Süre                : 2 Saat 19 dakika
Çıkış Tarihi     : 15 Ekim 1999 Cuma, Yapım Yılı : 1999
Türü                : Drama
Taglar             : Sürpriz biten,Dövüş,çoklu kişilik bozukluğu,uykusuzluk hastalığı,Anti kurulum
Ülke                : ABD,Almanya
Yapımcı          :  Fox 2000 Pictures , Regency Enterprises , Linson Films
Yönetmen       : David Fincher (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Chuck Palahniuk (IMDB)(ekşi),Jim Uhls (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Edward Norton (IMDB), Brad Pitt (IMDB)(ekşi), Helena Bonham Carter (IMDB)(ekşi), Meat Loaf (IMDB)(ekşi), Zach Grenier (IMDB), Richmond Arquette (IMDB)(ekşi), David Andrews (IMDB), George Maguire (IMDB)(ekşi), Eugenie Bondurant (IMDB), Christina Cabot (IMDB), Sydney 'Big Dawg' Colston (IMDB), Tim De Zarn (IMDB), Ezra Buzzington (IMDB), Bob Stephenson (IMDB), Rob Lanza (IMDB), David Lee Smith (IMDB), Holt McCallany (IMDB), Eion Bailey (IMDB), Evan Mirand (IMDB), Thom Gossom Jr. (IMDB), Jared Leto (IMDB), Carl Ciarfalio (IMDB), Stuart Blumberg (IMDB), Mark Fite (IMDB), Matt Winston (IMDB), Joon Kim (IMDB), Lauren Sanchez (IMDB), Tyrone R. Livingston (IMDB), David Jean Thomas (IMDB), Paul Carafotes (IMDB), Christopher John Fields (IMDB), Scotch Ellis Loring (IMDB), Michael Shamus Wiles (IMDB), Andi Carnick (IMDB), Edward Kowalczyk (IMDB), Van Quattro (IMDB), Markus Redmond (IMDB), Matt Cinquanta (IMDB), Paul Dillon (IMDB), Eddie Hargitay (IMDB) >>devamı>>

Fight Club (~ Dövüs Kulübü) ' Filminin Konusu :
class="text-collapsed" style="overflow: hidden;" Oregon Üniversitesinde yüksek lisansını yapan Chuck Palanhiuk'un uzak olmayan bir gelecekte geçen ve kafası karışık genç bir erkeği konu alan romanından yola çıkılarak çekilen Fight Club'da filmi anlatan, ünlü bir otomobil firmasında iyi bir işe sahiptir. Tek düze yaşamı kronik uykusuzluk sorunuyla çekilmez bir hale gelmiştir. Ailesi ve yakın bir arkadaşı olmayan Jack doktorunun tavsiyesi üzerine kanserli hastaların terapi grubuna katılır. Bu toplantılar esnasında Marla'yla tanışır o da genç adam gibi hasta olmadığı halde grubun toplantılarına katılmaktadır. Jack'in ve Marla'nın çabaları tüketici kültürünün anlamsızlığına karşı bir duruştur adeta kariyer sahibi ama yanlız insanların bir tepkisi. Jack'ın jenerasyonu ölü bir jenerasyondur. Bir yolculuk sonrası evinin yanmış olduğunu gördüğünde arayabileceği tek kişinin yolculuk sırasında tanıştığı sabun satıcısı Tyler Durden olmasıda adeta bunun bir kanıtıdır. İçilen birkaç biranın ardından park yerinde Tyler, kahramanımızı kendine vurması için kışırtacaktır. Aralarında başlayan bu kavga Jack'in hayatını değiştirecektir. Bir süre sonra Jack Tyler'ın yanına taşınır. Tyler'ın liderliğinde bir dövüş kulübünün kuruluşuyla bu kulübde sayıları elliyi aşmamak kaydıyla genç erkekler birbirleriyle dövüşmeye başlayacaklardır. Kısa sürede popüler hale gelen kulüp ve Tyler Durden hızlı bir şekilde bu ölü jenerasyonun mesihi haline gelir.


  • "''eğer kapitalizm eleştirisi bir film, dünya sinema tarihine damga vuracaksa onu da amerika yapar'' gerçeğini yüzümüze fark ettirmeden çarpan fim."
  • "eleştirdiği türden insanlar tarafından yüceltilmekten asla kurtulamayacak film."
  • "ilk kuralının fight club hakkında konusmamak oldugu film.o yuzden susuyorum."
  • "filmin fragmanlarinda ki ve filmin sonundaki sarki ...pixies - where's my mind.mp3"
  • "matrix'deki efektler fight clubda aynen kullanilmistir lakin sevi$me sahnelerinde...eger dikkat ettiyseniz tabi.....nikim geregi etmi$ bulunuyorum.."
  • "cok guzel bir fikirdi. ama hollywood tarafindan parayla gosterime sunuldu. gozumde bitmi$tir fight club. kitabinin da korsanini okuyorum."




Facebook Yorumları
  • comment image

    --- spoiler ---

    film icin tam 1500 film makarasi kullanilmis. filmin kendisi gibi normal bir 120 dakika icin kullanilanin yaklasik 3 kati kadar.

    sokakta film cekimi sirasinda gurultuden deliren herifin teki gorevlilere binadan 40 ozluk bira sisesini firlatmis. hatta fotograf yonetmenine gelmis ama ciddi yaralanmamis.

    sarhos bir sekilde golf toplarina vurduklari sahnede edward norton ve brad pitt gercekten de alkolluymus.

    marla'nin yastik sahnesinde aslinda "kurtaj yapmak istiyorum" diyormus. yanliz orospu cocugu fox'un baskani laura ziskin (kisaca bitch diyebilirsiniz) bunun degismesini istemis. tamam diyen david fincher abimiz ayari verip o lafi "orta okuldan beri boyle sikilmedim" olarak degistirmis. fox bu sefer kurtaj olan daha iyidi onu kullanin demis ama fincher baba olmaz demis.

    edward norton film icin yaklasik 10 kilo vermis.

    tyler ve marla'nin seks yaptigi sahnede the matrix'de ki gibi (hani o yavas cekim kursun) cekim kullanilmis. sonrada cg ile duzenlemis. aslinda o sahne cekilirken her ikiside giyinikmis (ulan ben su erkek halimle bulsam brad pitt i oyle bir sahnede sonrada o sahneyi giyinik cekecem? hatun malmis). ayrica bu sahnede kama sutra'dan 10 adet pozisyon denemisler ve seslerin kaydi icin 3 gun calismislar.

    bir sahnede aslinda edward norton brad pitt'in kulagina gostermelik vuracakmis ama fincher abimiz caktirmadan norton'u kenara cekip harbiden vur demis. norton da hayvan tabi vurmus, brad pitt gercekten aci cekerken norton'un gordugumuz gulumsemesi gercekmis.

