevişilmesinde bile bir bahis yoktur. her türlü zevk soyluların tekelindedir ve eğer ahlaksızlıktan rahatsız olurlarsa kural ve düzenin alt sınıf için söz konusu olduğu fikri ile kendilerini rahatlatırlar. belki de çomak sokulması gereken düzen azınlığın özgürlüğü ve çoğunluğun köleliği düzenidir. özgürlüğün kazanılabilmesi içinse öğretilenin reddi gereklidir. ki film boyunca tüm hikayelerde benzer bir fikir vardır.

    1. öyküye bakarsak pasifikte seyahat eden avukat, vicdanını dinleyerek bir üst basamağa çıkabiliyor. toplum tarafından kabul görmüş dönemin soylu düşüncesine direniyor. kölelik bu dönemde hem hukuka uygun hem de karlıdır. ayrıca bir köle elbette ki efendisine hizmet etmekten zevk alıyordur. autota'yı gemide koruyarak vicdanının kapısını aralayan avukat sonunda köleliğe karşı savaşmak üzere yola çıkarak çemberini kırmış oluyor.

    2. öyküya bakacak olursak cloud atlası besteleyen çocuk bana kalırsa döngüsünü kıramıyor. burada toplumsal yargı eşcinselliğin kötü olduğu yargısı. besteci burada bi köle ya da başka biri için değil ama kendisi için direnmek zorunda. toplumsal baskının nesnesi kendisi. sonunda kazancı olmadığı için ve ünlü besteci peşine polis taktığı için yaşadığı zorluklara daha fazla dayanamıyor. belki de özgürlüğünü vermektense hayatına son veriyor ve yapılacak doğru şey bu. bu yönden bakarsak o da çemberini kırmış olabilir. zaten intiharın çok cesaret istediğini söylüyor. belki de onun direnmesi hayatına son vermesiydi.

    3. öyküde hem gazeteci hem de zenci koruma evriliyorlar; çünkü toplum yararına canlarını tehlikeye atıyorlar. bu zaten çok açık. filmde reenkarnasyon fikri de oyuncular aynı seçilerek verildiği için bu çemberini kıran kişiler belki de daha iyi bir hayata uyanıyorlar gibi bir fikir de çıkarılabilir; ama çıkarılmasa da olur.

    4. öyküde de modern hapishane olan huzurevinden kaçmaya çalışan bir yaşlı yapımcı var. adamımız burada da pasif bir şekilde oturmuyor ve özgürlüğü için mücadele ediyor. bir şeylerden feragat ederek bir şey elde etmiş değil. adam kaçıyor işte. bu bölümde durumu kabullenme de bir şeyler yap mesajından başka bir şey alamadım ben. fakat tüm öykülerde kişilerin kırılım yaratması için özgürlüğünü kazanması ya da birilerine kazandırması ya da iyi bir şey yapmak için büyük tehlikeleri göze alması gibi durumlar söz konusu. en azından böyle bir bileşke var. bu 4. öyküde ise çaba göstermek için ölmeye gerek yok deniyor.

    5. öykü artık özgürlük mesajının adeta dibi. bir androidin iradesi yokken özgürlük mesajı verebilir hale geçmesi bana saçma gelse de sonuçta bir insan olduktan sonra yine hayatını hiçe sayarak özgürlük mesajını tüm evrene ulaştırıyor somni. insanoğlu artık açgözlülüğün doruklarında ve sonrasında büyük çöküş oluyor.

    6. öykü bana nietzsche ve döngülerini en çok çağrıştıran öykü. nietzsche'nin iyinin ve kötünün ötesinde olmamızı öğütlerken romalı soylulara dönüşmemizi istemediğinin bir kanıtı gibi. şöyle ki: zachary kendi kafasındaki şeytana, o güne kadar bildiği tüm geleneklere ve adetlere, kafasındaki tanrısına karşı savaş veriyor. yani savaşılacak şey bazen kötü bir yargı değil sadece. örn: köle efendisine hizmet etmekten zevk alır. aynı zamanda din diye öğretilen, bu iyidir diye yüzyıllardır kabul edilmiş şeyler de insanı yozluğa sürükleyebilir. şeytan ona "öngörülüler kötüdür, senden bir şey almadan sana bir şey vermezler" gibi şeyler fısıldıyor. zachary kendini dinlediğinde ise karşısında güvenebileceği bir kadın buluyor. kadının onun din diye bildiği her bilgiyi tepetaklak etmesine rağmen zachary kulağını tıkamıyor. doğru olana kulak veriyor. bu arada aslında arkadaşının ölümüne sessiz kalarak çemberini sabitliyor; ancak kadını iki kere kurtararak kafasındaki kötülükten kurtuluyor ve o da çemberini kırıyor. zaten oradaki kahin de aslında bir öngörülü olabilir. bu iki ırk arasında göründüğü gibi bir uçurum yok bana kalırsa. insanların algılamalarında teknolojiden ya da zamandan başka bir fark yok.

