• "fazlasıyla hüzünlü bir fotoğrafa sahip grup.freddie mercury'nin heykelinin yanında; brian may, john deacon ve roger taylor."
  • "konser verdiğinde resmi tatil olan tek rock grubu. show must go onnnn!!!"
  • "queen başlığını görünce insanın aklına freddienin bulunduğu bir rockband harici bişi nasıl gelebiliyor ben anlamıyor."




Facebook Yorumları
  • comment image

    70’lerin başından bu yana rock tarihinin ‘kraliçe arı’sı olmayı başarabilmiş, müziğiyle ilgilenen veya ilgilenmeyen herkesin takdirini toplamış bir topluluktur queen. kurulduğu ilk günlerden beri yaptığı işlerle her dönem zirvede kalabilmiş, aktif müzik kariyerini noktaladıktan 15 yıl sonra bile mevcut konumunu koruyabilmiştir. bundaki temel neden ise, queen’in müziğini icra ederken sergilediği popülist tutumdur. müzik piyasasında bulundukları her dönem, günün gereklerine uygun olarak en iyi ürünü çıkarmayı hedeflemiş, modern tüketime yönelik şarkılar yapmayı uygun görmüş bir gruptu queen. bu sayede müzikle tanışan her genç insanın queen’le de bir şekilde tanışması kaçınılmaz bir hal alıyordu.

    grup henüz kurulma aşamasındayken, biri hariç, grubun şu andaki üyeleri bile böyle bir aşamadan haberdar değillerdi. hepsi kendi halinde, 4 üniversite öğrencisinin kurduğu bir grubun, rock tarihindeki demir başlardan biri olacağını sadece biri kestirebiliyordu; freddie mercury geleceğe yönelik müzikal planlarını kafasında kurgulayan bir grafik öğrencisiydi londra’da. kolej çevrelerinden arkadaşı olan tim staffell ile çok sık vakit geçirir ve zaman buldukça tim’in grubu olan smile’ı izlemeye giderdi. smile her zaman için freddie’nin, kafasındaki fikirleri canlandırdığı bir pilot grup niteliğindeydi. grubun gitaristi brian harold may ve davulcusu roger meddows taylor, freddie’nin her zaman birlikte iyi şeyler yapabileceğine inandığı müzisyenlerdi. bu nedenle gruba dahil olma yolları arıyor ve bu esnada küçük çaplı gruplarla çalışmalarına devam ediyordu.

    freddie her zaman birlikte çalışacağı kişilerin niteliklerini düşünürdü. çünkü kendisiyle birlikte, çalışacağı insanların ne kadar iyi müzisyenler olduklarının yanı sıra ne tarz bir mentaliteye sahip oldukları da çok önemliydi. aradığı kişilerin sadece birer müzisyen değil, hepsinin kendince değişik meziyetleri bulunmalı, hepsi şova yönelik karakterlere sahip kişiler olmalıydı. çünkü müzikte görsellik ve seyirciye yönelik şovlar çok önemliydi ona göre. o zamanlarda, freddie’nin insanlara garip gelen bu yaklaşımı zaman içinde queen’le kendini doğruladığında insanlar bu zanzibar göçmeni ve arkadaşlarından çok daha büyük şeyler bekleyecekti...

    tim staffell’ın daha büyük işler için smile’dan ayrılması freddie için bulunmaz bir fırsat olmuştu. tim aracılığıyla tanıştığı ve yakın arkadaş olduğu diğer iki grup üyesine planlarından bahsederek birlikte yapabilecekleri şeyler konusunda onları ikna etmeyi başarmıştı. freddie de o dönemlerde çalıştığı wreckage adlı gruptan ayrılarak, roger ve brian’la birlikte yeni bir grubun temellerini atmaya başlamıştı. üçlü biraraya gelerek grubun tek eksiği olan basçıyı aramaya başladılar ve ilanlara yanıt verenler arasında yaptıkları seçmeler sonucunda john richard deacon’ı gruba dahil ettiler. artık ihtiyaçları olan her şey hazırdı ve gerisi kendilerine kalmıştı.

    vakit kaybetmeden grupla ilgili çalışmalara başladılar. fakat henüz bir isimleri de yoktu. isim konusunda alternatifler türetilirken en etkili öneri freddie’den geldi: queen.

    ilk bakışta çok yavan görünen ‘queen’ ismi aslında ihtiyaçları olan bir çok şeyi içinde barındırmaktaydı. britanya için en önemli sembol olmasının yanı sıra, söylendiğinde gücünü hissettiren, ihtişamlı bir isimdi queen. fakat bir o kadar da altında ezilme tehlikesi büyük olan isimlerdendi. bu nedenle diğer grup üyeleri kabul etseler de ilk anda endişeli yaklaştılar bu isme. çünkü grup adına sahip oldukları sorumluluk, bu isimle bir kat daha artacaktı. artık üstlerine düşen, müzik camiasında bir ‘kraliçe’ gibi davranarak, insanlara özel olduklarını hissettirmekti.

    bu doğrultuda freddie de o zamana kadar farrokh bulsara olan ismi yerine, şu anda kendisini tanıdığımız freddie mercury ismini kullanmayı tercih etmişti. çünkü bu hem daha akılda kalıcı hem de daha gösterişliydi kendisi için. freddie’nin kafasında her zaman müzikal bir şov vardı. sadece sahneye çıkıp şarkılarını izleyiciyle paylaşan bir grup istemiyordu. ilk dönemlerinde bir konser grubu olarak tanınacak queen’in en belirleyici özelliği de bu olacaktı zaten, seyircinin kalbine tatlı bir dokunuş.

    adlarını insanlara duyurana kadar yerel konserlerde boy gösterdi queen. henüz tanınan bir grup olmadıkları için ağırlıklı olarak kendi parçalarını çalamıyorlardı konserlerinde. mevcut playlistlerinde coverların ağırlığı hissediliyordu, fakat arada kendi parçalarının mevcut olması, queenin perspektifini insanlara gösteriyordu. zaman içinde queen, üniversite çevrelerinde iyiden iyiye ünlendi ve çeşitli organizasyonlardan davetler almaya başladı. kendilerini çevreye kabul ettirdikçe konserlerinde artık kendi şarkılarını çalmaya başladılar. bu arada da kendi imkanlarıyla ilk stüdyo albümleri queen'i 1973’te çıkardılar piyasaya. pek ses getiren bir albüm olmamıştı ama albümden çıkan ilk single keep yourself alive londra radyolarında çalınmaya başlamıştı. bu queen için gerçekten önemli bir hadiseydi, çünkü o dönemde insanlar ağırlıklı olarak radyolardan aşina oldukları gruplara yöneliyordu ve satın alıyordu.

    yerel konserlerle ismini duyuran ve hızla ünlenmeye devam eden queen, artık büyük bir konser grubu olmuştu. konserlerinde büyük ışık oyunları, freddie mercury’nin hareketli sahne şovları, brian may’in red special’ı ile elde ettiği kendine özel tonu ve insanların pek alışık olmadığı şekilde rock müziğe entegre ettikleri yoğun piyano partisyonları ile belleklerde iyice yer ettiler. bu esnada vakit kaybetmeden 1973 sonunda ikinci stüdyo albümleri queen ii kaydettiler ve 1974’te ikinci plakları raflarda yerini aldı. artık queen hızla, hem yeni bestelerini kaydediyor, hem de konserler vermeye devam ediyordu.

    aynı yıl içinde hız kesmeden üçüncü albümleri sheer heart attack kayıtları yapıldı. aslında bu yaptıkları riskli bir şeydi. çünkü henüz tanınma aşamasındayken ellerindeki malzemeyi bu denli hızlı harcıyorlar, bir anlamda da geleceklerini tehlikeye atıyorlardı. çünkü o dönemlerde piyasaya çıkan ve kısa sürede silinen çoğu grubun temel problemi, yaptıkları parıltılı çıkışı sürdürecek kalitede çalışmaları ileride devam ettirememeleri, en güvendikleri materyallerini bir çırpıda harcamalarıydı.

