Seyahat / 12
  • "filmdeki en aklı başında, en mantıklı, en düzgün karakterin, film boyu "çocuk" diye küçümsenen tracy olması pek güzel, pek manidardır."
  • "o kadar strong bir presence var ki o bicim oluyorum herkesin visit etmesi lazim."
  • "aydın, nazilli den hiç bir şekilde görünmüyor."
  • "buradan soyle gozukuyor.(bkz: hayat cok mu guzel lan)"
  • "söğütözü'ne benzeyen resmini görünce sayesinde söğütözü'ne karşı müthiş bir merak uyandıran dünyanın en önemli iş merkezi."
  • "buradaki insanların yarısına yakınının yalnız yaşadığı söyleniyor."
  • "zenginler ve zengin olmak için herşeyi ama herşeyi yapmak isteyenlerin gökdelen gölgesinde birlikte dans ettiği amerikan yarımadası."
  • "geçici yeni adı: manhaan*"




Facebook Yorumları
  • comment image

    başka bir kadınla kaçan eski karısı jill (meryl streep) tarafından şöylesine tanımlanan isaac davis 'in (woodey allen), modern hayata yer yer satirik göndermeler de bulunduğu filmcağız: "he was given to fits of rage, jewish, liberal paranoia male chauvinism, self-righteous misanthropy and nihilistic moods of despair. he had complaints about life, but never solutions. he longed to be an artist, but balked at the necessary sacrifices. ln his most private moments,he spoke of his fear of death which he elevated to tragic heights when, in fact, it was mere narcissism." yani türkçesiyle; "liberal yahudi paranoyası, şovenist erkek, bencil mizantrop, nihilistlik ruh halleri, hayattan hep şikayet eder ama hiç çözüm bulamaz, her zaman sanatçı olmak ister fakat gerekli fedakarlıkları göstermez, bu gibi ilkel anlarında ölüm korkusunu dile getirir, ama trajik şekilde abartır ve bu sadece narsisizm'dir."

    kentli nevrotik bay w. allen 'in can sıkmayan, yoğun diyaloglar ve monologlar içinde insanı öldürmeyen filmlerinden biri bu, en azından benim için öyle. ayrıca satır aralarındaki modern yaşantının yozlaşmasına yönelik sert göndermeleri de hesaba katarsam, bu film postmodernizme yönelmekte olan kimi eleştirilerin, haklı serzenişlerin de bir örneği olduğundan ayrıyeten ilgime mazhar olmuştur. adam filme kentten girmiş, şöyle bir tanıtarak, üstünden geçerek, ve yozlaşmanın üstünden geçerek; "chapter one. he adored new york city, although to him it was a metaphor for the decay of contemporary culture. how hard it was to exist in a society desensitised by drugs, loud music, television, crime, garbage..."

