Süre                : 2 Saat 14 dakika
Çıkış Tarihi     : 25 Aralık 2005 Pazar, Yapım Yılı : 2005
Türü                : Drama,Romantik
Ülke                : ABD,Kanada
Yapımcı          :  Focus Features , River Road Entertainment , Alberta Film Entertainment
Yönetmen       : Ang Lee (IMDB)
Senarist          : Annie Proulx (IMDB)(ekşi),Larry McMurtry (IMDB)(ekşi),Diana Ossana (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Heath Ledger (IMDB)(ekşi), Jake Gyllenhaal (IMDB)(ekşi), Randy Quaid (IMDB)(ekşi), Michelle Williams (IMDB), Tom Carey (IMDB)(ekşi), Dan McDougall (IMDB)(ekşi), Steven Cree Molison (IMDB), Anne Hathaway (IMDB)(ekşi), Scott Michael Campbell (IMDB), Graham Beckel (IMDB), Brooklynn Proulx (IMDB), Pete Seadon (IMDB), Cheyenne Hill (IMDB), Jake Church (IMDB), John Tench (IMDB), Linda Cardellini (IMDB), Anna Faris (IMDB), David Harbour (IMDB), Kate Mara (IMDB), Roberta Maxwell (IMDB), Peter McRobbie (IMDB), Barb Mitchell (IMDB), Jayson Therrien (IMDB), Erika Walter (IMDB)

Brokeback Mountain (~ Brokeback dagi) ' Filminin Konusu :
Genelde kadınlarla vakit geçirmeyi seven iki sert erkek, Brokeback Dağı civarında bir çiftlikte tanışır ve birlikte vakit geçirmeye başlar. Zamanla aralarındaki ilişki, dikkat çekici bir derinlik ve duygusal bir boyut kazanır. Biri çiftçi, diğeri ise rodeo kovboyu, farklı karakterlerine rağmen birbirlerine bağlanırlar. Yaşam boyu sürecek olan bu ilişki, kimi zaman kopmalar ve ayrılıklar yaşayacak fakat yeniden iki aşığı buluşturacaktır. Ortaya, kulaktan kulağa yayılacak, aşka dair güçlü tonlar barındıran efsanevi bir hikaye çıkacaktır.

Ödüller      :

Venedik Film Festivali:Golden Lion
Academy Awards - Oscar:En İyi Yönetmen, En İyi Uyarlama Senaryo, En İyi Film Müziği
BAFTA:David Lean Award for Direction, BAFTA Film Award-Best Screenplay - Adapted, BAFTA Film Award-Best Film, BAFTA Film Award-Best Screenplay - Adapted
Golden Globes:Golden Globe-Best Motion Picture - Drama, Golden Globe-Best Director - Motion Picture, Golden Globe-Best Screenplay - Motion Picture, Golden Globe-Best Original Song - Motion Picture
Independent Spirit Awards:Independent Spirit Award-Best Director, Independent Spirit Award-Best Feature


  • ""tell you what: truth is... sometimes i miss you so much i can hardly stand it.""
  • "filmden çıkınca insanın içini ince bir hüzün kaplıyor. hüngür hüngür ağlatmıyor, ama yürek sızlatıyor, gözyaşı döktürüyor. of be."




Facebook Yorumları
  • comment image

    "ibne, ibne, ibne" diye sayıklanan yüzlerce yorum okuduktan sonra:

    zoraki ve göstermelik evliliğin norm olduğu, hayat seçeneklerinin bir türlü üstesinden gelinemeyen "elalem ne der" kaygısı ve kokuşmuş bir tutuculukla sınırlandırıldıkları, kapı ardı ilişkilerin kadın, erkek, eşcinsel ve eşcinsel olmayan insanlar arasında bolca yaşandığı, özel hayata saygı ve bireysellik kavramlarının hala garip bir gavur icadı olarak görüldükleri, ahlaki ikiyüzlülüğün her bir ortama sindiği, aşıkların kavuşamaması temasının nesilden nesile aktarılan destanlara konu olduğu bir ülkede çok daha iyi anlaşılmış olması gereken bir filmdir.

    insanların gerçekleri görmemekteki ısrarları öyle bir raddeye varabiliyormuş ki, aynadaki yansımalarını görünce bile kendilerini tanıyamıyorlarmış.