    tarih aslında dümdüz akan bir şey mi yoksa tüm bu 6 zaman birarada mı yaşanıyor burası da tamamen tartışmaya açık bırakılmış filmde. kahin kadın aslında öngörülerde bulunuyor. belki de doğrusal zamanın dışına çıkıyor. film, zaman doğrusal mı döngüsel mi diye düşündürürerek modern fiziğe de göz kırpıyor. fakat kendisi özde, kişilerin büyük adımlar attığı ya da eskiye rağbet edip yerinde saydığı bazı kesitlerin gösterilmesinden ibaret.

    gelelim bi bok anlamadım ondan çok beğendim demekle suçlanan, filmi beğenen-beğenmeyen izleyicilere ya da hiçbir şey anlamayanlara;

    bakış açısı totalde kaderci; ancak bireysel bağlamda ufak dalgalanmaları onaylıyor. bengi dönüş ve aşamadığın karma ve dolayısıyla aynı sınavlara tekrar tekrar girme fikri bence kaderci ve iç karartıcı. sen düzeni değiştirmeye çalış; ama okyanusta bir damladan ibaret olacaksın. fakat yine de okyanus damlalardan oluşuyor. çember kırmak ve iyi için savaşmak çok zor; ama ufak da olsa bunu başardığında bir ilerleme yaratıyorsun toplamda. kendin ya da başkaları için. gelecekteki halin ya da nesil için. bireysel mi kolektif mi olduğu çok da fark etmiyor.

    fakat bir önceki ya da paralel zamanda doğruyu yapmamış ya da yapamamış isen bu sınava sonsuza dek gireceksin. ama geçip geçememen sana bağlı (burada da kadercilikten biraz kurtuluyoruz; ama senin yapamaman öngörüldüğü için yine aslında toplamda kaderci bir yaklaşım var.) fakat büyük olasılıkla geçemeyeceksin; çünkü kolektif bilincin sana bunu söyleyecek senden öncekiler ve önceki halin hep bunu yapmış. hep yenilmiş. (bu nietzsche'ci yaklaşımda da böyle filmde de) fakat ufak da olsa bir ihtimalin var. önceki kimse toplumsal dayatmaya karşı çıkmadığı için sıçrama yaratma olasılığın okyanustaki damla kadar. ama yine de var. misal çoğunluk aynı fikri dokunmadan benimsediği için kölelik baki kaldı. en kötü haliyle yıllar yılı var oldu. sonra bir ingiliz çıktı ve karşı yasayı parlementodan geçirdi. (gerçekten böyle de adamın adı neydi filmi var hatta şu an hatırlayamadım) tüm o soylulara, tüccarlara rağmen. fakat öğrenilmiş çaresizlik ve kabul, orta sınıf ahlakı ya da 6. bölümdeki muhafazakar şeytan her şeyin kötü bir şekilde devamını öngörür.

    senin elin ise önceden ne yapıldığı ve sonradan senin ne yapabileceğin ile sınırlıdır. bu fikirler daha da nerden nereye gider... tam olarak ifade edememiş olabilirim kafamdakileri artık idare edin.

    sonuç olarak şahsen çıkardığım sonuç şu: "çalış kardeşim yine yap yine yenil, daha güzel yenil." bir yerlerde bu döngüden doğru yaptığın bir şeyle kurtulacaksın ve kendince ya da başkalarınca bir ilerlemeye neden olacaksın.

    edit: andrew kişisi hatırlattı. dördüncü öyküde yaşlı adam araba ile geriye gidip arkadaşını alıyordu kaçmak yerine. bu da bir başkası için bir şey yapmak oluyor yine. yani o da o şekilde kurtuldu.