    ve onca önemli olan cesarettir. "talent is luck. the important thing in life is courage." ve bay w. allen cesaretini kanımca daha filmin başlarında gösteriyor; aslında film boyunca, finali hariç, 17 yaşındaki sevgilisi tracy (mariel hemingway) üzerinden bu kültürsüzlüğe eleştiri getirirken, biraz da kendi özel yaşamındaki bu yöndeki tercihlerini de savunuyor gibi. ve ironik bir şekilde, üzerinde sık sık duruyor ki; isaac bir geri kafalıdır, ikinci dünya savaşı görmüştür belki o yıllarda 8 yaşındaydı ama görmüştür, 70 'lerin hoppalığının simgesi tracy ile bir arada olması, yatakta iyi sevişebilmesi, gönül ilişkisi içinde bulunma çabasından öte kendisine bağlanmasını istememesi, aradaki yaş farkını sorun edip kızın londra' da eğitimini tamamlamasını istemesi aslında hep çelişkisidir. tıpkı eski karısının, yukarıda yaptığım alıntıda söylediği gibi; durumdan şikayetçidir ama çözümü yoktur, aslında çözümü var gibi duruyor ama bu onun şifası değildir.
    aldatılmış ve terkedilmiştir bu yüzden 17 yaşındaki kızın hayatında bir kavşak evet sadece bir kavşak olmak istemektedir, ("i'm 42 and she's 17. i'm... i'm older than her father.can you believe that? i'm dating a girl wherein i can beat up her father. that's the first time that ever occurred in my life." veya başka yerde: "oh, really. really. somewhere nabokov is smiling, if you know what i mean." (bkz: lolita)) 70'ler biterken o belli sınırlarının ötesine geçememiştir, doğru'nun ne olduğu konusunda da kafası karışıktır. çevresinde olup bitenler hızlıdır, takip edilmesi hatta ayak uydurulması gereksiz ve imkansızdır.
    kanımca woody 'nin özel hayatındaki genç kızlara olan ilgisi, filmde satirik göndermelerini biraz da kendisini bol bol eleştiren kritikçilere ironik bir şekilde doğrultmasına sebep oluyor. 17 yaşındaki hatununkiyle kendi çağı arasındaki kültür farklı yanlızca yenisinin hoppalaşmasıyla alakalı da değildir, mesele küçük kızın yetişmesi ve vardığı karakteristik yapı da değildir, isaac 'in uyum sorununu mary wilkie (diane keaton) ile olan ilk tanışmadaki entelektüel çatışmada da görüyoruz. mary o kadar rahat bir şekilde yerlebir ediyor ki kabülleri hatta trajik şekilde isaac 'in tv'ye yazdıklarını da yıkıyor; "you write that fabulous television show. it's so funny and his view is so scandinavian. it's bleak, my god. i mean, all that kierkegaard, right? real adolescent, fashionable pessimism.i mean, the silence. god's silence. ok, ok, ok. i mean, i loved it when i was at radcliffe, but, all right, you outgrow it. it is the dignifying of one's psychological and sexual hang-ups by attaching them to these grandiose, philosophical issues?" yani; 'görkemli felsefi konulara sığınıp kişinin psikolojik ve cinsel zayıflıklarını abartarak anlatıyorsun, işte hepsi bu, zamanı geçti bunun!' , sonunda entelektüel saçmalıklardan hoşlanmayan isaac kendini tutamıyor, ve özellikle de bergman hayranı olduğundan ( "bergman? bergman's the only genius in cinema today, i think." ) hatunun bergman 'ı da beğenmemesine içerleyip konuşmayı noktalıyor. hatta onunla arasındaki çağ farkı o kadar nettir ki; isaac satirik makalelere karşı kaba kuvveti savunurken, marry bu görüşte değildir.

    aslında tanıştığı bu ikinci kadın da yozlaşmış bir çağın mağdurudur, ("my husband, well, my ex-husband, had an affair when we were married. at least one that i know of. and i never mentioned anything because i felt that i was deficient in some way. that i was bad in bed, not bright enough,or physically unattractive. but in the end he was just a louse.")her ne kadar galaksi müzesinde ilginç bir şekilde yakınlaşmışlarsa da, ve daha sonradan isaac 'e göre; özgüveni kafka 'nın bir derece altında olmuş olan marry ( "your self-esteem is like a notch below kafka's." ) yatakta iyi olmadığından, oldukça sıradan bir kişiliğe sahip olduğundan hatta biraz da sıkıcı entelektüellerden olduğundan kocası tarafından aldatılmış bir kadındır, o da bu çağın mağdurudur, her ne kadar daha sonra birlikte olan isaac ile mary 'nin karşısına çıka çıka eski koca diye kısa boylu, kel ve tipsiz biri çıkmışsa da, marry'e sevişmeyi öğreten o'dur, belki de yine isaac 'i harcamayı öğreten.

    harcama diyorum çünkü isaac 'in evli arkadaşı yale (michael murphy) ile marry arasında bir yasak aşk vardır. öyle ki bu yasak aşk, isaac 'in zaten olumsuz baktığı 17 yaşındaki tracy ile olan ilişkisini bitirmesine sebep olmasına rağmen, bir başına çağa karşı ve çevresindekilere karşı tek başına kalan yine isaac olur, harcanmıştır. aslında çağ marry 'i de harcamaktadır; zira onun sorunu 'erkeklik organını hem çekici hem de itici bulmasıdır.' ("my problem is i'm both attracted and repelled by the male organ.")