    film ilk olarak peter jackson'a goturulmus. jackson "kitabi severim ama lotr icin hazirlaniyorum" diye kabul etmemis. ikinci tercih bryan singer'mis. yanliz bir cevap vermemis, hatta daha sonra icinden aglayarak "kitabi pek okumamistim" demis. ucuncu olarak danny boyle'a gitmisler ama o da kitabi cok sevdigine ragmen "the beach'i cekiyorum, ona konsantre oldum" demis. son olarak david fincher'a gitmisler ama alien 3'den sonra hakli olarak "sokarim lan fox'a" diyen fincher once istememis. daha sonra produktorler ve fox baskani bitch abimizi ziyaret edip ortami yumusatmislar o da kabul etmis. iyi ki de etmis diyoruz.

    produktorlerden biri russell crowe'u cok istemis ama bir digeri brad pitt olsun diye israr etmis. filmden sonra "brad pitt'in bu performansini izledikten sonra bu role bir baskasini dusunemiyorum" demis.

    produktorler matt damon ya da sean penn'i istemisler ama fincher edward norton olmasini istemis. norton kendisine 3 film daha teklif gelmesine ragmen fight club'i secmis.

    norton'un evi aslinda fincher'in los angeles'a ilk geldigi zamanki evine benzetilmis. fincher o zamanlar o evi havaya ucurmak istedigini soylemis.

    brad pitt ve edward norton gercekten de sabun yapmayi ogrenmisler.

    film 200 degisik mekanda 300 cekimle 138 gunde tamamlanmis.

    ---
    spoiler ---


    (mission complete - 26 Ocak 2009 16:24)

  • comment image

    filmde bir easter egg var. başlık altında yalnızca bir entryde bahsedildiğini gördüm bulabildiğim kadarıyla. filmin dvd'sinde copyright uyarısından hemen sonra yalnızca bir saniyeliğine görünüyor.

    çevirisi ise şu şekilde:

    "eğer bunu okuyorsan, bu uyarı senin için. bu anlamsız güzel baskılı kağıttan okuduğun her kelime hayatından harcanan diğer bir saniye demek. yapacak başka işlerin yok mu? hayatın gerçekten bu kadar boş mu da bu anları daha iyi geçirebileceğin bir yol düşünemiyorsun? yoksa saygı ve inanç beslediğin otoriteyi ortaya koyanlardan çok mu etkilendin? okuman gereken her şeyi okur musun? düşünmen gereken her şeyi düşünür müsün? sana alman gerektiği söylenen her şeyi satın alır mısın? apartmanından dışarı çık. karşı cinsten biriyle tanış. lüzumsuz alışverişi ve mastürbasyonu bırak. işinden ayrıl. bir kavga başlat. yaşadığını kanıtla. eğer insanliğini ispat edemezsen, bir istatistik olarak kalacaksin. artık uyarıldın. " - tyler durden


    (911 turbo - 22 Mayıs 2010 18:23)

  • comment image

    sene 99. eşimle birlikte filmi türkiye'de gören belki ilk 50 - 60 kişi içerisindeyiz. takip eden ay içinde de 3 kere daha gitmişiz. daha fenomene dönüşmemiş. azılı birer fincher hayranıyız zaten, üstüne böyle bir film gelince tutabilene aşk olsun...

    o sıralar üniversitede sinema muhabbetleri falan yapıyoruz, "olm" diyorum; "fight club'ı izlediniz mi, süper film. fincher konuşturmuş yine." masada beğenen bir kişi bile çıkmaz mı? özellikle hatırlıyorum, daha sonra epey samimi olduğum arkadaşlardan biri "ben hiç beğenmedim" falan diyor. aradan bir iki yıl geçiyor, film moda haline geliyor. beğenmedim diyen arkadaş avrupalardan iki disklik özel dvd'sini falan getirtiyor. herkeste bir tyler havaları, "abi yıkmak lazım bu sistemi, hadi şerefe" tavırları...

    sonra... eş dost sohbet arasında dahi "benim için 90'ların en iyi iki üç filminden biri" bile diyemez hale geliyorum. "90'lara, belki de 20. yüzyıla en iyi nokta koyan film" diyemiyorum. diyemiyorum da diyemiyorum. napıyorum? arada bir açıyorum, şöyle keyifle o muhteşem sinema dilinin tadını çıkarıyorum; tek başıma.


    (thesharkisworking - 25 Temmuz 2010 14:29)

  • comment image

    vintage'ın 2006 tarihli fight club baskısında chuck palahniuk'un bir "sonsöz"ü var. orda kitap hakkında -yazılışından yıllar sonra- eğlenceli bir dizi malumatı paylaşıyor.

    fight club aslında ilk yazıldığında 7 sayfalık bir öyküymüş. 7 sayfa olmasının sebebi de şu: bizim çak'ın yazın üstadı tom spanbauer sürekli 7 sayfanın kısa bir hikaye için mükemmel bir uzunluk olduğunu söyler dururmuş. bu öykünün bir özelliği de çak'ın satıp para kazandığı ilk öykü olmasıymış. the pursuit of happiness adıyla çıkan bir öykü antolojisinde öyküsü basılmış ve bu işten tam 50 dolar kazanmış. kitabı çıkaran blue heron yayıncılığın sahipleri dennis ve linni stoval gitmişler kitabın sırt kısmı tabir ettiğimiz yere kitabın ismini yanlış yazmışlar ve bunu düzeltmek için yaptıkları masraf yüzünden nerdeyse batıyorlarmış. şimdi o hatalı kitapları çok güzel paraya satıyorlarmış. insanlar kitabın altıncı bölümünde her şeyi başlatan öyküyü görmek istiyorlarmış çünkü.

    bir fantasik malumat daha: öykü kitaba dönüşüp bir fenomen olduktan sonra londra'da bir kitap tanıtım/imza gününde adamın biri gelip çak'ı tebrik etmiş ve garsonların yemeklere yaptığı şeylerden bahsetmesine, bunu tasvir ediş şekline onun ve arkadaşlarının bayıldığını söylemiş. adam, londra'da çok ünlü bir restoranda garsonmuş ve orda yemek yiyen pek çok ünlünün yemeklerine onun ve arkadaşlarının pek çok şey "yaptığını" söylemiş. çak, bir isim ver gardaş deyince, ciddi bir ifadeyle hayır demiş. o zaman çaki de kitabı imzalamam ben de o halde demiş. bunun üzerine adamımız çak'a iyice yaklaşmış ve şöyle fısıldamış:

    "margaret thatcher atmığımı yedi... nerden baksan en az beş kez."

    kaynak: chuck palahniuk, fight club, vintage, london, 2006, s.214-215.