    ---
    spoiler ---


    (eremite - 11 Kasım 2012 13:42)

  • comment image

    açılın, bir saniye, açılın.. aslanlar gibi haykıracağım açılın: ben bir bok anlamadım..

    hayır, ekşisözlük entellerinin dediği gibi "recep ivedik sevenler bunu anlamaz tabi yaee" durumum da yok, onu da sevmem mesela.

    ama anlamadım ulan işte amına koyim!

    --- spoiler ---
    6 tane hikaye var tamam.. bu hikayeler gereksiz yere zorlayıcı bir şekilde birbirleriyle bağlantılı:

    1- pasifikte dolanan, sonrasında "beyaz zenci kardeştir, bunu bozan kalleştir" şeklinde aydınlanan avukatın öyküsü ve anı kitabı. (alt metin olarak "ırksal özgürlük")
    2- avukatın kitabının bir kısmını okuyan, erkek sevgilisine yazdığı mektuplarda avukatın anı kitabından bahseden, ancak anıların bir kısmını bulamayan, kayıp kısmın muhtemelen yanında çalıştığı bunağın yatağının ayağının altında destek olarak durduğunu bilemeyen, bulut atlası'nın composer'ı müzisyen. (alt metin olarak "cinsel özgürlük")
    3- erkek sevgilinin büyük bir bilim adamı olması, mektuplarının bir şekilde bir gazetecinin eline geçmesi, ama gazetecinin asıl olayının bu mektuplardan tamamen alakasız olarak petrol şirketlerinin nükleer bir kaos yaratma planlarını araştırıyor olması (alt metin olarak "kapitalist dünyada her bokun şirketlerin elinde olması")
    4- günümüzde yaşayan yayıncı amcanın yarı hapishane yarı huzurevi tarzı bir yere kapıtılıp, sonradan burdan kaçışı ve bunu bir şekil kitaplaştırması, filmleştirmesi (alt metin olarak "(yaşlılık bağlamında) hakkımı yedirmem" anlayışı)
    5- bu filmin, organik olarak üretilen bir hizmet birimi olan koreli bir afet tarafından gizli gizli izlenip, koreli afetin "ben de bireyim, ben de safkanım, benim de haklarım var" diye sendikaya katılıp terörist olması (alt metin olarak "işçi hakları")
    6- muhtemelen koreli afetin açtığı bu yolun devamında büyük çöküşün gerçekleşmesi, her şeyin bombok olması, başka bir gezegene geçilmesi, ortada bir gelişmiş öngörülüler ile daha primitif vadililerin dolanması, bir sebeple öngörülülerin über hiper gemileriyle vadiye gelmesi, ticarete geldiklerinin söylenmesi, sonra ölmekte olduklarının öğrenilmesi, bunu engellemek için ne sikime derman aradıklarının anlaşılamaması ama konunun bir şekilde tatlıya bağlanması, vadili tom hanks'in köyden şehre göçmesi, torun tombalak sahibi olması.(alt metin olarak "iyilik yap iyilik bul, kim kazanmış kötülükten")

    şimdi birader bana birisi anlatsın.

    erkek sevgilinin mektuplarının gazeteci ablamıza ulaşması, ne gibi faydalar sağlamıştır? yayıncının tüm döngüden tamamen kopuk huzurevi macerası, ne şekilde filmleşmiştir, yayıncı ile gazeteci arasındaki bağlantı nedir? (yayıncı gazeteciyi kitaplaştırmış/filmleştirmiş denmiş ama ne ara, neye dayanarak nasıl olmuş bu, ben anlamadım) yatağın altındaki pasifik anılarının olduğu günlük hep kayıp olarak mı kalmıştır? pasifikli avukatın boynundaki mavi taşlı kolye, teee bin yıl sonra vadili tom hanks'in boynunda ne aramaktadır. niye başka gezegene gidilmiştir. öngörülülerin kafalarında girip çıkan kablolar ne sikimdir? neden öngörülüler ölmektedir? öngörülüler sonrasında neden ölmemiştir, kafasında bir takım kablolar girip çıkan öngörülü ablamızın tamamen ossuruktan teyyare selam söyle o yare bir şekilde mavi bir takım ışıklarla oynayıp çanak anteni çalıştırması ve vijuuv diye bir lazer göndertmesi sayesinde mi ölmekten kurtulmuşlardır, ne alakası vardır? neden bazı kişilerde kuyruklu yıldız şeklinde doğum lekesi vardır, bu kişiler ne şekilde birbirleriyle bağlantılıdır?
    ---
    spoiler ---

    nedir abi filmin anlattığı.. biri bana açıklasın.

    ha, sırf filmin sonunda tüm oyuncularının büründükleri karakterleri görüp "haci, plastik makyaj olayı da uçtu gitti ha" demek içinse harcanan bu 2:40 saat.. yazıktır günahtır.

    edit: yorumlar geldi. sağolsunlar.

