• "içinde olmadığımız çağ."
  • "filmi masumiyet yaşı adıyla oynamıştır.(bkz: türkçeye saçma çevrilmiş film isimleri)"
  • "(bkz: the age of false innocence)"
  • "(bkz: return to innocence)"
  • "(bkz: age of false innocence)"
  • "nedense frears * ın dangerous liaisons uyla karıştırdığım film."
  • "scorsese'nin;kubrick'in barry lyndon'ina cevabidir denir."
  • "hıçkırık isimli türk filmine epey benzer bir konuya sahiptirmichelle pfeiffer, aristokrat çevre ve geçtiği dönemden ötürü dangerous liaisons filmiyle iç içe girer"




Facebook Yorumları
  • comment image

    film bir erkeğin kaybediş öyküsüdür. scorsese filmin bir roman uyarlaması olduğunu hiç gizlemeden kendi sinema dilini bu yapıda oluşturur. sahne geçişlerinde sarıya ve kırmızıya düşen kareler, ağır gerçekleşen mix'ler filmde birbirine arasına girmiş duyguları çok güzel ifade eder. allen, may ve newland üç karakter de aslında kendi kişiliklerini ve düşlerini aramaktadırlar. ancak bu iki kadının düşü de ne yazık ki erkek karakter newland'da birleşememektedir. newland ile evlenen may aslında eşini değil kendi varlıklı hayatın sürdürebilecek, zengin, mesleği olan bir hayali erkeği sevmektedir. allen için ise newland aslında bir tutkudur, ama bu tutkusunun gerçeğe dönüştüğünde yok olacağına inanır. bu düşüncesinin oluşmasında içinde bulunduğu muhafazakar new york da vardır. film aslında bir araya geliş ve kaçış filmidir. allen avrupa'ya kaçar, may standart bir soylu aile yaşamına kaçarak 3 çocuk doğurur, newland ise bir o kadına bir bu kadına savrularak kaçışını hep erteler. scorsese amerika'nın daha henüz oluşmaya başladığı o dönemlerde belirsiz bir ilişkinin oluşmasına izin vermez ve newland'ı avrupada yaşamış ve avrupalı olan allen ile birleştirmez. böylece amerika-avrupa evliliğini engeller ama amerika'nın avrupa tutkusu film sonuna kadar bitmez ve amerikalı olan newland ömrünün son günlerini paris'te allen'ın evinin önünde geçirir. bu da amerika'nın asla avrupa'dan bağımsız olamayacağının bir göstergesidir.


    (precision - 21 Mayıs 2007 10:13)

  • comment image

    başından sonuna kadar, izlemeyi bırakmak ve devam etmek arasında gidip geldiğim film. kesinlikle çok iyi bir film, çekimler muhteşem, atmosfer çok güzel yansıtılmış, martin scorsese nin dahice eklediği küçük çekim yaramazlıkları da tuzu biberi; aksi gibi hikayesini de çok başarılı anlatıyor new york hastası scorcese ama filmin en büyük eksiyi işte bu iyi anlatılan hikayesinden alıyor. ben bir film izlerken, bir kitap okurken ne bilim bir oyun oynarken, birşeyler olmasını umarım; karakterlerden bir kısmının dilediğim bir sonuca ulaşması gibi. ama bu filmde olmasını istediğim birşey bulamadım, çünkü belli bir kötü adam(ya da kadın) olmadığından, biri mutlu olduğunda diğeri mutsuz olacaktı. sizi bilmem ama beni, bu ecnebilerin yasak aşkı övme, meşrulaştırma çabaları geriyor. neymiş efendim, aşk herşeyden üstünmüş. geçiniz efendiler, bunlar uçkuruna sahip olamayanların tesellileridir, bize boynuzlamayı bir erdemmiş gibi itelemeye çalışan her türlü etkinliğe karşıyım, sevmiyorum, gıcığım, ha bi de eski kafalıyım evet.


