Çıkış Tarihi     : 06 Şubat 2005 Pazar, Yapım Yılı : 2005
Türü                : Müzik
Taglar             : Yetenek gösterisi,Kurgu olmayan
Ülke                : Avustralya
Yapımcı          :  FremantleMedia , Global Television
Yönetmen       : Marc Swadel (IMDB), Peter Ots (IMDB)
Senarist          : Sam Bowring (IMDB)
Oyuncular      : Guy Sebastian (IMDB), Luke Jacobz (IMDB), Ronan Keating (IMDB), Melanie Brown (IMDB)(ekşi), Natalie Bassingthwaighte (IMDB), Kyle Sandilands (IMDB), Natalie Imbruglia (IMDB)(ekşi), Daniel MacPherson (IMDB), Mark Holden (IMDB), Kate Ceberano (IMDB), John Reid (IMDB), Reece Mastin (IMDB), Johnny Ruffo (IMDB), Andrew Wishart (IMDB), Three Wishez (IMDB), Declan Sykes (IMDB), Samantha Jade (IMDB), Christina Parie (IMDB), Brock Jays (IMDB), Fourtunate (IMDB), Nathaniel Willemse (IMDB), Mitchell Callaway (IMDB), Altiyan Childs (IMDB), Bella Ferraro (IMDB), Shiane Hawke (IMDB), Russell Gooley (IMDB), Xy Latu (IMDB), Donald Tauvao (IMDB), T.J. Tauvao (IMDB), Wayne Tauvao (IMDB), Jesse Tolo-Paepae (IMDB), Sally Chatfield (IMDB), Andrew Lawson (IMDB), Jason Owen (IMDB), Young Men Society (IMDB), Vince Harder (IMDB), Faye Fiso (IMDB), Helen Fiso (IMDB), Maureen Fiso (IMDB), Trina Fiso (IMDB) >>devamı>>

The X Factor (~ The X Factor Australia) ' Dizisinin Konusu :
The X Factor is a TV series starring Guy Sebastian, Luke Jacobz, and Ronan Keating. Four celebrity singers look among the public lf Australia, in a bid to discover who the next music sensation will be.


  • "73 tane "biz metal yapıyoz" grubu bir araya gelse şu albümdeki bir tek sign of the cross'un tek daşşağını yalayamaz. o kadar net konuşuyorum."
  • "ortaya çıkışının onuncu yılında büyük saygı ve sevgiyle andığım günlerdir aralıksız dinlediğim hayatımın en önemli albümü."




Facebook Yorumları
  • comment image

    cogu die-hard iron maiden sempatizani tarafindan bayik, kayik ve hatta -i$i daha da ileri goturerek- "boktan" bulunarak aforoz edilen mukemmel album.

    $imdi, ne demeli bilemiyorum... "sikilmis samael" olayi gibi bir$ey bu yahu dupeduz...

    turk rock severi (!), hani zamaninda nonserviam gibi platformlarda ele$tirilip $ebek heavy metal fanzin gibi ucube olu$umlarla destelenen bir "dinozor" zihniyetine sahip, evet. yillarca bunun aksini ispat etmeye cali$tiysam da artik ben de yava$ yava$ idrak ediyorum... yanli$ anla$ilmasin, $ebek'i ben de senelerce takip ettim. ama "alexis machine" vardi hani, bilen bilir. ne guzel giydirmi$ti bunlara caglan tekil'e yazdigi bir mektup vasitasiyla... ici hic ciz etmeden yayinladi onu caglan kesin ya, neyse... cok guzel yerlere temas etmi$ti, biraz isiran gozlerle okusam da o mektubu o yillarda, gene de bir ent edasiyla "hmmm... hummmm" seslerim e$lik etmi$ti okuma surecine. sonralari, defalarca donup dola$ip okuyup, memlekette neden muzigin bir yerlere gelemedigini ve neden ismail yk'nin bile artik distortion soundu kullandigini kendi kendime sorar oldum...

    new wave of british heavy metal'i yaratan, hadi yaratmadi diyelim de en azindan bayraktari olan bir grup devrimci midir?
    evet!

    bu muzige her yeniligi zaten kendisi getirmemi$ midir?
    evet!

    kendini tekrar etmekten korkmaz, her bir albumde yeni bir maceraya atilmaktan cekinmez mi bunlar yahu?
    evet!