    (ni4ni - 11 Ocak 2008 13:07)

  • comment image

    şimdi öncelikle film çok güzeldi. eşcinsel hakları, aşkın cinsiyeti olmaz vs vs gibi konulara yeteri kadar değinilmiş ancaaaak; aynı senaryo kaz dağları olarak kaleme alınsa, başrollerinde aydemir akbaş ve ilyas salman oynasa, mızıka yerine kaval çalınsa, adamlar karılarından kaçıp kaçıp kaz dağında çadır kursalar yine aynı sevecenlikle, aynı anlayışla bu filmden bahsedilir miydi?
    kızlar ağızlarının suyu aka aka izlediler tabi filmi. iki tane taş adam durup durup öpüşüyor. sonra aşkın cinsiyeti olmaz bıdı bıdı. *


    (improbability - 30 Kasım 2009 18:32)

  • comment image

    dört kez izlediğim film.
    en son geçen gün izledim, son olmak kaydıyla. bu filmi bir daha izlemeyeceğim. zira bu film can yakıcı. eş cinsel temalı olup da insanın canını bu filmden daha fazla yakabilen bir başka film yoktur herhalde. hikâyesi, kurgusu, karakterleri, karakterlerin yaşadıkları, çektikleri acılar, içlerinde büyüyüp patlayan bazen de patlayamayan yoğun duygular, karakterlerin hep yarım kalan duyguları, öfkeleri, sevinçleri, hüzünleri, tutkuları o kadar gerçek-o kadar gerçek ki, insan izlerken mahvoluyor. insan bu filmi izlerken ağlamaktan yoruluyor.
    bir film oyunculuklarıyla, yönetmenliğiyle, sinematografisiyle, çekildiği mekanla, müzikleriyle, konusuyla bu kadar mı güzel olur? bu kadar mı sakin, içten, samimi, hüzünlü olur? bir film, barındırdığı karakterlerin yaşadığı acıları bu kadar mı derinden aktarır seyirciye? brokeback mountain, bende bu soruları sorma isteği uyandırıyor.

    --- spoiler ---

    film, söylediğim gibi, su gibi akıp gidiyor sahneleriyle ve manzaralarıyla. bir dağda çobanlara bakan iki iş arkadaşı ennis ve jack. son derece maskülen, son derece güçlü iki erkek. eş cinsel olduklarına ihtimal verilmeyecek iki erkek...
    bir akşam aynı çadırda uyurken, aralarında cinsel bir gerilim oluyor ve birlikte oluyorlar. ertesi gün ise pişmanlar. özellikle ennis. hep ennis. her daim ennis... hep mutsuz, hep yalnız, hep pişman, hep tembel, hep yorgun. ennis hep hüzünlü. ennis, insanda hüzün duygusu doğuruyor.
    ertesi gün birbirlerine "ben öyle değilim, ben gey değilim," diyorlar. aralarındaki sadece cinsel bir şeymiş gibi davranıyorlar. aslında biraz da böyle başlıyor yıllarca sürecek olan bir aşk, bir tutku. ama yine de, birbirlerine ilk cinselliklerinden sonra "ben ibne değilim," deseler de, birbirlerinin yüzlerine bak(a)masalar da, ertesi gün yine o soğukta, o çadırın içinde sarılıyorlar birbirlerine; dokunuyorlar. öpüşüyorlar. ten teması gerçekleşiyor. cinsel organların birleşmesinden farklı bir şey bu, tenlerin birleşmesi. işte o an anlıyoruz ki; bu aşk. ilk birlikteliklerinde hissedilen duygu yoksunluğu bir daha hiç hissedilmiyor. hep duygu. mutlaka duygu. hep. hep hüzün. hep ennis'in hüznü. ennis'in yalnızlığı.
    bir de ennis'in erkek adam halleri... "ben ibne değilim" halleri... brokeback dağı'nda geçirdikleri o günlerden sonra aralarında geçrekleşen kupkuru vedada bile jack'ten daha çok çabalıyor ennis erkekliğine, mertliğine bok sürdürmemek için. ve sonra duvarı yumrukluyor ennis. ennis, duvarı yumruklarken de yalnız. yalnızlık bağırıyor ennis'te. feryat figan. ama bir kere erkekliğinden ödün verdi artık ennis, ağlıyor çünkü. hem gey, hem de ağlıyor.

    ve zaman geçiyor ennis de jack de evleniyorlar başka kadınlarla. ve seyirci ennis'in ve jack'in karılarıyla olan hayatlarını izliyor. sohbetlerini, yemek yemelerini, sevişmelerini... bir de ennis ve jack'in sevişmelerini, sarılmalarını izliyor. ve seyirci, tam da yönetmenin vermek istediğini alıyor: jack'in ve ennis'in sevişmeleri, sarılmaları o kadar gerçek - o kadar gerçek ki, karılarıyla olan ilişkileri zinhar gerçek değil. samimiyetsiz, suni, pul pul dökülüyor bu ilişkiler.
    yönetmenin başarısı mı, oyuncuların başarısı mı bilemiyorum ama filmdeki eş cinsel ilişki, diğer iki heteroseksüel ilişkiden o kadar fazla samimi ki insan bu hüzne dayanamıyor.