    günümüzün türkiye 'sine getirilebiecek medya eleştirisini 70 'lerin sonunda bay allen, bu filmiyle haykırmakta; "this is an audience raised on tv. their standards have been lowered over the years. they watch their sets and the gamma rays eat the white cells of their brains out." özellikle tv 'ye şovlar hazırlayan isaac artık bu işi de bırakınca hayatında kısıtlamalara gider, hatta başka bir kadınla kaçan eski eşinden olma çocuğuyla daha ucuza vakit harcamalıdır.
    filmin bir yerinde, oğluyla eğlenmekte olan isaac 'in üzerindeki tişörtte şöyle yazmaktadır;
    "divorced fathers and sons all stars"

    beyni abartılmış bulan ve vücuda beyin dışında başka bir yerden girişi değerli bulan bay isaac 'in aynı zamanda aşkı da tanımlayamaması, hiç kimsenin de tanımlayamayacağını belirtmesi aslında onun trajedisidir, bunu da bizzat marry tarafından terkedildiği zaman anlamaktadır zaten; hatta itiraf etmektedir; "i don't get angry. i tend to internalise. i can't express anger. that's one of the problems i have. i grow a tumour instead." öfkesini gösteremez, içinde bir ur gibi büyütür, tıpkı yönetmenin kendisi gibi, bu urlar filmleştirilir, eser olarak insanlara döner, biz de alacağımızı alırız, tıpkı woodey allen 'in vereceğini verdiği gibi.

    filmle ilgili elyazmam:
    http://www.imagehell.com/…hp/i127768_manhattanq.jpg


    (jimi the kewl - 17 Eylül 2006 01:27)

  • comment image

    filmdeki en aklı başında, en mantıklı, en düzgün karakterin, film boyu "çocuk" diye küçümsenen tracy olması pek güzel, pek manidardır.


    (codename47 - 14 Ocak 2008 20:00)

  • comment image

    friends'in yazarlari marta kauffman ve david crane'in diziyi olustururken feyz aldiklarini dusundugum 1979 yapimi woody allen filmi.ornegin;

    *isaac davis "geek" gorunumlu bir yahudidir,ross geller da "geek" gorunumlu bir yahudidir.

    *id newyork'da yasar,rg da newyork'da yasar.

    *id'in karisi lezbiyendir ve onu baska bir kadin icin terketmistir.rg'in karisi da lezbiyendir ve onu baska bir kadin icin terketmistir.

    *id'nin eski karisi guzel bir sarisindir.(bkz: meryl streep),rg'in karisi da guzel bir sarisindir.(bkz: jane sibbett)

    *ortak erkek cocuklari vardir ve cocuk eski karisi ve onun kadin sevgilisiyle yasar.aynisi rg icin de gecerlidir.

    *id'nin karisi da ilk once biseksuel oldugunu dusunmustur,rg'nin karisi da..

    *id eski karisinin kadin sevgilisinden nefret eder,rg de pek hoslanmaz susan bunch'tan.

    *id ile mary wilkie ilk disari ciktiklarinda planetarium'a gitmislerdir,rg de ilk "date"leri icin rachel green'i planetarium'a goturmus ve hatta id'den daha da ileri gitmistir.


    (madf - 30 Ocak 2008 17:01)

  • comment image

    yarımadanın gerçek hikayesi şudur:
    eskiden manhattan'da ikiz kulelerin bulunduğu alanda kızıldereli pazarları kurulur..bu pazarlarda beyaz adama sattığı şeyler karşılığında boncuklar, süs eşyaları alırlar..bir gün beyaz adam satışta hile yapar ve aralarındaki anlaşmaları bozulur..ve beyaz adam kızılderelilere saldırır..kızıldereli kabilesinin başıda onları ve bölgeyi lanetler ve "kötü beyaz adam" anlamına gelen "manhattan" olarak bölgeyi sonrasında adlandırılır (bkz: budur).

    edit1: 11 sene sonra hikayeyi ilk defa okumuş gibi oldum.
    edit 2: 11 sene mi dedim!yuh.


    (zelyot - 13 Eylül 2002 12:11)

  • comment image

    devasal binalardan gunesin gorulmedigi uzun caddeler, soho, tribeca, financial district, ellerinde starbucks kahveleriyle bir yerlere yetismeye calisan mesgul insanlar, moma, metropolitan museum, harlem, central park, lower east side, upper west side, binbir cesit insan, karmasa,sanat, ihtisam, sefalet,ozgurluk,american dream,5th avenue, avenue of the americas,6th avenue, lexington avenue, broadway, times square,radio hall, grand central, chinatown, little italy, hudson river, lincoln tunnel,empire state building, grand zero...