    üçüncü albümleri queen açısından çok önemliydi, çünkü ilk kez bir televizyon programından teklif almalarını sağlayacaktı. hem de bu teklif, ülkenin en büyük müzik programı olan, bbc’nin hazırladığı top of the pops’a çıkma teklifiydi. queen için heyecan verici bu teklif aslında tam aradıkları fırsattı. bütün dünyadaki insanların kendileri hakkında fikir sahibi olmasını sağlayacaktı bu deneyim. program çekimlerinde killer queen, now i’m here, keep yourself alive ve seven seas of ryhe adlı parçaları canlı çaldılar ve bu performanslarıyla büyük beğeni topladılar.

    *****

    artık tasarladıkları büyük çıkışı yapmanın zamanı gelmişti ve bu çıkışı dördüncü stüdyo albümleri ile yapacaklardı. kendilerini bütün dünyaya tanıtacak, son yılların en büyük hitini barındıracak olan albümleri 1974 sonunda geldi: a night at the opera.

    genel anlamıyla bakıldığında önceki albümlere göre biraz daha hafif bir müzikle karşılıyordu queen bizi. daha senfonik ve vokal yoğunluklu şarkılar barındıran bir albümdü a night at the opera. aslında bu bahsi geçen özellikler, bu zamana kadarki queen albümlerinde de bulunan ve kulağa çok ekstra gelen özellikler değildi. sadece daha yumuşak bir müziğe geçiş yapmaktaydı ve ilk değişimlerini gösteriyordu queen. fakat albümü zirveye taşıyacak asıl özelliği farklıydı. ilk duyulduğu anda büyük yankı getiren ve ilerleyen yıllarda da rock tarihinin en iyi şarkısı olarak nitelendirilecek olan bohemian rhapsody bu albümde yer alıyordu.

    şarkı freddie mercury tarafından yazılmıştı ve yapıldığı zaman prodüktörler tarafından ilk anda pek tutulmamıştı. çünkü onlara göre bir şarkının hit olabilmesi için süresi üç dakikayı geçmemeliydi ve şarkı altı dakikaydı. bu kadar uzun bir şarkının single’da yer alamayacağını bu yüzden şarkının kısaltılması istendi queen’den. yapımcıların bu isteği grup elemanları tarafından reddedildi; “bu şekliyle kullanın, şarkıda hiçbir kısaltma yapmayacağız.”

    herkes şarkının çok iyi olduğu konusunda hemfikirdi fakat kimse bu denli uzun bir parçanın hit olabileceğine inanmıyordu. freddie albüm çıkmadan önce, şarkının bir kopyasını radyocu bir arkadaşına verdi dinlemesi için, ama single çıkana kadar çalmaması konusunda uyardı kendisini. arkadaşı şarkıyı dinledikten sonra freddie’yi aradı ve bunun mükemmel bir şarkı olduğunu söyleyerek freddie’den parçayı radyoda bir kez çalmak için izin istedi. böylelikle insanların da tepkisini ölçebileceklerdi. freddie tamam dedi, ama sadece bir kere çalınacaktı. ertesi gün şarkı radyoda ondört kez çalındı ve dinleyiciler tarafından çok iyi tepkiler aldı. artık beklenen bir albüm olmuştu dördüncü albüm. albüm henüz çıkmadan yüzbin sipariş almıştı ve çıkar çıkmaz ingiltere listelerinde birinci sıraya yükselerek bir rekor kırdı. ayrıca albüm, ingiliz plak enstitüsü tarafından ‘son 20 yılın en iyi albümü’ seçildi. albümdeki bohemian rhapsody’nin bir başka özelliği ise çekilen ilk görsel video klibin bu şarkıya ait olmasıydı.

    albümdeki death on two legs, the prophet’s song, love of my life gibi şarkılar bohemian rhapsody’nin gölgesinde kalmaya mahkum parçalardan olmuştur. aslında daha önceden de queen çok önemli eserler meydana getirmişti fakat henüz yeterli üne sahip olmadıkları için pek göze çarpmamıştı. seven seas of ryhe, the march of the black queen, fairy feller’s master stroke, killer queen gibi parçalar bu duruma örnek gösterilebilir.

    ***

    queen artık dünya çapında tanınan bir gruptu ve yapmak istediği şeyle kendini kabul ettirmişti. müziklerinde gözle görülür bir değişim farkediliyordu. artık sertlikten daha uzak, daha senfonik bestelerle karşımıza çıkıyorlardı. aslında ellerinden geldiğince dönemin gerektirdiği, daha çok talep gören şeyler yapmak istiyorlardı. bu durum bir takım kişilerin ve eleştirmenlerin pek hoşuna gitmiyordu. zira popülarite için taviz vermek olarak görülüyordu queen’in bu tutumu. aslında grubun bu yaklaşımının arkasında, müzik dünyasında bulundukları her dönem, zirvedeki grup olma isteği ve isimlerinin gerektirdiği konumda bulunmak istemeleri yatıyordu. freddie mercury bu durumu şu sözlerle özetliyor:
    “tamamen modern tüketime yönelik müzik yapıyoruz. yaptığımız müzikle insanlara mesajlar vererek onları etkileme çabamız yok. günübirlik şarkılar yapıyoruz, insanlar dinledikten sonra kullanılmış bir mendil gibi atıp sonrakine geçebilsin diye...”

    bu tutum zaman içinde queen’in ağır eleştirilere maruz kalmasına ve zaman zaman dinleyici kaybetmesine neden olsa da uzun yıllar boyunca grubun her kesim tarafından dinlenmesini ve zirvede kalmasını sağlayacaktı.

    queen bir süre dünyada turnelerde boy gösterdi ve insanların tepkisini ölçtü. cidden iyi tepkiler alıyordu ve tam bir konser grubu olduğunu dünyaya hissettiriyordu. öyle ki artık konserlerinde izdihamlar oluşuyordu ve bu durum daha büyük çaplı konserlerin habercisi niteliğindeydi. zaten yakın zamanda dünya çapında stadyum konserleriyle boy göstereceklerdi.

    turneler nedeniyle albüm çalışmalarına bir süre ara verdikten sonra 1976’da a day at the races adlı albümle sevenlerinin karşısına çıkan grup ilk hissedilir değişimlerini yaşamaktaydı. daha önceki albümlerde mevcut olan rock soundu yerini daha yumuşak tonlara bırakıyordu. yalnız kendilerini dünyaya henüz kabul ettirmişken büyük değişimlere girmek pek doğru olmazdı. bu nedenle grup bu olayı tarz içi değişikliklerle gerçekleştirme yoluna gitti. a day at the races ile senfonik yoğunluğunu hissettirirken, bir sonraki albümleri news of the world yoldaydı. bu sefer, rock soundlardaki albüm içinde yer yer blues etkileşimleriyle karşımıza çıkıyorlardı. tarzlarında keskin sapmalara doğru yol alırken hit parçalar üretmeye de devam ediyorlardı. rock müzikte klasik haline gelen we will rock you ve we are the champions da bu albümde yeralıyordu.