    (gofret beyin - 13 Eylül 2011 01:08)

  • comment image

    hakiki ağırlığı, ismi lazım değil avm'deki bir mağazada tezgahtar olarak çalışmaya başladığınızda hissedilen film/kitap. izmaritleri sıraya dizen, günleri gece/gündüz yılları ise yaz/kış diye ayıran gamsız birer üniversite öğrencisiyken ne mavi yakanın çamura gömülüşünü ne de liberal ekonominin bireyi tüketime sevk edişini, borca batırışını görmüşüz. piramidin en altında ipotekli yaşamlara kucak açan, hiçbiri kar tanesi olmayan, dans eden pisliklerin bize ne kadar yakın olduklarını kafamızda canlandıramamışız.

    adım cornelius. ya da robert paulson. ya da başka bir şey. en dipteyim. çocuklarının devirdiği standlar için özür dilemeyi aklının ucundan dahi geçirmeyen, kendilerini efsunlu ve benzersiz hissettiren parapsikoloji/kişisel gelişim kitaplarına tapan kadınların ya da aradığı müzisyenin ismini yanlış yazdığım için bir tür skandala tanık olduğunu düşünen orta yaşlı adamların arasındayken, öğrencilik yıllarımda fark etmediğim pek çok şey görüyorum. harika ve benzersiz olmadıklarını idrak etmektense ölmeyi tercih edecek olan bu insanlar, aylık maaşımı tek bir alışverişe harcarken beni keyfi nedenlerden ötürü azarlamaktan çekinmiyorlar. bir müşterinin yerini değiştirdiği bir albüm yüzünden azar işitiyorum. ve itiraz edemiyorum. çünkü onlar müşteri. bense hizmet için varım. en alttayım, en karanlık hücredeyim. çıkıp gidemiyorum çünkü bakmam gereken bir ailemin olmamasına karşı kredi kartı borçlarıyla sisteme bağlıyım. hepimiz borçlarla sisteme bağlıyız. bu yüzden bir hiç gibi davranmaya ve göze batmamaya mecburuz. hiçkimse olarak kalmalı ve bir üst basamakta durup ağzımıza sıçanların keyfi eleştirilerine saygıyla kafa sallamalıyız. sınırları parçalayacak ve özgürlüğümüzün nereye kadar uzandığını sınayacak cesarete sahip değiliz çünkü. bizi çamura saplayan borçlar sürüp giderken daha fazlasını isteyecek, daha fazla borca girecek, tüm düşlere boş vereceğiz. bizi heyecanlandıran yegane şey daha fazla borçla gelecek olan bir iki aidiyet.

    peki tüm bunların çözümü vandalizm mi? kesinlikle değil. fight club gerçek bir soruna uçuk bir tepki veren karakterlerin romanı. yanlışa yanlışla cevap verecek kadar çıldırmış, mükemmeliyetçi bir egonun öyküsü. benimki ise hiçkimse olmayı sorgulayan, gecenin dördünde gittiği çorbacıdaki garsonun salt bir beyaz gömlek değil de tam bir insan olduğunu fark etmekle gelen uyanışın öyküsü. öykünün ilk kuralı öykü hakkında konuşmamak...


    (coor bagpipes - 22 Ağustos 2012 01:44)

  • comment image

    filmi izlemeyenler için çok ciddi spolier içerir. yok abi sana demedim, sen zaten kitabı herkesten önce okudun. lotr, game of thrones filan. evet, kitaptan çok farklı abi yaa, hiç bi şeyi aktarmamışlar filme. abime bi çay verin. geç abim, buyur. evet abi, hıhı, evet. anasını sikmişler kitabın beyazperdeye aktarıcam diye. ..ya abi hiç sorma, o konuda ben de çok kırgınım çak abiye. sen git kapitalizmi hicvet, anasını sik; sonra milyon baloncuğa senaryo yaptır hicivnameden.

    bakim, hah okumayı bıraktı galiba. bu pezevengi savuşturduğuma göre asıl konuma döneyim. filmi sinemada izleyen şanslı azınlıktanım. yaşım 13-14 filanken anansiki dövüş filmi diye çığlık çığlığa girmiştim sinemaya. tabii film temelinde dövüş olsa da pek beklediğim formatta değildi. işin asıl dramatik tarafı, yanımda da birader var. çocuk 10 ya da 11 yaşında. aslında şimdi düşünüyorum da ne bileyim +16 filan bi film olması lazım sanki fayt kılabın. öhm, neyse. filmin, kitabın başyapıt olması haricinde bir de üstüne ergenliğimin en yoğun testesteronlu döneminde izlemiş olmamın tezahürü büyük oldu haliyle. hala bile ara ara aklıma geliyor fayt kılab kurmak. sayısız denemeden sonra anladım ki bizim memlekette kurulmaz bu fayt kılab.

    geçen gün bir sözlük arkadaşımla ip tespit etmek, evden aldırmak filan diye bi meselede geyik yapıyorken birden moda girdim. birilerini daha kapitalist düzenden kurtarmalıydım. "ne olmak istiyordun ha adamım. ne olmak istiyordun. eğer 4 hafta içinde ne olmak istiyorsan, ne yapmak istemişsen de yapamamışsan, o yönde bir adım atmzsan ve dostum tanrı şahidimdir ki en ufak bir adım dahi atmazsan, geleceğim ve böbreğini çalacağım. ip adresini tespit ettim" diye mesaj attım buna. "ya benim öyle hayalim filan yok ya. allah'a çok şükür memnunum halimden. hem gel çay demleriz" diye cevapladı lan. böyle tepki alınca kapitalizmi yıkma planlarımdan da bahsedemedim. tevekkülden bahsettim. şükretmek lazım yani, ne halde insanlar var sonuçta.

    sonra dedim bu böyle olmayacak. toplum buna hazır değil. gideyim de bar çıkışı kendi kendimi döveyim, soran olursa "bu benle tahir'in arasında" deyip şizofrenimle ilgili ufak tüyolarla insnaların meraklarını cezbeder ve cemaatçiler gibi "kardeş akşam kaavede sohbet var. geliyorsun di mi?" filan diyerek yürürüm dedim. 4 gün gece gündüz dövdüm kendimi de bi allah'ın kulu da yiğenim neyin var demedi ya lan. sonra ağız burun çarşı pazara dönmüş eve giderken bi abi çevirdi, yiğenim ne oldu sana dedi. abinin samimiyeti beni benden aldı. bütün planlarımı, kulübü nasıl işleteceğimi filan anlattım. büyük bir dikkatle dinledi beni de "la olum değer mi la bi tane kulüp için. anlıyorum delikanlı adamsın, kanın kaynıyor ama artık ekmeğini eline almanın, ev yuva kurmanın zamanı gelmedi mi yiğenim?" dedi.

    adama hak verdim, takside girdim lan. bir antikapitalist kahramanı daha doğmadan öldürdüler amına koyim.