    aradan dört yıl geçtiğinde ve jack ennis'i ziyarete geleceğini bildirdiği mektubu yolladığında ennis yerinde duramıyor. hep cam kenarında ennis. jack daha ılımlı, daha verici, alttan alan, hayattan tat almaya çalışan ve umutları olan. mesela ennis, jack'i ziyaret etmeyecek kadar hüzünlü. o kadar mutsuz. ses tonu, bakışları, tembelliği, çöplük hayatı o kadar bedbaht ki. o kadar... işte ennis'in yapmayacağı şeyi jack yapıyor ve ennis'e gidiyor.
    ennis, kapıda jack'i karşıladığında, koşa koşa merdivenlerden indiğinde, jack'e kemiklerini kırarcasına sarıldığında, tam öpüşmeye yeltenecekken ibne olmayan bir dünyada olduklarını, oranın brokeback dağı olmadığını fark ettiklerinde, kenara köşeye çekilerek ölüp ölüp dirilerek öpüştüklerinde maalesef bir çift göz, ennis'in karısı, onları görüyor.
    görüyor ama susuyor. uzun yıllar susuyor. bu görüntüden sonra, ennis'in karısı alma da derin bir hüzne, bir uçuruma yuvarlanıyor. yıllarca yuvarlanıyor. vakt-i zamanında bir kadın yazarın dediği gibi, bu dünyada (eş cinsellerin düyası) kadınlar da acı çekiyor. alma da bütün bunlardan nasibini alıyor.

    ennis ve jack... 4 yıllık bir aradan sonra yıllarca, yıllarca, yıllarca arada bir buluşuyorlar. asla yeterli değil bu buluşmalar, sevişmeler, birlikte uyumalar. kesinlikle yeterli değil. en çok da jack için. jack, yıllarca kazanmaya çalışıyor ennis'i. hep söylüyor, hep konuşuyor. ennis'i kazanmak için sürekli savaşıyor. ama ennis öylesine yok ki, öylesine orada ve burada değil ki, öylesine bataklıkta ki seyirci mahvoluyor. ama hep ennis'e daha çok üzülüyor.
    jack ise birlikte yaşamanın hayallerini kuruyor. bir hayat kurmanın hayalini... ennis ise her zaman bu isteği reddediyor.

    alma ve ennis boşlandıklarında, jack bu haberi aldığında, belki de kim bilir ne de çok şeyi göze alarak saatlerce yol katederek ennis'e geliyor. tekrar birlikte bir hayat kurmayı teklif etmek için. ennis ise çok nadir gördüğü kızlarını misafir ediyor o gün. değil jack'le bir hayat kurmak, onunla kafasına göre bile vakit geçiremiyor. çünkü hayatları. çünkü kızları. çünkü karıları. çünkü ibne olmayan dünya. çünküler maalesef bitmiyor ennis için. ve seyirci bir kez daha kahroluyor. ennis için bir kez daha üzülüyor.
    nasıl bir oyunculuksa, nasıl bir yetenekse, jack karakterine o duyguları nasıl vermekse artık; seyirci hepsini alıyor. jack'in o anki kızgınlığı, hayal kırıklığı, o kadar yoldan ennis'e sarılmak için gelirken geri dönecek olması, onu öpememiş bile olması, öfkesi insanın içine işliyor. ve bir de karanlık bir sokakta bir adamla göz göze gelip birlikte kaybolmaları... en çok da bu...

    bu esnada ennis'in yalnızlıkları hiç bitmiyor. alma ile sevişirken de bitmemişti. boşandıklarında da bitmiyor. eski karısı alma, eski karısı alma'nın yeni kocası ve kendi kızlarıyla yediği yemekte de, sözcüklerinde de hep aynı yalnızlık, aynı hüzün. alma'nın yıllarca sakladığı sırrı o gece ennis'e söylediğinde, jack'le aralarında geçen şeyleri bildiğini dillendirdiğinde ennis'in kapıldığı öfke tufanında bile hissedilen o yalnızlık, o hüzün...

    ennis'in yalnızlığı, soğukluğu, tembelliği, duygularını yerin yedi kat dibine gizlemesi... hep ennis...