    - gazeteci kızımız, besteciden sarışın adama gönderilen mektupların hepsinin konduğu zarfın üzerinde, yeğeninin adresini görüyormuş, böylece yeğendeki rapor kopyasına ulaşıyormuş. bestecinin, avukatın pasifik seyahatini aralara sıkıştırdığı eşcinsel aşk mektuplarının, nükleer kaos haberini açığa çıkartan raporla ilgili yegane alakası bu. mektupların, içlerine kondukları zarf. açıklama yeterli de gelse, bu bağlama aşırı zorlama olmuş (hele de adamla kızın tanışmasının bir asansör hadisesi olduğunu düşünürsek, mektupların çok da direkt bir etkisi yok.)

    - günümüzdeki kitap yayıncısı, huzurevinde kaldığı sürede, başından geçenleri filmleştirme kararı aldığı, bu filmin de sonrasında koreli mamul abla tarafından izlendiği bilgisi verildi. ama gazeteci ile yayıncı arasındaki bağlantıyı hala açıklayabilen yok.

    - pasifikli avukatın mavi kolyesinin, filmin sonunda tom hanks'te ne aradığını açıklayabilen yok.

    - çöküş sonrası evreninde, kafasından kablolar çıkan ablanın, neye dayanarak vadiye geldiği, tam olarak ne sebeple öldükleri hala gizemini koruyor. ayrıca füzyon motoruyla su üstünde gidebilecek kadar teknolojinin amına koymuş bir ırkın ahvadlarının, vadinin tepesinde eşşek penisi gibi duran eskiler'e ait tesisi bulmak için bir ilkel vadiliden niye yardım istediği de anlaşılmaz. eskilier'e ait tesiste tam olarak ne bok yediği, mavi ışıklarla ne akla mantıkla oynadığı, çanak antenle kime niye lazer mi, ışın mı, işaret mi, digiturk sinyali mi, ne idüğü belli atmayan birşey attığı ve sonrasında nereye, nasıl gittikleri belli değil. gittikleri yer dünya değil, onu anlıyoruz, çünkü iki tane ayı var, dünya değil de, neresi orası? uzaylılar gelip almış dünyadaki öngörülüleri ve tom hanks'i ve şirine kızı.. zaten ne diye hepi topu 20 küsür tane kaldıkları anlaşılmayor adalıların da.. ayrıca niye alıyor lan uzaylılar, orası da muamma.

    - vücut lekelerine gelince, farklı dönemlerde yaşayan bu insanların bir şekilde bağlantılı olduklarını anlatmak için konulmuş bir detaymış bu. biz kitabı bilmediğimiz için, bütün film boyunca o işaretten bir halt çıkacağını bekledik, oysa her zaman döneminde aynı insanlar zaten varolduğu için bağlantı detayı bize veriliyordu. dolayısıyla doğum lekesi film boyunca atıl bir ayrıntıdan öteye gidemedi.

    - filmle ilgili herkesin ayrı bir görüşü var: kimi inanç sistemini sorguluyor diyor, kimi karma diyor, kimi kelebek etkisi diyor, yani herkes kendine göre yontup "tamam budur" diye nitelemiş filmi.. herkes kendince anlamış filmi, şu durumda anlamayanlara gerzek muamelesi yapan gerzeğin önde gideni.. anlamadım aga ben filmi..

    pardonlar sizin olsun, bana kurşunlar.

    yorumlar ve açıklamalar için; özelden ulaşan başta sayid jarrah ve ilzmel olmak üzere herkese teşekkürler.


    (what makes you think i m not a superhero - 12 Kasım 2012 11:32)

  • comment image

    kendi adıma gayet de beğendiğim bir film oldu.