    o zaman?

    steve harris ister produktor koltugunda, ister bas gitariyla dansettigi me$hur taburesinde otursun, hic farketmiyor. adam zaten iron maiden'in kaptani. beyni, frontmani, soz yazari, bestecisi; kisaca lideri. ki bu albumle cikarttigi i$ bence bu albumun genel havasina uyan en uygun kalibrede.

    bu albumun blaze bayley'nin ses rengine gore kotarildigi gibi $ehir efsanelerine asla inanmayiniz. kendisi, maiden diskografisinde yer alan pirlanta nevisinden bir sesler butunudur. depresif havasi, dozunda kullanilan synth destegi, olaganustu kalitedeki besteleri, her zamankinden daha derin konulara dirsek degdiren $arki sozleri, guncellerine kafa tutacak sounduyla donemine damgasini vurdugu gibi, 1996 ki$inda guzide ve buz gibi bir cumartesi gununde, bakirkoy meydan'in orada tezgah acan -tam olarak hatirlayamadigim bir kac sene evvel belediye karariyla hat boyunun daha ilerisindeki parkimsi yere ta$inan ve akabinde zaten kirintilari kalmi$ bulunan tum ruhunu da kaybeden- kitapcilarda dolanirken "bak * bu yeni geldi, biraz degi$ik. maiden seviyorsun biliyorum... bir de bunu tadiver bakalim!" cumlesinin ardindan beni de kalbimden vurmu$tur hic tereddutsuz...

    bu yazin, yukarida bahsedilen cumleyi kuran, $u fakiri bu pislige bula$tirmakta ba$rolu oynami$, hayatimin bir doneminde fon muzigi olarak gorev yapan cogu albumle beni tani$tirmi$, eleba$i, buyuk insan, gaga, muhterem buyugum eloy hakan ve tum bakirkoy meydan tayfasi'na ithaf edilmi$tir.


    (magick - 13 Şubat 2007 20:48)

  • comment image

    en güzel iron maiden albümlerinden biriydi, baktım hala da öyleymiş. ilk gençliğime denk geldiğinden demiyormuşum bunu; anladım sonu yok yalnızlığın.

    şarkıların çoğu bir film veya kitap üzerine yazılmış, alayı da hakkını vermiştir. albüm daha açılışta sign of the cross'un 150 serdar ortaç albümü gücündeki melodileriyle ve şarkının klavyelerle örülmüş karanlık yapısıyla dinleyeni girdaba düşmüş gibi içine çekmektedir. valla şimdi yine dinliyorum, başım döndü şerefsizim. daha önce bahsedildiği gibi umberto eco'nun gülün adı romanından esinlenmiştir. filmi de ayrı bir güzeldi. eseri biliyorsanız daha bir anlamlı gelir.

    sonra lord of the flies başlar. adından anlaşılacağı gibi sineklerin tanrısı'ndan hareketle yazılmıştır. çok güzel riffleri vardır, sözleri oturaklıdır, tüm albüm gibi melodi bombardımanına tutar, kolay kolay unutulmaz.

    bitiminde başlayan man on the edge, çok bilinmese de michael douglas'ın falling down adlı filimine atıftır. filmi bilmiyorsanız, ne diyor lan bu diye kafanızın karışacağı sözleri vardır. ben önce şarkıyı dinleyip filmi yıllar sonra izlemiş o vakit çakmıştım. yine de tek başına dahi, dellenmek üzere olan bi dayıyı anlattığı anlaşılabilir. sanırım albümdeki maiden çizgisinden uzak tek şarkı budur. lakin girişi ve ritmi sıkılmayı olanaksız kılar.

    fortunes of war ise savaş sonrasında ruhu parça parça olmuş eski bir askerin haykırışıdır. albümdeki müthiş şarkılardan bir diğeri olduğu gibi, sözleri gerçekten çok vurucudur. şarkı çalarken dinleyen, sanki o askerin ta kendisidir artık.

    yığınla melodi barındıran fortunes of war'un ardından look for the truth gelir. aslında neşeli bir yapısı var gibi gelen şarkı, kafayı sıyırmak üzere olan bi arkadaşın kendi zihnindeki yolculuğunu anlatır. gayet karamsardır. korkudan donuna etmek üzere olan kahramanımız sonunda bet bilinçaltına meydan okumaya karar verir ve ardından the aftermath tıngırdamaya başlar.

