Süre                : 5 Saat 34 dakika
Çıkış Tarihi     : 19 Mayıs 2010 Çarşamba, Yapım Yılı : 2010
Türü                : Biyografi,Cinayet,Drama,Heyecanlı
Ülke                : Fransa,Almanya
Yapımcı          :  Films en Stock , Egoli Tossell Film , Canal+
Yönetmen       : Olivier Assayas (IMDB)
Senarist          : Olivier Assayas (IMDB),Dan Franck (IMDB)(ekşi),Daniel Leconte (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Édgar Ramírez (IMDB)(ekşi), Alexander Scheer (IMDB)(ekşi), Fadi Abi Samra (IMDB), Lamia Ahmed (IMDB)(ekşi), Karam Ghossein (IMDB), Liane Sellerer (IMDB), Philippe Tran (IMDB)(ekşi), Ahmad Kaabour (IMDB)(ekşi), Talal El-Jordi (IMDB), Juana Acosta (IMDB), Nora von Waldstätten (IMDB), Christoph Bach (IMDB), Rodney El Haddad (IMDB), Julia Hummer (IMDB), Antoine Balabane (IMDB), Rami Farah (IMDB), Aljoscha Stadelmann (IMDB), Zeid Hamdan (IMDB), Fadi Yanni Turk (IMDB), Katharina Schüttler (IMDB), Badih Abou Chakra (IMDB), Basim Kahar (IMDB), Cem Sultan Ungan (IMDB), Martha Higareda (IMDB), Razane Jammal (IMDB), André Marcon (IMDB), Yanillys Perez (IMDB), Nicolas Briançon (IMDB), Gabriela Sánchez (IMDB), Cesar Delgado Wixam (IMDB), Carlos Chahine (IMDB), Olivier Cruveiller (IMDB), Pierre-François Dumeniaud (IMDB), Simon-Pierre Boireau (IMDB), Issam Bou Khaled (IMDB), Ana María Durán (IMDB), Carolina Callejas (IMDB), Jean-Baptiste Montagut (IMDB), Jule Böwe (IMDB), Alexis Lameyda (IMDB) >>devamı>>

Carlos (~ Carlos the Jackal) ' Dizisinin Konusu :
Venezüella'da bir eylemciyken Sudan'da devlet tarafından kayırıldığı mahkûmiyetine, oradan da yolun sonunda Fransız polisine teslim edilişine Çakal Carlos, benzerine zor rastlanır bir çağdaş zaman efsanesi. 3 bölümlük mini dizi, 2010'da gösterildi.


  • "sağdan bakınca solcu, soldan bakınca sağcı kişilik.*"
  • "israil yerine yugoslavya uçağını füzelemesi biraz büyük bir hatadır."
  • "amk kirk yilin cakal carlos'unu israile yakin edenleri gosteren mallari tanımak acisindan faydali bir kisiliktir.devrimci islam kitabinn yazaridir"
  • "hiç hazzetmediğim bir adamdır, orası ayrı da, bu adamın siyonist olduğunu iddia etmek için ciddi ciddi akıl hastası olmak gerekiyor lan. nasıl manyaklarsınız olum siz?"
  • "filmleri yapildi. her filmde biraz daha kopuldu orjinalinden. (bkz: bruce willis)'in oynadigi son film rezalet otesiydi."
  • ""masum kurban diye birşey yoktur" deyip, eylemlerinde hayatını kaybedenler için pişmanlık duymayan terörist(!)"
  • "hakkındaki kitabı küçükken deliler gibi beşyüz kere okuduğum, "allaam nolur ben de büyüyünce çakal olsam, n'olur" dediğim adam. şimdi öyle mi diyorum? hayır. haşa..."




Facebook Yorumları
  • comment image

    devrimci islam adlı muhteşem bir kitap yazmış terörist. yalnız kitabın güzelliği içindekilerin doğru oluşundan gelmiyor, bir düşünce biçiminin kusursuz ifade edilişinden geliyor. şu at gözlüklerini bir kenara koyarsak, olgulara bir teröristin gözünden bakmanın ne derece şahane bir şey olduğunu anlayabiliriz. beni en çok etkileyen kısmı ise kötü olma sebebini(ya da kötü olarak addedilme sebebini) oturup mantıklıca anlatmasıydı. öyle ya, masal tadındaki dünyamızdan kafamızı çıkarıp etrafa bakınca şunu görüyoruz ki, insanlar kötü olarak doğmuyor, onları kötü yapan faktörler oluyor. devrimci islam doğruları anlatan bir kitap değil ama okuduğum en ilginç kitaplardan. çünkü terörizmi meşrulaştırmaya çalışıyor ve okuyan kişiye iyi-kötü ayrımını yapmanın ne derece zor olduğunu hissettiriyor.

    kendisini anlatırken, islama geçişinin sebebini ikna olmak olarak değil de, arkadaşlık sebebiyle geçtiğini söylüyor. siyasette marksizme, komünizme bakışı hep eleştirel olmuş, ama islamı hiç sorgulamadan hemen kabul etmiş. babasının bir dini olmadığını onun din olarak marksizmi seçtiğini anlatıyor: ''tanrıya olan inancını kaybetmekten doğan boşluğu marx ve lenin ile doldurdu.'' kendisinin siyaset konusunda bağnaz olmamasının sebebini ise babasının fanatikliğine duyduğu tepkiye bağlıyor. sonradan, islamı kabul ettikten sonra dinin ayrıntılarını öğrendiğinde aslında bunun siyasi düşünceleriyle çelişmediğini, aksine birbirini tamamladığını düşünüyor. ama bu tamamlamanın kesinlikle öldükten sonra ki bir yaşamla ilgisi olmadığının altını çizmiş: ''insan iyi veya kötü bir neden için ölebilir, öldürebilir. bunun için ortada illa ulvi bir neden veya tanrı'nın varlığını gösteren somut bir delil olması gerekmez.'' şu açıklaması da güzel: ''ölümün gerçekleşebilme ihtimalini, her an yanı başımda hissettiğim varlığını, varoluşsal bir sorun hâline getirmiyorum pek. ölebileceğimi biliyor, ölümü doğal bir risk, devrim savaşının sürdürülebilmesi için gerekli bir olgu, devrimcilik mesleğinin ayrılmaz bir parçası, neredeyse bir iş kazası olarak görüyordum.''