    (sae - 29 Aralık 2012 10:20)

  • comment image

    ''eğer kapitalizm eleştirisi bir film, dünya sinema tarihine damga vuracaksa onu da amerika yapar'' gerçeğini yüzümüze fark ettirmeden çarpan fim.


    (kapatkapilarini - 8 Ocak 2013 21:09)

  • comment image

    fight club "sözde" sistem karşıtlarınca itina ile overrate edilmesine rağmen, bence aslında asıl mesajı en az anlaşılabilmiş filmlerden biri. filmin birçok insanın algısındaki izi "ikea kötü, popüler kültür tırt, kredi kartı kullanmayalım, sistemi çökertelim." civarında bişiler. oysa, hatırlatmak isterim ki, filmin sonlarına doğru, bi diner'ın staff odasında diner personeli "his name is robert paulson, his name is robert paulson..." diye tekrar ederek garip bir "ayin" yaparlar. uzay maymunları, ya da project mayhem, adı her neyse, sistemin kokuşmuşluğuna, sistem üyelerinin anlamsız aidiyet ihtiyaçlarına ve ritüellerine karşı olan insanların bir araya gelmesinden oluşmuş bu "şey", kısa zamanda kendi aidiyet dinamiklerini geliştirir, kendi ritüellerini oluşturur filmde. sorun mevcut sistemde değil, insanlardadır belki de?


    (trenchkot - 27 Mart 2013 13:05)

  • comment image

    ikeanin gullu perdeleri var karsimda su an, turkuaz renkli kagit masa lambam, yves roche marka el kremi, depottan aldigim cicekli bardak altligi, bilgisayarim philips marka ve tam masanin bi kosesinde sarjda olan tabletim duruyo..

    bu filmi ne kadar sevdigimi uzun suredir yazamadim.. piyasaya dustu cunku.. piyasaya dusen bi seyi seversem ben de piyasa olucam gibi geliyo.. kedileri de o yuzden sevmedigimi iddia ederim.. kedi seven tiplerin yavsakligindan ve abartmalarindan oturu..

    fight club bizim donemlerin, 90larda cocuk olanlarin utopyasiydi.. herseye siktir cekebilen tasakli adamlar, erkek denen turun en derinine inmis genlerinde kodlu o siddeti dibine kadar yasayan abiler, kurallari belli bi gizli gruba uyeligi kabul edilen "sansli" herifler..

    marla singerli nicklerle dolmustu her yer o zamanlar.. tabii ki, kimse memesini bi erkege muayene ayaginda elletmeye cearet edemezdi o lise caglarinda ama, cok karizmatikti o kadin.. sigara icisi, tuylu kiyafetleri vs.

    ben bu filmi sevdigimi soylemekten senelerce korkarken, zaman oyle cabuk gecti ve bu film retro oldu! nerdeyse 20 senelik film oldu..

    pixies where is my mind, matrix ve hatta brad pitt bile eski olmaya basladilar.. fight club bile tarih oldu..

    benden sonra gelen hic bi nesil bu filmden ilham alamicak.. ancak ozenicekler ancak vay anasini dicekler film bitince.. ama hic biri, evlerinin oldugu o ara sokakta bile haril haril starbaks acilirken, temizlikcisinden doktoruna annesi ne is yaparsa yapsin elinde iphone tasirken hic birisi benim zamanimin gencleri gibi iclerinden bi an "lan siktir etsem herseyi, istedigimi yapsam" diyemicek..

    simdiki zamanin cocuklari uzerindeki baski oyle buyuk ki, oyle zor bi disariya oynama hali var ki, o kadar cok cabuk buyuduler ki, bu filmin ozunde olan utopyaya kisa sureligine olsa bile inanma luksleri yok artik..

    degil noel babaya inanmak, gece tirnak kesince seytanin geliceginden korkmak, benim bu 30uma yaklasmis halimden daha cok "bilgililer" yarim yasimdakiler..

    fight clubi annemle sinemada izlemistim, o gun pizza hut in sinirsiz gunuydu.. cuma gunu.. hayatimda ilk defa iki filme arka arkaya girmistim.. fight club ve matrix..

    ondan 3 4 gun sonra hayatimin en aci olayini yasadim.. ondan sonrasi hep uzuntu aci derin bi melankoliyle gecti.. simdi geriye donup bakinca, o 10lu yaslarimdaki saf bi baskaldirisi goruyorum..

    umutla alinmayan kiyafetlere, cdcalara bakipsinema cikisinda; sacimi ilk defa dert etmeden sokakta yurumustum.. cunku sacim cok kabarirdi o zamanlar, gozum de hafif sehlaydi.. herkes dalga gecerdi.. o gun biraktim bu isleri..

    bu filmden boyle etkilenen tek ben degilim.. o donemin filmleri bi baskaydi.. az film vardi, az sinema vardi, az film izleme imkani vardi.. az ama ozdu..

    sonra hersey gibi sinemanin da boku cikti.. korkarim, benim kisisel hayat hikayeme benzedi 2000li yillar.. gostermelik hayatlar, gizlenmeye calisan bi aci ve ne bok yiyecegini bilmemezlik.

    bizim donemimize bu kadar etki yapan bi film daha vardir ; agir roman..

    nedense simdinin 20- 30 yas arasi gencleri, agir romani da ayni icsellestirmeyle kisisellestirmistir.. hayatinda dovusmemis, agzina hap koymamis, orospu gormemis adamlar bu iki filmle aydinlanmamislardir belki ama, karakterlerinde iz birakmistir bu iki film hepimizin..

    en basta dedigim gibi, bi tyler durden olamadim tabii.. sisteme siktir cekip bina patlatamadim.. bilakis filmde tasak gecilen herseyin kolesiyim.. ikeadan tut calvin kleindan cik..ama, bi gun ikea perdem, icinde resimlerimin oldugu iphoneum ve ruh sagligim arasinda kalsam kesinlikle ilkini siktir eder ikinciyi secerim.. ve inanin bana, gunumuzde bunu yapacak cok az adam var.. oyle pis bi bagimlilik ve oyle gostermelik ki hersey artik, bundan baskasini gormemis olanlar icin, bi sekilde baska degerlerin varligina aymamis olanlar icin ilk secenek tek cikar yol..

    david fincher en edepsiz ve vandal filmlerden birini yaparak, bi donemin genclerini yola getirdi aslinda..

    bu da boyle bi analizimdir..