    1978 senesinde, o zamana kadar kendi içinde en çok farklılık gösteren queen albümü olan jazz piyasaya çıktı. albümü dinlemeye başladığınızda oryantal ritimler ve doğu melodileriyle süslenmiş olan mustapha adlı parçayla karşılaşıyorsunuz. ardından hard rock soundunda birkaç parça ve jazz türünde parçalar karşımıza çıkıyordu. albümün ilk single çalışması fat bottomed girls ve bicycle race adlı parçalardan oluşuyordu. bicycle race adlı parçanın klibi nedeniyle grup birkez daha tepkileri üzerine çekmişti. parçanın klibinde yüz tane çıplak kız bir bisiklet yarışındaydı ve albümün içinde bu klipteki ‘bisikletli kızlar’ın bir posteri bulunuyordu. bu nedenle aileler tarafından büyük tepki topladı. ilk olarak bazı ülkelerde klip sansürlendi, daha sonra da amerika’da bir süre albümün satışı durduruldu ve daha sonra postersiz basımı tekrardan satışa sunuldu. queen bu tip tepkilerden pek rahatsız değildi, çünkü öyle ya da böyle bir şekilde adlarından söz edilmesi işlerine geliyordu. sonuçta kötü bir şey yamıyorlardı ve bu nedenle rahatsızlık duydukları bir konu yoktu.

    grup stüdyo çalışmalarına bir süre ara vermişti ve konserlere yoğunlaşmıştı. bu esnada ilk konser albümleri olan live killers geldi. bu bir double albümdü ve bugüne kadar verdikleri konserlerden bir derleme içeriyordu. 1980’de sekizinci stüdyo albümleri the game ile tekrar karşımıza çıktı queen. the game, yedinci yıldaki sekizinci stüdyo albümüydü ve bir de konser albümü çıkarmışlardı. dinleyiciler için keyif verici olan bu durum kimilerine göre de endişe vericiydi. çünkü ellerindeki malzemeyi olabildiğince hızlı harcayarak yakın gelecekte üretkenliklerinin azalmasından korkuluyordu. eğer queen tek tarza sadık bir mzik yapsaydı belki bu endişeler yerini bulabilirdi. çünkü yaklaşık 10 yıl boyunca aynı türden yeni şarkılar yapmak hem zor hem de sıkıcı olabilirdi ve bu da grubun geleceği için pek hoş olmazdı.

    80'lere geçiş:

    80’ler başı queen için ikinci bir dönüm noktasıydı. çünkü bu dönemde verdikleri kararlar grubun geleceğini önemli ölçüde etkileyecek ve grubu her anlamda rahata kavuşturacaktı.

    gruba 1981’de, dönemin bilim kurgu filmi flash gordon'un müziklerini yapmaları yönünde bir teklif geldi ve grup teklifi kabul etti. kısa sürede filmin müziklerini hazırladılar ve bu müzikleri içinde barındıran albümü flash gordon motion picture soundtrack adıyla piyasaya sürdüler. aynı yıl, grubun 10. yılı münasebetiyle bir greatest hits albümü çıkardılar. albümde grubun geride kalan on yılına damgasını vurmuş onyedi parça bulunuyordu. bu toplama albüm dünya genelinde büyük ilgi gördü ve queen dinlesin dinlemesin, müzikle ilgilenen hemen herkesin arşivlerinde yerini aldı. greatesh hits'in önemli bir özelliği ise, o dönemlerde yabancı rock albümlerinin satışının yasak olduğu iran’da özel bir izinle satışına izin verilen ilk rock albümü olmasıydı.

    bu aradaki boşluk grup için iyi bir soluklanma dönemi olmuştu. bu dönemde konserlere yoğunlaştılar, bir yandan da onuncu stüdyo albümlerinin çalışmalarına başladılar. yeni gelecek olan albüm, queen albümleri arasında belki en az tutulan fakat grubun kariyeri açısından en önemli albümlerden biri olacaktı.

    1982 yılında, o döneme kadarki queen fanlarını pek memnun etmeyecek albüm gelmişti: hot space. albüm yoğun bir şekilde, 80’lerin henüz alışık olunmayan pop müziğini barındırıyordu. dinleyicilerin queen’den duymaya alışık olmadıkları bir sound hakimdi albümde. 1-2 parça dışında, rock kategorisine sokulabilecek parça bulunmuyordu albümde. geri kalan parçalar, 80’lerin pop ritimleri üzerine kurulu, synth yüklü tonlarla süslenmiş parçalardı. dolayısıyla 70’lerin rock dinleyicisine pek hitap etmiyordu. bu nedenle, 70’lerde edindikleri fan kitlesinin bir bölümü hayal kırıklığına uğradığını düşünüyordu ve gruba karşı tavır aldılar.

    artık insanlar queen’in yaratıcılıktan uzaklaştığını düşünüyordu. yeni albümdeki şarkılar insanlara çok yabancıydı. çünkü 80’lere hakim olacak trend çok erkenden kendilerine sunulmuştu. bunun altında da freddie mercury’nin müziğin gidişatındaki ileri görüşlülüğü yatıyordu. müziğin hangi yöne doğru ilerlediğini çok iyi bilen mercury, herkesten önce bu müziği insanlarla tanıştırdı. queen’in en önemli özelliklerinden biri de buydu zaten. sürekli yeni tarzlar deniyordu ve bunu herkesten önce, iyi bir şekilde yapmaya özen gösteriyordu. böylelikte her kesim tarafından sevilen bir grup olmayı başarabiliyordu.

    hot space, queen’e çok şey kazandırdı. bunlardan en önemlisi insanların, queen’in yapacağı her şeye hazır olmasını sağlamasıydı. bu albümü bir şekilde kabul ettirdikten sonra, artık queen’in yapacağı hiçbir şey yadırganmayacaktı. albümün bir başka ve daha önemli özelliği ise queen’in geleceğine dairdi. eğer bu albüm olmasaydı, queen akıllarda sadece ‘iyi bir rock grubu’ olarak kalabilirdi ve freddie’nin kafasındaki efsane olma isteği(*) pek mümkün olamazdı. yani kısacası hot space, queen’in vizyonunu bir şekilde dünyaya belli etmiş, müziğe bakış açılarının ne kadar çeşitli olduğunun bir göstergesi olmuştur.

    hot space ardından uzun soluklu bir dünya turnesine çıkan queen, bu dönemde en çok yeni ışık şovlarına yoğunlaştı. konserler esnasında sürekli ışık şovlarını geliştirerek, görsel anlamda etkileyiciliklerini arttırma çabasındaydılar. öyle ki zaman zaman bu çabaya verdikleri önemin, kendi kafalarında müziklerinin önüne geçmesine bile neden olmuştur. görsellik, queen konserlerinin vazgeçilmez unsurlarındandı ve 80’lerin başında müzikleriyle beraber grup üyelerin görüntülerinde de bariz değişimler oldu. çünkü grup üyeleri uzun vadede kalıcılık için, keskin değişimlerin önemine inanıyorlardı.

    iki yıllık bir aradan sonra yeni albüm, the works geldi. geçen iki yıllık sürede grubun bundan sonra yapacakları daha çok merak edilir olmuştu. böylelikle grup bir anlamda istediğini elde ediyordu. yaptığı her işle insanların ilgisini çekebiliyordu ve insanlar grubun plaklarını daha çok satın alıyordu. the works, poprock türünde ilk queen albümüydü. artık daha oturaklı müzikler yapıyordu ve yaşça olgunlukları müziklerine de yansımaya başlamıştı. fakat müzikal mentalitelerinde bir değişiklik yoktu. her daim dönemin müziğini yapmaya özen gösteriyorlardı.