    siyasete eleştirel bakması da islamı benimsemesinde yardımcı olmuş ona. materyalizm öldü diyor carlos, ama diyalektik materyalizm ölmedi. sovyetlerin yaptığı hatayı da belirlemiş; onların sistemi çöktü, çünkü sistemlerine hiç eleştirel bakmadılar, hiç sorgulamadılar. onlar sonsuza kadar aynı reçeteyi kullanabileceklerini zannettiler. halbuki değişen dünya ile birlikte olguları ele alış biçimimiz de değişmeliydi, kuramlara hep aynı gözle bakamazdık. çakal carlos'a göre artık sistemimizde materyalizmin yerini inanç almalıydı. çünkü materyalizm ve marksizmin en kaba hâli biraz fazla kibirliydi. tüm her şeyi açıklayabileceğini düşünüyor ama yanılıyordu. islam ve marksizmin, leninizmin sentezi bunun için gerekliydi. ancak farklı sistemleri birleştirebilirsek daha başarılı oluruz olguları açıklamada.

    çakal carlos 1997 yılından beri hapishanede, müebbet cezasını çekiyor. kitaptan anladığım kadarıyla ideolojisine çok da bağlı biri. bir teröristten de bu beklenir tabii. ama bana, yine de carlos'a bağnaz etiketini vurmadan önce onu anlamaya çalışmak daha mantıklı gibi geliyor. yayıncı ve çevirmenin kitabın başındaki notunda ''çakal carlos terörün mecburiyet olduğunu söylüyor, ama nereden bakarsanız bakın terörün gerekçesi olamaz.'' sözüne katılmıyorum. terörün, şiddet kullanmanın elbette bir gerekçesi olabilir. terörist tarafından bunun mecburiyet olarak addedilmesi açıkçası beni çok da şaşırtmıyor. önemli olan hangi noktadan sonra elimizdeki şiddet kartını kullanmaya başlayacağımız. bu iyi hesap edildikten sonra bence sorun yok. sorun yok derken, terör elbette karşısında duracağımız ve cezalandırmamız gereken bir şey ama karşı tarafın vicdanı açısından sorun yok diyorum. işte çakal carlos bunu gerçekten özümsemiş; neden bunun bir mecburiyet olduğunu ve neden artık elimizdeki tek kartı da kullanmamız gerektiğini açıklıyor. ben burada bunu yazıyorum ama ikna etmek için yahut eyfel kulesine uçakla girmemizi teşvik etmek için değil, sadece sığ bakış açılarını genişletmek ve karşısında duracağınız ideolojiyi daha iyi tanımak açısından.

    ''tutuklu olmama rağmen, idealsiz yaşayanlara oranla, bir şekilde daha özgür olduğumu düşünüyorum.''

    neyse, kitapta anlatılanlara dönelim. amerika'ya bol bol taş var tabii, bu şaşırtmıyor. özellikle amerikan medyasının taraflı olmasına çok kızıyor. örneğin, orada medyanın şeriatı bol bol kötülediğine, islam dünyasındaki kötülüklerin olabildiğince uç noktaya çekildiğini anlatıyor. örneğin, iran'daki idam cezalarının görüntüleri sürekli cnn'de gösteriliyor, ama hiç kimse oradaki idam sayısıyla abd'yi karşılaştırmıyor. şimdi burada carlos ''şeriat iyidir'' demiyor, ya da en azından idam cezalarıyla ilgili bir tespit yapmıyor, dediği abd'nin kötülüklerinin gizlenip islam dünyasının kötülüklerinin ise büyütülerek sürekli gündemde tutulduğu. amerikan halkının medya ve hollywood yüzünden hafızası düzenli olarak yok ediliyor. amerika'da somali ve vietnam facialarının unutulup ırak'a girilmesini ve halkın buna göz yummasını başka ne açıklar? hollywood, vietnam başarısızlığını gizlemek için orada ölen askerleri olabildiğince yüceltti. (yazarın ağzından düşüncelerini özetliyorum)

    işte 11 eylül halkı bu uykudan uyandırdı, dünyanın amerika'dan oluşmadığını ve yapılanların bir bedelinin olduğunu gösterdi. üçüncü dünya ülkelerinin sefaleti karşısında meydan okur gibi dikilen kibirli ikiz kulelerin kameralar önünde çöküşü batı halkını uykusundan uyandırdı. savaş bir film değildi, gerçekti ve amerika'yı dışarıda bırakmayacak kadar da genişlemişti. carlos burada 11 eylül saldırıları ile pearl harbor karşılaştırması yapmış. bilirsiniz, bir çok tarihçiye göre, amerika'nın pearl harbor'dan haberi olmuştu, ama hem amerikan halkını savaşa girmek konusunda tahrik etmek için hem de japonya'yı alt etmek için buna göz yumdu. (yazarın ağzından devam) belki abd'nin bundan haberinin olup olmadığını bilemiyoruz, ki bu çok da önemli değil. önemli olan nokta 11 eylül'ün önceden belli bir takım stratejilere bir bahane niteliğinde olmasıydı, tıpkı atom bombalarına bahanenin pearl harbor olması gibi. önceden belli stratejiler diyorum ama buna karar veren tek bir mercii yok çünkü sistem kendiliğinden oluştu ve böyle olması lazımdı zaten. ırak, filistin, kuzey kore, vietnam, suriye, iran, bu ülkelerin ortak özellikleri ne? ben söylüyüm, pazar ekonomisine katılmamaları. kapitalizmle gelen emperyalizm mecburen bir yerde bu ülkelerle çatışacaktı, 11 eylül sadece bir bahane. bu çatışmayı meşrulaştırmak içinse bambaşka kavramlar atılıyor ortaya: medeniyetler çatışması gibi. halbuki bunlar da bahane olmaktan öteye gitmiyor, emperyalizm önüne çıkan her şeyi deviriyor. romanya bir yolunu bulup dış borçlarını tamamen sildiğinde o iktidarı değiştiren, kıtlık var diye sokaklara dökülen de romen halkı değildi. bunun için kin duymuyorum, sadece tespitlerimi yapıyor ve bunlara üzülüyorum. çünkü pazar ekonomisinin karşısında duramıyorsunuz, o bir yolunu buluyor ve sizi devirmeyi başarıyor. ırak savaşı öncesi ilk kitle imha silahları dendi, sonra baas ve el-kaide birleşiyor dendi, sonra da ırak halkının mutsuz olduğu, saddam'ın acımasız olduğu söylendi. çünkü ırak'ın yıkılması gerekiyordu, çünkü pazar ekonomisi bunu gerektiriyordu, ve bir bahane elbette bulunabilirdi. abd'nin ırak'ı işgalini petrole bağlamak bence olayın sadece bir yönünü ele almak olur. daha geniş açıdan bakarsak, bu çatışmanın petrol olsun olmasın eninde sonunda gerçekleşeceğini görürüz. amerikan kamuoyu da bunu gördü. 11 eylül saldırısına ve medyaya rağmen ırak savaşına destek vermiyorlar ama artık çok geç. francois mitterrand diyor ki: ''bu bilinmeyen ve acımasız savaş kimsenin haberi olmadan ve kimse şüphelenmeden vahşileşmeye başlıyor.'' faizi yasaklayıp paradan para kazanmaya karşı çıkan islam ve onun kurallarının hakim olduğu ülkeler elbette amerikan politikasının hedefi. işte tam da bundan dolayı, islamiyet elimizde bu vahşi savaşa karşı koyabilecek tek sağlam dayanak.