    (keruac - 13 Kasım 2002 01:42)

  • comment image

    new york city'nin 5 bolgesinden biri olan, 4 km genisliginde 22 km uzunlugunda bir ada.. goge dogru yukselen celik kafesleri, yer altini bir kostebek yuvasi gibi sarmis metro tunelleri, caddelerinde hic eksilmeyen siren sesiyle, 24 saat butun dunyayla ekonomik, kulturel, poltik iletisimdeki mucizevi toprak parcasi.. if i can make it there, i'm gonna make it anywhere, tam da burasi icin soylenmistir..


    (ben - 13 Kasım 2002 02:06)

  • comment image

    içinde, bana sesli kahkaha attırabilen mükemmel bir sahnesi olan ve daha önce belirtildiği gibi annie hall ile ikiz kardeş olan, 1979 yapımı, siyah-beyaz bir woody allen filmidir.

    --- spoiler ---
    woody allen' ın, diane keaton 'ı taksiyle eve götürürken ettiği iltifat;

    - o kadar güzelsin ki, taksimetreye bile bakmadım...

    ---
    spoiler ---


    (avoger - 7 Şubat 2011 11:35)

  • comment image

    söğütözü'ne benzeyen resmini görünce sayesinde söğütözü'ne karşı müthiş bir merak uyandıran dünyanın en önemli iş merkezi.


    (man of honor - 4 Aralık 2012 11:41)

  • comment image

    zenginler ve zengin olmak için herşeyi ama herşeyi yapmak isteyenlerin gökdelen gölgesinde birlikte dans ettiği amerikan yarımadası.


    (noksan - 4 Mayıs 2013 19:03)

  • comment image

    yine gecenin bir yarısı internette boş boş gezerken azerbaycanın seçim sonuçlarının halk oy kullanmadan 1 gün önce yanlışlıkla açıklanması haberine denk geldim. vay dedim demokrasi gözünü seveyim sen ne güzel bir şeysin.
    bu azerbeycan benim için aslında çok sempatik bir ülke. yahşi cazibe dizisinde ki cazibe yüzünden. ama merak ettim bu ülkenin yüz ölçümü ne kadar ola ki !?? yazdım google a azerbeycan. karşıma google maps çıktı. tıkladım. baktım gürcistan kadar bi ülke. harbi küçük yani.

    sonra elim kuzeybatıya gitti haritada. almanya,fransa derken zaten bir ingiliz hayranlığım vardır dedim londra sokaklarına bir dalayım. street view ile gezdim öyle işte sağda solda. cafelere baktım. dar sokaklar, tersten akan trafik derken asıl sevdalısı olduğum ve ara-sıra sürekli böyle elimde kahve pc başında gezdiğim new york a gideyim dedim. en son gezintimin üstünden 2-3 ay geçti hasret gidereyim.
    genelde central park veya times square çevresinde dolaşıyodum. biraz farklı yere gidesim geldi bu sefer. yorkville a sakin bir iniş yaptım. karşıma direkt kilolu-siyahi bir teyze çıktı zaten dedim aha doğru yerdeyim.

    neyse, ya sokakları çok güzel. ulan ciddi ciddi apartman beğendim ben buradan. zaten ezelden beri yok how i met your mother, yok woody allen filmleri, yok bored to death neredeyse yerlisi oldum buranın. özellikle o her evin önünde olan 5-6 basamaklı merdivenlere zaafım var. çok seviyorum. adeta new yorkun imzası gibi. bide yangın merdivenleri, ki onlar estetik açısından çok kötü duruyor ama can güvenliği tabii, yapacak bir şey yok. apartman beğenmiştim dedim ya. heh o apartman : bu
    sonra dedim acaba harbiden burada kirada otursam hayatım nasıl olurdu. dedim atakan gecenin 2 si olduğunu düşün, dolapta yiyecek yok, hava almak için dışarı çıktın naparsın ???
    başladım sokak boyu yavaşça yürümeye. klavyenin tuşuyla her 2 ilerlediğimde sağıma soluma bakıyorum ne var ne yok diye. hop köşede bir manav, karşıda 7/11. alt tarafta pizzacı. oğlum dedim sen burada yaşarsın. burası güzel yere benziyor. güzel muhit. central parka da yakın. mis gibi.
    şöyle bir tur attım sokakta. sonra google dan o bölgenin kiralık dairelerine bakıyım dedim. e malum bütçeyi aşmamak lazım. ev sahibi ile mahkemelik olmamak lazım.
    eğer yanlış yere bakmadıysam karşıma şöyle bir şey çıktı: böyle

    fiyatı makul geldi. ev küçük ama büyükte gözüm yok zaten. bekar bekar yaşarız. boş zamanlarda kah koşuya çıkar, kah rotweilerımı gezdirir kah gider atletik elemanlara karşı avrupalı oyun zekamı ve ray allenı kıskandıracak şutumu sergilerim. bissürü konser var, onlara giderim.
    olur yani dedim bu iş.

