• "iranlilar 3 mekanda 5 kişiyle yine efso film cekmis amk. türk sinemacisi skimsonik işler yapmaya devam etsin."




Facebook Yorumları
  • comment image

    farhadi gene güçlü bir film yapmış ama önceki filmleri kadar etkileyici ve başarılı bulmadım. belki bunun nedeni olayların fazla düğümlenmemesi olabilir. mesela başyapıtı a separation'da daha fazla ana karakter olduğundan olaylar da daha fazla düğümleniyor, dolayısıyla çözüm bölümü de daha etkileyici hâle geliyor. a separation'da yatalak bir baba, babasını bırakamayan bir oğul, iran'dan gitmek isteyen bir eş, anne-babasının ortasından kalan bir çocuk, çocuğunu düşüren bir bakıcı, bakıcının borçlu eşi, mahkemeler, toplumsal normlar, aşk, iyilik-kötülük... o kadar doluydu ki bu filmi takip eden le passe belki de bu yüzden biraz hayal kırıklığı yaratmıştı. gene de iyi filmdi. forushande de iyi bir film. forushande de dolu bir film. ama a separation kadar değil. bunun nedeni de merkezde sadece 3 karakterin olması ve tek olaya odaklanması olabilir. gene de farhadi'nin iyiliğe ve kötülüğe dair saptamaları için izlenmeli. filmi sevdim. belki de farhadi'nin a separation'ı aşamayacağını kabullenip filmleri öyle izlemek gerek.

    spoiler

    *inşaat yüzünden bütün apartmanın boşaltılması... çünkü bina yan taraftaki inşaata dayanamayıp yıkılabilir. finale doğru binadaki çatlakların evliliğin çatlamasını sembolize etmesi güzeldi. aslında daha baştan evliliğe ne olacağı "ev" üzerinden izleyiciye gösterilmiş.

    *bina tahliye edilirken emad'ın engelli bir genci sırtına alarak taşıyıp dışarı çıkarması, finalde tacizci adamı sırta alınacak hâle getirmesi. farhadi'nin hollywood'un bize dikte ettiği %100 iyi-%100 kötü karakterizasyondan uzak sinemasını çok seviyorum. gerçek sinema da bu zaten. çoğu kişi gri sulardadır. yani hem iyi, hem kötü. mesela tacizcinin ailesine iyi davrandığını ve çok sevildiğini görüyoruz. ama neticede büyük bir kötülük yapıyor. iyi adamsa (emad) tacizciyi intikamla yanıp tutuştuğu için 2 kez ölüme sürüklüyor. ilki yaşlı herifin tacizci olduğunu öğrendiği an sinirlerine hakim olamamasında, 2.'siyse adama parayı verdikten sonra tokadı basarak kalp krizini 2 kez tetikliyor. adam öldü mü, ölmedi mi bilemiyoruz. ama mühim olan iyinin de kötülük yapabileceği.

    *filme adını veren satıcı'nın kim olduğunu düşünüyordum filmi izlerken. ilki arthur miller'ın oyunu. emad ve eşi rana bu oyunda oynuyorlar. yönetmenin ülkesindeki ağır sansüre tek diyalogla da olsa bu anlarda yer vermesi iyi olmuş. emad burada satıcı'yı oynuyor. gerçek hayatta da arabasını satmaya çalışıyor. öte yandan tacizci de arabasıyla kıyafet satan birisi. emad'ın rol arkadaşı da emad'a evi satıyor (kiralıyor daha doğrusu). birgün'deki bugünkü eleştiride çok güzel değinilmiş bunlara. bazı şeyleri bu eleştiri sayesinde fark ettim. mesela tacizcinin hal ve hareketleriyle aile babası, iyi yürekli bir işçi intibasını uyandırmasına da satıcılık denmiş. yani filme adını veren satıcılık her karakterde karşımıza çıkıyor.

    *farhadi türkiye'deki master class'ında (gitmedim, söylediklerini okudum) karakterlere erkek-kadın gözüyle yaklaşmadığını söylemişti. bu yüzden sineması ve karakterleri güçlü. ama burada bir sorun var. evet, rana da iyi yazılmış bir karakter ama bir süre sonra rana önemsiz hâle geliyor, film tacizciyle intikamcının mücadelesine evriliyor. ve farhadi tacizciyi % 100 kötü göstermemek için o denli çabalamış ki taciz meselesi havada kalıyor. zaten ağır sansür yüzünden farhadi, rana'nın tacize ve şiddete (taciz de şiddet gerçi, neyse) uğradığı sahneyi hiç göstermiyor. burada sıkıntı şu: adam içeri giriyor, anahtarını masaya bırakıyor, çoraplarını çıkarıyor, odaya girip dolaba epey para bırakıyor, telefonu koyuyor ve banyoya giriyor. ama rana'nın dışarı çıkmaması garibime gitti. daha doğrusu adam ne ara bunları yapıyor? rana'nın da, adamın da anlattıklarına göre içeri giriyor, banyoya yöneliyor, taciz edip kaçıyor. kısacası bence bu sahneyi göstermemesi sıkıntılı.