    aslında kitapta geçen argümanlar zaten bildiğimiz şeyler. örneğin batı kendi değerlerinden uzaklaşıyor, islamın popülaritesi artıyor falan diyor. aslında ben salt bu laflara karşı değilim. benim karşı olduğum şey bunları söyleme biçimi. bu kitaba hayran olmamın sebebi düşünceler aralarında bir boşluk olmayacak şekilde kenetlenmiş olması, hafif sert bir üslup var, mantıklı neden-sonuç ilişkileri kurulmuş ve tüm müslümanları emperyalizme karşı cihata çağırması da oldukça ilginç(sıradan olmayan, farklı anlamında) olmuş. bence oldukça yerinde eleştiriler var ve özellikle amerika ve kapitalizme atılan taşlar hiç de havada kalmıyor, gerekçeleri belirtilmiş, gayet de yerli yerine oturmuş. bunları yazmam elbette kitaba katıldığım anlamına gelmiyor ama şu var ki fikirler arasındaki bağlantı ve aktarılış biçimine hayran kaldım. elbette eleştirilecek çok yanı var. örneğin iran'daki kadınların başını örtmesine avrupanın soğuk baktığını söylüyor ve ''avrupa, o kadınların bunu kendi istekleriyle yaptığını hiç bir zaman anlamamaya ve ebediyen 'bir kadın başını durduk yere niye örter ki' sorusu üzerinde debelenmeye mahkum'' diyor; ama orada meydana gelen zorunluluğu ve aslında eleştirinin özünün iran'daki kadınların zorla örtü takmasına yöneldiğini atlıyor. avrupa ve abd'de ki bireysel özgürlüğünü eleştiriyor ve kadınlar için ''hangi özgürlük? cinsel meta olma özgürlüğümü?'' diyerek sığ bakış açısını belli ediyor. galiba carlos'un en büyük yanlışı kendi yaptığı tespitlerin alenen, apaçık doğru olduğuna yürekten inanması. ne yazık ki bu düşünce ona başka hayatlara karışma imkânı tanıyor kendine göre. ''babasının ve geleneklerinin kurallarına bağlı kalan bir gençliği, kendine tahammül etmek için ecstasy alan bir gençliğe tercih ederim'' diyor ama kendi tercihlerinin mutlak doğru olmadığını anlayamıyor. ve en önemlisi de ortaya örnek olabilecek bir düzen koyamıyor. müslüman topluluklarının mükemmel olduğunu düşünmediğini belirtse de yine batı ülkelerinden daha iyi olacağını söylüyor. psikanaliz yapmak istemiyorum ama bence carlos'taki abd düşmanlığı, onun dışarıdan zorlayan sebeplerle seçtiği islam diniyle birleşince sanki kendinde ki bir alt boşluğu doldurmuş. bu nedenle kapitalizmi eleştirirken seçenek olarak islam ülkelerinin yaşayışını göstermesi bazı yerlerde devasa yanlışlar yapmasına neden olmuş. amerikayı gayet haklı argümanlarla eleştirirken bir anda tartışmanın seyrini demokrasi ve liberalizm eleştirisine kaydırmış çoğu zaman. amerika'nın politik hataları demokrasi kavramına mal ediliyor bazı yerlerde.

    ''kötülüğe, islami devrim'in en büyük çabasıyla, cihatla karşılık vermeyi biliriz.'' diye bitiyor 63. sayfa. aslında benim de asıl vurgulamak istediğim buydu entry'de ama laf lafı açıyor. (**) açıkçası carlos'u anlayabiliyorum. o sosyalizme gerçekten inanıyordu ve amerikan'ın karşısında bir alternatif olacağını düşünüyordu. ama rusya'daki sistemin hatalarını buldu ve bu hataların islamla birleşmiş bir sosyalizmde olamayacağını gördü. bunun için şimdi amerikan'ın emperyalist politikalarına karşı durabilecek yegane güç olarak müslümanları görüyor. ''inananlar için cihat dini bir görevdir'' diyor 68. sayfada. çünkü inanılmaz güçlü, küstahlığı ve fetih hırsı sınır tanımayan bir düşman karşısında pasifist olunamayacağını söylüyor. tam da bu yüzden 11 eylül'e ''beklenmedik bir saldırı'' diyenleri anlayamadığını belirtiyor ve bunun apaçık bir cevap niteliğinde olduğu nasıl belli olmuyor diyor. tüm bunların bir bedelinin elbette olacağını ama amerikan halkının doğudaki amerikan vahşetini izlemediğini, doğal olarak bunu anlayamayacaklarını defalarca yazıyor. ahanda sayfa 112: ''11 eylül'den çıkan ders, kendini yenilmez zanneden ve bir tür cezasız kalacağına emin olma kompleksi geliştirmiş bir sistemin yaralanabilirliğidir.'' 70. sayfada ''11 eylül bir başlangıçtır'' diye devam ediyor. bunu okuyan insanın tüylerinin diken diken olması normal elbette, ama benim kızdığım sığ bakış açısıyla görülüyor olay. karşı tarafın gerekçeleri duygusal sebeplerle hemen hasır altı ediliyor. orada ölen 3000 kişinin masum olduğunu kabul ediyor carlos. onun itiraz ettiği, orta doğuda ölenlere karşı o kadar yaygara koparılmadığı gerçeği. ahanda 84. sayfadan geliyor: ''kesin olan bir şey varsa o da tek bir amerikalının hayatının pek çok müslüman ve hristiyan arap'ın hayatından daha değerli olduğu.'' ulan üşenmiyorum 84'te ki bir paragrafı aynen yazıyorum:

    ''b52'leri kullananlar, coğrafyayı değiştirenler, dağları, ovaları bombardımanla yok edenler, insan hakları adına basınç bombası -hani vietnam ve ırak'ta kullanılan ve beş yüz metrelik bir alandaki tüm oksijeni tüketerek her şeyi yakan bombalar- kullananlar terörist değil kuşkusuz. sivil yerleşim bölgelerini, hartum'da olduğu gibi ilaç fabrikalarını, belgrad'daki gibi elçilikleri hedef almak, pilotsuz uçaklarla düğün alaylarını, afganistan kasaba veya yollarındaki yolcuları katletmek terörizm değil. zırhlılar, f16'lar ya da helikopterlerle cenin'i gazze şeridini beytüllahim'i taş taş üstünde kalmayana kadar bombalayanlar, seyreltilmiş uranyumlu mermileriyle atmosfere ölümcül tozlar yayanlar ''terörist'' değil elbette. onların eylemleri yasal, neden oldukları ölümler meşru, geride bıraktıkları cesetler de ''demokratik''...''

    aslında amerikan politikalarına karşı gücün kendiliğinden oluştuğunu ve oluşması gerektiğini söylüyor. çünkü aslında tek istediği islam topluluklarına dokunulmaması. örneğin sayfa 70'den: ''amerika niçin kökensiz, imansız, kanunsuz, vatansız burjuvazinin işbirliğiyle yağmaladığı üçüncü dünya ülkelerinin zenginlikleriyle yetinemiyor? delice mcdonals'laşan dünyanın bütün yan ürün ve pisliklerini, tüm iman ve ruhuyla reddeden halkları yönetme hakkını nereden buluyor?'' burada dayandığı en sağlam dayanak ırak'taki amerikan ordusunun karşılaştığı direniş. aslında carlos'un isyanı şöyle özetlenebilir: ''abd halklara zorla demokrasi verebileceğini neye dayanarak düşünüyor?'' aslında bu argüman haklı değil, zira halk hem sömürülüyor, hakları çiğneniyor pozisyonunda olabilir hem de halinden memnun olabilir. çeşitli sebeplerle(yetiştiği ortamdaki şartlandırma gibi) daha iyi bir yaşam tahayyül edemiyor olabilir. bu halde 'onlar istemiyor' diyerek kendi hallerine bırakmak tabii ki doğru olmaz. carlos'un burada verdiği tepkinin aynısı bir ülkede düzenlenen soykırıma tepkisiz kalmaya uyarlanabilir. halk da çeşitli sebeplerle buna göz yumabilir, peki yine de müdahale edilmeyecek mi? ama buradaki ilginç nokta, bu argümanın tam zıttının da haklı olmaması. çünkü bir toplumun haklarının yenildiği, bir dış müdahaleyle daha iyi durumda olacakları gibi varsayımlar amerika-ırak savaşında yeteri kadar üzerinde durulmayan şeyler. bir alıntı daha: ''insanlara nasıl yaşamaları gerektiğini öğretmek için bazen onları öldürmek faydalı hatta gerekli olabiliyor. bu konuda kimse abd'nin eline su dökemez...'' gerçi bunlar hali hazırda eleştirilen noktalar zaten. ama burada söylemek istediğim şey; bu tür konularda kesin bir yargı veremediğiniz, bundan dolayı faydacı bir ahlak sistemine geçtiğiniz ve doğal olarak kararların genel-geçer olmayışı sebebiyle subjektif kararlara itiraz edemeyeceğinizdir.

    ''amerikalılar yüzlerce usame öldürselerde kendi yaktıkları direniş ateşini söndürmeyi başaramazlar.''

    ve elbette halihazırda -haklı veya haksız- karşımıza oldukça kötü, karamsar bir tablo çiziliyor. aslında buradaki en temel argüman şu; amerika müslüman dünyasını evrensel pazarın içine sokmak için uğraşıyor. fakat islam ülkeleri girmemekte kararlı, hal böyle olunca da çatışma olması kaçınılmaz oluyor. carlos burada lenin'e de atıf yaparak şimdiki durumun kapitalizmin son haline yani emperyalizme geçtiğini söylüyor. islamın hedef olmasının sebebi ise ''liberal totalitarizm''e karşı olması. medeniyetler çatışması lafı ise bunun üstünü örtmeye yarayan bir etiketten ileri gitmiyor carlos nezdinde. bu emperyal politikalara karşı koyabilecek tek sağlam gücü ise islam olarak görüyor. öyle ki ülkesi venezuela'ya bile ''yankilerin botundaki bir dikenden fazlası değil'' diyor. isterseniz şimdi müslümanları cihata çağırmasını kendi sözleriyle aktarayım:

    - > s/95 ''sadece bu bakış açısından bile ''terörizm'', modernlik girdabına henüz kapılmamış halklar ve toplulukların verebileceği tek cevap sanki. tüketim toplumlarının dinamikleri tarafından henüz tamamen zehirlenmemiş ve körleştirilmemiş olanların hepsi için, bunun sistemin sessiz zulmune karşı çıkma yollarından biri olması doğaldır. burada yüz üstü bırakılmış, sömürülmüş ve az gelişmiş güney'i kibirli ve tamahkar kuzey'le karşı karşıya getiren büyük çatışmanın, tesadüfi olamayan kaçınılmaz bir dış tezahürünü görmek de mümkündür. hatta işi, ''terörizm''im kendi tutarsızlığınızın doğal sonucu olduğunu söylemeye kadar götüreceğim.''

    - > s/101 ''terörist eylem aracılığıyla, fakirler ve aşağılanmışlar seslerini duyurur, dünyaya varlıklarını hatırlatırlar. ama dünya uyarı ateşini, haberdar edilmeyi, hatırlatmayı dikkate almayıp, aldırmazlık ve duyarsızlıkla kör olmuş şekilde yoluna devam ederse, oh olsun ona, kibirli kuleleri yıkılıverir!''