    ***

    queen artık ilk yıllardaki kaygılarından bir anlamda uzaklaşmış, amacına büyük hızla ulaşmaya devam eden ve sırayla her istediğine sahip olan bir gruptu. insanların gözünde, belki de kendi hayal ettiklerinden bile büyük bir grup olmuştu. bunun temelinde de herkese hitap edebilen bir müzik yapmaları ve konserlerinde seyirciyle aralarında kurdukları yakınlık yatıyordu. artık eskisi kadar sık albüm yapmak yerine, mümkün olduğunca çok konser vermeye gayret gösteriyorlardı. üstüste verdikleri konserlere gösterilen ilgiyi görmek, dinleyiciyle birebir vakit geçirmek daha heyecan vericiydi onlar için. insanlar için de şüphesiz daha keyifliydi konserler. hatta öyle ki, konser verdikleri gün, ingiltere’de ülke geneli resmi tatil ilan edilen tek grup olma özelliğine sahip olmuştur queen.

    1984 yılından sonra 2 yıl süreyle konserlere devam eden grup, 1986’da highlander adlı filmin soundtrack albümü niteliğindeki a kind of magic'i piyasaya sürdü. dinleyici açısından gayet doyurucu olan albüm beraberinde uzun bir turne süreci getirdi. magic tour kapsamında dünyanın dört bir yanında verecekleri konserlerden sonra stüdyo çalışmalarını bir süreliğine askıya alacak olan grup için dağılma söylentileri çıkmakta gecikmeyecekti. çünkü a kind of magic’in bir sonraki stüdyo albümüyle arasındaki süre üç yıl gibi queen açısından uzun bir süre olacaktı. bu nedenle daha önceleri grubun yılda bir albüm çıkarmasına alışık olan kişilerce grubun dağılacağı söylentileri hızla yayılmaya başladı.

    magic tour sonrasında bir süreliğine grup üyeleri köşelerine çekilerek solo çalışmalara ağırlık verdi. insanlara göre bunlar en belirgin dağılma belirtileriydi. grup, birkaç televizyon programı dışında çok fazla ortalarda görünmemeye başladı. daha sonra grubun tekrar ortaya çıkışı live aid organizasyonuyla oldu. wembley stadyumu’ndaki onbinlerce seyircinin büyük bölümü queen için doldurmuştu stadı ve sahneyi queen aldığında, grubu tekrar bir arada görmenin mutluluğu yaşanıyordu tribünlerde. queen, o gün bir sorun olmadığını bu şekilde göstererek kusursuz bir performans sergiledi.

    kısa bir süre sonra grubun ikinci konser albümü olan live magic dinleyiciyle buluştu. magic tour performanslerından oluşan bir toplamaydı live magic. queen’in o döneme kadarki en profesyonel koşullarda düzenlediği turnesi olan magic tour’un en önemli ayağı olan wembley kayıtları ise 1992 yılında live at wembley ’86 adıyla dinleyiciye sunulacaktı.

    ***

    live magic albümü sonrasındaki iki yıllık boşlukta, freddie mercury, montserrat caballé ile barcelona, roger taylor ise solo proje grubu ile shove it adlı albümüyle dinleyici karşısına çıktı. aslında bu dönemde freddie mercury pek evinden dışarı çıkmıyordu ve bu durum da çeşitli söylentilere sebep oluyordu. bir magazin muhabirinin freddie’yi aids testi sonrası doktorunun muayenehanesinden çıkarken görüntülemesi, grup üyelerini ve hayranlarını büyük bir endişe içine sokmuştu. freddie konuyla ilgili konuşmak istemiyordu, basına hiçbir açıklama yapmıyordu. freddie’nin hiv testi pozitifti fakat durumu grup arkadaşları ile dahi paylaşmak istemedi. bunun altında ise freddie’nin mükemmeliyetçi tutumu yatıyordu. kendine göre, o her zaman insanların gözünde ‘mükemmel’di ve ölene kadar insanların gözünde hep öyle kalmayı istiyordu. öldükten sonra da en iyi haliyle hatırlanmak... kısacası insanların kendisine ‘hasta’ gözüyle bakmasını istemiyordu. soranlara gayet iyi olduğunu, hiçbir sorun olmadığını söylüyordu.

    kısa süre sonra yeni çıkacak olan queen albümünün haberi geldiğinde, queen hayranları bir nebze olsun rahatlamıştı. 1989’da miracle adlı albümün çıkışıyla, insanlara bunu açıklamasa da grup artık canlı performansları tamamen noktalamıştı. yeni albüm müzikal olarak queen’den bir şey eksiltmemişti. bu albümün en önemli özelliklerinden biri, albümü oluşturan bütün parçaların grubun ortak çalışması olmasıydı. arada geçen zamanda grup stüdyoda birbiriyle yeterince vakit geçirerek ortak bir çalışma meydana getirmişti. albümdeki klip çalışmalarında freddie’nin hastalığına dair belirtiler kendini göstermeye başlamıştı. freddie oldukça zayıflamıştı, hatta bunu gizlemek için sakal bırakmış haliyle insanların karşısına çıktı. insanların korktuğu her şeyin belirtileri gün geçtikçe kendini gösteriyordu fakat freddie ısrarla dedikoduları yalanlıyordu. ilerleyen yıllarda yapılan röportajlarda brian may o günlerdeki durumu şu şekilde anımsayacaktı:

    “o günlerde herkes gibi biz de endişeleniyorduk. kendisi bize iyi olduğunu, her şeyin yolunda olduğunu söylüyordu ve biz de ona inanmak istiyorduk. bize soranlara ‘hayır o iyi, bir sorun yok’ diyorduk ama söylediğimize malesef biz de inanmıyorduk.”

    ***

    freddie artık mümkün olduğunca evinden çıkmıyordu. sadece yanında yakın arkadaşları mary austin ve peter freestone zaman zaman kendisine eşlik ediyordu. freddie bu esnada çevresinden gizli olarak ilaç tedavisine devam ediyordu. canlı performanslara çıkmak istemiyordu. çünkü insanların onu her zaman sahnedeki en iyi haliyle hatırlamasını istiyordu, sahnede yetersiz bir freddie sergilemek istemiyordu. bu esnada elinden geldiğince kayıt yapmaya devam ediyordu grupla beraber.

    kısa sürede son albümleri olarak piyasaya çıkacak olan innuendonun kayıtlarını tamamladılar. albüm öncekilere göre daha keskin hatlardan oluşan bir hard rock albümüydü. bariz bir şekilde farklılığını hissettiriyordu ve dramatik yönleri ağır basıyordu. albümde önemli ölçüde göze çarpan iki parça vardı. bunlar, albümün açılış parçası olan innuendo ve ‘queen’in kapanış parçası olarak da görülen the show must go on idi.

    innuendo, bir anlamda bohemian rhapsody ile bağdaşıyordu. bohemian rhapsody, queen’in profesyonel kariyeri için bir nevi başlangıç noktası olarak gösterilen bir potforiydi. teknik anlamda da birbirlerine, iniş ve çıkışlar açısından çok benziyordu bu iki parça. biri queen’in dünya genelinde kariyerini tetiklerken, bir diğeri yaklaşılan sonu ‘ima’ ediyordu.