    *yukarıda dediğim gibi iş, gri sularda yüzen iki erkeğin mücadelesine evriliyor, yönetmen de bizlerin tacizciyle özdeşleşmemizi istiyor (adamı kalp hastası yapmak, ölme noktasına getirmek vs) ama bunu yapınca da zaten göstermediği taciz meselesi havada kalmış oluyor. rana'ya da zarar vermiş oluyor bu durum. bence özdeşleşmekle ya da "% 100 kötü birisi değil"le o kadar uğraşmamalıydı farhadi.

    *rana'ya gelirsem... farhadi, rana'ya tacizciyi affettiriyor ve sonrasında erkeği eleştiriyor. rana'nın polise gitmek istememesini anlamayanlar olabilir. ama dedim ya, bu film ülkemize cuk oturuyor diye. bir araştırın, taciz/tecavüz edilen kadınların yüzde kaçı ve neden polise başvurmuyorlar? çünkü "kadın kuyruk sallamasa erkek bir şey yapmaz" diye düşünen çürümüş bir toplumuz. iran da öyle. kadın polise gidip dava açınca neler olacakk? kapıyı açtı diye orospu denilecek, yani mahalle baskısı görecek. toplumun zihniyetiyle aynı olan devlet de bu "kapıyı açma" meselesine fazlasıyla odaklanıp suçu kadında arayacak. asıl özdeşleşilecek karakter kalp hastası pislik tacizci değil, rana. adam hem yaşlı, hem kalp hastası, hem de fahişelerle yatıp kalkıyor, sonra finalde kalp hastalığı yüzünden onunla özdeşleşeyim! yapamadım, sorry farhadi. rana'nın polis-mahkeme-toplum korkusunu bir erkek olarak çok iyi anladım. emad'ın anlamamasına da şaşırdım. bu arada rana saldırıya uğrarken komşuların "aile içi şiddet" deyip bir süre müdahale etmemeyi düşünmelerini de es geçmeyelim. farhadi gene çürümüş toplumumuzu özetlemiş. ve devlet, toplumun zihniyetinden uzak olmayınca bireysel adaletin, yani intikamın gerçekleşeceğini de ifade etmiş. devlet "kapıyı niye açtın?" gibi sorularla kadını suçlamayacak olsa emad tacizciyi film boyunca aramaz, işi polise bırakır. ama işte türkiye de öyle bir yer, iran da. 100 kişinin tecavüz ettiği çocuklara, gençlere sorulan sualleri okuyun da aklınız uçsun, delirin. sonra neden polise güvenilmiyor?

    *dediğim gibi filmin sıkıntısı taciz anına dair muğlaklığı yıkamaması, kadın karakteri bir süre sonra önemsizleştirip tacizciyi "% 100 kötü değil" için özdeşleşilecek noktaya getirmesi ve taciz olayını da erkeklerin mücadelesi haline getirmesi. başta dediğime dönersem... filmin sadece 3 karakterden ibaret oluşu ve olayların aşırı düğümlenmemesi yüzünden olsa gerek a separation kadar etkilenmedim.
    ama halen değerli bir film bu film. oyunculuklar şahane. şahab hüseyini, cannes'daki ödülü hak etmiş. a separation'da da mükemmeldi. taraneh alidoosti de iyiydi. onu izlemek keyifliydi. müziğin kullanılmamasını da hiç yadırgamadım. müziksiz filmlerden. ihtiyaç da duyulmuyor. çünkü gücünü müziklerden alan bir sinemacı değil farhadi.

    spoiler


    (sherlock holmes 90 - 28 Ocak 2017 13:08)

  • comment image

    ileride bürünmemiz muhtemel olan sosyal yapının bir örneklemidir. örtülüyüz ama modern örtülüyüz, haremlik-selamlık okuyoruz ama hayat ve sanat devam ediyor, selamlaşırım ama başkasının kocasının elini sıkmam, cinsellik bastırılıyor ama hanelerde çaktırmadan paralı çapkınlık yapabiliriz, polis var ama gitsen de kadın olduğun için aşağılanabilirsin... bunların bir kısmı yaşamımıza girdi bile zaten.


    (puskinskaya - 30 Ocak 2017 10:07)

  • comment image

    müthiş bir film. aylar sonra ilk kez sinema salonuna girmemi sağladı, sağ olsun. çünkü insanların mısır yerken ve yanlarında oturanlarla konuşurken çıkardıkları seslere tahammül edemiyorum. ama yani, asghar farhadi aşkına, bu filmi daha fazla bekleyemezdim.

    her şeyden önce asghar farhadi ne kadar muhteşem bir hikaye anlatıcısı, shahab hosseini ne kadar muhteşem bir oyuncu. umarım bir ömür birlikte yol alırlar. amin.

    sonra; kimileri hikayeyi, farhadi'nin diğer filmlerindeki kadar etkileyici ve çözümleri de yeterince zekice bulmadıklarını söylemişler. ben öyle düşünmüyorum. sanırım en çok etkilendiğim farhadi filmi darbareye eli'ydi. ama yine de onun için bile "bundan iyiydi," diyemiyorum. çünkü ben bu adamın temel dertlerinden birinin, karakterin iç çatışmasını ve duygusal çalkantılarını her zerresiyle seyirciye geçirmek olduğunu ve o çatışmanın da her filmde biraz daha güçlendiğini düşünüyorum. belki de bu yüzden codayi-i nadir ez simin'den sonra ana karakterleri ve olay örgüsünde sadeleşmeye gitmeyi tercih etmiştir kendisi. nitekim bu filmin ana karakteri olan emad'ın yaşadığı iç çatışma ve onu takip eden dönüşüm süreci bence çok çok güçlüydü; hatta belki farhadi'nin şimdiye dek ana karakterle gösterdiği en keskin dönüşümlerden biri bile olabilir. (ya da ben sinemadan çıkmış ve iran sinemasını övmüş de gelmiş insan kafası yaşıyor olabilirim; bilemiyorum.)