    sonra ekşiden yorumlara bakayım dedim. gerçi new york başlığından falan biliyodum nasıl şeyler söyleneceğini ama manhattan başlığı da maşallah amerika nefretini yayma timinin özel test alanı gibi.
    kokusundan şikayet edeni mi dersin, yok insanları hep bir telaş içinde yok amerikalıdan çok turist varmış yok kapitalizm.
    güvenmemek lazım bu orospuçocuğu ekşicilere. bir tane mi olumlu özelliği olmaz bu amına koduğumun şehrinin ya ? hevesimi kaçırıyolardı az daha.
    gidip görmeden karar vermem ben manhattan hakkında. önce gider gezerim, seversem bi apartman kiralarım, kafama eserse satın alırım bi tane.

    cebimde şu an 13 tl para var, olsun.
    hayat neler getirir, hiç mi öğrenmediniz ?


    (mvpatakan - 11 Ekim 2013 02:10)

  • comment image

    ufacik bir adaya ancak bu kadar renk bu kadar irk bu kadar universite bu kadar firma bu kadar muze bu kadar din bu kadar dil bu kadar duzen bu kadar karmasa bu kadar gurultu bu kadar taksi bu kadar polis arabasi bu kadar turist bu kadar tiyatro bu kadar sinema bu kadar insan bu kadar celik ve betonarme yapi bu kadar yesillik bu kadar hayat bu kadar memat sigabilirdi herhalde.gece nufusu iki milyon civarinda olsa da gunduz nufusu sekiz milyonu bulur.latin alfabesiyle yazi yazmayi bilmeyen ortadogu gocmeni milyoner museviler aslinda kolombiya'ya subway ile onbes dakikalik mesafededirler. karsidan karsiya gecerken isiklara bakilmaz, tasit gelip gelmedigine bakilir, boyle yapilmasi yayalar hakkinda da hayirli olacaktir cunku taksi soforleri ve bisikletli kuryeler de isiklara degil yoldan gelip gecen yaya olup olmadigina bakmaktadirlar. dunyanin neresinden gelirse gelsin hangi dinin-irkin mensubu olursa olsun, insanoglunun ayagini basar basmaz kendisini garip bir sekilde yabanci bir memlekette degil, evde hissedebilecegi ender yerlerden birisidir manhattan ve kesinlikle amerika degildir amerikali degildir. bagimlilik yapabilir, akilda tutmak gerek..


    (yuppie - 23 Mayıs 2004 22:28)

  • comment image

    dünya amerika birleşik devletleri ve diğerleri diye ikiye ayrılabilir.
    abd new york eyaleti ve diğerleri diye;
    new york eyaleti, new york şehri ve diğerleri diye
    new york şehri ise manhattan ve diğerleri diye ikiye ayrılabilir.

    fakat söz konusu manhattan'ı ayırmaksa bunu yapamazsınız. central park'ıyla, times meydanıyla, rockefeller center'ıyla empire state binasıyla, dünya ticaret merkeziyle, müzeleriyle, kafeleriyle barlarıyla, gökdelenleriyle ve en önemlisi de dünyanın hemen her yerinden gelen insanların oluşturduğu kozmopolit yapısıyla manhattan gerçekten insanın tekrar tekrar gitmek isteyecekleri bir yerdir.