    the show must go on ise tarife pek gerek olmayan, dinleyen herkeste aynı etkiyi bırakan bir parça olmuştur. kısacası bazı şeylerin bittiğinin sinyalini veren, fakat ‘kraliçe’ efsanesinin bir şekilde sürmesi gerektiğini dile getiren bir parçaydı "the show must go on..."

    bu son albüm sonrasında artık hemen herkes inanmak istemediği gerçeği anlamaya başlamıştı. çünkü pek ortalarda görünmeyen freddie, kliplerde kendisini gösteriyordu. albümdeki parçalara çekilen kliplerde freddie makyaj ve peruklarla kamera karşısına çıkarak giderek zayıflamakta olan yüzünü insanlardan saklamaya çalışıyordu.

    freddie’nin hastalığı artık iyiden iyiye kendini göstermeye başlamıştı ve freddie ölmeden önce olabildiğince çok kayıt bırakmak istiyordu. bunun için de grup üyelerinden sürekli bir şeyler yazmalarını istiyordu. fakat artık kayıt yapmak da freddie için pek kolay değildi. stüdyoya gücünü toparlayabildiğinde 1-2 saatliğine uğrayabiliyor ve gücü yalnız 1-2 cümle kaydetmeye yetiyordu. çoğu zaman da kaydettiği şeyi beğenmeyerek “daha sonra gelip daha iyisini kaydedeceğim” diyor ve kaydı çöpe atıyordu. freddie’nin bu mükemmeliyetçi tutumu zaman zaman işlerini zorlaştırıyor fakat o haldeyken bile iyi ürünlerin meydana gelmesini sağlıyordu. freddie artık ayakta durmakta zorlanır haldeydi ve şarkı söylemek kendisi için gitgide zorlaşıyordu. ayrıca zaman içinde büyük ölçüde görme kaybı da kendini göstermeye başladı. artık diğer grup üyeleri hazırda freddie’den gelecek telefonu bekliyorlardı. freddie iyi hissettiği zamanlarda grup üyelerini arayarak kısa süreliğine stüdyoya uğrayarak o an gücü yettiğince birkaç cümle kaydetmeye çalışıyordu. son birkaç ayı bunun çabasıyla geçen freddie’nin stüdyoda geçirdiği o zamanları brian may şu şekilde özetliyor:

    “freddie gelirdi ve gerçekten yorgun bir halde olurdu. besteleri gözden geçirirdi ve kayıt zamanı geldiğinide içkisini alıp o an ağrılarını unutarak sandalyesine oturup söylemeye başlardı. biz de camın arkasından onu izlerken gerçekten çok kötü şeyler hissederdik.”

    1991 kasımında freddie gittikçe gücünü yitirdiğini hissetmeye başlamıştır. bu esnada tek çabası o günlerde kaydına devam edilen son albüm için bir şeyler daha söyleyebilmekti. kasım sonlarına doğru mother love adlı parçanın kayıtları devam ederken freddie artık gücünü tamamen yitirmiştir. artık şarkı söyleyemeyeceğini hissettiğinde doktorlarına tıbbi müdahalenin durdurulması yönünde talimat verdi. çünkü kendisini artık ‘yetersiz’ hissediyordu. bu da pek alışık olduğu ve katlanabileceği bir durum değildi. tıbbi müdahaleyi durdurduktan sonra 23 kasım’da bir basın toplantısı düzenledi ve hiv virüsüne sahip olduğunu bütün dünyaya açıkladı. yaptığı bu kısa ve dramatik basın toplantısından sonra, ertesi gün 24 kasım 1991’de evinde hayatını kaybetti.

    freddie bir anlamda istemeyeceği bir ölüm yaşadı. çünkü hiçbir zaman o güçsüz haliyle insanların karşısına çıkmak istemiyordu, insanların kendisini her zaman en iyi haliyle hatırlamasını istiyordu. zaten böyle de oldu. sahnede son görüldüğü zaman yine olabildiğince sahneyi kaplayabiliyor, şovundan taviz vermiyordu. son albümlerinde ise kendini bariz bir şekilde hissettiren eksiklikler yoktu vokalinde. bu bağlamda freddie mercury’nin çok genç yaşta öldüğünü düşünenlerin yanı sıra, çok vakitli bir şekilde aramızdan ayrıldığını savunanlar da bulunmakta. bu kişilerin görüşüne göre; ‘freddie eğer uzun yıllar boyunca hayatına devam etseydi, yavaş yavaş çöken bir freddie görecektik. böylelikle insanlar, artık şarkı söyleyemeyen ve sahneyi yeterince iyi kullanamayan bir freddie’yi tanımış olacaklardı. freddie’nin de pek hoşuna giden bir durum olmayacaktı muhtemelen...’

    bu konuda bir yorum yapmayacak olsam da mevcut fikirlerin bilinmesini istediğim için paylaşmak istedim. fakat freddie’nin ölümüyle ilgili tamamen katıldığım bir görüşü sizlerle paylaşmak istiyorum:

    freddie mercury, kendi büyüklüğüne yakışan bir şekilde kitleleri etkileyerek aramızdan ayrılmıştır. eğer freddie, sıradan bir trafik kazasıyla veya başka bir doğal yolla hayatını kaybetseydi, insanlar üzerinde şimdiki kadar etki bırakamazdı ve dünyaya bu denli faydalı olamadı. freddie’nin aids’den ölmesi sonucu, dünya çapında aids karşıtı büyük kampanyalar yapılmış ve bu kampanyalar bir çok insanın tedavisinde katkıda bulunmuştur. ayrıca freddie mercury gibi bir idolün aids’den ölmesi, insanların bu virüsü daha da ciddiye almalarını sağlamıştır.

    ***

    freddie’nin ölümünden sonra 1981-1991 arasındaki parçalardan oluşan bir toplama olan greatest hits ii albümü, daha sonra da 1986’daki efsanevi wembley konserini içeren double albüm live at wembley ‘86 dinleyiciyle buluştu. ayrıca 1992’de wembley stadyumu’nda bir çok sanatçının katılımıyla, tüm geliri aids vakıflarına bırakılacak bir anma konseri düzenlendi.

    queen hayranları için en sevindirici olay ise, 1995 yılında, freddie’nin ölmeden önce yaptığı son kayıtları içeren albümün kayıtlarının tamamlanarak piyasaya çıkması oldu. made in heaven isimli albüm queen’in çıkardığı son stüdyo albümüydü. fakat freddie’nin söylediği gibi ‘şov devam ediyordu’...

    queen aktif müzik kariyerini noktalayalı tam olarak 15 sene oldu. fakat hala bugün müzikle yeni tanışan gençler queen’i severek dinliyor ve yeni yeni fan kitleleri oluşmaya devam ediyor. bunu sağlayan ise queen’in en çok eleştirildiği yönü olan, müziğindeki popülist yaklaşımıdır. eğer bu tutum içinde albümlerini yapmasalardı belki bugün, sadece belli bir kitlenin beğenisini kazanan bir grup olmaktan ileri gidemeyecekti.