    (tequila - 4 Temmuz 2007 14:22)

  • comment image

    daniel day lewis 'in tutkuyla baglandigi, asik oldugu ancak beraber olamadigi ve olamayacagi michelle pfeiffer'in bembeyaz olan el bilegine, eldivenden siyirarak dokundugu hatta daha dogru bir ifadeyle sevdigi kadina dokunabildigi tek an olan, genel anlayista hic erotik olmayan ama oldukca erotik bir sahnenin yeraldigi film.


    (anotherstar - 4 Temmuz 2007 14:28)

  • comment image

    filmde esas oğlanın eşinin, masum haline tavrına rağmen gösterdiği zeka pırıltıları da göz kamaştırıcı hakikaten. ayrıca esas konuyu oluşturan hadise, filmin genel olarak güzel olmasına rağmen bende tiksinti uyandırdı. film başlardaki gibi, esas oğlanın hakikaten sadece, esas kıza toplumda kabul görme konusunda yardımcı olmasıyla başlayan dostluğu anlatsa süper olacakmış, ama hadise yasak aşka dönüşünce konunun suyu çıkmış gibi geliyor bana. filmde bu engellenemeyen yasak aşkı desteklememiz gerektiği mesajları verilmiş sanki. halbuki, "lan madem kadından vazgeçemiyorsun, ne demeye zavallı diğer kızla evlendin pezevenk, o sana bu fırsatı vermemiş miydi?" demezler mi adama? ben dedim şahsen. karısını ömrü boyunca ikinci kadın olmaya mahkum etti ki bu da bir kadının başına gelebilecek en kötü şeydir nazarımda. ha eşi hadiseyle başetmiştir o ayrı, ama amcanın kalbinde asla esas tahta geçememiş olması gerçeği de hiç bir zaman değişmemiştir , ki bu filmin finalinde de güzel manzara eşliğinde tekrar gözümüze sokulmuştur. velhasıl kelam; film güzel konu malesef yorucu.


    (carsamba catlagi - 12 Temmuz 2007 20:54)

  • comment image

    annemle izlemistik bu filmi. filmin bi sahnesinde daniel day lewis, michelle pfeifferin ayaklarina kapaniyordu. o an annem 'cok seviyor kadini' dedi. ki annem hep 'aman erkekler iste, herkese, seni seviyorum, derler' diyen bir kadin. o sahne ve annemin bakislari hep aklimin bir kosesindedir, hic cikmak bilmez. sadece o tek sahne icin bile izlenesidir bu film ve daniel day lewis muhtesem bir oyuncu, bu film de bunun kanitlarindan biri.


    (guzelcehulis - 7 Ocak 2010 01:08)

  • comment image

    filmin bir sahnesinde daniel day lewis ve michelle pheiffer georges seurat'ın "a sunday afternoon on the island of la grand jatte" isimli tablosundaki şemsiyeli kadın ve yanındaki adamı canlandırır. sahne neredeyse tablonun canlanmış halidir.


    (thin ice - 25 Nisan 2003 00:41)

  • comment image

    seneler once okudugum kitaptan aklimda kalan sahnelerden biri de ellen ve newland'in metropolitan museum of artta bulusmalari ve newland'in met hakkinda yaptigi yorum:

    "it's odd," madame olenska said, "i never came here before."
    "ah, well... some day, i suppose, it will be a great museum."

    dramatic irony benim icin o sahnede tavan yapmisti, newland sen bilmiyorsun neler neler olacak o muzeye dedirtmisti icimden.


    (meva - 18 Kasım 2012 20:46)