    (bu arada "yoruldum" eleştirisi bir film için en anlamadığım eleştirilerden biri, ben de mesela yüzüklerin efendisi'nde insanlar yürürlerken çok yorulmuştum. amma yürüdüler be diye.. ama sanırım bu bir adamın uzaklara bakmasının 15 dakika sürdüğü filmlerin hedef kitlesi bu filmde yorulan arkadaşlar. hızlı anlatım olunca yoruluyorlarmış.)

    filmin derdi, filmdeki tanrı tarafından gayet açık bir şekilde de anlatılıyor. kimin kimi oynadığı gibi belli detayları dikkatsiz şahsım bayağı bir kaçırmış olsa da her hikaye kendi içinde zaten tamamlanıyor. ve minik öyküler halinde okunduklarında birbirlerinden bağımsız olarak zaten açıklar. 6 kısa film olarak, geçişlerden bağımsız düşünüldüğünde de her biri bir şeyi tane tane anlatıyor. ve o anlattıkları şey aslında bir ana tema etrafında birleşiyor.

    ki müzikal olarak düşünüldüğünde rondolardan sonraki ana tema olarak yorumlanabilir. yani zaten melodinin ana teması var etrafındaki çeşitlemelerin her biri kendi temayı çalıyor, ve bütünün içinde de aynı tema mevcut.

    hep bir iktidar odağı, o iktidar odağının değişmemesini ve sistemin devamının gerekliliğini vurgulayan "kötü"lere karşı, hayatları pahasına sistemi sarsmaya çalışan "iyi"ler kurgulanmış. para için kötülük yapanları benim pek sevdiğim masalsı bir "kötü" kimliğine "şak" diye yerleştirmiş, günümüzün bu "kimse kötü diildir, para için yapılanlar anlaşılabilir, griler vardır" geyiklerine hiç bulaşmadan, çatır çatır durduğu yeri belirtmiş film.

    filmdeki o "truth is singular, its versions are mistruths" muhteşem bir quote. ve hele ki bu herkesin haklı herkesin memnuniyetle gri olduğu dönemde,bu nedense hep "kötü"lerin işine gelen "herkesin bir hikayesi var herkes kendince haklı"bıdıbıdı zamanlarında, tekil doğruyu, tartışmasız iyi/kötüyü belirterek film kötülüğün bu çoğul doğrulara tutunduğunu da belirtiyor.

    köleliğe açık bir isyanla başlayan ilk hikayeden itibaren, gaylerin, siyahların, yaşlıların daha sonra seoul örneğinde emekçilerin, son hikayede yeniden yerli/seçilmişlerin aralarındaki hiyerarşik eşitsizliği sorgulamaktan ve son hikayedeki kahramanına tanrısını sorgulatmaya filmin derdi bence açıktı.

    (benim sevdiğim noktalar misal tom hanks'in son hikayede halle berry'yi kurtardığı sırada boynundan kopan mavi parlak taştı. ilk hikayedeki yelekteki düğme. diğer sevdiğim detay yamyamların dişlerini satmaktan, dişin kokteyl bardağına düşüşü idi. tekrar incelense kim bilir neler bulunur. ne yazık ki dikkatli bir izleyici diilim.
    ama kuyruklu yıldızı tom hanks'in kafasında gösterdiği son sahnede hikayeler arasında kötüden iyiye evrildiğini düşündürdü bana. ki son bir hayatımızda boynumuzdan geçmişin ilmiğini çıkarmak da mümkün fikrini de verdi. tanrımızı sorgulayarak, farklılıkları minimize ederek.)

    kim ne derse desin kahramanlık hikayelerini seviyorum. iyilik ve kötülüğü muğlaklaştıran anlatımları da sevmiyorum. altın için adam öldüren "kötü"dür, düşen insana izin vermeyen "iyi", köleliğe karşı olanlar kölelik kaldırılmadan önce de varlardı ve savaştılar "iyi"ler, kapitalizme karşı olanlar gibi, nazilere karşı olanlar gibi. azlar, ama varlar. "hiçbir şey öyle keskin diil"ciler nedense keskin olmamasının ekmeğini yiyenler, "iylik" de "kötülük" de gerçekten net ve açık. bir muğlaklığı yok. azınlıktaki iyiler kahramanlar tabii ki, ve direnmeleri gerekiyor, tarihte de hep direndiler, mütemadiyen de ölümü göze almak konumunda oldular. ve bundan da gocunmadılar.
    amaç insanlara o kahramanlardan olabileceklerini anlatmaktır.

