Süre                : 1 Saat 27 dakika
Çıkış Tarihi     : 08 Ocak 1987 Perşembe, Yapım Yılı : 1987
Türü                : Animasyon,Aksiyon,Müzik,Romantik,Bilim Kurgu
Taglar             : Coca Cola olabilir,Silah,televizyon,plan,kum
Ülke                : Japan,ABD
Yapımcı          :  ARTMIC Studios , Anime International Company (AIC) , Big West
Yönetmen       : Noboru Ishiguro (IMDB)(ekşi), Carl Macek (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Carl Macek (IMDB)(ekşi),Ardwight Chamberlain (IMDB),Steve Kramer (IMDB)(ekşi),Hiroyuki Hoshiyama (IMDB)
Oyuncular      : Kerrigan Mahan (IMDB), Iona Morris (IMDB), Diane Michelle (IMDB), Gregory Snegoff (IMDB), Michael McConnohie (IMDB)(ekşi), Greg Finley (IMDB), Tom Wyner (IMDB)(ekşi), Robert V. Barron (IMDB), Edie Mirman (IMDB), Wendee Lee (IMDB), Tony Clay (IMDB), Clifton Wells (IMDB), Bruce Winant (IMDB), Doug Lee (IMDB), Dan Woren (IMDB), Richard Epcar (IMDB), Etienne Bannliett (IMDB), Dave Mallow (IMDB), Frank Catalano (IMDB), Bill Capizzi (IMDB), Milton James (IMDB), Steve Kramer (IMDB), Cam Clarke (IMDB), Edward Mannix (IMDB), Mike Reynolds (IMDB), Ardwight Chamberlain (IMDB), J. Jay Smith (IMDB), Barry Stigler (IMDB)

Robotech: The Movie (~ Robotech: The Untold Story) ' Filminin Konusu :
Robotech: The Movie is a movie starring Kerrigan Mahan, Iona Morris, and Diane Michelle. Re-edited version of a Japanese TV serial combined with a direct-to-video anime, released in the U.S. as a feature.


  • "filmde dev böceklerin uzaya gotlerini donup havaya dogru mavi mavi sicarak uzay gemilerini vurmalari gayet yaratici.. kim oturup dusunduyse artik. gayet eylenceli bir taşlama film!"
  • "böceklerin attırarak uzay gemisi düşürmesi fikri sinema tarihine vurulan altın damgadır."
  • "hiç kimsenin böcek ilacı kullanmayı akıl edemediği film.o kadar asker yollayacağına yolla 5 tane ilaçlama uçağı,tamam işte yaaa..bukadar!(bkz: esem mat)"




Facebook Yorumları
  • comment image

    "demokrasisnin neden işe yaramadığını ve sosyal bilimcilerin dünyamızı nasıl bir kaosa sürüklediklerini bu sene işledik"

    bir öğretmenin sezon sonunda öğrencilerine özetlediği cümle ile başlayan, beni benden alan filmdir.

    "gazileri gördük, yönetimi nasıl ele geçirdiklerini, ve bu sistemi oturttuklarını işledik." cümlesiyle de devam eder..


    (the raven - 19 Haziran 2007 17:37)

  • comment image

    romanla film arasinda pek cok pek cok farklar vardir. heinlein kitabin onemli bir kismini 'militarist bir yonetim neden faydali ve tum memleketlere hayirlidir'a ayirmisken, filmde bunlar yoktur, zaten filmdeki dusunce de bu degildir. filmde aslinda insanlarin tarafini tutamayiz bile, insanlar (ozellikle kostum vs. acisindan) gayet net bir sekilde nazilere benzetilmistir, ve hatta boceklerin ilk saldiriyi yapmadigi, insanlarin gidip bocek gezegenlerinde koloni kurmaya kalkmasiyla olaylarin gelistigi ima edilir. filmin en basinda ve en sonunda ordu reklamlari olmasi, aradaki bolumlerin de bir propaganda filmi olarak algilanabilecegine isaret eder. nazi benzetmesi olayina donecek olursak, filmde en az iki sahne dogrudan leni riefenstahl'in triumph des willens'ina gonderme yapar, birebir ayni aci ve olcekle cekilmistir. bunlarin biri komutanlarin konusmalari iken (triumph des willens'taki nazi parti yetkililerinin konusmalarina benzer), oteki de propaganda filmciklerinin icindeki, askerlerin "i'm doing my part" diye haykirdiklari sahnedir (triumph des willens'ta askerlerin memleketlerini haykirdiklari sahne ile karsilastiriniz). baska seyler de eklenebilir, eklenmisligi vardir, su anda aklima gelen bu kadardir.


    (tramell - 1 Kasım 2002 19:06)

  • comment image

    tekrardan yazmak istediğim, kitabı ile resmen kel alaka bir filme sahip robert anson heinlein eseridir. spoiler verme riskini göze alarak niye bunu dediğimi temellendirmeye çalışacağım.

    en başta şunu kabul etmek lazım, verhoeven kitabın aslında temeli olan militarizm savunusunu güzel vermiş ama kitapta "militarizm iyidir çünkü..." diye bir temellendirmeye gidilmişken filmde bunu göremiyoruz. açıklayayım hemen kitaptan bazı bölümleri çevirerek. en başta oy vermek ve devlet içerisinde görev almak için askeriyeden terhis olmuş olmak gerekmektedir. kitapta bu yüzden insanlar asker olurlar. filminde nasıldı tam hatırlamıyorum, hatırlatırsanız eklerim onu da. ancak bunun niye böyle olduğunu ilerleyen sayfalarda açıklar.