    dikkat: buradan sonra spoiler çıkabilir. çıkacaktır.

    bana kalırsa farhadi'nin bu filmde derdini az sayıda karakterle anlatmayı tercih etmesinin nedenlerinden biri de emad karakterinin durumunu ve duygusunu belirginleştirmek adına yan karakterlerden değil, kullandığı referanslardan güç almak istemesi. bu referanslardan ilki, filme de adını veren arthur miller oyunu death of a salesman. farhadi'nin burada, karısını tacizden/tecavüzden koruyamamış olmanın çaresizliğiyle kendi kendini yiyen emad ile ailesine güzel bir hayat sunamadığı için kendi başını yiyen arthur miller karakteri willy loman'ı paralellediğini görüyoruz. sanat ve yaşam gerçekliği karşılaştırmasını da çok güzel gösteriyor burada. emad iken yönetmeni ve arkadaşı olan, pek de haz etmediği adama söyleyemediklerini, willy iken bir kahramana dönüşmüş olduğundan bir çırpıda, açıklıkla söyleyebiliyor karakterimiz.

    benzer biçimde, yine emad'ın kendinden bağımsız olarak gelişen olay karşısındaki acizliğini, benim özellikle çok hoşuma giden skammen göndermesiyle güçlendiriyor farhadi. bu güzide bergman filminin adının*, filme yapılan göndermenin olduğu sahnenin duygusuyla birebir örtüşmesi bir tarafa, skammen karakterleri de forushande'nin karakterleriyle örtüşüyorlar. skammen'de de tek istedikleri sanat yapmak olan ama savaş ve dolayısıyla baskı yüzünden giderek mutsuzlaşıp yozlaşan müzisyen bir çifti seyrederiz. onların da çocukları olmaz. orada da (tecavüz şeklinde olmasa da) ikinci bir adam ve bu ikinci adama karşı duyulan derin öfkeyle birlikte yine de bir şey yapamamanın verdiği rahatsızlık söz konusudur.

    bir gönderme de, iranlı yazar gholam hossein saedi'nin the cow isimli oyununa yapılıyor. filmin ilk sahnelerinde emad'ın sınıfında bu oyundan bahsediliyor ve sonrasında oyundan uyarlanan siyah beyaz filmden birkaç görüntü seyrediyoruz. filmin başında emad'ın, öğrencisinin "bir insan nasıl ineğe dönüşür?" sorusuna, "yavaş yavaş" şeklinde cevap vermesi, emad'ın da yavaş yavaş çığırından çıkacak, başta gördüğümüz o sakin adamdan, bir insanı öldürebilecek olan adama dönüşecek olmasına işaret ediyor. fakat emad'la ilgili değişmeyen tek şey, kadının beyanını esas alması ki bu benim filmde en çok etkilendiğim detay oldu. sadece taksi sahnesi ve ardından emad'la öğrencisi arasında geçen taciz tartışması diyorum spoiler olmasın diye; çok hoş, çok naifti. herkese örnek olsun bu bakış açısı.

    bu arada merak eden olursa, "the cow" isimli hikayenin konusu da kısaca şöyleymiş: hasan isminde, evli ama çocuğu olmayan bir köylü vardır. (bakın yine çocuk yok.) bu adamın hayatta en çok değer verdiği şey ineğidir. bir gün iş için köyden ayrılır ve arkadaşları onun sevgili ineğini ahırda ölü bulurlar. hasan üzülmesin diye de "ineğin kaçtı" derler. ama hasan yine de üzülür. çok üzülür hatta. o kadar üzülür ki yavaş yavaş delirmeye başlar ve sonunda "ben ineğim" der; kimse de onu inek olmadığına ikna edemez. yazık. (bkz: gaav)

    farhadi bu filmde taciz, tecavüz ve intikam gibi anahtar kelimeler etrafında dönüyor ama bence satıcının ölmesi ya da ölümü (cezayı) hak edip etmemesiyle pek de fazla ilgilenmiyor. bana kalırsa onun için önemli olan emad'ın çaresizlik ve utançla yavaş yavaş geçirdiği dönüşüm. kaldı ki tacizci de aynı şeyden, utanç ve olanları geri çeviremeyecek olmanın çaresizliğinden ölüyor; kalp krizinden değil. belki de ölmüyordur gerçi. onu da tam olarak bilmiyoruz. işte bu gizem de farhadi imzası oluyor.

    son derece gereksiz edit: filmi seyrederken, sırf insanları çıkardıkları sesler yüzünden öldürmeyeyim diye, nefret ettiğim halde bir kova patlamış mısır yedim. işte insan sevgisi. işte farhadi seyircisi.