    (*): "i won't be a star, i'll be a legend." freddie mercury


    (the great pretender - 28 Ağustos 2007 19:17)

  • comment image

    queen i (1973)

    queen'in müzik dünyasına giriş albümü. 1973'e kadar bir çok konser veren queen nedense konserde çaldığı bir çok parçayı** queen ii albümüne saklamıştır. yine 1973 te yapılan bazı şarkıları* stüdyoda daha fazla çalışma imkanı bulabildiğimiz zaman kaydederiz diyerek ilk albümde yayınlamamışlardır. belki de bu kompleks şarkılara geçmeden önce insanları müziklerine hazırlamak istemişlerdir.
    bu albümleri queen'in ileride yapacağı bir çok güzel işin de bir habercisidir. keep yourself alive, great king rat ve son and doughter gibi sert parçalarla progressive müziği harmanlamış ve ortaya çok güzel şarkılar çıkmıştır. grubun özel bir grup olacağı bu albümden hemen fark edilir. brian may'in red special'ının tonu ve çalma şekli ile freddie mercury'nin saf ve yüksek sesi grubun soundunun en belirgin yaratıcılarıdır.
    hemen anlaşılır bir albüm olmadığı için fazla liste başarısı gösterememiştir.

    queen ii (1974)

    hem queen arşivinde, hem de dünya müzik arşivinde, kalitesine göre underrated kalmış olan ikinci albümleri. ilk albümde bahsettiğim konser şarkılarını bu albümde kaydetmişlerdir. albümde brian may ve freddie mercury'nin karmaşık ve yenilikçi besteleri ve yaratıcılıkları göze çarpar. ilk albümün liste başarısı göstermemesine rağmen kendi bildikleri alanda devam ettiklerini ve piyasadan çok müziğe önem verdiklerini gösterir bu albüm. sadece yüksek bir dehanın ürünü olabilecek bir black side (b yüzü)'a sahiptir albüm ve şarkıların arka arkaya dinlenmesi gerekir.
    the march of the black queen başlı başına bir şaheserdir. dikkatli dinlenirse her enstrümanın şarkıya katkısının müthiş olduğu görülür ve altyapıları konserde çalınamayacak kadar karmaşıktır. albümün biraz karanlık havası olduğu doğrudur ancak aynı zamanda eğlencelidir. *

    sheer heart attack (1974)

    brian may'in hasta olması* nedeniyle turneleri iptal etmişler ve üçüncü albümlerini kaydetmek için stüdyoya girmişlerdir. hem ingilterede hem de dünyada ilk olarak duyuldukları albümdür. sıradışı albümler serisinin devamı olarak nitelenebilen ve bir çok müzik türünün aynı potada eritildiği* kendilerini en iyi yansıtan albümlerden biridir. brian may'in ilk kendine özel ve virtüöz özelliklerini sergilediği brighton rock şarkısı ile açılan albüm, ilk büyük hitlerinden killer queen ile devam eder. thrash metal'in yaratılmasına öncülük etmiş olan şarkıları stone cold crazy de bu albümdedir.

    a night at the opera (1975)

    o zamana kadar yapılan en pahalı albüm olma özelliğini taşıyan bu albüm aynı zamanda gelmiş geçmiş en iyi albümlerden biri olarak kabul edilmektedir. yine bir queen özelliği olarak bir çok farklı müzik türünü içinde barındıran albüm, grubun basçısı john deacon ve bateristi roger taylor'ın da albüme ağırlığını koyması ile queen'e yeni şeyler denemenin yolunu açar. albümdeki 12 şarkıdan 1'i roger taylor, 2'si brian may, geri kalanlar da freddie mercury tarafından söylenmiştir. queen'in en çok birlikte çalıştıkları albümlerden biri olan bu albüm gelmiş geçmiş en iyi şarkılardan biri olarak gösterilen bohemian rhapsodyi içerir. aslında grup burda biraz da şanslıdır. bohemian rhapsody'i single olarak sürmek bir risktir. ama bu risk tutmuş ve grubun büyük başarı elde etmesine yardımcı olmuştur.

    a day at the races (1976)

    a night at the opera'nın büyük başarısı bu albüme de etkimiştir. albümde zaman zaman neşeli, bazen de karanlık bir hava sezinlenir. somebody to love ve good old fashioned lover boy gibi piyano odaklı besteler birer hit olmuştur. piyanonun en etkili kullanıldığı albümlerinden biridir. ilk albümlerden beri olan progressive ve deneysel hava bu albümde de vardır.

    news of the world (1977)

    daha önce yaptığı albümlere göre progressive hava biraz daha popüler müziğe yönelmiştir ama bu grubun daha da tanınır olmasını sağlamıştır. we will rock you ve we are the champions gibi dünyanın en başarılı anthemleri olarak nitelendirilebilecek şarkıları ile bugün queen dinlemeyen birinin bile queen'i tanımasını sağlamışlardır. yine albümde blues'dan latine, poptan, punka bir çok esinti görülür. ama diğer albümlerle çok bir kopukluk yoktur. tepeden inme bir albüm değildir. ayrıca her albümde düşündüğüm gibi synthesizer kullanmadan şarkılardaki o efektleri nasıl yaratıyorlar hala çözememişimdir. *

    jazz (1978)

    dünyada tanınırlığın artması ile dünya müziğine biraz daha yönelmiştir queen. albümde arap, blues, heavy metal, punk ve pop esintili şarkılar barındırır. don't stop me know, albümün en başarılı şarkısıdır. grubun en sert şarkılarından biri olan dead on time da bu albümdedir. her ne kadar albümün adı jazz ise de albümdeki şarkıların jazz ile alakası yoktur.

    the game (1980)

    hem amerikada hem de ingilterede 1. sıraya yükselen ve en başarılı satış ve liste grafiği olan queen stüdyo albümüdür. basçı john deacon artık ağzını açmaya başlamış ve grubun müziğinin gidişine doğrudan katkıda bulunmuştur. another one bites the dust, crazy little thing called love, save me gibi hitlerle tanıtılan albüm aynı zamanda en kısa queen albümüdür. ayrıca queen'in bir başka özelliği olarak görülen synthesizer kullanmama geleneği ilk defa bu albümle bozulmuştur. grubun soundu the game albümü ile biraz değişmiştir. ancak yadırganacak kadar değildir.

    flash gordon (1980)

    flash gordon filmi için yaptıkları müziklerdir. etkin synthesizer kullanıımı ile dikkat çeker.

    hot space (1982)

    grubun soundunun çok radikal bir değişime uğradığı bu albümde görülür. queen'i ilk dinleyen kişi bu albümü dinlerse queen'in bir rock grubu olduğuna inanmayabilir. şarkılar melodi olarak kötü değildir, ancak albümdeki pop, funky ve synthesizerlı hava dinleyicilerin hiç de alışık olmadıkları bir şeydir. (the game'de pek hissedilir değildi) kısaca üzülerek söylemekteyim ama biraz dönemin müziğine uymak için yapılmış piyasa bir albüm olmuştur ve hayranlarından büyük tepkiler almışlardır.

    the works (1984)

    grubun eski sounduna dönme çabasını bu albümde görmekteyiz. (bkz: its a hard life). eskiye tam olarak dönme olmasa da pop etkileri hala hissedilse de yine de oldukça başarılı bir queen albümü olarak görülür. roger taylor'ın bu albümle birlikte uykusundan uyandığı ve güzel şarkılar yazmaya başlandığı gözlenir. ileride bu etki daha da hissedilecektir.

    a kind of magic (1986)

    80lerin havasına kapılmış olan queen'in "iyi ki de kapılmış" diyebileceğimiz güzide albümü. 1985 live aid konseri ile gördüğü ilgiyi değerlendiren queen, unutulmaz klasikler (friends will be friends, who wants to live forever, a kind of magic) yaratmıştır. freddie ve brian'ın queen in ilk albümlerindeki şarkı yazma üstünlüğü 80lerde durulmuştur ve grubun her elemanı yaklaşık olarak eşit sayıda şarkı yazmaktadır.