    en başta kitapta tarih ve ahlak felsefesi derslerine giren bay dubois'in hemen ikinci bölümde şöyle bir bölüm okuruz. okul bitmek üzeredir, kahramanımız juan rico ve arkadaşları mezun olacaktır ve son derste öğrencilerden birisi:
    "annem şiddetin hiç bir şeyi çözmediğini söyler" der. dubois "yani?" diyerek cevaplandırır: "eminim kartaca'nın kurucuları bunu bilmekten mutlu olurlardı. niye annen onlara bunu söylemiyor, niye sen söylemiyorsun?"
    kız, kızarak kendisiyle dalga geçtiğini ve kartacanın yokedildiğini söyler. dubois devam eder:
    "bunun farkında değilmiş gibi davranıyorsun. bunu bildiğine göre şiddetin onların kaderlerini gayet kesin bir biçimde tayin ettiğini söyleyemez misin? ancak kabul etmek lazım, burada seninle değil bu fikirle, 'şiddetin hiçbir şeyi çözmeyeceği' doktrini ile dalga geçiyordum. napolyon bonapart'ın ve wellington dükünün ruhunu çağırıp tartışmalarını sağlamak lazım aslında. hitler'in hayaleti hakem olur ve jüri de dodo, büyük auk ve yolcu (posta?) güvercini olabilir. şiddet, saf güç, tarihte birçok konuyu diğer faktörlerle kıyasla daha kesin bir biçimde çözmüştür ve aksini düşünmek safdillikten başka bir şey değildir. bu temel gerçeği unutmuş olan canlılar bunun bedelini hep canları ve özgürlükleri ile ödemiştir." diyerek bitirir.

    şimdi burada biraz olsun yazara değinmek lazım, bildiğiniz (veya bilmediğiniz) üzere heinlein donanmadan sağlık sebepleri ile terhis edilmiştir. ve özellikle bu romanı yazdığı ilk dönemlerde askeri düşünce yapısının izlerini romanlarında görürüz. bu yüzden bu şekilde bir düşünce örüntüsü ile yazması çok da şaşırtıcı değildir.

    tekrardan romana dönelim. filmle kıyasla romandaki evrende askeriye öyle iki el ve ayakla yardırarak giden bir yapılanma değildir. hatta bunu şöyle eleştirir yine ikinci bölümde.
    rico ve arkadaşları askere kayıt olmaya giderler ve oradaki görevli asker onlara şöyle der:
    "çoğu insan (asker olmak için) iki el ve ayağın ve ortalama bir zihin kapasitesinin olmasını yeterli görür. (...) belki julius caesar'ın zamanında bu yeterli bir kriterdi. ama günümüzün askeri o kadar donanımlıdır ki başka bir meslekte ustalık seviyesine gelebilir bu çabayla; yani aptalları alamayız..."

    gerçi bunu der, ama daha sonra sağlık kontrolünde doktorların başvuranları reddetmesinin mümkün olmadığını okuruz. yani eğer adam tekerlekli sandalyede gelse de edeceği yemini anladığı sürece sorun yoktur. tek sıkıntı daha sonra bu adama kendine göre, heinlein burada kırkayağın bacaklarını sayma örneğini verir, bir görev verilir. tabii burada bunun bir roman olduğu, sosyolojik bir çözüm üretme kitabı olmadığını hatırlamamız gerekir.

    dördüncü bölümde juan rico eğitim kampına yollanır. buradaki eğitimi oldukça zorludur, ama heinlein anlatıcının ağzından bu eğitimin kasıtlı bir biçimde zorlu olduğunu, başarısız olanları elemek için böyle yapıldığını söyler. beşinci bölümde bu eğitim bitmiş ve elenenler elendikten sonra kalanlara ciddi eğitim verilmeye başlanmıştır. bıçak eğitimi yapmaktalarken hendrick adındaki bir piyade "neden" diye sorar. eğitim çavuşu zim şöyle bir yanıt verir:
    "diyelim ki elinde sadece bir bıçak var, hatta o bile olmasın. (karşında tepeden tırnağa silahlanmış bir adam varken) ne yapacaksın? son duanı edip ölecek misin yoksa bir şekilde onun ölmesini mi sağlayacaksın. evladım, bu gerçek dünya, çok geride kaldığını farkettiğinde terkedebileceğin bir dama oyunu değil."
    "ama efendim ben de tam olarak bunu söylüyorum. diyelim ki silahlı bile değilsiniz veya diyelim ki bu bıçaklardan birisi var sadece. ve karşınızdaki adamın her türden tehlikeli silahı var. yapabileceğiniz hiç bir şey yok ki; saldırdığınız anda öleceğiniz kesin."
    zim durur ve kibarca şöyle der: "evlat, olayı tamamen yanlış anlamışsın. 'tehlikeli silah' diye bir şey yoktur."
    "nasıl yani, efendim?"
    "tehlikeli silah yoktur. sadece tehlikeli adamlar vardır. biz size tehlikeli olmayı öğretmeye çalışıyoruz - düşmana karşı tehlikeli olmayı yani. bıçaksız da tehlikeli olmayı, bir el veya bir bacağa sahip ve hala canlıyken ölümcül olabilmeyi öğretmeyi deniyoruz. eğer ne dediğimi anlamadıysan kamp kütüphanesindeki (...) kitaplarını oku. ama ilk söylediğin olayı ele alalım. diyelim ki ben senim, ve senin sahip olduğun tek şey bir bıçak. arkamdaki şu hedef ise hidrojen bombası hariç herşeye sahip bir düşman. onu etkisiz hale getirmek zorundasın ve bunu sessizce yapmalısın." bıçağı arkasındaki hedefe atar ve vurur. ama hendricks'in sorusu devam eder:
    "efendim, düşmanın hidrojen bombası hariç herşeye sahip olduğunu söylediniz ama zaten olay da bu. adamın hidrojen bombası var. yani en azından bizim var ve eğer düşman bizim gibiyse..."
    "seni anlıyorum" der ve birkaç paragraf sonra şöyle devam eder bu diyaloğa,
    "sorduğun sorunun cevabı bir çavuşun vermeye yetkili olduğu bir yanıt değil. ama kendi görüşlerimi vereyim. bir bebeğe ders vermeye çalışırken kafasını keser misin?"
    "hayır efendim?!"
    "tabii ki kesmezsin. aynı şekilde bir düşman şehrini hidrojen bombası ile yoketmek de bir bebeğe baltayla vurmak gibi olabilir. savaş sadece şiddet ve öldürme değildir; savaş bir amaç için yapılan kontrollü şiddettir. savaşın amacı devletinin kararlarını güç ile desteklemektir. amaç düşmanı sadece öldürmek için öldürmek değil... sadece onun senin yapmanı istediğin şeyi yapmaya zorlamaktır. öldürmek değil, kontrollü ve amaçlı şiddet. ama bu amacı veya kontrolün kararı senin veya benim vereceğim bir karar değildir. bir askerin işi ne zaman, nerede, nasıl ve neden savaştığını bilmek değildir. devlet adamları neden ve ne kadara karar verir, generaller oradan nerede, ne zaman ve nasıl'ı söyler. biz şiddeti sağlarız, diğer 'yaşlı ve bilge kafalar' kontrolü sağlar" der.