  • comment image

    kirmizi film. parmakta oynatilan adam, huzunlu zerafet, ve renk hakimiyeti, ve daha da onemlisi bana verdigi tat acisindan great expectationsi animsatti bana. (iskelede sirti donuk bekleyen ellen sahnesi de requiem for a dreami andiriyo aslinda, ve hatta bi miktar dark city'yi de tabi..) ellen ve newland'in birbirlerine politik bi sekilde, suya sabuna dokunmadan koyduklari laflar, imali atismalar muthis. scorcese'nin anlaticiya (bkz: narrator) bu kadar cok yer vermesi, filmin bir roman uyarlamasi oldugunu hatirlatip rahatsiz da etse, kullanilan dilin guzelligi ve gucu hayran olunmayacak gibi degil. winona ryder masum comezi (gerci bikac yerde obaaa.. hatun isini biliyo, toy dedik ama..), michelle pfeiffer iki hamlede kendine asik eden kaltak, huzunlu hatunu, ve guzeller guzeli daniel day-lewis de kafasi karismaya musait, magrur genc adami mukemmel oynuyolar..
    `it is better to have loved and lost than never have loved at all` mudur, tanri hepimizi boyle asklardan, pismanliklardan, yurek acilarindan korusun mudur, bilemiyorum.. bir trajedi degil, ama cok huzunlu, cook...


    (dem - 19 Ekim 2003 11:50)

  • comment image

    bu zamanda izlendiğinde filmin ilginç anlarından birisi sonunda archer'ın oğlu ted ile paris'e yaptığı seyahat ve oğlunu oynayan aktörün robert sean leonard namı diğer house m.d.'un wilson'ı olduğunu görmek, gülüşünün hiç değişmediğini fark etmektir.

    --- spoiler ---
    romanda daha farklı işlenmesine rağmen; filme dönersek, kilit noktası yapılan seçimlerdir. evlenmeden önce eşinin kendisiyle yaptığı konuşmaya rağmen, ellen'in hislerinden emin olmadığı için istediğini değil o an için uygun olanı seçen newland archer, seçimlerinin sonucunu, hayat boyu kafasında kocaman bir "acaba?" ile yaşamıştır.
    ---
    spoiler ---


    (poivre - 29 Temmuz 2013 20:01)

  • comment image

    newland archer 'ın , karısı may' a haksızlık yaptığını düşündüğüm film.

    --- spoiler ---

    filmin sonunda oğlu babası ile konuşurken , annesi ile ölmeden önce konuştuğunu ve babalarının onları bırakmayacağını , bunu yıllar önce de (ellen için) yapmadığını söylemişti. newland ise may'in hakkını yiyerek "hiç sormadı" ki dedi. oysa daha nişanlı olduklarında may ona bu hakkını vermiş ve gidebileceğini söylemişti. bence bu film de mağdur olan newland değil may 'dir.
    newland seçimini yapmış ve yaşadığı süre boyunca may ' a içten içe ikinci kadın olma duygusu yaşatmıştır.
    ---
    spoiler ---


    (yalancikestane - 4 Ocak 2014 02:45)

  • comment image

    edith wharton'in viktoryen ahlakinin degisen yuzlerini ve iki arada bir derede kalmis bir askin, inanan bir kisinin duygulari ile oynamanin ne kadar kolay oldugunu sergiledigi guzel romani. 1993'deki film versiyonunda daniel day lewis ve michell pfeiffer oynamistir. huzunle karisik, hafif bir les liaisons dangereuses tadi verir ama huzun konusunda house of mirth'in yanina yaklasamaz.


    (sheva shanim - 14 Haziran 2004 14:16)

  • comment image

    isminde bir ironi olduğunu düşünüyorum bu filmin (ve kitabın). masumiyetin çağı böyleyse masum olmayan bir çağda yaşayanların vay haline. newland'ın ellen'ın avrupa'ya döneceğini öğrenmesinden sonra verilen yemek sırasında anlatıcının* şu sözlerine bakalım:

    "archer saw all the harmless-looking people at the table is a band of quiet conspirators, with himself and ellen the centre of their conspiracy. he guessed himself to have been, for months, the center of countless silently observing eyes and patiently listening ears. he understood that, somehow, the separation between himself and the partner of his guilt had been achieved. and he knew that now the whole tribe had rallied around his wife. he was a prisoner in the center of an armed camp."

    türkçesi şöyle:

    "archer, masadaki zararsız görünen insanların sessiz birer komplocu gibi kendisiyle ellen'ı ise komplonun tam ortasına düşmüş gibi görüyordu. aylar boyu sessiz izleyen bakışların ve sabırla dinleyen kulakların arasında kaldığını hissediyordu. kendisiyle suç ortağını ayırmayı bir şekilde başardıklarını anlıyordu. ve şimdi bütün kabilenin, karısının etrafında toplandığını biliyordu. silahlı bir kampta tutsaktı sanki."

    bu sözlerin ardından archer'ın ellen'ı uğurlamak istemesine bile engel olan, "o (ellen) zaten bizimle gelecek" diyerek archer'a birkaç dakika için bile ellen'a yanaşma fırsatı vermeyen kişilerin, toplumun (society) olduğu bir çağı düşünelim. böyle bir çağ, olsa olsa sessiz bir kötülüğün, zalimliğin çağı olur. masumiyet çağı olması mümkün değil velhasıl.

    ve bu gözlemlerden sonra ne olursa olsun insanın kültürel olarak genelde daha iyiye, daha mantıklı olana doğru evrildiğine dair düşüncemi pekiştirmiş bir filmdir. bakmayın siz "eskiden ne güzeldi", "nerede o eski bayramlar" gibi laflar edenlere. insanoğlunun sosyokültürel olarak son on bin yılda katettiği yola biraz bakacak olursanız ne kadar rezil, aşağılık ve zalim çağları geride bıraktığını kolaylıkla görebilirsiniz. mükemmel bir çağda değiliz hatta fazlasıyla kötü bir çağdayız ama geçmişteki hiçbir çağdan kötü değil içinde bulunduğumu çağ. fevri olmadan etraflıca düşününce bunu görmemek imkansız. teknolojik gelişmişliğin beraberinde getirdiği soğuk savaş döneminin nükleer yok-oluş, ya da günümüzün küresel ısınma tehlikesine benzer tehlikeler nedeniyle kendi türümüzü ve yaşamayı en az bizim kadar hak eden diğer türleri yok etmezsek gelecekte çok daha güzel toplumsal kültür ve yaşayış tarzları yaratacağımıza inanıyorum. neyse filmimize dönelim...

    dediğim gibi filmin isminde ironi var kanaatimce. şahsen bu kadar acımasız ve korkunç bir society'de ve çağda yaşamak istemezdim. zira bunların masumiyetle alakası yok.

    bu dışında, the age of innocence, martin scorsese'nin dönem filmi çekmede sinemanın en büyüklerinden biri olduğunu gösteren bir başka örnek. scorsese, zaten genel olarak sinemanın en büyüklerinden ama ustanın bu konuda da ayrı bir yeteneği var. ayrıca martin scorsese'nin cameo olayını ne kadar sevdiğini tekrar görüyoruz. bu filmde de fotoğrafçı rolüyle kısaca göstermiştir kendisini.

    daniel day-lewis için fazla bir şey dememe gerek yok sanırım. beyler ve bayanlar bu adamı yaşadığı zamanda izleyerek tarihi yaşayanlardanız. çünkü yıllar sonra oyunculuğun en büyük ustalarından, efsanelerinden biri olarak bahsedilecek day-lewis'ten.

    --
    "nerede o eski bayramlar" sözüne dair ufak bir not: böyle diyen insanlar çocukluklarının umursamaz ve sorumsuz zamanlarını özledikleri için bu tip sözler ederler. zamanla her şeyin tadı kaçar, çünkü biz büyürüz. yoksa bir bayram geleneğinin 40-50 yılda "nerede o eski bayramlar" denilecek kadar aşırı bir şekilde değişmesi mümkün değil. her şeyden önce toplumsal dinamikler buna engel. hepimiz utanmaksızın kapı kapı dolaşıp en sevdiğimiz şey olan şekerleri topladığımız tasasız bayramları ve aslında çocukluğumuzu özleriz. o yüzden hiçbir şey eskisi gibi değildir hayatımızda; her şey aynısı gibi kalsa bile biz ve taşımamız gereken yükler değiştiği için.


    (takyon - 8 Aralık 2014 04:40)

Yorum Kaynak Link : the age of innocence