    (semrin - 28 Nisan 2013 00:56)

  • comment image

    filmde yakaladigimi dusundugum bir detayi aktarmak istiyorum. filmde sadece bir ki$i oluyor o da $u ostrojen tedavisi yuzunden memeleri buyuyen amcam, ve hatirlarsaniz ki bu amcam tyler'ın "sen git uygun deilsin" lafini duyunca ciddiye alip gidiyodu sora edvirt amcam "bu testin bi parcasi sabret" falan yapip gitmesine engel oluyodu yani bi$eyleri dei$tirmeye cali$iyodu hala. eger i$ler tyler tarzi yuruseydi memeli amca gitcekti ve muhtemelen olmicekti, bu da filmin ba$ka bi kisminda gecen "just let it go" soylemi ile birebir uyu$uyor. memeli amcamin olumunden aslinda edvirt (filmde gercek adi solenmiyo hic sanirim) sorumlu yani. belki kimsenin kasmadigi gereksiz bir detaydir ama bence filmde olen tek ki$inin bu $ekilde olaya dahil olmasi tesaduf degil.
    (bkz: izlemeye doyamadigimiz filmler)


    (trenchkot - 16 Nisan 2001 16:59)

  • comment image

    kitaptan birkaç alıntı:

    “bunu unutma” dedi tyler. “ezmeye çalıştığın insanlar aslında bağımlı olduğun insanlardır."

    “her gün işe gidiyorsun. akşamları erken uyuyorsun. ve bunun karşılığında aldığın tek şey koltuk takımı. gerçekten acınası bir durumdasın.”

    “insan sevdiklerini öldürür diye bir söz vardır ya; aslında insanı öldüren de hep sevdiğidir.”

    “insanlar ölmekte olduğunuzu sanırlarsa, bütün dikkatlerini size veriyorlardı. bugün sizi son kez görüyor olmaları gibi bir ihtimal varsa, sizi gerçekten görüyorlardı.”

    “tyler'ın bakış açısına göre, kötü şeyler yaparak tanrı'nın ilgisini çekmek, hiç ilgi görmemekten daha iyiydi. belki de tanrı'nın nefreti tanrı'nın kayıtsızlığından daha iyidir.”

    "her gece ölüyordum ve her sabah tekrar doğuyordum."

    “eğer ne istediğini bilmezsen, bir bakarsın istemediğin bir sürü şeyin olmuş.”

    “belki de kendini geliştirmek aranan cevap değildir.”

    “her şey çok uzaklardadır, bir kopyanın kopyasının kopyası gibi. dünyayla arana öyle bir mesafe sokar ki, ne sen bir şeye dokunabilirsin ne de bir şey sana.”

    filmden birkaç alıntı:

    "normal bir insan kavgadan kaçmak için her şeyi yapar."

    "dinleyin sürüngenler, sizler özel değilsiniz. güzel ya da eşsiz birer kar tanesi değilsiniz. diğer her şey gibi çürüyen organik maddelersiniz. hepimiz aynı gübre yığınının parçasıyız."

    "önce teslim olmalısın. her şeyden önce korkmayı bırakıp bir gün öleceğini kabullenmelisin. ancak her şeyi kaybettikten sonra her şeyi yapmakta özgür oluruz."

    "biz tüketiciyiz. tutkulu bir yaşam tarzının yan ürünleriyiz. boşversene. çimen yeşili çizgili oturma grubunu da boşver. bence eksiksiz olmaya kalkışma. mükemmel olmaya hiç çalışma. bırak evrilelim. bırakalım her şey düşeceği yere düşsün."

    "elime bir tüfek alıp türünü korumak için çiftleşmeyen her pandayı vurmak istiyordum. petrol tankerlerini açıp o hiç görmeyeceğim fransız sahillerini pisletmek istiyordum. duman solumak istiyordum."

    "acı ve fedakarlık olmadan hiçbir şey yapamazsın."

    "şu prezervatif çağımızın kristal ayakkabısı. onu takıp bir yabancıyla karşılaşıyorsun. bütün gece dans ediyor, sonra atıyorsun. prezervatifi demek istiyorum, yabancıyı değil."

    "babalarımız bizler için tanrı modeliydi. eğer babalarımız bizi terk ettiyse tanrı nasıl biridir? beni dinle. tanrının senden hoşlanmadığı olasılığını düşün. o belki seni hiç istemedi; hatta büyük olasılıkla senden nefret ediyor. bu başına gelebilecek en kötü şey değil. ona ihtiyacımız yok. lanetlenmeye ve affedilmeye ihtiyacımız yok tanrının istenmeyen çocukları mıyız? öyle olsun!"

    "dibe vurmak bir hafta sonu tatili ya da bir seminere katılmak değildir. her şeyi kontrol etmeye çalışmaktan vazgeç! bırak ne olacaksa olsun! bırak olsun!"

    ayrıca film üzerine detaylı bir okuma.
    ilaveten: bir yeni zaman tanrısı: palahniuk
    chuck palahniuk, “görünmez canavarlar”dan alıntılar
    chuck palahniuk kitaplarından alıntılar

    edit: güncelleme


    (hanging rock - 5 Mayıs 2014 14:12)

  • comment image

    --- spoiler ---

    his name is robert paulson.

    an gelir; düzenin en altındakiler, düzenin kurucularından daha çok düzene bağımlı olur ve onu savunurlar. kulüp, eleştirdiği tüm konuları en nihayetinde kendi bünyesinde de vuku bulmasının önüne geçememiştir. filmin belki de insanı en çok yaralayan kısmı da budur bana göre.

    ---
    spoiler ---


    (yuznumaraliadam - 13 Ocak 2015 11:08)

  • comment image

    afisinden acikca anlasildigi uzere sabunun insan hayatindaki onemini vurgulayan bir film.. finalinde brad pitt elinde sabunla kocatepe camii'nin avlusunda ayaklarini yikayarak temizlik imandan gelir diyomus.


    (barbie - 11 Aralık 1999 02:28)

  • comment image

    matrix'deki efektler fight clubda aynen kullanilmistir lakin sevi$me sahnelerinde...
    eger dikkat ettiyseniz tabi.....
    nikim geregi etmi$ bulunuyorum..


    (horni - 25 Aralık 1999 13:09)

  • comment image

    cok guzel bir fikirdi. ama hollywood tarafindan parayla gosterime sunuldu. gozumde bitmi$tir fight club.

    kitabinin da korsanini okuyorum.