    burada heinlein'in claseauwitzyen bir bakışa sahip olduğu sonucunu çıkartabiliriz esasen. savaş, politikanın devamıdır sözü ile çok uyuşan bir pasaj diyebiliriz.

    gelelim 7. bölüme. bu bölüm tamamen heinlein'ın bu kitabındaki evrende olan mobile infantry'sinin savaşa gittiği zırhını açıklamaya ayrılmıştır. filmdekine ters olarak m.i. warhammer 40k'daki space marinelerin power armoruna benzer bir şeyle savaşa gider. dropshipleri yoktur, piyadeler uzay gemisinden gezegene atılırlar. zırhları onların bedenlerinin tepkilerini mislice arttıran bir araçtır sadece. nükleer bombacıklar taşıyabilir, makinalı tüfek, roketatar, alev makinası gibi araçların hepsini üstünde tutabilirler. dolayısıyla böceklerle savaşırken kumaş bir kıyafetleri yoktur.

    ve 8. bölüm. burada rico eğitim öncesinde kaçan ve kaçtıktan sonra bir bebeği öldürdüğü için askeriye tarafından idam edilen bir askerin ardından geçmişi düşünür ve yine bay dubois'in verdiği tarih ve ahlak felsefesi dersinden bir bölüm paylaşır bizimle. şöyle başlar:
    "yirminci yüzyılda bay dubois'in anlattığı üzere suç oranları o kadar yüksekti ki dillinger'in işlediği suçlar köpek dövüşleri kadar yaygınmış.
    'kanuna uyan insanlar' demişti dubois 'geceleri parka çıkmaya bile korkarlardı. çünkü çıkmak zincirler, bıçaklar, evyapımı silahlar ile donanmış çocuklar tarafından saldırıya uğrama riskini göze almak demekti. yaralanacak, soyulacak ve hatta hayat boyu sakat kalacak veya öleceklerdi. bu senelerce russo-anglo-amerikan müttefikliği ile çin hegemonyası arasındaki savaşa kadar böyle devam etti. cinayet, uyuşturucu bağımlılığı, sahtecilik, saldırı ve vandallık yaygındı. ve bu olaylar sadece parklarda yaşanmıyor, gündüz gözüyle sokaklarda, okul bahçelerinde ve hatta okulun içinde bile olabiliyordu. ama parklar o kadar güvensizdi ki dürüst insanlar karanlık olduktan sonra özellikle uzak duruyorlardı.'"
    burada öğrencilerden birisi şöyle bir soru soruyor:
    "peki bay dubois, polis yok muydu, peki ya yargı?"
    "olmaz mı, şu andakinden daha fazla polis ve yargıç vardı ve hepsi aşırı çalışıyordu."
    "o zaman anlamıyorum, eğer bizim kentimizde bir çocuk böyle bir şey yapsa hem o hem de babası kırbaçlanır." der rico. bunu dedikten sonra dubois ona dönerek:
    "bana genç suçluyu tanımla o zaman" der.
    "eee, bahsettiğiniz insanları döven çocuklar?"
    "yanlış!"
    "aa.. ama kitap öyle diyor?"
    "özürlerimi sunarım. kitabın öyle diyor doğru ama bir kuyruğa 'bacak' demek gibi bir şey bu. genç suçlu terimler arasında bir çelişkidir, ve bu çelişki o zamanki yaşanan sorunu anlamak ve niye çözemediklerini bulmak için ipucu verir bize. hiç bir köpek yetiştirdin mi?"
    "evet efendim"
    "eve kaka yapmamaya alıştırdın mı onu (housebreak)"
    "eee... sonuç olarak evet efendim."
    "peki köpek yavrusu hata yaptığında ona hiç kızdın mı?"
    "ne? niye ki? daha bir yavru olduğundan daha iyisini bilemez ki?"
    "peki ne yaptın?"
    "kızdım, kakasına burnunu soktum ve tokatladım"
    "sözlerini anlamamıştır herhalde?"
    "tabii ki ama ona kızgın olduğumu sanırım farketmiştir!"
    "ama kızgın olmadığını söylemiştin?"
    "hayır ama onun öyle düşünmesini sağlamak zorundaydım. öğrenmeliydi değil mi?"
    "kabul. ama memnuniyetsizliğini ifade ettikten sonra onu dövecek kadar niye zalimleştin ki? zavallı yaratığın daha iyisini bilmediğini kendin söyledin. ama acı verdin, açıkla bunu! yoksa bir sadist misin?"
    "bay dubois, bunu yapmak zorundasınız ki! kızarsınız ki başının belada olduğunu bilsin, kakasına burnunu sürtersiniz ki niye kızıldığını anlasın ve tokatlarsınız ki bir daha yapmasın. ve bu suçu tazeyken yapılması gereken bir şey. daha sonra yaparsanız sadece kafasını karıştırırsınız..."
    buradan tekrardan genç suçlulara döner konu:
    "bahsigeçen köpek yavrusunu unutmayalım. bu çocuklar sıklıkla yakalanıyordu, polis hergün düzinelercesini tutukluyordu. kızılıyor muydu bu çocuklara? hem de nasıl! peki burunları suçlarına sürtülüyor muydı. nadiren. haber kaynakları ve resmi görevliler çoklukla adlarını gizli tutuyorlardı. peki ya cezalandırılıyorlar mıydı? kesinlikle hayır."