    - > s/106 ''bu şartlarda bize demokratik olma iddiasındaki modelinizi kabul ettirmeye çalışmanız, bize zorbalıkların en kötüsünü, topraklarından kovulan filistin halkınınkine eşdeğer bir zorbalığı yaşatmanız demektir. oysa toplumsal modelleriniz rekabete açık değil, totaliterler ve siz bunun farkında değilsiniz. istemediğimiz bir hayat tarzını sınırsızca ihraç etmeye can atıyorsunuz; reddettiğimiz bir hayat tarzını.''

    - > s/123 ''şiddete başvurmak daima kötünün iyisi olarak kalır; savaş ancak tüm görüşmeler, politik ve diplomatik yollar tüketildiğinde gündeme gelir. savaş iç sızlayarak yapılır çünkü o bir oyun değil zorunlu bir kötülüktür...''

    ve özellikle şefin tavsiyesi geliyor:

    - > s/156 ''tanrı'nın sevgili kulunu, iyi mümini, ne sakalının uzunluğu ne türbanının rengi belirler. beş vakit namaz kılmak, hacca gitmek, fitre ve zekat vermek iyidir tabii, gereklidir elbette, ama sadece ''insanın kalbinden geçenle'' ilgilenen tanrı'nın gözünde, yeterli değildir. tanrı'nın sevgili kulu, gerçeğe aşık olandır, adalete susayandır ve bu seviyedeki ayırım sadece gerçek inanlarla diğerleri, dini bütün müslümanlarla, müslüman olmayanlar arasında değil; gerçek iman sahipleriyle, tanrı'yı, gerçeği ve adaleti arayışları aracılığıyla sevenlerle bütün putlara satılmışlar arasında olacaktır ve bu da gerçek mümin görünümlü bir sürü iki yüzlü ve döneği baştan eler.''

    en nihai sonuç: bütün bunlardan sonra şunu söylemeliyim ki, kitaba mükemmel demem, yer yer çakal carlos lehinde konuşmam benim bu kitaptaki argümanlara katıldığım anlamına gelmez. zira en basitinden ben 11 eylül saldırılarını olumlu bulmuyorum. ama benim burada yapmaya çalıştığım şey ''terör'' olgusuna karşı sığ bakmanın önüne geçmeye çalışmaktı. amerika'daki yaşayan bir çok insanın buna bakışlarının çok da geniş olmadığını düşünüyorum, hak da veriyorum. ama gerçekten ciddi haksızlıklarda yapılıyor ve çoğu zaman insanların bunları durdurmaya gücü yetemeyebiliyor. o zaman seslerini başka yollardan duyurmak zorunda kalıyorlar. şiddet belki en son çaredir, belki her durumda kınanması gerekir ama şu açık ki her şeyden önce bir çaredir, bir yoldur. amaç şiddetten önce diğer seçenekleri bitirmektir, buna da tamam ama terör ve şiddetin de -belki haksız da olsa- bir nedeni olduğu unutulmamalı. kör bir hümanizmle değil daha akılcı düşünmeliyiz, hiç kimse masum insanların ölmesini istemez. terörist insanlar doğuştan öyle doğmamışlardır. onları öyle yapan şartların yahut düşünce biçiminin üzerine gidilmesi gerekir evvela. ve en önemlisi de... herkes aslında barış istiyor. inanın usame bin laden de barış istiyor, bush da barış istiyor, amerikan halkı da, çakal carlos da barış istiyor. ama insanların barışa ulaşmada kullandıklar yöntem farklı oluyor -ki kimi zaman epey bir farklı- son alıntıda ne diyor carlos tekrar okuyun, tüm müslümanları cihata çağırıyor, doğru ya da yanlış ama kendisi buna yürekten inanıyor. ve kitabından da anladığım kadarıyla felsefesi tamamen islamın üzerine kurulu. lakin bazı insanlar hala çıkıp ''usame bin laden, carlos gibi teröristler müslüman değil, çünkü islam sevgi ve barış dinidir'' diyebiliyor. ben bu insanların müslüman olmasını islama karşı bir argüman olarak sunmuyorum ama bir felsefi düşünme sistemini oldukça farklı yorumlayan insanların olabileceğini söylüyorum. carlos da, laden de müslümandır ve kafadan kötü de değildirler. ayrıca hiç kimsenin fikirleri de tümüyle yanlış değildir. elbette ''devrimci islam'' kitabının eleştirilecek bin bir yönü var ama ben akılsızca terörü lanetleyen ''kötü onlar kötü'' zihniyetine tercih ederim bu düşünce sistemini. çünkü çoğu zaman doğru cevabı bulmak önemli değildir(zira onun doğru olduğunu hiç bir zaman anlayamazsınız) cevaba nasıl gittiğiniz önemlidir. ayrıca ben kitabı okurken karşımda terörist dahi olsa oldukça entelektüel biri gördüm, onu da belirteyim. (bir entelektüelin bütün söyledikleri mutlak doğru değildir, bunu da not düşeyim)


    (longair - 7 Kasım 2007 00:42)

  • comment image

    dönemin en etkili 2 gizli servis şefinin sanchez hakkındaki görüşleri:
    eski doğu almanya gizli servisi stasi'nin beyni markus wolf "le nouvel observateur"a verdiği demeçte şöyle diyordu. "biz ona vahşi kedi derdik. gözü dönmüş bir maceraycıydı. belinde silah, etrafı kızlarla çevrili vaziyette, dipsiz bir kuyu gibi içki içip huzursuzluk çıkartıyordu."
    ilich ramirez sanchez'in toplam 5 yıl kaldığı macaristan'ın gizli servis eski şefi jozsef varga 1994 ağusto ayında "l'evenement du jeudi" dergisinde sanchez'i şöyle tanımlıyordu. "bazen müthiş köpürürdü. bu sanki elinde değildi. onun deli olduğunu söylemek istemiyorum ama kanı tepesine sıçradığı zaman her türlü şiddeti uygulayabilecek bir hali vardı"
    kaynak:taner ay-çalıntı dergisi-eylül 94.