    şarkı yine savaşlar üzerinedir; gereksizliğini anlatır, savaşanların halini sorgular. bu biraz "çıplak" bir şarkıdır sanırım. dinleyenler genelde çok çabuk yakalanmaz, dinledikçe barındırdığı rifflerin ve melodilerin farkına daha çok varılır. buna rağmen kötü şarkı diyen götümü yiyebilir. beğenmeyen, muhtemelen hoşaf da içmiyordur. alakalı mıdır bilemem, 1919 yılında siegfried sassoon tarafından yazılmış aftermath diye bir şiir vardır. şarkı kuvvetle muhtemel siper savaşı ile alakalıdır veya (bkz: passchendaele).

    neyse, ardından judgement of heaven gelir. bu şarkının da melodileri çok güzeldir. varoluş problemiyle boğuşan bi dayıyı anlatır, allah kitap sorgular. hızlı bi şarkıdır ve gayet güzeldir.

    blood on the world's hands ise sanırım balkanlarda patlayan ve bosna'da soykırıma giderken bütün dünyanın gözlerini kapattığı, başını çevirdiği, olmuyormuş gibi yaptığı içler acısı savaşın ve başını çeviren, duymazdan gelen, karışmayan "yetkililerin" ve seyre dalan bizlerin rezil durumunun bir özetidir. müzikal olarak zor bir şarkıdır ancak bana sorarsanız albümün en etkili, en tepkili, en çok haykıran şarkısıdır. en çok bunu severim dersem diğerlerine ayıp olacak iye korkarım lakin siz yine de bilin.

    the edge of darkness ise albümün en sağlam şarkılarından biridir. heart of darkness romanından uyarlanan apocalypse now'dan esinlenerek yazılmıştır. filmi izleyenler, şarkının bazı sözlerinin birebir filmden alındığını görebilir (ya da tam tersi). haliyle şarkı yine savaşın anlamsızlığı, acımasızlığı, insana yaptıkları üzerinedir. bu kez tema, vietnam savaşıdır.

    2 am ise bambaşka bir şeyi anlatmaktadır. 2 tane amın maceralarını, sürükleyici br tarzla anlatmaktadır ve böyle bi espiri yapmaya kalktığım için benim allah belamı verebilir. yavaş başlar, sonradan hızlanır. çok güzel bir melodisi olduğunu ancak nakaratının biraz zayıf olduğunu düşünüyorum. teması "ben burada ne bok yiyorum, bu mu lan hayat, zikerim böyle işi" olarak özetlenebilir. 3. dakikası gibi başlayan kısa ve tipik maiden melodisi sıkıca kavrar dinleyeni. arkadan gelen bas sesleri ayrı bir hava katar şarkıya.

    son şarkı ise the unbeliever. bu şarkının girişini hiç sevmem, yalan yok. ancak tahammül edip dinlerseniz şarkının bütün olarak gayet iyi olduğunu görebilirsiniz, hatta belki şirinler bile çıkabilir bilemiyorum. 2. dakikasından sonra şarkı patlamaya başlar ve sıkıcılığından, iticiliğinden eser kalmaz. 3.30 gibi melodi iyice yön değiştirir, solo gelir, şarkı insanı iyice kendine bağlar. yine sıyırmak üzere olan bi abinin anlattıklarını dinlediğimiz bu şarkı ile albüm biter gider. evet... bir programın daha sonuna geldik. haftaya gömüşmek üzere. başınız bitten götünüz sikten eksik olmasın, sezen kalın.


    (dopermen - 20 Ağustos 2010 03:01)

  • comment image

    akmar pasajından kasedi aldığım günü bugün gibi hatırlıyorum. o zaman dershaneye gidiyorum, üniversite sınavı hazırlıkları vs. zaten karanlık ve kasıcı bir dönem. jelatini aç, kapağa şöyle bir gözat ve kasedi walkman'a yerleştir.. sign of the cross'un o dingin ve ardından bir şeylerin patlayacağını belli eden introsu ve sonrasında patlaması..albüm fear of the dark'tan sonra gelse de, vokalde bayley de olsa bence gayet başarılı albümdür ki bruce'a kurban olurum. zamanında çok da dinlenmiştir, hala dönüp dinlediğimde de ayrı bir zevk vermektedir. maiden'dan kötü albüm çıkmazdır.