    daha sonra şöyle bir konuşma geçer bu bağlamda:
    "diyelim ki köpek yavruna sadece kızdın, asla cezalandırmadın eve kaka yapmasına izin verdin ve sıklıkla arkabahçendeki klubeye onu belli bir süre kitleyip çıkartırken bir daha yapmamasını söyledin. daha sonra bir gün onun yetişkin bir köpek olduğunu farkedip hala eve kaka yaptığını görünce tabancanı çıkartıp onu vurdun. yorum lütfen?"
    "bu hayatımda duyduğum en çılgın köpek yetiştirme biçimi efendim!"
    "veya bir çocuk yetiştirme biçimi, katılıyorum. peki buradaki suç kimin olur"
    "benim sanırım..."

    fazlaca uzun olduğunun farkındayım entry'nin. lakin az kaldı, sabır. şimdi heinlein'ın en başta bahsettiğimiz, devlet adamlarını niye askerliğini yapmış adamlardan seçtiğini temellendirmeye geliyoruz. rico birkaç harekata katıldıktan sonra subay okuluna yazılma hakkını elde eder ve yazılır. burada da tarih ve ahlak felsefesi dersi vardır. derslerin bir tanesinde şöyle bir konuşma geçer:
    "bay salomon, bana devlet adamlığının niye terhis olmuş gazilere verildiğini ne tarihsel veya teorik olarak değil de pratik bir biçimde açıklayabilir misiniz?"
    "çünkü seçilmiş adamlar olduklarından efendim, daha akıllılar"
    "saçma!"
    "efendim?"
    "çok mu uzun geldi bu kelime? bunun aptalca bir sebep olduğunu söyledim. hizmet veren adamlar, sivillerden daha akıllı değillerdir. hatta çokluk sivillerin daha akıllı olduğu söylenebilir. (...)"
    "daha disiplinliler?"
    "üzgünüm, ama gerçekler tarafından desteklenmeyen başka bir nosyon bu. sen ve ben askerde olduğumuz sürece oy veremiyoruz ve askeri disiplinin, askeriye sonrasında devam ettiğini kanıtlayamıyoruz; gazilerin suç oranı sivillerin oranı ile aynı. ve unuttuğun nokta barış zamanında gazilerin savaş görmeyen yardımcı hizmetlerden geldiği ve askeri disiplini tamamen görmedikleri. ancak oyları yine de sayılmakta."
    heinlein bu noktadan sonra tarihteki devlet biçimlerine değinir ve şöyle özetler:
    "tüm sistemler oy vermeyi onu adil bir biçimde kullanacağına inandığı kitleye sınırlayarak (bilge bir yöneticiyi seçmeyi) sağlamaya çalışır. 'tüm sistemler' diyorum çünkü 'sonsuz demokrasi' diye adlandırılan sistemler bile yaş, doğum yeri, gelir vergisi, suç kaydı gibi kriterlerle nüfuslarının neredeyse çeyreğini oy veremez olarak görür."

    der ki heinlein, dersi veren binbaşı reid'in ağzından, "bizim sistemimizde her oy veren ve seçilen kendi faydasını grubun önüne koyan zor bir hizmetten kendi istekleri ile geçmiş birisidir. ve bu tek pratik farktır." şimdi, bu ne kadar doğrudur bilemiyorum. sonuçta bu bir bilimkurgu romanı ama belli bir ütopya dahilinde konuşan ve kendi argümanlarını savunmaya çalışan bir roman.

    filmi ile kıyasla daha derin bir argümantasyonu var (yani ne kadar derinse artık). filminde "heyoo ekşın, heyoo böcek, heyooo meme" şeklinde bir hollywoodsal içi boşaltmaya uğrasa da kitabı daha çok bir ideolojik eser gibi okunmakta, onu belirteyim. tüm bu satırları tek oturuşta yazdığım için anlatım bozuklukları vb. gibi hatalar için özür diliyorum.

    teşekkürler.


    (darksoul - 12 Mart 2013 00:01)

  • comment image

    filmde dev böceklerin uzaya gotlerini donup havaya dogru mavi mavi sicarak uzay gemilerini vurmalari gayet yaratici.. kim oturup dusunduyse artik. gayet eylenceli bir taşlama film!


    (fetisha - 26 Şubat 2001 21:53)

  • comment image

    agis'te sabahladigimiz zamanlar izleyerek ba$inda uyuyakaldigimiz, repliklerini sahnelerini ezberledigimiz kult film.. mizahi yakla$imi, harika soundtrack'i, kusursuz efektlerinin yani sira filmde bir cok bilim kurguya ta$ cikaracak fikirlerin cerez mahiyetinde sunup konu uzerine uretilmi$ duzinelerce bo$ esere de kenardan degdirir..


    (ssg - 10 Nisan 2001 03:28)

  • comment image

    zamanının ötesinde bir siyasi taşlama filmiydi.

    amerikan askerleri nazi üniformaları giyiyor, çöl gezegeni işgal edip böcek avlıyorlardı ve medyanın kontrolündeki sivil toplum da buna şartsız destek veriyordu.

    gösterildiği yıl kimse bu filmin sıradan bir aksiyon-bilimkurgudan öte olduğunu anlamamıştı. oyuncular bile neyin içinde olduklarını bilmiyordı.

    şimdi çekecem desen çektirmez, sikerler.


    (le fougueux - 5 Ekim 2013 20:13)

  • comment image

    dizzy kizimizin "it's ok, because i got to have you." dedigi sahne "artik olsem de gam yemem"in cumle icinde kullanilisi gibidir. bu sahneyi izleyen erkeklerin "iste ben de boyle diyecek bir kiz istiyorum" diye arayislara girip hayatlarini bu yolda telef etme riski vardir.


    (a lifetime of type ii errors - 18 Nisan 2004 20:19)

  • comment image

    böceklerin attırarak uzay gemisi düşürmesi fikri sinema tarihine vurulan altın damgadır.