    (fuckleberry linn - 1 Şubat 2017 03:18)

  • comment image

    --- spoiler ---

    filmde ana karakterler erkekler de olsa, kadınların hikayeleri içime oturdu. ziyaretçisi bol olan kadını yargılayan insanlar, ziyaretçileri yargılamaz, kadın toplum tarafından "istenmeyen" kadın olsa da diğerleri hayatlarına kaldığı yerden devam eder. şuan adını hatırlayamadığım tiyatrodaki kırmızı paltolu kadın, boşanan ailede bile kadının çocuğuyla ayakta durabilmek için gece yarıları çocuğunu orada burada koltuk üzerinde uyutmak zorunda kalması. yaşlı adamın karısının, kocasına olan sevgi ve bağlılığı ve bunun karşısında adamın genç kadınları ziyarete gidip zar zor geçinen ailesine rağmen, meblağı bile önemsemeden yüklü miktarları diğer kadın ve çocuğuna harcayabilmesi, banyoda savunmasız bulduğu bir kadına hastalığına ve yaşına rağmen taciz/tecavüz edebilmesi. tacize uğrayan kadının henüz iyileşmemiş fiziksel yaraları ve iyileşmeyecek ruhsal yaralarına (bakınız taksideki kadın) rağmen, adamı affedebilmesi ve hayatına başka bir olayla girmesini istememesi.

    tüm bunların karşısında diğer tarafta olayın "şeytana uydum" diyebilecek kadar basit, olağan ve acınası görülmesi. ve malesef bunun sadece filmlerde olur bir hikaye olmaması.
    şu dünyaya adapte olmakta her geçen gün daha da zorlanıyorum.

    ---
    spoiler ---
    ashgar farhadi nin beni dünyadan biraz daha koparan filmi. şu satırları yazabilmek için bile filmi izlememin üzerinden 24 saat geçmesi gerekti. ve hala cümlelerimi toparlayabiliyor değilim. cümlelerdeki kopukluklar affola


    (i am a legal alien - 4 Şubat 2017 20:31)

  • comment image

    bu film özelinde asghar farhadi'nin neden çağının en önemli 3 -5 yönetmeninden biri olduğunu vurgulamak isterim. daha önce şu entryde #57171782 le passe özelinde farhadi sineması için bir şeyler karalamıştım. biraz genişletmek istiyorum. ayrıca türk sinemacılarının neden farhadi'yi örnek almaları gerektiğini de kendimce izah etmek istiyorum.

    farhadi çağdaşları gibi derdi olan nitelikli filmler yaparken kendi sinemasal kodlarını oluşturan ender yönetmenlerden. yani bir auteur. auteur kavramıyle ilgili olarak amerikalı eleştirmen andrew sarris “notes on the auteur theory in 1962” adlı makalesinde tüm auteur yönetmenleri diğer yönetmenlerden ayıran özellikler olarak teknik ustalık, kişisel stil ve içsel anlam kavramlarını ortaya koymuştur. andré bazin ise sarris’in kişisel nitelik kriterlerinin yanına tarihsel, toplumsal, ekonomik, üretimsel birçok değişkeni de eklemiştir. claude levis strauss’un yapısalcı yaklaşımı ise auteur analizine aktarılarak yönetmenlerin filmlerindeki benzerlikler ve tekrarlarla birlikte farklılıkların ve karşıtlıkların önemine dikkat çekilmiştir.

    farhadi tüm bu tanımlamaları neredeyse eksiz bir şekilde karşılayan ender yönetmenlerden. özellikle türk sinemacılarının şiddetle, hararetle örnek almaları gereken bir deha. farhadi'nin doğup büyüdüğü kültürün türkiye ile olan benzerlikleri aşikar. her şeyden önce islam kültürünün yoğurduğu teslimiyet, sansür, günah, itaat, din-sosyoloji, din-toplum ve tüm bunların uzantısı olarak ahlak, vicdan gibi kavram ilişkilerini ve yansımalarını kültürümüzle örtüştürmek mümkün. türk sinemasının on yıllardır anlatmayı beceremediği her şeyi, didaktik olmadan, ağdalı melodramatik bir anlatıma yaslanmadan, istismara açık, uyarıcı görevi gören her türden ajitatif yaklaşımı dışlayarak ele alıyor farhadi.

    türk sinemasının genel problemlemlerinden biri çok fazla şey anlatma isteğinin bir tür şablon duyguyla ele alınması, her türden ifade ve duygu aynı potada eritmeye çalışması ve en önemlisi karakterlerini ele alış biçiminde onları gerçek kılacak doğallıktan fersah fersah uzak olması. geçen senenin en sevdiğim filmleri sarmaşık ve abluka gibi iki iyi filmde de saydığım bu eksikler ziyadesiyle mevcut.

    her şeyden önce türk yönetmenlerin neredeyse tamamı oyuncu yönetimi konusunda hiçbir şey bilmiyorlar. evet kesinlikle yönetmenlerimizi bu konuda çok zayıflar. çünkü oyunculuk hakkında hiçbir fikirleri yok. senaryoda yazan her şeyin oyunucunun doğal yorumu sonucu karşılığını bulabileceğini düşünecek kadar oyuncu yönetmekten bi haber yönetmenler, donuk, sönük, benzeş, mizansen noktasında rezalet derecesinde kötü oyunuculukları yönetiyorlar. oyuncu ne kadar iyi olursa olsun, karakteri ne kadar iyi yorumlarsa yorumlasın yönetmen sahip olduğu entelektüel derinlik, içkin okuma ve yaklaşımla oyuncuyu yönetebilmeli. oyuncunun üstünde hakimiyet kurabilmeli. ama bizde maalesef oyuncunun sırtını sıvazlayıp aynı perdeden, aynı tonal yaklaşımla yorumlanan neredeyse tek bir filmin devamıymışçasına benzeş oyunculuk performansları görmek sıradan bir durum halinde.

