• "ufak tefek kusurlarını saymazsak, kesinlikle gidilip izlenmesi gereken bir oyunculuk. oyuncuların sesleri mimikleri çok başarılı, oldukça etkiliyor insanı. kaçırmayınız."
  • "tennessee williams oyunda, tom'un içine kapanık, sakat kızkardeşi laura'yı, kendi kızkardeşinden esinlenerek yazmıştır."
  • "orjinal filminde john malkovich in oynadıgı yere düşen kristal unicorn'un sinema tarihin üzerinde en çok symbolism barındıran sahnesi olabileceği güzel tiyatro oyunu."




Facebook Yorumları
  • comment image

    tennessee williams bile bundan daha kalp kırıcı olamaz.

    hakikati tom'a;
    "i'm tired of the movies and i'm about to move!"

    sükuneti laura'ya bahşeder, jim'e hediye ettiği kırık boynuzlu unicorn sahnesiyle ağır aksak zirveye tırmanırken.


    (jeordie - 2 Ekim 2008 04:56)

  • comment image

    ekim ayı itibarıyla ankara şinasi sahnesinde başlayan yıldız kenterin oyunculuğuyla nefesleri kestiği oyun. amanda rolünü hayat arkadaşı şükran güngörün ölümüne rağmen büyük bir başarıyla sergilediği oyundaki diğer oyuncular; laura rolünde güneş berberoğlu, tom rolünde hakan gerçek ve jim rolünde engin hepileri.


    (remus lupin - 2 Ekim 2002 23:11)

  • comment image

    --- spoiler ---

    kocası yıllar önce kendisini terkeden amanda bir ayakkabı fabrikasında çalışan oğlu tom ve kızı laura ile st. louis'de bir bodrum katında oturmaktadır.tom bir yandan ailesinin geçimini sağlamak için çalışırken bir yandan da sinema filmleri ile avunmaktadır. sinema tom için içinde bulunmaktan pek de hoşlanmadığı gerçek dünyadan bir kaçış yeridir adeta.
    saygın bir geçmişi olan amanda sürekli geçmişinden bahsederek avunmaya çalışmaktadır. bir ayağı sakat olan laura ise dış dünya ile bağlarını tamamen koparmış durumdadır. tek avunduğu camdan hayvancıklar kolleksiyonudur. kızını bu izole dünyadan çıkarmaya kararlı olan amanda onu saygın bir gençle evlendirmeye karar verir ve uygun bir eş bulma görevini de tom'a verir.
    tom ise annesinin baskıları sonucunda iş arkadaşı jim'i eve yemeğe davet eder. jim laura'nın okul döneminde aşık olduğu gençtir. akşam yemeğinde yakınlaşan laura ve jim için herşey ilk başlarda güzel görünse de jim'in nişanlısı ile buluşmak üzere evden ayrılması ile laura için herşey eski haline geri döner. laura kısa bir süre de olsa gerçek dünyanın kapısından adım atmıştır ancak jim'in gidişi ile yine aynı karanlık dünyasına geri döner. amanda ise tüm yaşanalardan tom'u sorumlu tutunca tom evi terk eder.
    ---
    spoiler ---

    gerçek bir aile dramı. her kahraman kendi içinde binlerce kahramanı barındırıyor. küskünlükleri, eksiklikleri , istekleri, hayalleri ve umutsuzlukları ile sahnede izleyeceğiniz karakterlerde herkes kendisinden bir parça bulacak. sırça kümes adlı oyunu izledikten sonra tiyatrodan biraz buruk çıkacaksınız. allak bullak olmuş bir halde. kendi içinizde ya da çevrenizde farkına varmak istemediğiniz, dönüp gittiğiniz hayatlardan bir yada birkaçı çıkacak sahnede karşınıza. şaşıracaksınız. tiyatronun bir işlevi de bu değil mi zaten?


    (ninni - 28 Ocak 2003 15:07)

  • comment image

    mart ortası itibari ile antalya devlet tiyatrosu tarafından sahnelenmeye başlamış oyundur.

    yönetmen: barış eren / yönetmen yrd: meltem gülenç
    amanda: süheyla çöllü
    jim: selim bayraktar
    laura: gözen müftüoğlu
    tom: gökhan tüzün

    oyunda kullanılan ışık, renkler, dekor ve kostümler oyunun bizi içine çekmek istediği zaman, mekan ve duygu atmosferine en iyi şekilde hizmet ediyor.
    çok başarılı bir uygulama olmuş. sadece dekoru izlemek bile oldukça keyifli.
    oyunculuklar genel anlamda iyi, fakat sanırım ikinci yarıda jim rolünde selim bayraktar devreye girmese,
    oyunun sonunda bu kadar iyi izlenimler edinmek mümkün olmayabilirdi seyirci olarak.