    (skyman - 1 Eylül 2004 20:11)

  • comment image

    filmi bazı yerlerde çok saçma olsa da genel olarak süper eğlendirici olmasına rağmen gelmiş geçmiş en kötü fps’lerden biri olan oyun.

    would you like to know more?

    tamam o zaman anlatayım. şimdi, federasyon haşere mücadele – ilaçlama timinde görevli bir askeriz. filmin geçtiği hesperus gezegeninin istilasında görev alıyoruz. ancak bildiğiniz trooperlardan değiliz. peki neyiz? biz bir marauder’ız. nedir marauder? amelenin, maymunun önde gideni. şimdi federasyon bakmış trooperlar patır patır ölüyor, demişler olmaz böyle. bir tane zırh yapmışlar. bu zırh çabuk hareket etmeyi sağlıyor (yalan), kullanıcısına gitmesi gereken yerlerin ne tarafta olduğunu ve ne kadar uzakta olduğunu söylüyor, entegre ses ve görüntü iletişim sistemleri var, en önemlisi de bir zırh olarak kendisi sıfırlanana kadar kullanıcısına herhangi bir zarar gelmesini tamamen engelliyor. yani normal oyunlarda hasarın bir kısımını zırh emer, diğer kısmı sağlıktan düşer ya, bunda öyle değil, zırh olduğu sürece zırh sıfırlanana kadar sağlığa bişey olmuyor. daha da süperi, zırh zarar görürse 5 saniye kadar bir süre hasar almazsak, kendini tamir / şarj ediyor. bu şarj sıfırdan tam doluma 5 saniye sürüyor, şarj esnasında hasar alırsak o anda ne kadar şarj olmuşsa orada kalıyor, tamamen şarj olmuyor. trooperlarda böyle bir atraksiyon yok. filmde gördüğümüz uzayda gezinen eşşek kadar federasyon gemilerinin her birinde 6 kişilik bir marauder bölüğü var. biz de kendi gemimizdeki 6 numaralı marauder’ız. marauder olarak bazı ayrıcalıklarımız var, nedir mesela trooperların hepsi bize komutanım çekiyor. bize özel tek kişilik bir drop shipimiz ve adımıza tahsis edilmiş taş gibi bir hatun pilotumuz var (gerçi kendisini hiç görmüyoz ama filmdeki pilot dennis richards ya, ondan taş diye düşündüm ben hep). bu gemiyle savaş alanlarına gidiyor, tekrar bu gemiyle geri dönüyoruz. karizma tavanda yani. öyle herkes de marauder olamıyor, bi kaç operasyona katılıp ölmemeyi başaran trooperlar marauderlık için başvurabiliyor.

    we need heroes.

    velhasıl federasyon bize bu olanakları verince tabi karşılığında hizmet bekliyor. bizim geminin kumandanı bize paso görevler veriyor. olm git şurayı temizle, git trooperlara göz kulak ol, yok şunu yap yok bunu yap. ama amına koyim yap dedikleri öyle pek kolay şeyler değil. şimdi görevlere üstünkörü bir göz atalım. tepedeki gemide training tadında bir bölümün ardından hesperus’a gidip bi iniş alanı temizliyoruz, orda yakındaki böcek istilasına uğramış bir üssü temizleyip, savunma sistemlerini kurup olayı bitiriyoruz, trooperlara tutunacak bir yer sağlamış oluyoruz. ikinci olarak filmde de izlediğimiz çöldeki outpost çatışmasının içine girip bir tanker bug temizlemek durumunda bırakıldığımız bölüm geliyor. diyoki kumandan bize bilader git bi bak bakalım oraya trooperlara yardım et, mekana saldırı bekliyoz. e emir gelince tabi paşa paşa gidiyoz kaleye. aha da burda karşıdan harbiden binlerce böcek kaleye saldırıyor, zerg rush’ın kralını yapıyorlar. vay amına koyim, bu ne be? öldür öldür bitmiyolar, dayanacaz diye götümüz yırtılıyor, o sırada bu yetmezmiş gibi bi de tanker geliyor. yuh amına koyim. daha ikinci leveldayız. neyse tankeri bi şekil öldürüp kaçıyoz mekandan üçüncü görev geliyor. ne bu üçüncü görev, filmi izleyenler bilir plasma bug diye götünden ta uzaydaki gemilere böcük salgısı atıp onları patlatan yaratıklar vardı. bize diyoki bu kumandan olm git şunları temizle, yoksa düşürcek bunlar bizi. gidiyoz dana gibi böcekler temizleyene kadar götümüz çıkıyor, arada bi de psi-ops generali kurtarıyoz, sonradan bu ipne de başımıza binbir türlü bela açıyor amına koyim. sonra stronghold diye bir bölüm var. gezegendeki tek yakıt deposunu donanma gemileri yakıt çekene kadar korumaya çalışıyoruz, yine rush’ın allah’ı var burda. sonra lost marauder diye oyunun en gerici bölüm var, 1 numara kaybolmuş, peşinden bizi gönderiyolar allah’ın bug infested nuclear compound’una, karanlıkta dana gibi mekanlarda üçbuçuk ata ata bitiriyoruz levelı, buluyoruz 1 numarayı ölmek üzere. ipnenin elinde nükleer bomba var, tam ölürken çalıştırıyor. kaçıyoruz tabi. sonrasında artık gezegenin istilasına geçecez onun için stratejik öneme sahip iki köprüyü ele geçiriyoruz. köprüler bildiğiniz köprülerden değil, böyle dev kapılarla bölünmüş arenalar. her arena ağzına kadar böcek dolu, bi taraftan girip öte taraftan çıkana kadar anamız ağlıyor. sonraki bölümde kumandan diyoki bu bizim plasma bug’lardan kurtardığımız general şimdi de çölde kaybolmuş. git bul diyo. anasını bacısını sikeyim ben o generalin. tamam gidiyoz buluyoz, adam diyo bize şurda gizli bir psi-ops yerleşkesi var, yürü gidiyoz diyo. gidiyoz, ipne ben burda kalıyom diyip kapıda bir zırhlı aracın içine giriyo, bize diyo ki gir bakalım içeri bak ne var ne yok. sülalesini siktiğimin cibiliyetsizi. giriyoruz, tabi her taraf böcek, çatışmaktan ebemiz sikiliyor, sonunda da şimdi spoiler olmasın diye söylemiyorum, bişeyler oluyor, ama üssü temizliyoruz sonuç olarak. sonra en zor bölüm geliyor. koyuyolar bizi çölün ortasına, bütün böcek ordusu tepemize toplanıyor bi şekil, tabi toplanana kadar bir sürü zaman geçiyor, ve bütün bu zaman boyunca delicesine savaşıyoruz, yukarıda söylediğim rush’ların aslında hiç birşey olmadığını fark ediyoruz, sonra böcek ordusu toplanınca hepsi bombalanmak suretiyle yok ediliyorlar. bi sonraki levelda böcek ordusunu yok ettik ya, şimdi de gidip üreme alanlarını uçuracaz ki, tekrar ordu oluşturmasınlar. bu görev görece kolay, geçiliyor kastırmadan. sondan bir önceki levelda gidip daha önce gezegendeki en büyük lojistik üssü olan bir kaleyi böceklerden geri alıyoruz, oldukça sağlam çatışmalar var burda da, ağlatıyorlar adamı vallahi. son olarak brain bug ele geçirmeye çalıştığımız bölüm var.