    sarmaşık ve abluka filmlerinde oynayan kadir çermik ve mehmet özgür'ün fiziksel benzerliklerinin de etkisiyle aynı rolü oynayan kişiler olduğunu düşünen tek ben değilimdir muhtemelen. ki bu saydığım iki film bence türk sineması için çok değerli filmler. ama her iki filmde de oyuncu yönetimi noktasında sorunlar var. böylesi iyi iki filmde bile oyuncu yönetimi sıkıntılıysa diğer filmlere girmek bile istemiyorum.

    bunları yazma sebebim farhadi'nin neredeyse 125 dakikalık filminin son 20-25 dakikasında görünüp oyunuculuk şovu yapan farid sajjadi hosseini'nin performansına da dikkat çekmek. sıradan, basit bir karakteri öylesine ince, öylesine gerçek, öylesine vurucu bir şekilde oynuyor ki gördüğünüz şeyin yaşamla kesiştiği, buluştuğu alan gerçekliğini tam da deneyimlerinizin üstüne kuruyor. özellikle tipoloji olarak türklere, hatta özellikle pazarcılara (küçümsemek için vurgulamıyorum, yanlış anlaşılmasın lütfen) benzeyen naser karakterini etrafımda gördüğüm, tanışık olduğum, gözlemlediğim insanlardan ayıramadım. işte oyunculuk bu. ama daha önemlisi oyuncu yönetimi bu.

    farhadi dramatik yapısını en ilkel dürtüyle kuruyor her şeyden önce. çatışmanın en basit kuralıyla. bu insanlar kim, burada ne yapıyorlar? senaryoda sorulması ve elbet cevaplanması gereken ilk sorulardır bunlar. bunlar aynı zamandan senaryonuzunu yani filminizin temel dertlerini ifade eder. yani tema- mesaj- önerme. işte farhadi'yi birçok sanatsevici yönetmenden ayıran temel şey bu. farhadi hiçbir filminde zorlama bir dramatik yapı kurmuyor. en basit sorulara, en basit cevapları verme peşinde. öyle karışık, dolambaçlı, twistli senaryolar peşinde koşmuyor. dolantıyı oluştururken sorduğu basit soruların karşılığı olan cevapları sürekli bir kişsel hesaplaşma bağlamına oturtarak karakterlerin ahlaki yaklaşımını, değişen vicdani sorgulamaları genişleterek ışık tuttuğu basit görüntünün arka planını doğal bir şekilde zenginleştiriyor. böylelikle filmlerinin kurgusunda herkesin belirttiği o akışkanlığı da sağlıyor.

    daha önce söyledim, yine söylüyorum. sinema okullarımızda farhadi filmleri ve senaryoları ders niyetine okutulmalı. sanat filmi yapmak isteyen tüm sinema aşıklarının basit, doğal yaklaşımla kendi kültürlerinden hareketle nasıl evrensel bir ölçüte kavuşabileceğinin formülünü taşıyor yönetmenin filmleri. hatta tiyatro yapan arkadaşlara da kesinlikle öneriyorum. çünkü farhadi'nin tüm filmleri aynı zamanda ziyadesiyle teatral. özellikle bir ayrılık ve geçmiş filmleri karakter eksenli yoğun diyalog yapısı ve güçlü dramatik etkisiyle tiyatro sahneleri için biçilmiş kaftan. ama bizde tiyatro dehaları da hala shakespeare falan oynamaya devam ediyorlar.

    bizde ise yönetmenler tek bir hikaye anlatma derdiyle yola çıkıp, hikayenin içine bir sürü baharat katarak filmlerini zenginleştirdiklerini düşünüyorlar. ve genelde hepsi de tam olarak derdini anlatamayan, mesajın, önermenin belirsizleştiği ya da temel derdin izleyicinin gözüne sokulduğu kuru, donuk, renksiz, tatsız tuzsuz filmler çekiyorlar. karakterlerine kondurdukları etiketleri adeta bir motif gibi karaktlerin üstüne giydirip içselleştiremiyorlar. filmlerdeki tüm karakterler -üstelik alegori falan olmadan- bir değerin, ahlaki bir kavramın karşılığı olarak ortada dolaşıyorlar. normatif değerlerin temsili olan bu karakterler inandırıcılıktan uzak bir şekilde ya dostoyevski romanlarından fırlamışçasına derin tipler oluyor, ya da derinliklerini işe yaramayan bir tür sessizlik ve uzaklara dalarım/cigaramı yakarım düsturuyla inşa eden yüzeysel karakterler olarak perdede boy gösteriyorlar.

    fazla fazla anlatma arzusuna yenik düşen yönetmenlerimiz ya işe yaramaz sessizlikler, uzun planlarla fazlasıyla simgesel bir anlatımın tuzağına düşüp neredeyse hiçbir şey göstermeden yani ima ederek ''hadi bakalım seyirci, tahmin ne söylediğimi'' oyunu oynuyorlar, ya da bir sürü imaj, kavram, durumu gözümüze sokarak bizlere üstüne düşünmek, yorumlamak için alan bırakmıyorlar.