    (gregor - 5 Mayıs 2002 15:49)

  • comment image

    ciddi ciddi tasaklara yan basmasi yüzünden sudan'da yakalanabilmis olan terörist. ismini hatirlamadigim bir yumurtalik hastaligi yüzünden sudan'da doktora gider (doktorlar fransiz), acil ameliyat olmasina gerek duyulur. fransiz makamlari ve cia hastane personaline isareti verir. ramirezin bacakarasina bir katiri devirecek kadar sakinlestirici verilir, ameliyattan sonra stoned halde eve döner, polis amcalar da dassaklarindan tutup alip götürürler. müslüman olmasi da tamamen duygusaldir, sayet carlos abayi genc bir arap hanimina yakar fakat zaten evli oldugundan isin icinden cikamaz. bu yüzden müslüman olur ve 4 kadin hakkini da catir kullanmak ister. sudan'da olsa bile yine orgylerden, alkol komalarindan, lüks hayaa tarzindan asla vazgecmez (fransiz hapisanelerinde bile uzun süre gucci don, gömlekle dolasmistir) usame bin ladin'in ekibiyle o dönem sudan'da yiyip icip takilmistir ama ortak calismalar üzerinde bulundugu iddiasi simdilik spekülasyondan öteye gidememektedir.

    ayrica françois genoud adinda fanatik bir nazi olan isvicreli banker tarafindan uzun süre finanse edilmistir. ki bu genoud denen nazi, klaus barbie'yi yillarca korumus ve desteklemistir. klaus barbie denen cani de uzun süre bolivya'da (amerika adina) suarez rejimi(suarez uyusturucu karteli ayni zamanda) icin asiri sagci özel timler yetistirmekle mesguldü. bu barbie'nin askerleri de bir on yil sonra bolivya'da che gueavara'nin canini almislardir. devrimci sosyalist atesini ve carlosun satilmis karakterini bir de buralardan yakin bakalim.


    (camel - 25 Haziran 2008 15:33)

  • comment image

    gerçek adi : ilich ramirez sanchez.
    gocmen bir devrimcinin oglu.
    yüzyilin en büyük eylem adamlarindan biri.
    devlet adamlarina suikasttan nasa labaratuvarlarina sizmaya kadar bir çok gorevi ba$ardi.her firsatta cia'nin eline verdi.
    $u anda 62 ya$inda,fransa'da cezaevinde.
    favori eylemcim.


    (rotting horse on the deadly ground - 5 Temmuz 1999 00:00)

  • comment image

    ilk ses getiren ve onu cakal carlos yapan eylemi 1975'de opec uyesi ulkelerin petrolo bakanlarini viyana, texaco building'de rehin almasidir, daha sonra emirlere ragmen iran ve suudi arabistan petrol bakanlarini oldurmedigi icin fhkcden kovulmustur


    (stargazer - 26 Kasım 2002 19:39)

  • comment image

    olivier assayas'ın şu sıralar bir televizyon dizisi için hayatını çektiği kişi. hatta beş buçuk saatlik bir film haline de getirilip cannes'da gösteriliyor.

    bunun ötesinde carlos'un bir çocukluk anımda yer etmesi durumu var. henüz ilkokuldaydım ve o zamanlar bursada yaşıyorduk. apartmanda karşı komşumuz annemin çok sevdiği kendinden yaşça küçük çok tatlı bir ablaydı. annemle birgün dertleşmelerinin arasında yurtdışına gezmek için gitme olaylarından bahsederken annem ablanın yalnız ya da kardeşiyle gitmekten bahsettiğinden dem vurdukça sorma gereği duyar; eşinle neden gitmiyorsun iş yoğunluğundan değil mi der. abla orda dökülür biraz sonra gözleri dolar ve anlatmaya başlar. meğerse ablanın eşi, beni de çok seven ve gerçekten çok nazik bir adam olmasına rağmen çok sessiz sakin duran abimizin başına bir olay gelmiştir. abimiz iş gereği 80lerin ortasında yaşı da henüz çok ileri değilken fransaya gider. havaalanında kontrolleri yapılırken fotoğraflardan şüphenelilir. abimiz gözümün önüne geldiği için az çok da anlayabildiğim bir şekliyle havaalanında sorguya alınır. abi gerçekten carlosun şu meşhur fotoğrafındaki haline benzemektedir. dil sıkıntısı da olan abimiz kendini de tam ifade edemez. çat pat anlatmaya çalışırken pat diye göz altına altınır. bu da yetmez gizli servisten insanlar abiyi sorguya çeker. işkence durumları olmasa da abinin psikolojisi bozulur sert sorgulamalar sonunda. hatta yanlış hatırlamıyorsam altına tuvaletini yapmak durumunda bile kalır. 2-3 günlük bir süreçten sonra ancak durum anlaşılır ve abi türkiyeye geri gönderilir. o günden sonra, ekonomik durumları da iyi olan abi eşine her türlü seyahat için destek verir fakat kendisi asla yurtdışına çıkmamaya yemin eder. hatta carlos'un yakalandığı 94 yılında ordaydım ve bu olayın ortaya çıkışı da o tarihe denk gelir, abi hala gitmemeye yeminli bir şekilde hayatına devam ediyordu. dünya iyisi bir adamın başına bu olayın gelmesinin kötülüğüne üzülmüş biri olarak şunu da söylemeliyim ki abi gerçekten benziyordu.


    (dennisjohn - 20 Mayıs 2010 12:51)

  • comment image

    olivier assayas'ın çektiği 3 bölümlük kurgu-belgesel filminde gördük ki; karanlık, devrimci, çakal kişiliğin yanında kendisinde en babasından şeytan tüyü mevcut. hayat boyu kadınların biri geldi biri gitti mübarek. yasadışı terör ortamının james brown'ı sanki. gider de yapsa giden olmuyo.