    (sosyal psikolojik araştırmalar insanların %87sinin doğru şartlarda karşılarındaki masum deneğe elektrik verebileceğini ortaya koyar, nazizmi de böyle açıklar. sıradan insanın yaptığının kötülük olduğunu yüzüne vurulmasına ihtiyacı var. iyiler tarafında mı kötüler tarafında mı olduğunu da belirleyecek bir zahmet. ve her birimiz kendimizi iyiler tarafında sanıyorken kötü de olabiliriz. oysa ahlak daha büyük netlikleri gerektirir. ama'sız karşı çıkışları gerektirir. bunun yolu da her koşulda sisteme itaatsizliktir. filmin "iyi" kodladığı herkesin karşı çıktığı şey "sistem"dir. bu da ancak altruizmle gerçekleşebilecek ve zamanla içselleştirilebilecek bir duruştur.

    muhafazakarlığın, ister ekonomik sistemin devamına, ister köleliğin devamına, ister yaşlıların gaylerin tecridine, isterse salt düz bir tanrı kavramına dayansın; "iyilik" için yıkılması gereken ilk şey olduğunu anlatıyor bence bu film. bana en azından bir şeyler anlatıyor.

    kahramanlar her yerde, her zamanda vardır. onlardan biri olabilmeye çalışmak gerekli, kendi zamanımızda, ne biçimde mümkünse sisteme karşı çıkabilmek.. bunun yolu da adalet için, eşitlik için, iyi bir şeyler için bedel ödemeyi göze almaktır.

    bu mesajı banal bulan enteller de genelde, muğlak ve daha az banal mesajsızlıkların faydasını gören insanlardır.
    iyilik ve kötülüğün netleştirilmesinden "iyi" olan gocunmaz, muğlaklığı anlaşılmazlığı bulanıklığı seven "kötü"dür. hiçkimse de kusura bakmasın iyilik ve kötülük vardır. hep var olmuştur ve olacaktır.

    kapitalizm eleştirisi yapmadan, tanrı, sistem, düzen eleştirisi yapmadan bir şey anlattığını sanan tüm zaman kaybı filmlere inat, bu film güzeldi. görüntüleri, sinemasal özellikleri, makyaj vb. bir yana da bir derdi vardı ya.. bir derdi olan sanata açız.


    (pati - 12 Kasım 2012 14:34)

  • comment image

    amerika'da toplam $22,712,000 hasılat yapmış.

    cloud atlas'tan bir hafta önce vizyona girmiş paranormal activity 4 ise $52,641,000 hasılat yapmış.

    allah'ım nasıl bir dünya'da yaşıyoruz?? insanlar bu kadar mı mal?


    (forrestgump - 18 Kasım 2012 13:13)

  • comment image

    izleyiciyi mesaj ve felsefik bombardımanlara maruz bırakan, değişik ve bir o kadar da güzel film.

    şimdi bu filmi beğenmeyen, vakit kaybı olarak gören kişiler var. açıkçası onları suçlayamıyorum çünkü kafaları "o yönde" çalışmıyor. o yüzden saçma geliyor bazı şeyler, ilişkilendiremiyorlar, anlatılmak istenileni anlamaya çalışmıyorlar yani. spoiler içeren 1-2 anektodla daha iyi anlatabilirim sanırım:

    --- spoiler ---

    mesela sonmi-451 karakterinin ilk başta yaşadığı hayatın bir benzerini çinde, tayvanda vb. birçok uzakdoğu ülkesinde an itibariyle yaşayan insanlar var. saatlerce çalıştıktan sonra fabrikaların yurt benzeri yatakhanelerinde kalıp, bayramda seyranda ancak ailesini görmeye gidenler var. filmdeki "müşteri" sınıfına hiçbir zaman katılamayacak, üretiminde çalıştığı teknolojik aletlere asla sahip olamayacak.

    mesela zachary'nin kabilesi ve öngörülüler. dünyada kıyamet benzeri bir olaydan sonraki bu yeni başlangıçta bir taraf kendisini dine vermiş, diğer taraf bilim ve teknolojiye vermiş. sonuç ortada; bir tarafta zachary gibiler ve kafasındaki şeytanlar, diğer tarafta öngörülüler ve füzyon motorları!

    bu filmi izleyince en basitinden yukarıdakiler kafanızda canlanmıyorsa, kendi küçük dünyanızda size mutluluklar. iphone 5 de yakında geliyo zaten.