    farhadi ise peşine düştüğü sorulara cevap ararken sadece cevabın kendisiyle ilgilenmiyor elbet. cevabın etki alanıyla, yaratacağı yüzleşmeyle, meyil ettiği kötülük ve normalleşmeyle ilgleniyor. zaten kendisinin de ifade ettiği gibi cevaplardan ziyade sorularla ilgileniyor.

    kriminal yaklaşımını oturttuğu polisiye şablonları fazlasıyla tanıdık farhadi'nin. ister salt bir kadın-erkek ilişkisini anlatsın, ister bir tecavüz ya da kayıp vakasını. hep aynı noktadan başlayarak yüzleşmenin perdesini aralıyor. her defasında toplum, aile, din, devlet, kimlik gibi kavram ve kurumların birey üstünde belirleyici olan yapısal formunu parçalamaya çalışıyor.

    kötülüğü salt bir eylem, bir ifade gibi ele almıyor. kavramları şablon, formülize bir bakışla somutlamıyor. göstermek yerine ima ettiği şeyleri havada bırakmıyor. hem seyircisine bir çözümleme alanı bırakıyor hem de düşünme, yorumlama payı.

    nitekim son filmi de tanıdık farhadi formülüyle işliyor. tam olarak görmediğimiz kriminal bir durum, bu durumla yüzleşme safhası ve durumun açıklığa kavuşması. bu üç ayaklı anlatıyı tarihsel, toplumsal gerçeğin payandasıyla somutlayıp, içini, dışını, sağını, solunu, yaşamın, gerçeğin, insanın doğal harcıyla örüyor.

    satıcı ifadesi bir çok anlam taşıyor filmde. miller'ın meşhur oyununa yaptığı göndermeler bariz -elbet bizde hiç kimse okumamıştır oyunu orası da aşikar.- burada satmak fiilinin birçok işlevi var. arabasını satan, evini kiralayan, bedenini satan, don, kazak satan. kendini gururlu biri olarak satan, mağrur ve mağdur olarak satan. hem somut hem felsefi bir yaklaşım var bu sözcüğe. sözcüğün anlamı filmin içinde -elbet oyunun da ismi ve konusu- birçok simetriyi ortaya çıkarıyor.

    bir eğitmenin yani öğretmenin başlarda müşfik ve anlayışlı portresi içine düştüğü durumla giderek devletin tahakkümüyle benzeş bir şiddetçil, sansürcü zihniyete dönüşüyor örneğin. başlarda takside maruz kaldığı neredeyse tacizci yaftasına bile sinirlenmeyen ve bunu olgunlukla karşılayan entelektüel, toplumsal baskının, saflaşmanın, ayıplanmanın girdabına düştüğünde önceki fikirlerine ters bir yapıya bürünüyor. burada elbet devlet, din ve kanunlar ekseninde bir eleştiri var. birey ve toplum ilişkisinde sağlıklı bir ahlaki zemin hazırlanmadığında, devlet, yasaları usun, kişisel hak ve özgürlüklerin yani aklın ve bilimin gerektirdiği bir evrensellik yerine, baskılanan, ayıplanan, itaat eden, boyun eğen bir gerçeklikle yani dini teamüllerle kurduğunda birey başına gelen olaylarla yüzleşmek yerine onları inkar etmeyi, bastırmayı seçiyor. bu da hem psikolojik hem sosyolojik bir değişim yaratıyor. bireyden, topluma derdini anlatamayan insanların gerçekle yüzleşmek yerine bastırdıkları gizli bir toplumsal sözleşme kabul görüyor. ve böylelikle otoriter devlet yapısı onaylanıyor. şu an yaşadığımız ülkede akp denen mafyanın yaptığı gibi.

    yaşanan tüm bu değişim doğal olarak kişisel ilişkilerde dönüşsüz bir yola girilmesine sebep oluyor. kanunlar karşısında haklı olmasına rağmen, fiili toplumsal baskının angajman alanına dahil olmamak için başına geleni itaatkar şekilde kabullenen birey öfkesini, nefretini başka bir şeye yöneltmek ya da dönüştürmek zorunda. tıpkı eşinin başına gelenlerden ötürü onlara evi bulan rol arkadaşı babak'ı suçlayan emad'ın sahnede yazılı olan repliklerin dışına çıkıp, içinde büyüttüğü öfkeyi kusması gibi.

    burada çarpıcı olan şey şu; kötü bir durum sırf kanunlara olan güvensizlikten ötürü ve elbet toplumun her türden ayıplamasına karşın korunma içgüdüsüyle bastırılıyor. polise, kanuna, devlete yapılacak izahatların işe yaramayacağı fikri bireye öyle bir işlemiş ki başına gelen kötülüğün cezasız kalması kaçınılmaz. al sana türkiye işte. dövülen, öldürülen, tecavüze uğrayan kadınların genel durumu tam da bu işte. kocalar, evlatlar, sevgililer, babalar, abiler kişisel intikamın peşine düşmeli mi, düşmemeli mi ikilemi bu topraklar için lüks bir soru değil. hatta bizim şanlı sinemacılarımızın bugüne değin hala bu meseleye gereken nitelikli bakışı atmamış olmaları da bizlerin eksikliği.