    the miracle (1989)

    grubun bir çok albüm kapaklarına ve albüm isimlerine imza atan roger taylor'ın bu albümde de etkili olduğu gözlenir. pop havası da taşımasına rağmen hard rock anthemi olarak nitelendirilebilecek i want it all gibi şarkılara sahip bir albümdür. ilk defa bu albümde yazılan şarkılar tek tek queen elemanlarına değil direkt olarak queen'e şeyettirilmiştir. freddie aids olduğunu bilmektedir. ve 1986 dan beri grup konser vermemektedir. bu durum hayranlarda da şüphe uyandırmaktadır.

    innuendo (1991)

    grup, freddie mercury'nin aids olduğunu bilmektedir. belki de queen üyeleri bunun son albüm olacağının farkındadırlar. ve müthiş bir final albümü olur. pop esintileri filan yoktur. klasik bir queen albümü diye nitelendirilecek bir albümdür. the show must go on ile albümü bitirerek anlamlı bir mesaj verirler... albüm sonrasında freddie ölür ve grup dağılır.

    made in heaven (1995)

    freddie'ye adanmış ve ölmeden önce kaydedilen şarkılardan oluşan bir albümdür. sırf saygı için bile dinlenilecek bir albümdür. çok güzeldir. bir çok ülkede 1 numara olmuştur. ayrıca freddie'nin solo albümünden şarkılarda içerir.

    her elemanı songwriters hall of fame listesine girmiş olan tek gruptur queen. kanımca gelmiş geçmiş en iyi müzik grubudur.

    not: albümleri incelerken her şarkıyı tek tek incelemedim sadece bilinen şarkıları örnek verdim. buna kanmayın. aslında bilinmeyen şarkıları daha da güzeldir queen'in. eğer queen dinlemeye yeni başlayan biri iseniz size tavsiyem önce greatest hits 1 ve 2 albümlerini 1-2 ay süre ile hatim etmenizdir. daha sonra sevmezseniz bir daha dinlemezsiniz. haa yok severseniz. size sıra ile queen i albümünden başlamanızı öneririm.

    tamamen bir oturuşta, eleştiri ve yorumsal bir bakış açısı ile yazılmıştır. el emeğidir, kulak şeysidir.


    (cryptist - 26 Aralık 2008 16:45)

  • comment image

    tüm mükemmel özelliklerinin yanında bencil olmamasıyla da gönlümde apayrı bir yeri olan grup.

    bugün efsane diye andığımız the beatles, pink floyd vs. gibi pek çok grup kendi aralarındaki tartışmalar yüzünden birer efsane olan gruplarını dagıtarak dinleyicilerini bu bütünlükten mahrum etmişlerdir.

    peki queen'in arasında hiç mi anlaşmazlık yoktu? hem de nasıl. o sessiz sedasız john deacon bile bazen birbirlerine kesinlikle tahammül edemediklerini, birbirlerinin sinirini bozduklarını söylüyor. hepsi de defalarca stüdyoyu terk edip sakinleşince yeniden bir araya geliyorlar.

    bir keresinde roger taylor, brian may'in gözüne saç spreyi sıkıyor ve brain may çok sinirleniyor. ikili tam birbirine girmek üzereyken freddie mercury en sinirli halinin palyaçovari bir taklidiyle aralarına atlıyor ve onları sakinleştirene kadar şaklabanlık yapıyor.

    yine başka bir gün roger taylor, freddie'ye öyle sinirleniyor ki davul setini toptan sahneye doğru fırlatıyor ve freddie'yi kılpayı ıskalıyor.

    brian may'in freddie'ye sinirlendiği ve stüdyoyu terk ettiği bir olaydan sonra freddie ertesi gün elinde bir hediye ile brian'a geliyor. sabaha kadar uğraşıp brian'ın sololarından bir mix yapıyor ve onu brian may'e verirken " o mükemmel şeyleri bir de benim duyduğum gibi duymanı istedim " diyor.

    bunların yanında şarkı seçimleri ve telif gibi konularda da anlaşmazlıklar yaşanıyor. mesela bohemian rhapsody single'ı milyonlarca kopya satıyor ve single'ın b yüzündeki i'm in love with my car'ı yazan roger taylor, freddie ile aynı telifi alıyor. bunun kavgası da uzun süre yaşanmasına rağmen sonunda bir uzlaşmaya varılıyor.

    şarkı seçimleri konusunda çoğunlukla farklı fikirlere sahip olsalar da herkes birbirine saygı duyuyor. roger taylor hepsinin tarzının aslında farklı olduğunu söylüyor ve şöyle diyor: " ben progressive seviyorum, brian heavy metal, john punk, freddie ise tüm tuhaf şeyleri. "

    john deacon, another one bites the dust ile çıkıp geldiğinde brian may elektro gitarın yan enstrüman olarak kullanılması fikrine alışamadığını söylüyor. ama sonuçta bu onun olduğu kadar john'un da grubu ve arkadaşı sert bas saundunu koruyarak bir şey yapmak istiyor ve buna saygı duyuyor.

    freddie mercury gruptaki iki kişinin bile birbirine benzemediğini, konserlerden sonra kapıda ayrı yönlere gidecek olan 4 limuzin beklediğini, müziği paylaşmak dışında herkesin kendi hayatını yaşadığını söylüyor.

    her ne kadar uyuşamasalar da egolarına yenilmediler ve hep bir arada kaldılar. beatles ve pink floyd gibi kariyerlerinin zirvesinde dağılmadılar. mesela roger waters'ın devasa egosu yıllarca fanları hepsini bir arada dinlemekten mahrum bıraktı.

    queen iç çatışmalar yüzünden 1 yıl bir araya gelmedi ama grubu dağıtmadı da. ancak live aid konserinde yeniden bir araya geldiler ve ordan aldıkları müthiş enerji ve gazla yeniden stüdyoya girdiler. freddie mercury hastalık onu tüketene kadar şarkı söylemeye devam etti.

    işte queen her şeyin yanında böyle mükemmel bir gruptur. müziğe olan tutkuları, farklı kişi ve düşüncelere saygıları ile benim için her daim 1 numara olacaktır.


    (p esittir np - 26 Nisan 2012 13:17)

  • comment image

    bir konserinde bulunamamış olmaktan, bu büyük şanssızlıktan, ciddi manada üzüntü duyduğum nadir isimlerden.

    ne benzerleri oldu, ne de benzerleri olacak... benzerinin benzeri bile mümkün değil...

    hayat adil değil, bir kez daha bunu anlıyoruz, geç kalmışlığımızdan belli...


    (pillowfromhome - 17 Temmuz 2014 00:50)

  • comment image

    gruba olan hayranlık genelde şöyle boy gösterir:

    önce we are the champions, bohemian rhapsody, under pressure hayranlığı ve yeni yeni keşfedilen parçalar. bu dönemde ilk iki albümden parçalar filan ağır gelir genelde.

    sonraki aşama don't stop me, fat bottomed girls, somebody to love filan gelir. yavaş yavaş grup içine çeker. insan da tınılara alıştıkça bir sonra dinleyeceği şarkı ilk başladığı tarzda olmasa da kolayca sever.

    bir sonraki aşamada innuendo, mother love, made in heaven gibi freddie'nin ölümü öncesi yaptığı parçaları içerir. kişi genelde bu aşamada iyice grubu içselleştirmiş, bir insan ölürken nasıl böyle bir ses çıkarabilir diye düşünür.

    ve son aşama: prophet song, the millionaire waltz, white queen, father to son, seven seas of rhye gibi parçalar eskisi kadar anlamsız gelmez. hatta bir çoğunun bohemian rhapsody misali gözünüzde ulaşılmayacak noktaya çıktığı görülür. one vision gibi parçaların çok iyi parçalar olmalarına rağmen derinlik olarak the millionaire waltz gibi bir parçanın ne kadar gerisinde ama bir o kadar da çağın gereğinde vs. olduğu görülür.

    kısacası mükemmel gruptur. kötü şarkısı var diyen büyük ihtimalle ilk aşamalardadır. dünyanın gelmiş geçmiş en iyi frontman'ine, alanlarında bir o kadar iyi olan müzisyenlere, bestekarlara, söz yazarlarına sahip gerçekten mükemmel bir oluşumdur. iyi ki şarkılar ölmüyor.