    (ssg - 1 Eylül 2005 11:24)

  • comment image

    --- spoiler ---
    dönem :

    90’lı yılların sonu. insan emeğinin yerini makinelerin almasıyla insanın içten içe hiçleştiği bir dönem. makineler insanlar yerinde düşünmeye başladıkça, düşünen insanı sayısı azalıyor ve düşünceleri uygulayan insan sayısı fazlalaşıyor. yaptığımız şeyleri neden ve niçin yaptığımızı bilmiyoruz. ilerlediğimizi sandıkça, bir yandan da sistem olarak geriliyor ve bir nevi yeni bir kast sınıfı oluşuyor. yönetenler ve yönetilenler. zaman ilerledikçe yönetenlerin güçleri artıyor, yönetilenlerin gücü azalıyor. teknoloji ile boşalan ruhlarımızı tv, tüketim eşyaları ile doldurduğumuz yıllar. sistem alt sınıfın ne kadar çok tüketmesiyle ilgileniyor, tüketiyoruz ve tükettikçe boynumuzda aslı olan zincirden bir halkayı daha eksiltiyorlar. çünkü tüketim bizde bağımlılık yapıyor. tek özgürlüğümüzün tüketmek olduğunu sanırken bir aldanış içine düşüp uçuruma doğru bir adım daha atıyoruz. işte film tam olarak bunların yaşandığı bir dönemde geçiyor.

    yer:

    kültür endüstrisinin merkezi amerika. suç oranının dünyadaki en fazla olduğu yer. kadınların iş dünyasındaki başarılarının gökdelenler gibi yükseldiği bir ülke. erkekler güçlerini kaybediyor, diğer ülkelerde ise -özellikle doğu ve üçüncü dünya ülkelerinde- hala erkekler egemen olduğu için bu film amerikan erkeğinin sorunlarıyla ilgilidir. ve bu film, standart amerikan yaşamına bir eleştiri, bir başkaldırıdır.

    zaman :

    filmde zaman, jack’in yaşadığı tatminsizlik ve huzursuzluk anlatıldığı için kısa bir dönemi kapsıyor. filmde jack’in hayatındaki dönüm noktalarını genellikle anlatıcının sözsel ifadeleriyle değinildiği için bu olayların görselliği verilmemiş. (babasız büyümesi vb...) filmin ilk sahnesinde, anlatıcı çok gerilere dönmeliyiz dediğinde sadece birkaç ay öncesine dönülmektedir. film sürekli flash-back, olarak ilerliyor. sondan en başa dönüp, tekrar sona doğru ilerliyor. filmin son sahnesi ile ilk sahnesi aynı. flash-backler oldukça başarılı, zamanda ve zaman sıralamasında bir kopukluk olmuyor. filmin sonlarında jack’in tyler’ın peşine düştüğü anda; jack zamanı çok iyi değerlendirmek zorunda. kredi kartı merkez binalarının patlamaması için zamanla yarışıyor ve bu izleyicide heyecan uyandırıyor. filmin ilk sahnelerinde jack’in uçakta tyler’a rastlaması, o gece evinin yanması, bavulunun hava alanında rehin kalması vb... zamanın filmde ne kadar önemli olduğunu belirtiyor.

    filmdeki karakterlerin yaşama alanları :

    jack’in evi : konformizmin yuvası diyebileceğimiz bir mekan. eşyalar jack’in tüm yaşamını iyice özetliyor. evdeki tüm eşyalar oldukça pahalı, apartmanın bir güvenlik görevlisi var. komşular birbirini çok iyi tanımıyor. jack, o harika eşyalarıyla tatmine ulaşamıyor ve hala tuvalette alışveriş dergileri okuyarak yeni siparişler veriyor. jack evini yangında kaybettiğinde her şeyini kaybetmiş gibi hissediyor kendini. çünkü yaşamındaki tüm tatminsizliği evindeki eşyalarla doldurmaya çalışmış, eşyalar yok olduğunda jack’in hayatındaki her şey de eşyalarla yok oluyor sanki.

    tyler’ın evi : tüm dünyaya meydan okuyan birinin evi olarak oldukça başarılı. faturaların postacı tarafından bırakılacağı bir posta kutusu yok. sular çoğu zaman kesik, aksa bile musluklardan paslı bir su geliyor. yağmur evin içinde yağıyor. eşyalara yer yok, yatak odasında eski paslı bir yatak’tan başka bir şey yok. çevrede komşular yok, istediğiniz zaman çığlık atabilir, evde olay çıkarabilirsiniz, hatta bahçeye ceset bile gömebilirsiniz. komşularınız rahatsız olacak diye yaşamınızda kısıtlamalara yol açmak zorunda değilsiniz. evde sanki buğulu bir ortam var bu da o evi gizemli kılıyor.

    marla singer’ın evi : marla’nın odasına girdiğinizde ilk gözünüze çarpan yatak oluyor. bu da filmde marla’nın cinsel obje olarak kullanıldığını düşünürsek iyi bir seçim. ve bunu odadaki bir penis objesi de destekliyor. marla’nın yatağının tam karşısındaki ayna, öteki sembolünün filmde hissettirildiği nesnelerden biri. marla, jack’e göğsünde bir kitle olup olmadığını kontrol ettirirken aynanın önündedir. kendini ve jack’i aynadan izler, bu da jack ile tyler’ın aynı kişi ve marla’nın yaşadığı ilişkinin iki yüzü olması olarak da irdelenebilir. sürekli beraber olduğu insanı keşfetme ihtiyacı ve ilk keşiflerin aynadan çıkmasını düşünürsek, bu obje görevini yerine getirmektedir.

    filmde kullanılan mekanlardan, sürekli değişen uçak ve otel odalarının sembolize edilişi ise tek kişilik ürünlerledir. insan hayatında yerleri kısa sürelidir. hiçbir zaman oraya ait olamazsınız ve otel işletmecileri ve uçak şirketleri size bunu sürekli olarak hissettirir. kısa süreli kullanımlar için verdikleri, sabunlar, şampuanlar ve tek kullanımlık havlular, yakında buradan gideceksiniz demektedir. ve bir yandan da insanın yalnızlığını vurgulamaktadır. gittiğiniz şehirde eğer dostlarınız varsa, otelde kalmak zorunda olmazsınız, ama eğer dostunuz yoksa gidebileceğiniz tek yer otellerdir. filmde kullanılan tüm mekanların filmle organik bir ilişkisi vardır. yönetmen kullandığı her mekana film ile ilgili bir anlam yüklemiş. filmde patlama sonucu yıkılan binaların seçimi ise mükemmel bir seçim. jack, dedektife şöyle der : “eğer borç kayıtlarını silerseniz, hepimiz başa döneriz” bu durumda patlatılacak daha güzel bir bina olabilir mi?