    (sakallis - 9 Temmuz 2010 14:35)

  • comment image

    türkiye meselelerini, türkiye de yaşayan çoğu insandan iyi bilen ve türkiye için çözüm önerilerini gayet mantıklı bulduğum, baki devrimci.
    kendisi ile yapılan röpörtajdan bir bölüm.

    kürt meselesi ve “demokratik açılım”
    kürtler, türkiye cumhuriyeti’nde eşit vatandaşlar olmalıdır. cumhuriyet çerçevesi içinde, kürt dili ve kültürüne saygı gösterilmelidir. bu gerçekleştiği ânda, artık herhangi bir devrime, silahlı direnişe ve yeniden diriliş mücadelelerine gerek kalmayacaktır. kürtler zaten dört ülkeye bölündükleri ve sınırları da tamamen bu ülkelere bitişik olduğu için, bir kürdistan cumhuriyeti’nin kurulup yaşatılabilmesi hâliyle gerçekçi değildir. üstelik, kürtlere meselâ irak’ta anayasa teminatıyla haklarının teslim edildiği, her türlü saygıdeğer vatandaş hakkının böylece teminat altına alındığı da bir hakikattir. o hâlde, benzer hakların burada da teslim edilmesi, bin yıldır beraber yaşamış bu iki kavmin, aynı osmanlı devletindeki gibi, barış ve işbirliği içinde yaşayan devletine sadık vatandaşlar olmasının ve güçlü bir türkiye’nin temelini teşkil etmesinin önünü açacaktır. kandil dağından inen ve teslim olan pkk'lılar meselesine. bence bu, doğru yolda atılmış güzel bir adım ve ümit vaadedici bir başlangıçtır. bilvesile, bunun bir amerikan planı çerçevesinde gerçekleştiğini öne sürmek de, yapılanların doğru istikamette olduğu gerçeğini değiştirmez bence.

    "kürt açılımı", türkiye için böyle bir birleşme ve bütünleşmenin ilk adımlarındandır ve değeri de belirttiği bu doğru istikamet bakımındandır. yoksa, netice şu veya bu olur, amerika'nın geride başka bazı planları olur, bunlar ayrı bahisler. açıkçası, bu müsbet teşebbüslere tavır alan türk milliyetçileri de şunu unutmamalıdırlar ki, "büyük türkiye" olmanın yolu buralardan geçmektedir ve bunun alternatifi, "büyük türkiye" olmak değil, kendi kendisiyle boğuşan ve dışarıda da batı emperyalizmine hizmet eden, bilhassa amerika birleşik devletleri'nin çıkarlarını koruyup kollayan bir "devletçik" olmaya devam etmektir.

    bu mudur istedikleri.
    bu meyanda, anayasa mahkemesi'nin kürt partisini (dtp'yi) kapatmasına çok şaşırdığımı ifade edeceğim. hepimiz, pkk fedâilerinin silahlı mücadeleyi bırakıp kanun dairesinde siyasî mücadele yapmalarını istemiyor muyduk? türk ordusuyla savaşmak yerine, cemiyet meydanında hür ve açık biçimde siyasî mücadele vermelerini beklemiyor muyduk? şimdi, böyle kanunî bir mücadelenin zemini olabilecek bir partiyi kapatmak da neyin nesidir? onlara, haydi hep beraber dağa çıkın mı denmek isteniyor? bu, bence çok büyük bir aptallıktır ve kanaatim o ki sabetaycıların yeni bir provokasyonudur. çünkü, hâdise kanunî siyaset dairesine girmek tarzında gelişseydi, bu hem türk toplumunun, hem de türk ordusunun menfaatine olacaktı, özellikle de çocuklarını askere gönderenlerin ve ordudaki erlerin menfaatine. öyle ya, dağlarda generallerin bizzat kendileri savaşmıyor, halkın çocukları savaşıyor. paralı asker değil ki onlar, türk toplumunun çocukları.

    anayasa referandumu
    türkiye’de geçtiğimiz günlerde bir “referandum” oldu. bir kısım insan bunu boykot ederken, diğerleri oyunu kullandı ve sonuçta hukukî bir ilerleme gerçekleşti, “kanun hakimiyeti”ni tesis etmek üzere müsbet bir adım atılmış oldu. bu sâyede, an’anevî olarak ülkeyi kontrol eden sabetayist klik, son sözü söyleme imkânını teoride artık kaybetti. tabiî ki henüz her şey bitmiş değil, hâlâ devam eden bir süreç söz konusu.

    üstelik, korkarım ki bir şey daha var türkiye’yi bekleyen. korkum şu bakımdan: bu nevî ilerlemeler yoluyla, sonunda türkiye’yi brüksel’deki bürokratların eline terk etmek, halkı bu istikamete sürmek istiyor da olabilirler. yâni, türkiye’yi bir avrupa birliği ülkesi yapıp, kontrolünü brüksel’e devrettirmek. gerçi şurası da bir gerçek: türkiye bugün tam bağımsız bir ülke değildir. ülkede yabancı güçler yâni yabancı üsler mevcuttur; aynı şekilde, son “mavi marmara katliâmı” sebebiyle israil’le büyük problemler söz konusu olsa bile, türkiye’deki siyonistler, –elbette halk arasında değil ama- ordu, emniyet, istihbarat gibi idareci çevrelerde hâlâ çok güçlüdürler. elbette halk, türkiye cumhuriyeti anayasasında müspet ilerlemeler gerçekleştirmek üzere referanduma giderken, bu işin sonunda nereye varabileceğini bilemez. bir diğer ifadeyle, mevcut olan kadarıyla bile olsa sahip olunan bağımsızlığın, avrupa birliği üyesi olunarak neticede brüksel’e devredileceğini ve ekonomiyi ilgilendiren yasalarda artık sadece brüksel’in dayattıklarının geçerli olacağını bilemez. brüksel’i “son söz sahibi” kılmaksa, protestanların ve yahudilerin karar mercii olduğu abd temelli bankacılık sisteminin boyunduruğu altına girmek anlamına gelir.

    israil türkiye ile başa çıkamaz
    türkiye hükümeti, devrimci değil, reformcu bir hükümettir. iktidardaki partinin –inanç seviyesinde de olsa- ideolojik temeli islâm olduğu için, kendilerine oy veren müslüman çoğunluğun hissiyatına hürmet duymak zorundalar. ancak benim gördüğüm, büyükelçiye karşı alınan tavrın sathî olduğudur. neticede, hangi hükümet başta olursa olsun, türk hükümetine karşı yapılacak böyle bir aşağılayıcı ve çocukça hareketin karşılığı daima benzer olurdu. israil kim ki? hiçbir tarihî derinliği olmayan küçücük bir devlet. karşısındaki türkiye ise, hem tarih hem coğrafya itibariyle köklü bir devlet. elbette, belki görünüşte de olsa, bir şekilde haddi her zaman bildirilirdi.