    her türden korkuyla kurulan ve ötekinin tamamlayıcı fantezisi olan sansür kendi gerçeğini yaratıyor elbet. evet sansür aynı zamanda onu gerekli görüp, uygulayanların gizli fantezisidir. yaşamın içinde giremediği, erişemediği, kabul görmediği her türden kimliğe, bakışa, ifadeye karşı oluşturulmuş şiddetçil bir cephedir sansür. insanı kırıp, parçalarına ayırırken, kendiyle çelişmesine, ahlaki ikilemlere düşmesine, mücadele gücünün ondan alınmasına, her türden haksızlık karşısında çaresizliği tatmasına ve elbet yenilmesine aracılık eder. böylelikle yapılan haksızlıklar karşısında dik durup, mücadele etmek yerine, bu haksızlıklarla mücadele edenlerin şeytanlaştırıldığı, düşmanlaştırıldığı, saflaştırıldığı ikiyüzlü bir toplum yaratılıyor.

    kısacası farhadi'nin filmi, algısı biraz açık her türden insan için, bizlerden birinin bu topraklarda çekip, derdini anlattığı bir filmden farksız. her şeyiyle bu kültürün kodlarıyla kesişiyor. filmi neresinden okursanız okuyun günümüz türkiye'nin izlerini görüyorsunuz. işte farhadi böylesine evrensel bir gerçeklik yakalayabildiği için bile örnek alınması gereken bir yönetmen. umarım bizim sanatsevici yönetmenciklerimiz bu adamdan biraz olsun feyz alırlar.

    meselesi olan filmler çekmek için gereksindikleri o taş devrinden kalma sinemasal ifadeler yerine kendi sinemasal ifadesini bulmaya çalışan yönetmenlerin filmlerini görmeyi iple çekiyoruz bu topraklarda. elbet iyi yönetmenlar var bu topraklarda. ama özellikle çağcıl yönetmenler içersinde hala dört başı mamur sinema yapanı mevcut değil. işte farhadi gibi bir örnek bence sinemayla ilgilenen herkes için bulunmaz bir nimet. etinden, sütünden faydalanmalı. the salesman yönetmen sinemasının bir ürünü olarak sinema tarihine adını altın harflerle kazıyor kısacası.


    (kulotsuzcorap - 8 Şubat 2017 17:11)

  • comment image

    bazı filmler var; sizi alıyor düğüm düğüm yapıyor, sayısız düğüm atıyor üzerinize, karmakarışık oluyorsunuz içinizde ve dışınızda. o an biri sizi görse, “sana ne oldu?” sorusunu hiç düşünmeden sorabilir. “çok iyi bir film izledim az önce” diye cevap verebilirsiniz siz de, “çok ama çok iyi bir film izledim” diye de pekiştirirsiniz.

    dilerdim ki; bu filmi, seçeceğim bir grup insanla oturup izleyelim ve film bittiğinde birbirimize düğümlerimizi gösterelim ve birbirimizi affedelim.


    (dolls - 19 Şubat 2017 20:45)

  • comment image

    en güçlü anlattığı karakter/hikayelerden biri de, tek bir kare bile göstermediği karakter ve onun hikayesi olan film. farhadi'yi muazzam bir yönetmen yapan zaten hep göstermedikleridir bence.

    --- spoiler ---
    filmin göz önündeki "düğüm"ünden ötede, bir de karakterlerimizin evin eski kiracısının "fahişe" olduğunu öğrenmesi ile "çözülenler" vardır. o dakikaya kadar; komşuların ev sahibine imaları, verdiği sözü tutmaması ile tek başına baktığını bildiğimiz çocuğunun duvara çizdiği resimlerle uyanan merhametimiz, kendisinin de zor durumda kalışı, evsahibinden zarar gördüğünü sezmemiz arasında kurulan iyi-kötü dengesi; kiracının "gerçek" kimliğinin ortaya çıkmasıyla bir daha değişmemem üzere bozulur filmde. esas karakter konumunda olan kocanın yaşayacağı ahlaki dönüşlerin ilki de, esasen bu bilgi üzerinedir. filmin başında kendi eşyaları yerleşemeyecek olsa bile, karısını ve ev sahibi arkadaşını başkasının kişisel eşyalarına dokunmamak için ikna etmeye çalışır; fahişe olduğunu öğrendiği kadın içinse artık bir "mahrem" yoktur, eşyaları, telefon mesajları da taciz edilebilir. takside "tacizci" imasına muhatap kaldığında olgun bir anlayışlılıkla hesaba aldıkları, kendisinin intikam duygusunu hafifletebilecek yegane şeyin banyodaki kadının "fahişe kadın" sanılmış olmasına dair bir iffet hesabına dönüşür. çıplaklığı pardesüsüyle oynamak zorunda kalan oyuncunun provalardaki "oyunda bile fahişe olmam, bana saygı duymamasına yetiyor" repliği de, gelir yerli yerine oturur böylece. eski kiracının varlığının tek gölgesi eşyaların, evin içinde kabul edilebilirliğinin sınırları da giderek daralır. ev sahibi arkadaş, eşyaları evden aldığında kendi utancının da üstünü örtmüş olur, eşyaların gitmesiyle eski kiracı da hikayeden gider.
    ---
    spoiler ---

    forushande'yi, hiç görünmeyen "satıcı" ile kurulan ilişkiler üzerinden okuyan kritik pek görmemiz, farhadi'nin ustalık hanesine mi yazılsa, ondan emin değilim bak.