    --- spoiler ---

    "tom" rolünde "gökhan tüzün"; hem anlatıcı, hem oyuncu olarak genel anlamda başarılı bir grafik çiziyor.
    fakat oyunun rejisi bağlamında, anlatıcı olarak biraz daha efektif ve yaratıcı olarak kullanılsa,
    oyunun rölantiye girdiği durumlarda özellikle oyundan çıkıp olaylara dışardan bakarak müdahale etse daha iyi bir dinanizm sağlanabilirdi diye düşünüyorum.
    ilk yarıdaki "yemek sahnesi" gereğinden fazla abartılı ve uzundu bana kalırsa. tom'un yemek yeme şekli çok sinir bozucuydu.
    o kadar abartılıydı ki, bu sahnede acaba annesinin mi yoksa kendisinin mi "sorunlu" olduğu anlatılmak isteniyordu pek ayırdedemiyor insan.
    hoş, ikisinin de içinde bulunduğu mevcut koşullar itibari ile normal olmaları beklenemez ya zaten...

    "amanda" rolünde "süheyla çöllü", takıntılı ve saplantılı anne rolünün hakkını fazlasıyla veriyor, sahneye girip "iki dakika sus be kadın" dememek için kendinizi zor tutuyorsunuz. hatta ilk sahnelerden itibaren öyle bir buhrana sürüklüyor ki sizi, artan gerilime daha fazla dayanamayıp "bu oyuna neden geldim ki" diye düşünmeye bile başlıyorsunuz.

    "gözen müftüoğlu" içine kapalı, engelli bir kız olan "laura"yı başarıyla canlandırmış. özellikle sessiz ve derinden içimize nüfuz eden "heaven, i'm in heaven" dizeleri ile başlayan cheek to cheek şarkısına yorumu alkışı hakediyordu. ikinci perdede topal bir genç kız olarak jim ile yaptığı dansta gösterdiği performans da akılda kalan sahnelerden.
    finalin en dramatik anında anlatıcı olarak konuşan tom'un "yanına giderek" dokunması o kadar ilgi dağıtıcı olmuş ki,
    tom'un anlatımından çıkıp ona yönelen izleyicide, sahnenin bırakmak istediği paralel kurgu algısı zarar görüyor.
    belki bir önceki bölümün sonunda, halihazırda tom'un daha yakınlarında bir yerlerde bulunup "sadece uzanarak" dokunsa daha etkili bir sahne olabilirdi diye düşünüyorum.

    elbette "jim" rolünde "selim bayraktar"... oyuna girmesi ile resmen her şeyi değiştiriyor. hem oyunun kendi içindeki gidişatını, hem de izleyici üzerinde bıraktığı etkiyi. laura ile birlikte seyirciye de umut veriyor ve "boyun, posun devrilsin" tadında klasik seyirci tepkisini alarak sahneden ayrılıyor.
    kesinlikle sahnenin en iyisi. sesi, dansı ve oyunculuğu ile kelimenin tam anlamıyla sahneyi dolduruyor..

    ---
    spoiler ---

    özellikle haline şükretmek isteyen modern çağın yalnız insanı bu oyunu kaçırmamalı.


    (draos - 29 Mart 2011 00:49)

  • comment image

    amanda : yildiz kenter
    laura : gunes berberoglu/ yesim kocak
    tom : hakan gercek / engin hepileri
    jim : engin hepileri / okan yalabik

    şeklinde bir kadroya sahip oyun, dekoru pek sevdim,
    otorite olmasam da kişisel beğenime göre güzel bi oyun ama
    benim tam olarak anlayamadığım topal bir genç kız olan laura nın topallığının oyunculuk açısından zayıf kalmasıydı, günes* hanım oyunda genel olarak basarılıyken topallığı mı kotaramamıştır, yani metni bilmesem ve oyunda laura nın topal olduğu hatırlatılmasa benden güzel yürüyen bir kadın vardı karşımda kaldı ki ben topal diilim.. bir de oyunun çevirisiyle ilgili bi takım diyaloglar fazla türk işi olmuş amanda ve tom konuşurken ali kıran baş kesenin ne işi vardı orada ? tamam can yücel..