    çatişmalar:

    iğdiş edilme - erkeklik
    homoerotik çağrışımlar – sert erkek imajı
    anarşizm –kapitalizm
    tüketim çılgınlığı - tatminsizlik
    konformizm – postmodernist yaşam tarzları
    özünü yitirmiş erkekler – dövüşerek özüne dönen erkekler
    sıradan olmak - tanrılaşmak
    hiçlik - metalaşma
    iletişimsizlik - yabancılaşma
    seyirci olmak – dövüşün içinde olmak
    özgürleşme - kurtuluş

    düğümler :

    filmdeki ilk asal düğüm, jack’in evinin yanmasıdır. tyler’ın evinde kalması ile çözüme ulaşır.

    diğer düğümler;
    -tyler’ın “bana vur” demesi. bu dövüş kulübünün başlangıcı olur.
    -tyler’ın marla ile olan ilişkisi, bu jack için bir sorun teşkil eder.
    -kundaklama masasından dedektifin arayıp, evinin kundaklandığını söylemesi. izleyici ve jack’in kafasında acaba bu işi tyler mı yaptı sorusunu akla getirir.
    -lou bara gelir.mekanın kendisine ait olduğunu söyler. tyler ile dövüşür.
    -project mayhem ; izleyici bu projenin sonunun nereye gideceğini merak eder.
    -jack, angelface’i kıskanır.
    -jack ve tyler arabada giderken, tyler’ın arabayı takla attırması.
    -tyler’ın gitmesi
    -jack’in tyler’ın peşine düşmesi
    -jack kıyamet projesini engellemeye çalışır
    -jack olayı polise bildirir. kendi üç adamı jack’i hadım etmeye kalkar.
    -jack bombayı etkisiz hale getirmeye çalışır

    son asal düğüm noktası : jack silahı kendi ağzına dayayaraak tyler’ı yok etmeye çalışır.

    kamera – işik – kurgu

    filmin bütününe yayılan video klip estetiği, hızlı ve şok edici kurgusu, özel efektlerden yararlanılması, filmin sinematografisi filmi görsel bir şölene döndürüyor. filmin final sekansında edward norton’un ağzında patlayan silah, mağaradaki penguen, edward norton’un evindeki patlama sahnesi filmi görsel yönden üst sıralara taşıyabilecek yapıda.
    kamera, normalde giremeyeceği yerlere giriyor ve düşünceleri görselleştirmeyi son derece iyi başarıyor.
    yönetmen david fincher filmi çekerken tam 1500 makara film kullanmış. bu normal bir filmde kullanılan miktarın tam üç katı sayılıyor. filmin finalindeki silah sahnesinin çekimi ise şöyle gerçekleşmiş ; edward norton bir mavi arka planın önüne oturtulmuş. daha sonra silahın yerleştirilmesi için ağzı gerekli açıda ve şekilde ayarlanmış. daha sonra bir hava hortumuyla ağzına basınçlı hava verilmiş ve kafası sallanırken saniyede 120 kare çeken 5 kamera ile çekim yapılmış.bu sahnede silah saniyede 360 kare ile hareket ediyor. ağzın içindeki parlama ise neredeyse saniyede 2500 kare. arkaya düşen boynu ise yine saniyede 120 kare.

    renkler – dekor – kostüm – makyaj

    filmde sürekli olarak ıslak bir ortam kullanılmış. bu tipik bir fincher tarzı. fincher’ın bu seçimi bence yerinde, çünkü zaten kafası karışmış olan izleyici düştüğü delikten filmin sonuna kadar çıkarmamak gerekiyor. bence ıslak ve karanlık ortam bu duruma yardımcı oluyor. filmde itici görüntüler oldukça fazla, fakat film öylesine hızlı akıyor ki gördüklerinizden irkilecek ya da tiksinecek vakti bulamıyorsunuz. dövüş sahnelerindeki şiddetin insan yüzünde ve vücudunda gördüğü tahribat öyle iyi verilmiş ki, sanki yumruğu siz yiyormuş gibi irkiliyorsunuz. tyler ve jack’in evi tam olması gerektiği gibi dekore edilmiş. jack’in evi konformizm köleliğini tam olarak verirken, tyler’ın evi ise özgürlüğün ve anarşizm ruhunun simgesi gibi. her şeyden kurtulmuş bir ev, faturalar o adrese uğramıyor bile...

    müzik :

    filmde kullanılan müzikler genel olarak elektronik müzik tarzından seçilmiş. bu tarz amerikan modern yaşamına oldukça uyumlu. makineleşmiş insana, makine müziğinden daha uyumlu bir şey olamaz. müzik bu filmde çok önemli bir yere sahip değil, ama filmi destekleyici yönde. filmde, tyler’ın dövüş kulübü üyelerine başkalarıyla kavga çıkarmalarını ödev verdikleri sahnede kullanılan müzik ise mükemmel bir seçim. izleyiciyi filmin en eğlenceli sahnesinde yeteri kadar destekliyor. film boyunca müzik heyecanı ve gerilimi hissettirmek olarak kullanılmış. filmin finalindeki where is my mind şarkısı ise yapılabilecek en iyi seçim. filmin soundtrackleri’nin filmin izlenilebilirliğini arttırdığı söylenebilir.

    tipine uygunluk – ilginçlik – rolüne uygunluk – inandırıcılık

    brad pitt ve edward norton ikilisi filmde oyunculuklarının hakkını vermişler. performanslarının doruğunda bir oyunculuk sergilemişler. kimi sahnelerde hissettirdikleri eşcinsellik imaları, filmin bütününü kaplayan dövüş sahnelerinde oldukça başarılılar. brad pitt üstlendiği role daha önceki filminden alışkın ( 12 monkeys). bence iki karakter de tipine uygun. tyler’ın yaptığı hiçbir şey bizi çok da şaşırtmıyor, çünkü filmin ilk bölümünde adamımız bize gayet iyi tanıtılmış, o bir çılgın, anarşist, düzen bozucu. ve belirtmek gerekir ki marla singer dışında hiçbir karakterin ölmesinden yana değil. marla ölsün istiyor, çünkü kadınlar onların elinden özgürlüklerini aldı. tyler, yeteri kadar ilginç, bizi şaşırttığı gibi kendisine de hayran bırakıyor.
    jack ise filmde bizi temsil eden kişi, giyimiyle, yaşantısıyla ve seçimleriyle bizden birisi. hepimizin hayatından en azından bir parça onda asılı duruyor. ve en önemlisi içimizdeki bu yaşadığımız hayattan kurtulma güdüsü onunla en ortak duygumuz. filmin sonunda jack’in tarafını tutuyor, nerdeyse ölme diye tezahürata geçecek konuma geliyoruz, çünkü o yenilirse biz de yenileceğiz hissine kapılıyor.

    simgeler – kavramlar – nesneler

    sabun : tyler’ın artık yağlardan sabun yapmaktadır. sonrasında ise bu masum iş tehlikeleşmekte ve sabundan patlayıcı üretmeye dönüşmektedir. sabun, teknolojinin ruhlarımızı bile makineleştirdiği zamanımızda, doğal arınma için kullanılan bence en iyi seçim. (bazı psikolojik hastalıklarda da görüldüğü gibi, kişinin arınma için hiç durmadan yıkanması. sanırım biraz da bilinç altına sesleniyor.) bu yüzden sabun metafor olarak kullanılan iyi bir seçim. insanın kendi atığından, kendi pisliğini temizlemek sabun yapıyor olması metaforik olarak yeni bir sosyal düzen kurmakla bağdaştırılabilir. yok oluyor ve başka bir şeye dönüşebiliyoruz da denebilir.

    değer, inanç ve beklentileri yansitan diyaloglar

    (jack’in bob’un kollarında ağladığı sahne) anlatıcı) özgürlüğü buldum. ümidin kaybolması özgürlük demek.