    ---
    spoiler ---

    bu film hakkında tartışılacak, konuşulacak çok şey var. yukarıda bahsettiklerim en ama en basiti. karma, reenkarnasyon, eşitlik, cesaret vb. konularına girmiyorum bile.


    (everyone looks so good from here - 20 Kasım 2012 16:26)

  • comment image

    çekildiği yıl hiçbir oscar'a aday dahi olamamış, 100 milyon dolar harcanıp gişede bu paranın yarısını zor çıkartmış, yani ne seyirciden, ne eleştirmen/yazar ahalisinden geçememiş, ama o kadar da kötü olmayan film. bir çorba, bir karmaşa, bir "bir yere bağlanacak ama nereye beklentisi"... hepsi doğru, ama anafikir güzel, sevgi/barış/eşitlik işte aga, ne olsun...

    film, özetle, matrix gibi, v for vendetta gibi, wachovski'lerin (malum, biri kestirdi, biraderler diyemiyoruz artık) daha önce de anlattıkları gibi bir uyanış hikayesi, bir karma hikayesi, bir "herkes aslında birbirine bağlı" hikayesi, bir "koyun olmayın, cesur olun, başkaldırın" hikayesi...

    6 farklı hikayenin kiminde dini inanışına, kiminde toplumsal değerlere, kiminde gazeteci yavşaklığına, kiminde kapitalist düzene boyun eğmemeyi seçen insanlar anlatılıyor, ama aslında hepsi birbirinin aynı, 1800'lerde de 3000'lerde de, insanlar kendi yaşadıkları çağın ve toplumun kurallarına boyun eğmek zorunda yetiştiriliyor, itiraz etme seçeneğimiz dahi yok, cesaret edip "kral çıplak" diyebilenler sayesinde toplumlar bir üst seviyeye geçebilmişler aslında tarih boyunca...

    "gay aşk mevzusu fazlaca normalleştiriliyor" filan gibi eleştirileri okuyorum da; hacı, filmin senaryo yazarı, yönetmen, yapımcı kadrosu zaten başlıbaşına gay ve travesti/transeksüellerden oluşmaktayken, bu ortak çalışmanın neticesinden de başka bişey ortaya çıkması beklenmezdi tabi ki... o değil de, her halukarda bu filmde bir gay aşk olmalıydı, bir zenci hikayesi olmalıydı, inanç meselesine daha derin girilmeliydi, anlatılmaya çalışılan çerçeveyi mükemmel tamamlıyor bütün o hikayeler. insanların o değişmez sanılan dogmalarının, tabularının zaman içerisinde nasıl da anlamsızlaştığı, bana kalırsa çok da güzel anlatılmış...

    bir çağda tanrı ya da peygamber kabul edilen varlığın, bin yıl önce kendi toplumu içinde öne çıkma cesareti gösterebilen biri olması, zencilerin sadece köle olabileceğine, başka işe yaramayacağına körü körüne inanılan 1800'ler, petrolden başka her türlü enerji kaynağının küçümsendiği, doğalgazın işe yaramazlığının vurgulandığı siyasi açıklamalar, 1930'larda beste yapmak gibi doğal bir yeteneğin dahi elit kesimin kontrolü dışında olamayacağı düşüncesi gibi kimi detayları izlerken, insanlığın nasıl evrildiğine bir kez daha şahit oluyoruz. bu bağlamda da, günümüzde tabu kabul edilen düşünce ya da inançlarımızın çağlar sonra nasıl da anlamsızlaşabileceğini düşünmeye başlıyoruz.

    beğenmeyene lafım yok da, "anlamadım" diyenlere bir özet vermiş olalım böylelikle, sakalımız kızıl olsa alırdık teşekkürü, şükelayı da bir sakalım bile yok be sözlük... nerden geldik nerelere... özetle, izleyin bu filmi, tecrübe edin, atın hafızaya, gerekeni yapın...


    (black rock - 28 Ocak 2013 14:34)

Yorum Kaynak Link : cloud atlas