    (sebze - 21 Şubat 2003 11:44)

  • comment image

    bu sezon ankara devlet tiyatrosunda oynanacak oyun. amerikan kültürü ve edebiyatı öğrencilerine duyurulur. gidin, görün, williams'ı daha çok sevin. a street car named desire (bkz: arzu tramvayı) da oynansa on numara olacak ama sıça kümes'de iyidir.


    (askim bunlar cips - 25 Eylül 2011 11:52)

  • comment image

    bu sezon izlediğim devlet tiyatrosu oyunlarından ilki ve bu sezon ilk kez sahnelenen oyunlar arasında en çok dikkat çekeni.

    tennessee williams 'ın 1945 yılında yazdığı hüzünlü hikaye, can yücel çevirisiyle karşımıza çıkıyor. tom (orhan özyiğit), laura (gülin ersoy), amanda (meltem keskin bayur) ve jim (irfan kilinç) karakterleri arasında geçen bu oyunda, izleyici ile hikaye arasına, karakterlerden birisi olan tom anlatıcı olarak yerleştirilerek, brechtyen bir tarz kullanılıyor.

    gerek oyunun açılışını yapan, tom'u oynayan anlatıcı orhan özyiğit'in sil sürçmeleri, gerekse amanda'yı oynayan meltem keskin bayur'un ortaya fazlaca alaturka bir karakter çıkarması, yaratılan atmosferin seyirciye geçmesini engelledi. kendi adıma ne tom'un sinemaya sığınmasındaki çaresizliği hissettim, ne amanda'nın geçmişine sığınmasına empati kurabildim. bu karakterlerin ekonomik sorunları ve hayalleri arasında kalmalarının çaresizliği seyirciye geçmedi. hatta amanda karakterini daha önce oynayan yıldız kenter'i pek de sevmememe rağmen, kabul etmek gerekir ki, amanda'yı yıldız kenter oynasaydı, oyun baştan sona bambaşka bir hal alırdı.

    ilk perdeyi sırtlayan laura'yı oynayan gülin ersoy'du (ayağındaki aksamanın sürekliliğini sağlaması için giydirdikleri garip ayakkabıya rağmen). laura'nın sırça kümes'ine sığınışı, hareketleri, narinliği, mimikleri ve kıyafetleri ile çok güzeldi. laura'nın kendine güvensizliğini yansıtışı o kadar başarılıydı ki, o his bir yerlerden tanıdık geldi.

    ikinci perdede katılan irfan kilinç ise oyunu kurtaran diğer isimdi, jim ve laura'nın diyalogları, aralarındaki enerji, jim'in yardım etmek isterken kendini kontrol edememesinden duyduğu pişmanlık ve uzaklaşma isteği, laura'nın "sanmam beni hatırlayasınız." derken an be an tereddütlerinden kurtulması, fakat umudunun sönmesi, eskisinden de ağır bir sessizliğe gömülmesi.. sırça unicorn'un boynuzunun kırılması, laura'nın kırılması, müziğe sığınması, mumların sönmesi..

    finalde nispeten başarılı olan orhan özyiğit, bence bunu gülin ersoy'un seyirciyi finale çok güzel hazırlamış olmasına borçluydu. oyun, evindeki sıkıntıdan kaçan, annesi ve kardeşinden uzaklaşan tom'un, ne kadar uzağa giderse gitsin, vicdanını yani laura'yı bırakıp gitmesinden duyduğu suçluluğu hep yanında taşıdığını ve taşıyacağını anlatan tiradı ile bitti.

    "iyisi mi sen mumları bir an önce söndür, laura."

    not 1: oyun açılışının sigara içerek yapılması enteresan, açılsın tabi karşı değilim ama sadece 2-3 yıl önce, bir özel tiyatroda fatih al'ın sahnede sigara içtiği için aldığı ceza geldi aklıma.

    not 2: mavi gül konusunda aktarılamayan birşeyler var gibiydi, yüzeysel ve anlamsızdı, hikayenin aslını bilenler aydınlatabilirlerse sevinirim.

    not 3: her oyunun olmazsa olmazı seyirci, evinde film izlemiyorsun, "tüh", "vah vah", "ay yazık ya", "ehe çok komik yea" diye sesli tepkiler verme, hayvanlık yapma, medeni ol biraz.