    (istesem yaparim - 2 Ağustos 2014 15:57)

  • comment image

    millet queen'i başka gruplarla saçma sapan kıyaslamalara sokup bir de karşıdaki grubu övünce deliriyorum.

    şöyle açıklayayım; queen, ilk albümünü yaptığı 1973'ten itibaren, yaptığı her şarkı/albüm ile çok geniş skalada ele alınacak binlerce müzik anlayışının, konseptin öncüsü ve ilham kaynağı olmuş; glam rock, progressive/psychedelic rock, hard rock, heavy metal, disco, blues, hatta vodvil, folk ve ragtime'ın çok başarılı örneklerini, bugün dinleyicilerinin "x'in yanında queen de grup mu abi yea" diye bahsettiği, belirli bir konseptle hareket eden müzik gruplarından çok önce vermiştir. bu kadar türde eser veren grubu belli bir janra sıkıştırmak mümkün değildir, ne kadar karakteristik bir müziğe sahip olsalar da. melodik anlamda dinleyeni ilk seferde çarpan onlarca şarkılarının her biri farklı türlerdedir mesela, ve "güzel şarkı" tanımına uyacak bu eserlerin karşısına, açıkça "herkesin tipi olmayabilecek", deneysel veya "ne başardıysa queen'den daha sınırlı hareket alanında başarmış" grupların şarkılarının çıkarılması bence bu adamlara hakarettir.
    diğer ve çoğunlukla saygı duyup sevdiğimiz grupların hayranları ise, başarılı konsept müziklerin gazıyla neredeyse nesnelleşmiş bu fikre kulak asmadan, we are the champions, we will rock you ve bohemian rhapsody dışında şarkılarını dinlemeden queen'i saçma sapan kıyaslara sokarlar. fakat başka bir band ile gireceği herhangi bir kıyasın yutan elemanıdır queen, karşısındakinin yaptığı şeyleri çok önceden deneyip başarmış olduğu için. bir hammer to fall, bir nevermore, bir i want to break free, bir who wants to live forever, bir spread your wings, bir who needs you, bir stone cold crazy, bir save me'yi dinleyip özümseyin, sonra konuşup kıyaslayalım. ha dikkat ettiyseniz tüm bu örnekleri de grubun melodik/teknik üstünlüğünü ispatlamak adına verdim, freddie mercury'nin dünyaya gelmiş en iyi seslerden biri olduğu gerçeğinden bahsetmedim bile. varın siz düşünün.

    dünyanın en iyi grubudur queen, karşısına koyacağınız herhangi bir müzik grubuyla kıyas kabul etmeyecek şekilde.


    (raglegumm - 2 Kasım 2014 23:48)

  • comment image

    queen, şarkıları edinildikten sonra müzik kültürünü ilerletmemek için bir bahanedir. sadece queen albümleri ile yıllar boyu sıkılmadan müzik dinleyebilirsiniz. canın rock mı istedi aç innuendo'yu, r&b mi istedi al sana another one bites the dust, efkarlısın aşk acısı ayrılık acısı çekiyorsun intihara meyillisin who wants to live forever dağlar acılarını*, gaza mı geldin en baba şarkıları we are the champions ile we will rock you, durmadan dinlemek istediğin değişken ruh haline uygun dinlerken kendini kaybedeceğin aynı anda da kendini bulacağın bir şarkı mı istiyorsun tabi ki bohemian rhapsody, kafayı mı yiyorsun i'm going slightly mad tam sana göre, kıskançlık krizinde misin şifa gibi jealousy, kafanı okşayacak bir şarkı mı istiyorsun lily of the valley, aşk şarkıları mı istiyorsun las palabras de amor ve love of my lifedan iyileri mi var, sadece kafanı rahat tutacak eğlenceli ve akılda kalan bir şeyler mi arıyorsun killer queen, bohemian rhapsodyi çok sevdin ama biraz daha operavari birşeyler istiyorsun barcelona, bir şeyler bir daha gelmemek üzere kayıp mı oldu kendini bu yüzden tükenmiş yenilmiş mi hissediyorsun unutma show must go on, neşelenmek mi istiyorsun *, efkarlısın her şey karanlık mı ruh haline uygun all dead all dead, menajerin veya avukatın tarafından söğüşlendiğini mi düşünüyorsun death on two legs, anneni mi özledin ona da mother love, yalnız mısın living on my own...

    bu grup ki konser verdiğinde resmi tatil ilan edilmiştir, bu grup ki plakları ülkesine beatles'dan daha fazla satmıştır, bu grup ki ilk stadyum konserlerini başlatmıştır, bu grup ki ilk video klibe sahiptir, bu grup ki albümleri kendi ülkesinde en fazla listelerde kalma başarısına sahiptir, bu grup ki 1991 yılına kadar 15 şarkıları 22 ülkede birinci sıraya yerleşmiştir-hatta bohemian rhapsody iki kez-, bu grup ki dünyaya eşi benzeri bir daha gelmeyecek freddie mercury'i barındırır...

    her türk we will rock you'yu bilir*, ya da en az bir kere duymuştur. we will rock you çoğu türk'ün future tense ile kurduğu ilk cümledir. müzikle az biraz alakalı herkes bohemian rhapsody'deki en azından opera bölümüne saygı duruşu durur. freddie mercury denince hala insanın içinde bir hayranlık ve ölümünden dolayı bir burukluk olur.

    teşekkürler freddie mercury, teşekkürler brian may, teşekkürler roger taylor ve teşekkürler john deacon bu dünyadaki birkaç yıllık zamanımın olabileceğinden on kat zevkli geçmesini sağladığınız için.

    (bkz: made in heaven)

    edit: `@haykorsamdunyaya`nın queensever bir arkadaşından düzeltme, kendisine teşekkürler: "öncelikle güzel bir entry olmuş. bunun için teşekkür ederim. ama ufak bir hata var. gözüme çarptı. stadyum konserlerini queen başlatmadı. dünyanın ilk stadyum konserini 31 ağustos 1957'de elvis presley, vancouver kanada'da bulunan empire stadium'da verdi. kanada polisinin güvenliği sağlamakta zorlandığı bu konserden sonra elvis dünyanın 2. stadyum konserini de sadece 3 gün sonra 2 eylül 1957'de portland oregon'da bulunan providence park'ta vermiş. ki ondan sonra beatles da 60'larda abd'ye gelince stadyum konseri vererek elvis presleyden ihtiva ettikleri bu geleneği devam ettirdiler. providence park abd'de bulunan ve elvis'in konser verdiği stadyumlar arasında tek ayakta kalanıymış. 90 yaşındaki stadyumun ahşap koltukları hiç değişmeden bugüne kadar gelmiş."


    (jesters cap - 31 Ağustos 2006 20:33)

Yorum Kaynak Link : queen