    (your majesty - 29 Aralık 2010 11:23)

  • comment image

    steve harris'in depresyonunun ürünüdür.

    seventh son of a seventh son'dan sonra steve harris grubu toplamış;

    ''arkadaşlar, yedi tane mükemmel albüm yaptık. ilk albümden başlayarak devamlı müziğimizi geliştirdik, her albümde üstüne koyarak ilerledik. herbirinde dinleyicilerimize farklı şeyler sunduk. hiçbir albümümüz bir öncekinin aynısı olmadı. somewhere in time progresif öğeler barındıran, konsepte kayan bir albümdü. seventh son of a seventh son'da ise çocuğu koyduk. insanlar en iyi konsept metal albümlerinden biri olduğunu söylüyor. hikayenin kurgusunu biraz daha iyi yapsaydık tartışmasız en iyisi olurdu ya, neyse. yaratıcılığımızın zirvesindeyiz ve yeteneğimiz üst düzeyde. sözün özü bugünlere böyle geldik, geriye bakmadan yüzümüzü hep ileriye çevirerek.''

    ''ama bunların hepsini siktiredin, benim canım eskisi gibi basit albümler yapmak istiyor. müzik değişti, dünya değişti, biz değiştik ama kafaya takmayın. şimdiki çizgimizi devam ettirirsek nasıl albümler yapacağımızı düşünmeyin. soundumuzdaki yılların birikimini de çöpe atalım. artık otuzlarına gelmiş, metalin allah'ı olmuş müzisyenler olarak, yirmilerimizin başındaki toy halimiz gibi müzik yapalım.''

    demiştir.

    ve iron maiden'ın net olarak amına koymuştur.

    bu 'dahiyane' fikre grupta tek karşı çıkan kişi adrian smith olmuştur ve gruptan ayrılmıştır. yerine janick gers gelmiştir.

    bu olaylardan sonra iron maiden, no prayer for the dying adlı sik gibi* bir albüm çıkarmıştır. iki yıl sonra ise fear of the dark gelmiştir. içinde fear of the dark gibi efsane, afraid to shoot strangers gibi çok güzel, childhood's end gibi güzel parçalar bulunsa da grup giderek eski ihtişamından uzaklaşmaktadır.

    bu sırada 90'lı yıllara girilmiş,müzikte devrim olmuştur. 80'lerdeki metalin yerini grunge almıştır. metal müzik numenor gibi, bir daha hiçbir zaman eskisi gibi parlamamak üzere solmaya başlamıştır. iron maiden bir darbe de burdan yemiştir.

    fear of the dark'tan sonra, killers'tan beri çalıştıkları efsanevi prodüktör martin birch emekli olmuştur.

    son darbe ise bruce dickinson'dan gelmiştir. steve harris'in grup liderinden çok diktatör gibi davranmaya başlamasıyla bruce gruptan ayrılma kararı almıştır. bruce'un isteği albümlerde akustik parçalara daha fazla yer ayrılmasıdır. öncesinde somewhere in time döneminde de aynı sebeple bruce trip atmış, albüme söz ve müzikte bir katkıda bulunmama yolunu seçmiştir. bruce ayrıldıktan sonra yerine blaze bayley getirilmiştir. ayrıca bruce ayrıldıktan sonra ikili basın yoluyla bir demeç savaşına girmiştir. bruce'un açıklamalarının ana fikri steve harris'in grupta diktatörlük yaptığıyken, steve harris ergen gibi ''o gitsin country albümü yapsın ehe ehe'' şeklinde açıklamalar yapmıştır.

    tüm bunlardan bağımsız olarak, steve harris'in kırk yaşına yaklaşmasıyla orta yaş bunalımına girdiğini de düşünüyorum.

    albüm kayıtları başladığında stüdyoda adrian smith ve bruce dickinson yerine janick gers ve blaze bayley denyolarıyla karşılaşmasının da durumuna yardımcı olduğununu düşünmüyorum.