    (kedish - 6 Ekim 2011 11:32)

  • comment image

    2011-12 sezonunda ankara devlet tiyatrolarında izlediğim ilk oyun. uzun süren ayrılıktan kaynaklanan özlemden midir, oyunculukların (özellikle ikinci perdede) mükemmelliğinden midir bilemem; çok beğendik 'sırça kümes'i.. enterasan bir şekilde uzun zaman sonra izlediğim bir oyunda azıcık da olsa boş yerler gördüm devlet tiyatrosunda, seyircinin daha çok ilgi göstermesini beklerdim. elbette dt'de çok iyi eserler var ama, sırça kümes de ne metin ne de cast olarak küçümsenecek bir oyun..

    williams'ın eserlerinde kalbi kırılan kadınlar temasına rastlamak mümkündür, bu oyunda da ilk başta her ne kadar ana karakter anlatıcıymış gibi algınsa da, oyun daha çok kız kardeşinin(laura) üstüne kurulu. zaten laura'yı oynayan gülin ersoy da hakkını fazlasıyla veriyor. diğer karakterlerin da williams'ın klasiği olduğu gibi geçmişiyle bir alıp veremediği var; anne genç kızlık zamanlarını, jim ise lisedeki popüler günlerini özlüyor. güzel gelişen oyununun son sahnesindeki tom'un performansı ise salondan bizi sarsılmış bir şekilde gönderdi.
    annenin replikleri çok uzun, belki biraz da sıkıcı. ama bunu oyuncudan ziyade, karakterin tom için ne kadar sıkıcı olduğunu anlatma çabasından kaynaklandığını sanıyorum.

    ilk perde daha çok olayın zeminini hazırlamak üzerine kurulu gibi. laura'nın geçmişini ve yaşadığı ortama aşina oluyoruz; ki asıl olay ikinci fasılda cereyan ediyor. çok da spoiler olsun istemiyorum ama jim-laura ikilisi yaşadıkları duygu alışverişini seyirciye çok iyi aktarmışlar..

    --- spoiler ---
    jim-laura arasında gelişen ilişki, öpüşme, sırça unicorn'un boynuzunu kaybetmesi.. sonra laura'nın 6 senedir sadece resmine bakarak hatırladığı jim'i kaybetmesi.. gidip-görülesi bir performans.
    ---
    spoiler ---

    ve artık hoşçakal.


    (baroni - 9 Ekim 2011 02:38)

  • comment image

    herkesin kendinden birşeyler bulacağı toplumsal yaralara parmak basan bir eser. ankara devlet tiyatroları nda izledim bu haftasonu.

    --- spoiler ---

    kocası tarafından terkedilen amanda, aşağılık duygusu ile hayattan kopmuş laura ve kendinden tonlarca büyük yükü sırtında taşırken hayaller kuran tom.
    özellikle tom'un hali içler acısı idi; yıllar önce babaının yaptıklarının faturası ona kesilmişti ve o da bi yerde bırakıp giderken 'babama çekmişim' diye kurtuluyordu vicdan diye adlandırdığı kanayan yarasından. aileye öyle bir kan bağı ile bağlıdır ki; hem sorumluluklarını ifa eder, hem de kendisi için birşey yapamamaktan, ödün vermekten, hayallerini kaçırdığından yakınıp durur; öyle bir haldir ki kıpırdanamaz, çakılı kalmıştır. gider ama vicdanı peşini bırakmaz.

    laura, rolü yakınlarımdaki birini anlattı bana; eksik olmasından ziyade aşağılık duygusu ile hareket ettiği için -aslında hiç hareket etmediği için- affedemeyeceğim tipler arasındadır. böylelerinin kendisine, çevresine kısacası topluma faydadan çok zararı dokunur, tekrar ediyorum; engelli olduğundan değil, dimağına engel koyduğundan.