    şimdi böyle yazınca düzgün görevlermiş gibi görünüyor, oynanırmış gibi görülüyor değil mi? ama ipin ucu öyle değil. öncelikle rush’lar öylesine mantıksızki, karşısında durmak im-kan-sız. yardımcı trooperlar hemencecik ölüveriyorlar ve her taraftan gelen binlerce böceğe karşı yapabileceğimiz hiç birşey kalmıyor. kalmıyor da nooluyor, böyle zamanlarda gidip pusabileceğimiz bir yer buluyoruz. bu bulduğumuz yere pusunca (bulmak da zor oluyor böyle yerleri, koca arenada sadece bir tane oluyor böyle mekan), böcekler büyük oldukları için yanımıza gelemiyorlar, ordan ateş ede ede binlerce böceği öldürüyoruz ama bu 10 dakika mı sürer 15 dakika mı sürer, yarım saat mi sürer... olduğun yerden ateş et dur. can sıkıntısı başka bir şey değil. hadi aralarına dalayım aksiyon olsun diyosun, anında ölüyosun, deliriyorsun. olacak gibi değil. bir başka sorun da ki asıl oynanışı öldüren olay bu bence, büyük böceklerin (böcekleri biraz sonra anlatacam) elimizdeki düdük kadar silahlarla ölmemeleri. yani ölüyorlar ama hepsinin zayıf noktaları var, illa oralardan vurmak lazım, yoksa gençlere mermi işlemiyor. bu zayıf noktalar da dana gibi böcekte afedersiniz benim götüm kadar ufak. oraya ateş edecem derken her taraftan püsküren ufak (ufak dediysek onlar da 5 metre ama en azından tüfekle ölüyorlar) böcekler de cabası. ilk olarak plasma bug’ların bölümünde karşılaşıyoruz bu durumla, sonra her bölümde bol bol var. bu büyük böceklerin hepsi neredeyse ortalama fps’lerdeki boss’lar kadar sağlam, öldürene kadar ebemizin içi bayılıyor sikilmekten.

    know your enemy.