    bu şartlar alında çıkacak albüm elbette karanlık ve depresif olacaktır. ama the x factor'ün depresyonu ağlak,yüzeysel değildir. oturaklı ve gerçekçidir. albümün eskimemesi ve her zaman dinlenebilir olmasının sebebi budur. ilk dinlenildiğinde sound'u ve blaze bayley'in sesinden dolayı ''bu ne aq'' dedirtse de dinledikçe nasıl bir albüm olduğu anlaşılır. önceki iki albüm gibi ısmarlama, şöyle yapalım, böyle yapalımla oluşturulmuş bir albüm değildir. baba steve ne hissediyorsa onu dökmüştür sözlere ve notalara. her şarkısı ayrı güzeldir. blaze bayley seçimi bilinçli olarak mı yapılmıştır bilmiyorum ama blaze'in sesi albüme cuk oturmuştur. evet sesi iyi değil, albümde bile bazı yerlerde sesi yetmiyor ama blaze'in ruhu, karanlık sesi bu albüme çok büyük katkı yapmıştır. ayrıca prodüksüyonu da kötüdür gitar tonları yarrak gibidir falan ama bu albüm için sırıtmıyorlar diye düşünüyorum. albümün kusurlu olması şarkılarda anlatılanlarla garip bir uyum sağlıyor.

    bu albümden sonra iron maiden üzerindeki ölü toprağını atmıştır. bence no prayer for the dying ve fear of the dark'tan daha iyi olan virtual xi çıkmış, blaze kovulmuş, bruce dickinson ve adrian smith geri dönmüştür. yeni iron maiden'ın ilk işi olan brave new world çıkmıştır. son olarak da tüm dünyaya ''geri döndük amınagoyyim'' diye haykırdıkları rock in rio konserini vermişlerdir.

    özel bir albümdür the x factor. bir geçiş dönemi, depresyon evresi albümüdür. kendisinden önceki ve sonrakilere en az benzeyen iron maiden albümüdür. iron maiden diskografisinde apayrı bir yerde durur. bu albümü değerlendirirken diğer iron maiden albümleriyle kesinliklikle karşılaştırmamak gerekir, özel şartlarda ortaya çıkmıştır çünkü.


    (ignorant bastard - 17 Aralık 2011 17:38)

  • comment image

    grubun tartismasiz en cok bilinen studyo albumu* ve en cok dinlenen konser albumlerinin** ardindan gelen malum ayrilistan* sonra grubun bruce dickinson'a benzer bir ses bulup* yollarina eskisi gibi devam etmek yerine hem ses rengi farkli bir vokalle* calisip, hem ensturmental olarak daha onceki albumlerden oldukca farkli, hem de daha net, keskin ve belli konularla kisitli sozlere sahip parcalarla kaydettikleri ve bir cok hayran tarafindan kotu olarak nitelendirilse de bence grubun en iyi ve siradisi albumlerinden biri olan album.

    albumu kotu olarak niteleyen bir cok kisi de nedense yukarida saydigim muzikal ve guftesel degisimleri goz ardi edip tum sucu blaze bayley'e atarak blaze bayley'e haksizlik, iron maiden'in bruce dickinson'a benzer bir vokalle aynen devam etmek yerine farklilasma cabasi gostererek aldigi riski goz ardi ederek de iron maiden'a saygisizlik etmektedir.

    albumdeki sarkilarin yarisina yakini savasi ve bireyler uzerindeki etkisini anlatir. kalan sarkilarin da yaklasik yarisi dini konular, geri kalan son ceyrek de modern insanin acmazlari uzerinedir.


    (theoden - 22 Ocak 2005 11:09)

  • comment image

    ortaya çıkışının onuncu yılında büyük saygı ve sevgiyle andığım günlerdir aralıksız dinlediğim hayatımın en önemli albümü.


    (iron maiden fan - 9 Ekim 2005 12:14)

  • comment image

    hatırlıyorum, okulda arkadaşımın walkmaninden dinliyorum ilk şarkıyı, harika giriş harika bir gelişmeden sonra bir sessizlik ve sınıfın gürültüsü boğuyor şarkının o sessiz kısmını; ben ikinci parça başladı sanarken ilk bölümden bir ezgiyi duyuyorum; 10 dakika olmuş hala devam ediyor... 'ohaa' diye bir ünlem çıkmış ağzımdan bütün sınıf bana bakıyor ne oldu der gibi; bense şarkıya teslim etmişim kendimi nirvanaya doğru uçuyorum; işte o şarkının, sign of the cross'un olduğu albüm, muhteşem albüm.


    (quarcy - 11 Temmuz 2006 23:43)

Yorum Kaynak Link : the x factor