    amanda... amerikanın 30'lu yıllarından bu yana hiç bir şey değişmemiş dedirtir insana. kadınların çoğunun terkedilmeyi asla kabul edememesi ve bir kadının tek başına ayakta kalamayacağı zırvasını güçlü görünmeye çalışarak hatırlatır oyun boyunca. çocuklarını büyütmüş; birini kendine hizmetçi, bir diğerini de kendine uşak eylemiştir. burnundan kıl alınmaz, hayatlarının kurtarıcısı olarak gördüğü oğlunu kaybedeceğini anlayınca yine başka bir erkek olan damat adayına yükler bu rolü. hayatlarının kurtulması için birilerine sırtını dayaması gereklidir. bu nedenledir ki tom da evi terkederken annesini hiç umursamaz bile. bu kadın tiplemesine de tahammülüm yoktur. halbuki günümüz türkiyesinde böyle midir?kocası tarafından terkedilen ve evlere temizliğe giderek çocuklarını büyüten -bizim iş yerinde çaycı- hazine teyze bile bin kat daha kutsaldır gözümde. sırça olmasa da beton kümeste yaşam mücadelesi daha etiktir kanımca.

    oh, iyi oldu... gitti tom... darısı gidemeyenlere...

    ---
    spoiler ---


    (birnickimbileyok - 23 Ekim 2011 21:32)

  • comment image

    bu sezon izlediğim ilk tiyatro oyunu, benim için son derece iyi bir açılıştı açıkçası. genellikle kalabalık olmayan kadrolardan çekinirim, sahneyi doldurmak, hem kendi aralarında hem de seyirciyle olan iletişimde sürekliliği sağlamak zordur; ancak sırça kümes oyuncuları bunu gayet iyi başarmış. kesinlikle izlenesi.

    --- spoiler ---
    "hayalkırıklığı başka bir şeydir, cesaretinin kırılması başka... ben çok hayalkırıklığına uğradım ama cesaretim hiç kırılmadı."
    ---
    spoiler ---


    (imla kilavuzu - 29 Ekim 2011 19:06)

  • comment image

    --- spoiler ---

    -senin yaktigin mumlari tek tek sondurebilmek icin laura.oysa bugunlerde dunya yildirimlarla aydinlaniyor!
    ---
    spoiler ---

    kalbime ok saplayıp o oku bir süre zevkle çevirdiler sandım .net."

    --- hafif spoiler ---

    dekor gayet sade ve bir anda sizi içine çekebilen sizi evin içine davet eden güzel şirin bir dekordu.kendi yerinizi bulup oradan izliyorsunuz oyunu.ışık ise genel anlamda iyiydi fakat loş ışıklar biraz fazla uygulanmıştı.ben bir ara kopup gidiyordum oyundan nerdeyse.ama bu benim gözlerimin bozuk olduğundan da kaynaklanıyor olabilir.tam bilemedim şimdi.teknik açıdan değerlendiresim gelmiyor açıkçası,benim derdim tom oldu zira .tom'a taktım kafayı.

    oyunla ilgili hala kararsızlıklardayım.hangisi doğruydu?ya da doğru var mıydı ? insan iki seçenekten birini seçtiğinde her halde mutsuz olmak zorunda mı?gitmek mi? kalmak mı?üçüncü bir seçenek yoktu şartlar ve iki seçenek...hayaller ve gerçek dünya... hayallerinin peşinden koşup gidip onları yakalamak isteyen ve bir kunduracıda çalışıp vakit öldüren arada kalmış bir adam ...gerçi bütün karakterler arada kalmıştı bu oyunda. hepsinde bir araf tedirginliği...ama tom ...tom sen şair adamsın.normal insanlar gibi olmaz şair adamlar değil mi tom? düşünmeden duramazlar.hayal kırıklıklarını, kalp kırıklıklarını, arkada bıraktıklarını...hep senle gideceğini bilirsin o hayaletlerin öyle de oldu zira ...giden tom ve peşini bırakmayan hayaletler...

    oyunun hepsini anlatırdım ama yapmayacağım jim in laura ya 'seni birinin öpmesi lazım' diyip laura yı öpmesi aklıma kazandı.uzun zamandır böyle duygusallaşmamıştım.çok abartı olmadan çok güzel oynanmış.olması gerektiği gibi...insan şunu düşünmeden edemiyor keşke öpmeseydi laura yı başkasının varlığını bile bile bir oyunda bile şaşırtmıyor insanoğlu beni hayat zaten yeterince bu tarz insanların varlığıyla dolu bir tiyatro oyununda da olması düşününce yeterince can sıkıcı...laura nın üstünde dönüyor oyun kısa keseceğim o yüzden.hafif spoiler dedik ama oyunun en vurucu noktalarından birini de söyledik neyse artık .

    amanda; hep geçmişe özlem duyan çok sevdiği uğruna neleri teptiği adamın bırakıp gitmesi kolay olmayan bir yaşantı.otomatiğe bağlamış bir hayat.sevgisizlikle yaşamını sürdüren bir kalp...geçmişte yaşamakla geleceğe tutunmak tutunabilmek arasında gidip gelmek.ve süper oyunculuk .