    (jack, lösemili hastalar grubunda, anlatıcı) “ben bu dünyanın etrafında kalabalık oluşturduğu küçük bir merkeziydim.”

    (jack, lösemili hastalar grubunda, anlatıcı) “damağındaki o küçük çizik,dilinle oynamazsan hemen geçer.”

    (jack, lösemili hastalar grubunda, jack) insanlar öleceğini duyunca, seni gerçekten dinliyorlar.”

    (uçakta, anlatıcı) “tek porsiyonluk arkadaşlar. kalkışla inişin arasında zamanı paylaşıyoruz.”

    (uçakta, tyler) “işine yarıyor mu? akıllı olmak...”

    (tyler) “biz tüketiciyiz. tutkulu bir yaşam tarzının yan ürünleriyiz. cinayet, suç, fakirlik bunlar beni ilgilendirmiyor. benim için önemli olan magazin dergileri. beş yüz kanallı televizyon, iç çamaşırımda kimin adının yazdığı...”

    (tyler) “ sahip oldukların, sonunda sana sahip oluyorlar.”

    (anlatıcı) “kimse gördüğünü bilmiyor, ama görüyor.”

    (tyler) “biz kadınlar tarafından büyütülmüş bir erkek nesliyiz. başka bir kadının aradığımız şey olduğunu hiç sanmıyorum.”

    (tyler) “kendini geliştirmek bir mastürbasyondur.”

    (tyler) “mülkümü yok ederek beni özgür kılan kşi, kendimi bulmama sağladı de”der.
    “medeniyetin gittiği bu yönde, maddi eşyaların önemini reddediyorum.”

    (tyler) “babalarımız bizler için birer tanrı modelidir. eğer babalarımız bizi terkettiyse, tanrı nasıl olur. tanrının senden hiç hoşlanmadığı olasılığını düşünmelisin. o seni hiç istemedi. hatta büyük olasılıkla senden nefret ediyordur. bu başına gelebilecek en kötü şey değil. ona ihtiyacımız yok. lanetinin affedilmesini boş ver. biz tanrının istenmeyen çocuklarıyız.”

    (tyler) “önce teslim olmalısın. her şeyden önce korkmayı bırakıp, bir gün öleceğini kabullenmelisin. sadece her şeyi kaybettikten sonra özgür kalabiliriz.”

    (tyler) “burada, yaşayan en güçlü ve en zeki erkekleri görüyorum. bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor, ya da beyaz yakalı köle olmuş. reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşinde... nefret ettiğimiz işlerde çalışıp, gereksiz şeyler alıyoruz. bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. bir amacımız ya da yerimiz yok. ne büyük savaşı yaşadık, ne de büyük buhranı. bizim savaşımız ruhani bir savaş. en büyük buhranımız hayatlarımız. televizyonla büyürken milyoner film yıldızı ya da rock yıldızı olacağımıza inandık, ama olmayacağız. bunu yavaş yavaş öğreniyoruz. ve bu yüzden çok kızgınız.

    (tyler) “sizler işiniz değilsiniz, sizler paranız kadar değilsiniz, bindiğiniz araba değilsiniz, kredi kartlarınızın limiti değilsiniz.sizler iç çamaşırı değilsiniz. sizler dünyanın dans edip, şarkı söyleyen pisliklersiniz.
    (tyler) “sizler özel değilsiniz. sizler güzel yada eşi olmayan kar taneleri değilsiniz. sizler herkes gibi çürüyen organik maddelersiniz.

    (tyler) “peşinde olduğun insanlar, muhtaç olduğun kişiler. yemeklerinizi pişiriyoruz, çöpünüzü topluyoruz, telefonlarınızı bağlıyoruz, ambulanslarınızı sürüyoruz. uykunuzda sizi koruyoruz. o yüzden bizimle oynama.”

    (anlatıcı) “türünü korumak için çiftleşmeyen her pandayı, elime tüfek alıp vurmak istiyordum. petrol tankerlerini açıp göremeyeceğim fransız sahillerini kirletmek istiyordum. duman solumak istiyordum.

    (anlatıcı) “yapayalnızım. babam beni terk etti. tyler beni terk etti. ben jack’in kırık kalbiyim.”

    (tyler) “hayatını değiştirmek istedin. bunu kendin yapamıyordun. olmak istediğin her şey oldum. yani ben. görünmek istediğin gibi görünüyor, istediğin gibi sevişiyorum ve asıl önemlisi senin olmadığın kadar özgürüm.

    (tyler) “ insanlar bunu her gün yapıyor. kendileri ile konuşuyorlar. hayallerindeki gibi olmak istiyorlar, cesaretleri olmadığı için bunu yapamıyorlar. sen hala mücadele ettiğin için bazen kendine dönüşüyorsun. başka zamanlarda beni izlediğini hayal ediyorsun. yavaş yavaş kendini bırakıyorsun, tyler durden olmaya.
    ---
    spoiler ---


    (lilith lita - 18 Ekim 2005 10:55)

  • comment image

    bireyin günlük hayatındaki bokluklara biraz daha katlanabilmesi için yapılmış; toplumun manipülasyonunu hedefleyen propaganda filmi. 2000'lere girilirken abd hükümeti ve fbi, bir grup yönetmene sisteme bağlayıcı, manipulasyon etkisi yaratan filmler yaptırmak istemiştir. yapılan araştırmalarda yumuşak, naif bir sistem eleştirisi getiren, şiddet ve aksiyon içeren, sonunda bireye hiçbir çözüm sunmayan filmlerin bireylerin sisteme daha az baş kaldırmasını sağladığı görülmüştür. bunun üzerine yapılan filmler hem amacına ulaşmış hemde yüksek gişe hasılatı getirerek fbi'a ek gelir sağlamıştır. bu filmlerden en başarılıları fight club ve matrix'tir.


    (aldous - 13 Ocak 2000 02:23)

Yorum Kaynak Link : fight club