    böceklere gelelim. ilk düşman warrior bug. rush’larda bunlar geliyor. hızlı hareket ediyorlar ama zırhsız ve salaklar, 50 ve üzeri adetlerde tehdit oluşturuyorlar. sonrasında bunların abileri olan tigerlar var. bunlar zırhlı zor ölüyorlar. sonra bu tigerların tükmük* atan versiyonları var. uzaktan saldırı kabiliyeti yani. tigerların bi başka versiyonları daha var kıllı olmalarından fark edilirler, onlar da uzaktan saldırıyolar ama başka türlü, en tehlikelisi bu son saydıklarım. rush’larda karışık çerezdeki antep fıstığı tadında az bir miktar bu tiger ve varyasyonları da geliyorlar. bunların dışında tüfekle öldürülebilen zıp zıp zıplayan blaster buglar var, çok adetlerde geldiklerinde hemen öldürülmezlerse can yakıcı oluyorlar. uçan böcekler var hopper, firefly’lar bi de hooperların kamikaze versiyonları. kesinlikle büyük tehdit oluşturmuyorlar, tırsmaya değmez. sentinel adlı çok parlak ışık patlaması yaratıp geçici körlüğe neden olan bir böcek var. ayrıca ışık patlaması çevrede ne kadar böcek varsa çağırıyor. cliff mite adlı kanyon duvarlarına yapışmış sniper böcekler var, dürbünlü morita ile temizlenmeli. yarı büyük sayılabilecelk rhino'lar koşup koşup tos vurmaya çalışıyorlar, strafe ile kurtulup, götündeki kırmızı bölgeye yakından 2 sağlam shotgun isabeti yetiyor bunları öldürmeye. ancak başka bölgeden hasar almıyorlar. gelelim asıl baş belası büyük böceklere... öncelikle plasma infant. ne bu plasma infant, ta uzaya püskürten büyük plasma bugların kara topçusu olarak kullanılan ufak versiyonları. sadece kafa bölgesinden ve plasma atarken açılan götlerinin içinden hasar alıyorlar. kafaya roketle dalmak, yada açık göte (o göt anca 2 saniye açık kalıyor) railgun ile girişmek lazım (silahlara bir sonraki paragrafta girecem, railgun’ın quake’tekiyle alakası var gibi yok gibi.). sonra tanker bug var, sadece çenesinden (evet çene, hayvan gibi böceğin altına girip çenesine ateş etmek gerekiyor, dikkat edin üstünüze basar) ve filmde rico’nun yaptığı gibi sırtının ufak bir bölümünden hasar alıyor. neyseki bütün oyun boyunca sadece 2 defa karşılaşıyoruz, birinde de savaşma zorunluluğu yok, kaçabiliyoruz. bu tankerlerin ufağı tanker infantlar var. bunlar da kısa mesafe topçusu olarak kullanılıyor böcek ordusunda. sadece kafadan hasar alıyor, roket yada railgun işini görebilir, ancak ikişer ikişer geliyorlar çoğu zaman, çevrelerinde de warrior ve tiger’lardan oluşan rush’lar oluyor, önce rush’ı temizleyip sonra bunlarla uğraşmak bayağı zorluyor. en zorlu düşman, royal warrior’lar. warriorlar’ın büyük halleri (bayağı büyük). bu arkadaşlar sadece gözlerinden hasar alıyorlar. dev gibi böcekte iki tane ufacık nokta. uzaktan ses dalgalarıyla saldırıyorlar, ama bunlara uzak kalmak pek akıl karı değil zira uzaktaki hareketli bir royal warrior’ı gözünden vurabilen varsa beri gelsin. yakınına girdiğimizde melee olarak kafa göz giriyorlar. bunlarda karşılaşığımızda bize melee atak yapmaya çalışacağı kadar yakınında olabildiğimiz halde, melee atak ile bize ulaşamadığı yerler var, oralara girip uzun uzun gözlere saydırıp öldürüyoruz bu arkadaşları. melee atak menzilindeysek ses saldırısını kullanmıyor bu böcekler, böylelikle hasar bile almadan öldürebiliyoruz kendilerini ama çok uzun ve sıkıcı oluyor savaşlar... her royal warrior yaklaşık 10-15 dakikalık savaş demek ve oyun boyunca 4-5 tanesiyle kapışıyoruz. göz çevresinden roket ile vurmak da bir işe yaramıyor, illa tüfekle direk vuruşlar gerek. bir de oyun sonu canavarı olarak bu royal bug’ların bir varyasyonu olan x bug var ki, zar zor gözlerinden bir royal bug’ı öldürecek kadar vurduğumuzda bu arkadaş royal warrior’lar gibi ölmek yerine asıl hasar aldığı yeri 2 saniyeliğine açıyor, ve bu nokta hareket halinde. bir sürü kere gözünden vur, asıl hasar aldığı yeri kısacık zaman içinde vurmaya çalış ama bol bol ıskala şeklinde savaştıktan sonra ölüyor bu böcek ki, benim kendisini öldürmem 4 saat kadar sürdü. tabi becerikliyseniz hasar aldığı yeri açtığında railgun'la bir yada iki vuruş öldürür kendisini. oha be oha, allah belasını versin bu böcekleri tasarlayanların.

    know your equipment.

    9 çeşit silah var ama bunların 5 tanesi aynı tüfeğin varyasyonları. ilk olarak bir marauder rifle’ımız var. kendisi çok hızlı ateş ediyor, ama hasar menzili çok düşük. mermi değil, içindeki generator’ın ürettiği dalga motorları atıyor, dolayısıyla cephane derdi olmadan sonsuz atış kabiliyetine sahip. öte yandan uzun süre hiç kesmeden ateş edersek ısınma sorunu var, kısa kısa ateş etmek gerekiyor. sadece warrior bug’lara karşı etkili görünse de az sayıdalarsa yakın mesafeden tiger avlamak, yada royal warrior gözü vurmak için de kullanılabilinir. morita mk2 filmde de kullanılan piyade tüfeği. ikincil olarak birden çok mermiyi bir anda shotgun misali attığı bir modu var, iyice dibe giren tigerları indirmek için bire bir, etrafta ammo crate varsa royal warrior indirmek için de en büyük yardımcı. üçüncü olarak morita mk2’nin altına bir grenade launcher eklenmiş versiyonu var. dördüncü silah shotgun, her atış bir warrior bug’ı indirebiliyor ancak zırhlı tigerlara karşı pek etkili değil. özellikle blasterlara karşı iyi iş görüyor. beşinci tüfek morita mk2’nin dürbünlü versiyonu. ikincil atış modunda zooma geçiyor, ama fire rate’i düşüyor. birincil modda az hasar veriyor, ikincisinde osurtuyor. altıncı silah morita carbine. ikincil atış modunda double fire rate yakalıyor, deli gibi mermi yese de yakındaki böcekleri kıyma yapma kapasitesine sahip. öte yandan menzili orijinal morita mk2’ye göre düşük, ikincil modda deli tepiyor, nişan alınamıyor, bu modda uzağa ateş etmek sadece cephane kaybı. sonrasında roket atar var, tetiğe basılı tutulması durumunda fire rate giderek artıyor ve saniyede 4 atışa kadar çıkıyor. oha amına koyim, ama büyük böcek öldürmek için gerekli bu hız. sonrasında yüksek zoom kapasiteli, kodu mu oturtan, menzili uzun ama çok yavaş fire rate sahibi railgun var. plasma infantların götüne yada tanker infantların başına fazla yanaşmadan saydırmak için kullanılabilir, yanımızda en fazla 20 mermisini taşıyabiliyoruz. son olarak 1000 metre çapında bir dairedeki herşeyi yok eden missile launcher var. yani attığınız yere dikkat edin, kendiniz de gidersiniz göt altına. tam bir kıyım silahı, binlerce böceğin ortasına yapıştırın bi tane, izleyin yanmalarını. öte yandan royal warrior’lara işlemiyor ne hikmetse.

    join up now.