    --- hafif spoiler --
    çok keyif aldığım diyemeyeceğim zira keyif vermek için yazılmış bir oyun değil.rahatsız etmek ,dürtmek ,farkına vardırmak isteyen bir oyundu zannımca.bunu da gayet iyi başardı.mutsuzdum çıkınca ...seyirciler pelte kıvamına gelmişti.kalbi kırılmış kadınlar, sigara dumanlı yalnızlıklarına gömülmüş adamlar....teşekkürler tennessee williams ....

    tavsiyem gidin görün izleyin ankara dt de şinasi sahnesinde.


    (don kisot ve yel degirmenleri - 19 Aralık 2011 02:46)

  • comment image

    3 kişilik aileyi anlatan güzel bir tiyatro oyunu. dram izlemeyi sevmem tiyatroda komedya olmazsa ben de yokumdur ama bu oyun insanı üzmüyor, bunaltmıyor, iki perde akıp geçiyor ve sizi sıkmıyor. ayrıca bu oyunda bir gülin ersoy var ki onun performansı için oyuna gidilmelidir. bir insan bu kadar mı güzel oynar ve duyguları bu kadar mı güzel yansıtır.

    edit: oyundan bir sahne


    (yazar olmak isteyen azimli genc - 25 Ocak 2012 01:40)

  • comment image

    ufak tefek kusurlarını saymazsak, kesinlikle gidilip izlenmesi gereken bir oyunculuk. oyuncuların sesleri mimikleri çok başarılı, oldukça etkiliyor insanı. kaçırmayınız.


    (eruslu - 30 Kasım 2012 00:28)

  • comment image

    tiyatro oyununa bir anlatıcı koymakla, brecht tarzı bir yabancılaştırma etkisi kullanmış bu oyunda williams. ayrıca rüya gibi bir atmosfer yaratarak gerçeklikle hayal arasında bir resim çizmiş. sembolist bir oyun. aynı zamanda otobiyografik olduğu söyleniyor. ama hepsinin ötesinde, laura'nın tek boynuzlu atı, tom'un sinemada gördüğü malvolio adlı sihirbazın numarası, ve yine laura'nın oyunun sonunda mumu üfleyerek söndürmesi. ve tabii ki mavi güller.

    (bkz: strindberg)
    (bkz: amerikan ruyasi)


    (little wing - 14 Temmuz 2004 16:50)

  • comment image

    orjinal filminde john malkovich in oynadıgı yere düşen kristal unicorn'un sinema tarihin üzerinde en çok symbolism barındıran sahnesi olabileceği güzel tiyatro oyunu.


    (ray kinsella - 19 Aralık 2004 15:32)