    gözüme çarpan birkaç detayı ve birkaç öneriyi paylaşayım.
    -yağmur yağacağı zaman telefonunuza nypd'den "fırtına olacaktır bu bölgeyi terk edin" mesajı geliyor. bu mesajı ilk aldığımda çok korkmuştum. fakat sonradan gördüm ki bu mesajda bahsedilen yağmur meğer bizim alışık olduğumuz yetkililerin umursamadığı gök gürültülü sağanak yağış olayı. biz ülke olarak alışığız yani rahat olun.
    -manhattan'da otopark bulmak çok zordur. bulduğunuz park yerleri de çok pahalıdır. zaten metro ağı çok geniş olduğundan arabaya gerek de yoktur. araba kiralayıp manhattan'a girerseniz o trafikte epey zorlanırsınız. bu yüzden toplu taşıma tercih edin.
    -nypd araçlarını hemen her köşe başında görmeniz mümkündür. yaşadığınız en ufak bir problemde hemen oradaki polislerle görüşebilirsiniz. uzaktan çok sert tipler gibi görünüyorlar ama yanına gidip merhaba dediğinizde öyle olmadığını anlıyorsunuz. yardımcı oluyorlar yani.
    -benim gibi hint mutfağına düşkünseniz 57. caddenin oralarda hint restoranları var. porsiyonlar da oldukça büyük ölümüne yiyebilirsiniz.
    -central park'ı gezecekseniz bisiklet kiralayarak gezin en rahatı odur. diğer türlü 2 günde zor gezersiniz parkın tamamını
    -otel olarak brooklyn'deki otellerden birini tercih edebilirsiniz. hem manhattan'a metroyla 15 dakikada kolayca gelebilirsiniz hem de manhattan'daki otellere göre oldukça ucuzdur.
    -ayrıca özgürlük anıtı ile ilgili tavsiyelerim için (bkz: #44580241) özgürlük anıtı olayı parantez açılması gereken bir konu olduğu için ayrıca açıklama yapmıştım.

    tüm ilgililerin işine yaramasını umuyorum. iyi gezmeler, iyi eğlenceler.


    (blizzarddd - 1 Ağustos 2014 10:48)

  • comment image

    2 iş toplantısı yapıp 4 tane devlet dairesinde işinizi halledebilceğiniz, doktorunuzu ziyaret edip hastanede mri çektirebileceğiniz, iş çıkışı spora gidip piknik yapabileceğiniz. yeni açılan bir sergiyi gezip bir dünya devinin konserine gidebileceğiniz. sabah küba öğlen tayland akşam italyan yemeği yiyip döner kokuları içinde dolaşabileceğiniz. bir yandan alışveriş yaparken banka işlemlerinizi halledebileceğiniz bu koşuşturma içinde sakince kitabınızı okuyabileceğiniz ve bütün bunları hafta içi alelade bir günde hiçbirine geç kalmadan yapabileceğiniz şehir.


    (contravener - 14 Haziran 2004 19:25)

  • comment image

    manhattan aslinda ankara gibi bir yer. pek bir ozelligi yok, kucuk ve hep ayni insanlari gorebileceginiz bir mekan. ama ayni zamanda da bircok aniniza ev sahipligi yapmis, her bir kosesinde hayatinizin akip gecmis bir kismini tekrar yasayabileceginiz, her gittiginizde bir anilar zincirinin gozlerinizin onunden gectigi bir mekan. zamaninda sokaktaki kokorecciye pasomuzu kestirip, ustunde tekel bayiinden aldigimiz kalemle dogum tarihimizi degistirip, binbir hile ve kurnazlikla, kalbimiz pirpir atarak iceri girmeye calistigimiz, girdikten sonra hayatimizda ilk defa gordugumuz bir aleme aktigimiz ilk mekanimizdir bircok ankaralinin. daha sonralari o hoslandigimiz ozel kisinin kapisindan iceri girmesini bekledigimiz, butun gece gozlerimizin kocaman bir tahta kapi uzerinde fokuslandigi mekandir. hep ayni repertuarlardan ayni sarkilari calan guruplarin, yine o sarkiyi bininci kez caldiginda, hic sikilmadan bininci kez hopladigimiz, zipladigimiz, cildirdigimiz ortamdir. etrafimizda hep sevdigimiz, hep guvendigimiz, bircok tanidik yuzun yogunlastigi, hicbir zaman eskimeyen, hep canli, hep eglenceli, hep mutlu eden mekandir. ankara gibi o da hic kaybolmayacak anilara sahit olmustur. manhattan'in ozelligini, guzelligini bu yuzden sadece ankara'lilar anlayabilir kanimca.


    (ningyo - 17 Nisan 2005 23:54)

Yorum Kaynak Link : manhattan