    benim görmek istediğim ve olması gereken tavır ise, türkiye cumhuriyeti’ni kendine destekçi kılmış israil’e, siyonizmin bugüne kadar işlediği suçlara türkiye’yi de ortak etmiş bu işgalci devlete toptan bir red tavrı almak, siyonizmin ve emperyalizmin merkez karargâhı olan nato’dan çıkmak ve üslerine kapıyı göstermektir. bu gerçekleşene kadar, alınacak –güya- her tedbir, “kozmetik” denilen nevîden olmaya mahkûmdur. bugüne kadar da hep öyle oldu. tek bir tedbir “hakiki”ydi ki, onu ayrı tutuyorum: israil’in geçtiğimiz yıl anadolu topraklarındaki bir tatbikata türkiye tarafından dahil edilmeyişi. tedbir dediğin böyle olur, böyle de olmalıdır. ancak, yeterli değildir.
    türkiye, islâm düşmanlarının, sömürgecilerin, ırkçıların, kendileriyle savaşmak ve mağlub etmek zorunda olduklarımızın kampı nato’ya mensub olduğu müddetçe, siyonizmin suç ortağı olmaya maalesef devam edecektir.

    talabani bizimle birlikte operasyonlara katıldı
    kürt meselesi cidden çok girift bir mevzudur. söylemek istediğim şey şu: kürt toplumunun, müstakil bir toplum olarak, bir kavim olarak tanınma hakkı vardır. ne var ki, kürdistan toprakları dört ayrı ülkeye bölünmüştür. az birazı ermenistan ve azerbaycan’da olmak üzere, asıl olarak türkiye’nin doğusunda, iran’da, irak’ta ve suriye’de kürt bölgeleri mevcuttur. irak’ın kuzeyinde 1958 devrimi’nden sonra, kürtlere birçok haklar tanınmıştır, bir bakıma kürt özerk bölgesi oluşturulmuştur. şimdiyse, amerikan işgalinden ve işgalcinin bölge düzenlemesinden sonra irak’ta tam anlamıyla merkezî bir hükümet bulunmadığından, kürtlerin bu durumdan kendi lehlerine faydalanmak istemelerini ve mesud barzanî’nin tavrını anlayabiliyorum.
    başkan talabanî geçmişte avrupa’da bizimle birlikte çalışıyordu, 1970’lerin başında fransa’da operasyonlar düzenlerken, talabanî de bizimle birlikteydi ve bizim fransa temsilcimizdi. kendisinin mısır diplomatik pasaportu vardı. onu paris’te kullanıyorduk. birlikte eylem düzenliyorduk. fransız polisi de bunu bilir. ancak şimdi bakıyoruz, zât-ı şahaneleri devlet başkanı, falan filan olarak ağırlanıyor, kabul görüyor. neyin karşılığında? ben burada cezaevindeyken, bizimle birlikte operasyonlara katılan talabanî bir sarayda yaşıyor şimdi.

    ona saray verdiler.
    niçin?
    emperyalistlerle, sömürgecilerle işbirliği yaptı çünkü.
    kaynak: özgün duruş kaleme alan : nevzat çiçek


    (kabaday - 18 Ocak 2011 23:28)

  • comment image

    http://www.haberfabrikasi.org/s/?p=15680

    --- spoiler ---
    “terör” kavramı belki de hayatımızda duyduğumuz duyabileceğimiz manipülasyona en açık kavramdır. hangi tarafta, hangi noktada olduğunuza göre şekillenen ve karşı tarafı “terörist” diyerek etiketledikten sonra onu geri dönüşsüz bir şekilde “kötü” yapan bir kavram… ağırlıklı olarak egemenin silahı pozisyonundadır elbette… çünkü bu ülkede egemenin sırtını yasladığı “devlet” kavramı sürekli “biz tarihte şu kadar devlet kurmuşuz oğlum” diye sayıklayan büyük bir kitlenin “kutsal” bellediği bir kavram. (o kadar devlet kurmuş olmamızın “bir o kadarının da yıkılmış olduğunun ispatı” konusuna hiç girmeyelim elbette… çünkü bu yorum az da olsa analitik mantık gerektirdiğinden, “devlete, dine, ebedi şefe, ona buna şuna kulluğu” bir hayat biçimi bellemiş insanlarda görülmesi neredeyse imkansızdır… ayrıca devlet diye bir kavramın olmadığı boyluk, derebeylik, imparatorluk zamanlarında neyi nasıl kurmuş olduğumuza hiç değinmeyeceğim… ) hal böyle olunca sığınılan bu devlet kavramı “devletin bekası, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” denen ve gerçekten ne anlattığını hiç bir zaman anlamadığım, anlayacağımı da sanmadığım bir tanımı da içine alarak, kendisi tarafından yapılan her türlü “terör” hareketini de aklamış ve bir savunma kalkanının arkasının arkasına yerleştirmiş oluyor.

    ---
    spoiler ---


    (tirisgidenatinkelebegi - 21 Kasım 2011 13:02)

  • comment image

    ya abi adama "carlos the jackal" deyince karizmatik duruyor da, adını türkçe'ye çevirip "çakal carlos" deyince soytarıya dönüyor.

    sanki o yahşi batı'daki konyalı şerifle aynı koğuşta kalıyormuşlar da, şerif buna paso "leyyn çakaaaaall" diye takılıyormuş gibi.


    (elcezire exclusive - 7 Mayıs 2012 08:52)

  • comment image

    yanlış olmasın sakın. ne viyana'daki opec baskınından ötürü ne de diğer benzer eylemlerinden ya da uçak kaçırmalarından, filistin davasına yapmış olduğu hizmetlerden ötürü yargılandı. ve bu yargılanma sonucu müebbet aldı. sadece, paris'te kalmış olduğu uluslararası direniş hücre evine yapılan baskın sonucu öldürülen iki fransız haber alma teşkilat üyesinin zanlısı olduğu iddialarınca yargılandı ve bu cezayı aldı.


    (zakir - 13 Ocak 2013 13:28)

  • comment image

    hiç hazzetmediğim bir adamdır, orası ayrı da, bu adamın siyonist olduğunu iddia etmek için ciddi ciddi akıl hastası olmak gerekiyor lan. nasıl manyaklarsınız olum siz?


    (ak47s for everyone - 14 Haziran 2013 18:41)

  • comment image

    hakkındaki kitabı küçükken deliler gibi beşyüz kere okuduğum, "allaam nolur ben de büyüyünce çakal olsam, n'olur" dediğim adam. şimdi öyle mi diyorum? hayır. haşa...


    (abebe bikila - 20 Nisan 2004 08:46)

Yorum Kaynak Link : çakal carlos