    şimdi genel olarak oynanış sorunlarına bi değinelim. rush’larda hedef belli bir süre ölmemek. yani aslında pustuğumuz yerde böceklere ateş etmek yerine beklesek de geçeriz bölümü. başka bir sorun da çatışmaların oluş biçimi, bir arenaya geliyoruz, gelen böcek dalgasını temizliyoruz, dalgayı temizledikten sonra bir dalga daha geliyor onu da temizliyoruz, bir sonraki arenaya geçiyoruz. hep aynı hep aynı. zaten çoğu zaman arenalar arası ya kanyon yada tünellerle bağlı. gelip arenanın girişine yakındaki böceklerin dikkatini çekip tünelin güvenliğine geri kaçıp tünelin içinde sadece karşıdan gelen böcekleri öldürmekle geçiyor zaman. bunu tekrar tekrar yapıyoruz en sonunda arenadaki bütün böcekleri öldürmüş oluyoruz. kumandanın zırt pırt vediği emirler, söylediği sözler can sıkıcı. adam diyor reinforcements will be there in any minute, ama aslında reinforcementların gelmesi bizim arenayı temizlememize bağlı. ne any minute’ı amına koyim temizleyene kadar bir saat geçiyor gelen giden yok. son böceği de öldürüyoruz, gele gele 5 kıçı kırık trooper geliyor, sonra da ilk çatışmada hepsi ölüyor. bazı level başlangıçlarında drop shipten atlar atlamaz daha destur bismillah demeden tek başımıza rush’ın ortasında kalıyoruz, olacak iş değil. bazı durumlarda arenaya girmeden güvenli bir yerden arenadaki büyük böceklere roket olsun, railgun olsun neyle ateş edesek edelim hasar veremiyoruz, illa ortalarına atlamak gerekiyor. yine tekrar edecem, dana kadar böceklerin göt kadar hasar alanları illallah dedirtiyor, ölmüyor amına koduklarım, ölmüyor ya. bi de marauder suit sağolsun nereye gideceğimizi gösterdiği, kumandan da ne yapacağımızı söylediği için bulmaca olsun iki dakka durup düşünme olsun hak getire.

    they’ll keep fighting.

    grafik motoru olarak swarm engine adında oyuna özel yapılmış bir motor kullanılmış. genel olarak başarısız grafikler var. fazla kastırmıyor bilgisayarı, özellikle de hareket eden binlerce böcek düşünülürse iyi birşey bu ama, grafikler güzel değil. motor yuvarlak çizemiyor, herşey köşeli, binlerce böceği hareket ettirmek için verilmiş bir ödün olsa gerek bu. ışıklandırma efektleri kötü. hele bir de yağmur altında geçen plasma bugları temizleme bölümüde suyun yerde oluşturduğu tabaka var ki aman allah düşman başına. insan modellemeleri çok kötü, yürüyüşler berbat, suratlar rezil. seslere gelirsek idare ederler, özellikle morita mk2’nin sesi çok güzel. subwoofer’lı sistemlerde çok tat veriyor. müzikler üzerine söylebilecek pek bir şey yok, marş şeklinde orkestrasyon tarzı müzikler. levelın tamamı bir seferde yükleniyor, tabi dana gibi levelın yüklenmesi biraz uzun sürebiliyor ama hiç ölünmezse 2 saat kadar kesintisiz oynanış sağlıyor bu. ölmemek pek kolay olmadığı hatta bazı yerlerde geçene kadar 5-10 defa ölündüğü düşünülürse, bu uzun yükleme zamanları oldukça sıkıcı oluyor. oyunun sonu dışında grafik motoruyla yapılmış cut-scene yok, cut-sceneler hep orijinial filmden alınmış parçalar. yapay zekaya da değinelim, yapay zeka yok, zaten böcek ırkının ortalama zeka puanının 35 olduğunu düşünürsek olmasına gerek de yok. gençler öyle bir rush yapıyorlarki taktik falan yapmalarına gerek kalmıyor, deşip geçiyorlar.

    and they’ll win.

    sonuç olarak bitirecem diye hırs yapıp saatlerimi gömdüğüm, rahatlıkla hayatımda oynadığım en kötü oyun diyebileceğim rezalet. illa oynayacaz diyorsanız normal zorluk seviyesinde oynamış birinden naçizane bir iki öneri:

    -zone alarm kullanıcıları oyunun takıla takıla adım adım gitmesi sorunu yaşıyorlarsa oyunu oynarken zone alarm’ı kapatsınlar, sorun çözülür.
    -audigy 2 kullanıcıları, oyunu oynarken mavi ekran alıyorlarsa, oyunun 220 mb’lık patchini indirebilirler, yada low quality ses seçeneğiyle güle oynaya oynayabilirler oyunu. low ve high quality ses arasında kulakla duyulur bir fark yok zaten.
    -outpost levelında tankeri öldürmek için gidin tankerin sol ön ayağının yanındaki rampanın altına girin. orda size bişey yapamaz, alttan shotgunla çenesine çenesine saydırın öldürün.
    -stronghold levelında son rush’la savaşmaya uğraşmayın, gidin bunkerlar arası bağlantıyı sağlayan koridora girip bekleyin, son gemi de alsın yakıtını siktir olup gitsin, savaşırsanız geçemezsiniz.
    -bait’de rush’tan kurtulmak için pusulacak yer inönü stadını bilenler için söylüyorum bunker 2den çıkınca sol taraftaki duvarda karşı uca yakın yerleştirilmiş cratelerin arasıdır.
    -offensive’de gemiden iner inmez gelen rush’ta pusulacak yer indiğimiz pozisyona göre sağ arka çaprazda bulunan zırhlı araçla duvar arasıdır.
    -offensive’de bir taraftan royal warrior diğer taraftan tanker ile sıkıştırıldığınızda royal’ın geldiği tarafa doğru kaçın (zaten tanker’in tarafına gidemezsiniz), hemen yakındaki bir sonraki arenaya geldiğinizde elde shotgun sağ duvara yapışıp tepeye koşarak çıkın, karşınıza çıkan tünele dalın, savaşmakla kendinizi harcamayın, üzülürsünüz.
    -offensive’de kalenin içine girene kadar missile launcher’ı kullanmayın, son çatışmalarda 4 tane tanker gelecek, missile launcher’la onları temizlersiniz, kolaylık olur.
    -brain bug’da plasmalar olsun tankerler olsun öldürmek zorunda değilsiniz, yanlarından geçin gidin.

    hadi kolay gelsin.


    (jupiterianvibe - 27 Temmuz 2006 11:24)

Yorum Kaynak Link : starship troopers