    (muskulpesentmisim - 6 Mart 2017 01:20)

  • comment image

    benim de en beğendiğim asghar farhadi filmi olmadı ama yine çok tanıdık ama çok da farklı iran'dan bir kesit görmek her zamanki gibi büyük bir zevkti. polise olan güvensizliği görmek korkutucu, iran'dan tiyatro sahneleri izlemek ilginç, "kötü kadına" olan önyargılar üzücüydü. yalnız yorumlara şöyle bir baktım da sanırım bir tek ben ana olayı farklı yorumladım ve sanırım bu yüzden de yanlıştayım:

    --- spoiler ---

    ben filmde taciz-saldırı olduğuna nedense inanmadım. olay benim anladığım şekliyle şöyle gerçekleşti:

    kadın kapıyı açıp duşa geri döndü. "tacizci" diye yaftaladığımız adam belli ki müdavimliğinin verdiği alışkanlıkla içeri girdi. duştakini tanıdığı fahişe zannetti. işte anahtarlarını, parasını, çorabını çıkardı falan. sonra sürpriz yapmaya duşa girdi ama hem kendisi hem de duştaki yeni kiracı hiç beklemedikleri bir olay yaşadılar: iki yabancı bir banyoda karşılaştılar. bu panikle kadın düştü kafasını çarptı, adam da kaçıp o durumdan kurtulmak istedi. yani asıl olay taciz-saldırı falan değil, aşırı baskıcı bir toplumda yanlışlıkla yabancı bir adamın yabancı bir kadını çıplak görmesi ve buna verdikleri tepki.

    hatta sinirli koca yaşlı adamı sorgularken "evin içinde hiç mi değişiklik görmedin? nasıl anlamazsın adam artık başka birilerinin o evde oturduğunu??!" falan diye sorduğunda adam "değişiklikler vardı ama çocuğa aldığım hediye bisiklet bile orada duruyordu, düşünemedim" vb. gibi bir cevap verdi.

    bana tüm olay yukarıda anlattığımmış gibi geldi ama baskıcı toplum böyle bir olayı bile deve yapacağından ne bu kadarcık bir olaydan bile kendini "kirletilmiş" sayan kadın, polislerle, sağlık görevlileriyle ve konu komşuyla uğraşmak istedi ne de kadın düşüp kafasını vurduğunda ona aslında yardım etmesi gereken yaşlı adam "sonra durumumu nasıl açıklarım" tasasıyla kalıp yardım edebildi - hatta neyi var neyi yoksa bırakıp kaçtı.

    çünkü ne yazık ki biz bile biraz tahmin edebiliyoruz ki baskıcı bir toplumda olayın aslını dinleyecek polis, psikolog ya da konu komşu kadına "tanımadığın adamlara kapıyı ne diye açıyorsun? öyle ya da böyle tüm bedenini yabancı bir adama gösterdin" diyeceklerdi ve adama da "yaşlı başlı adamsın orospularla olmaya utanmıyor musun?" diye soracaklardı. kadının benim anladığım versiyonunda tacize/saldırıya uğramamasına rağmen travmaya girmesinin nedeni de işte bu baskıcı zihniyetti: kendi algısında bile hiçbir şey olmamasına rağmen "namusunu koruyamamış olması".

    ---
    spoiler ---

    yani benim anladığım şekliyle bu konuyu amerikan sineması filmleştirecek bir olay olarak işleyemez, ingiliz sitcomu da bu konudan komik bir şeyler çıkarırdı. mesela coupling'in "her best friend's bottom" bölümü gibi ama olay iran'da geçince olay nerelere geliyor.


    (kelek - 11 Mart 2017 19:50)

  • comment image

    --- spoiler ---

    kapiyi acarken uzerinde disarida giydigi giysileri ve basortusu olan rana mi cok hizli sekilde yatak odasina gidip giysilerini cikarip banyoya donup suyun altina girip saclarini sampuanlama asamasina geldi yoksa yasli adam mi merdivenleri inanilmaz uzun bir surede cikti?

    her sey banyoda olduysa yasli adamin corabinin odada ne isi vardi?

    yanlis anlasilma varsa yasli adam neden para birakti?
    kadinin yaralanmasi peki? yaraladigi kadina para birakmasinin amaci?

    bi seyler yaptigi belli olan adami korumaya calismak?
    olasi bir cinayetin onune mi gecmeye calisiyor acaba derken adam olecek diye aglamak?
    rana'nin kocasinin da bir o kadar sogukkanli olabilmesi?
    ---
    spoiler ---

    cevap geldi heyoo.

    --- spoiler ---

    adam geldi. eve girdi. banyodan su sesini duydu. keyiflendi. üstünü çıkardı. banyoya girdi. kadına sarıldı. sonra o kadının sürekli gittiği fahişe olmadığını çıkan kargaşada anladı. kargaşa da bağırış çağırış derken kadın düştü. yaralandı. kanadı. adam panikledi. onun da fahişe olduğunu umarak, panikle parayı bıraktı ve kaçtı.

    kaçarken telefonunu çorabını filan hep unuttu.
    ---
    spoiler ---

    infantilopati'ye tesekkurlerimle...
    ben de protein, vitamin, mineral vs. yonunden daha kaliteli beslenirsem umarim boyle dusunebilecegim bi gun.
    ibretlik dursun burada. vay be.


    (ben butun cbnce dizilerini izliyorum - 12 Haziran 2017 02:19)

Yorum Kaynak Link : forushande