  • comment image

    kocası tarafından bırakılmış amanda, hayatta bulamadığını filmlerde bulan tom, camdan eşyalar biriktiren ve bacağı felçli olan laura'nın kahramanlarını oluşturduğu tennessee williams'ın eseri.
    amanda laura'yı evlendirmek ister bunun için en uygun kişinin tom'un iş arkadaşı jim olduğunu düşünür. ne var ki jim laura'nın çocukluk aşkıdır. jim ve laura yıllar sonra bir araya gelirler ve o çok dokunaklı sahne yaşanır:
    jim:_ gelelim sana! söyle laura senin de ilgilendiğin bir şeyler vardır elbet...
    laura:_ benim mi? dedim mi a, şey... koleksiyonum var benim...
    jim:_ neden bahsediyorsun allah aşkına? nasıl şey o koleksiyon dediğin?
    laura:_ sırça işte...çerden çöpten şeyler. süs için çoğu. minnacık minnacık hayvanlar, sırçadan yapılmış hepsi. her çeşit hayvan var içinde. annem tutturmuş "sırça kümes" deyip duruyor. bakın size bir tanesini göstereyim, isterseniz. en eskilerinden biri bu. on üç yılı dolduracak neredeyse. aman dikkat edin! çıt diye kırılıverir.
    jim:_ iyisi mi almayayım elime! pek sakarım kırılır da sonra...
    laura:_ yok! alın, ziyanı yok(avucunun içine kor) tamam şimdi yavaşca tutun elinizde, ışığa doğru kaldırın biraz! pek sever ışığı. bakın nasıl ışıyıverdi içi.
    jim._ sahi pırıl pırıl oldu.
    laura:_ gerçi ayırmamam lazım hiçbirini ya, en çok sevdiğim bu.
    jim:_ aslı nedir bunun kuzum?
    laura:_ görmüyor musunuz boynuzunu?
    jim:_ unicorn ha?
    laura:_ hıı...
    jim:_ benim bildiğim unicornların nesli tükendi çoktan.
    laura._ öyle ama...
    jim:_biçare yalnız başına öyle kimbilir nasıl canı sıkılıyordur.
    laura, (gülümser):_ belki ama hiç de şikayet ettiği yok. yanında boynuzsuz atlardan var bir sürü, gül gibi geçiniyor onlarla.
    jim:_ nereden biliyorsun iyi geçindiklerini?
    laura:_ şimdiye kadar ağız kavgası bile etmediler.
    jim(güler):_ ağız kavgası ha? bak. bu aklıma gelmemişti hiç! nereye konacak bu?
    laura:_masanın üstüne bırakıverin! arada bir yeri değişirse, pek hazzeder.
    jim:_ ne demezsin!... gerindim de bak nasıl gölgem büyüyüveriyor!
    laura:_ ya bütün tavanı kaplıyıverdi!
    jim(ayağa kalkar kapıya doğru gider):_ yağmur dindi galiba(kapıyı açar) nereden geliyor bu çalgı sesi?
    laura:_ karşıdaki cennet bahçesinden.
    jim:_ biz de şöyle biraz zıplasak, ha, ne dersin?
    laura:_ ama...
    jim:_ demek benden önce birine söz verdin. bırak canım, kimse o, beklesin az daha! ne işi var başka!( vals çalar; "mavi tuna") oo! vals başladı:(tek başına bir iki döner, derken laura doğru uzatır kollarını.)
    laura (soluk soluğa):_ dans edemem ki ben.
    jim:_ başladın yine, bak! hep böyle aşağılık duygusu...
    laura:_ ömründe dans etmemişimdir ben
    jim:_ gel, efendim! bir deneyelim.
    laura:_ ayağınıza basarım, acıtırım bir yerinizi.
    jim:_ korkma canım! sırçadan mı sandın beni de?
    laura:- nasıl, nasıl başlayacağız ama?
    jim:_ sen bana bırak işi! sade kollarını kaldır biraz!
    laura:_ böyle mi?
    jim:_ az daha yukarı! tamam şimdi, yalnız kasma kendini öyle, gevşek bırak!
    laura(sinirli sinirli güler):_ güç iş doğrusu.
    jim:_tamam
    laura:_ korkarım beni kımıldatamayacaksınız bile.
    jim:_ ne iddiasına giriyorsunuz?(kızı kapıp yürütür)
    .....
    laura:- allah'cığım!
    jim:_ ha!.. ha!...
    laura:_ başıma gelenler!
    jim:_ ha!... ha!... (ansızın masaya çarparlar jim durur.) neydi o çarptığımız kuzum?
    laura:_ masa.
    jim:_ galiba bir şey yere düştü, değil mi?
    laura:_ evet.
    jim:_ bizim boynuzlu at değildir inşallah!
    laura:_ o.
    jim:_ tuh! aksiliğe bak! kırılmış mı?
    laura:_ öbür atlara benzemiş şimdi.
    jim:_ şeyi gitmiş mi yoksa?
    laura:_ boynuzu kırılmış ama, ziyanı yok. daha iyi oldu belki de.
    jim:_ gel de üzülme şimdi! en çok bunu seviyordun dedindi, değil mi?
    laura:- laf olsun diye söyledim, canım. kırılmışsa kırılmış. sağlık olsun! sırça dediğin zaten işarete bakıyor kırılmak için. istediğin kadar dikkat et, hiç bir faydası yok. daha olmazsa bir kamyon geçiyor, sarsıntıdan sapır sapır dökülüyorlar yere.
    bir de oyundan kalan şu söz:, "zaman, iki yer arasındaki en uzun mesafedir".


    (in nuce - 25 Aralık 2005 19:03)

Yorum Kaynak Link : the glass menagerie