    ve maalesef, filmin sonu uçurumdan yuvarlanmak gibi. seyirci yara bere içinde. jack korkunç bir şekilde linç edilerek öldürülüyor. ennis ise ondan kalan bir parça gömlekle yalnızlığına devam ediyor. kızları arada ziyaret etse de, o gömlek dolabında asılı olsa da, jack varken de yokken de, alma varken de yokken de, brokeback dağı'ndayken de değilken de ennis'in her daim hissettiği ve hissettirdiği o yalnızlık duygusuyla birlikte seyirci tamamlıyor filmi. boğazında bir yumrukla.

    film bitince seyirci jack'in ölümünden çok daha fazla üzülüyor ennis'in yalnızlığına. jack bir kere ölüyor. ennis ise her daim yalnızdı. yalnızlıksa ölümden bile zor. ennis hep zor.

    ---
    spoiler ---


    (feministim ben - 5 Nisan 2012 20:24)

  • comment image

    ilk defa izlediğim ve az önce biten film. ismi çok sıkıcı geldiğinden izlememiştim ve bu gece daha da sıkılamam herhalde deyip izledim.

    --- spoiler ---

    şimdi başta anlamadığım bir durum var. bu adamlar hangi ara birbirlerinden hoşlandı? ben o kısmı kaçırdım sanırım çünkü filmde daha çok yalnızlıktan ve ihtiyaçtan birbirlerine yaklaşmışlar gibi duruyor. 2. gece duygusallık görebiliyoruz ancak. ha erkek erkeğe duygusallık anca böyle oluyorsa tamam, ona lafım yok ama gerçekten ne ara bunlar bir anda yiyişecek hale geldi? sanki şey gibi olmuş. "tamam, izlemeden önce biliyordunuz. bunlar sevgili olacak. o yüzden ilk faslı es geçip direkt yatağa attık biz bunları! gevelemenin alemi yok!" der gibi. neyse.

    ennis'in eşi çok sıkıcı biri. gerçekten. ama üzüldüm tabii. aldatıldığını baya kötü öğrendi. yazık.

    başlangıçtan jack'in ani ölümüne kadar genelde jack'e üzüldüm ben. ennis'e de üzüldüm yapayalnız bir hayatı var jack yokken ama sanki en çok jack özlüyor gibiydi. ölümüne de başta inanmadım açıkçası çünkü karısı acayip soğukkanlıydı. sanki jack'in kendisini aldattığını öğrenmiş de bir yere kapamış, ne bileyim öyle şeyler işte... ancak ennis ailenin yanına gittiğinde ve boş odaya girdiğinde inandım da "hassiktir valla ölmüş." dedim. işte bu ana kadar da niye herkes ağladım diyor anlamamıştım çünkü bende gram göz dolması yoktu.

    gömleğin o köşeden çıktığı sahneye kadar insanların neden ağladığını anlamamıştım. evet çok üzücü ama o ana kadar etki etmemişti. ama o andan sonra en hızlı ağlamaya başlama rekorumu kırdım sanırım. yani bu kadar çabuk hüngür hüngür ağlamaya başladığımı inanın hatırlamıyorum. ne duygu yüklü bir sahnedir o. üstündeki 20 yıllık kan izleriyle iki gömlek üst üste saklanmış. birbirlerine sarılır gibi. ve muhtemelen ara sıra sarılmak ve koklamak için. o an jack'in duyduğu özlemi bir anda tamamen içinde hissediyor insan. 20 yılın ne kadar da boş geçtiğini anlıyor herkes*. ilk yazın tüm 20 yılın en iyisi olduğunu. fena, çok fena.

    ---
    spoiler ---


    (caramel dance - 29 Haziran 2012 03:59)

  • comment image

    nedense eşcinsel yönetmenler, eşcinsel öğeler taşıyan her filmi ya da diziyi batırıyorlar. olmuyor, o duyguyu yakalayamıyorlar bir türlü. hamam mesela, ya da american horror story. yapmacıklık akıyor, duygu yoğunluğunu yeterince geçiremiyor izleyiciye.

    brokeback mountain'ı izlemeseydim, bu söylediklerimin hiçbirini diyemezdim. ang lee'nin yarattığı gerçeklik duygusunu, ki ang lee heteroseksüeldir, hiç bir eşcinsel yönetmen veremedi bugüne kadar. bir heteroseksüel'in; aşka, öznesini önemsemeden inanması ve onu en saf hali ile bize sunmasıydı belki beni bu kadar etkileyen.

    şahane film.


    (lovely pain - 20 Ekim 2012 00:15)

  • comment image

    brokeback mountain bir öykü esasında. annie proulx'nun aynı isimli öykü kitabında yer alan öykülerden biri. rahatlıkla, okuduğum en iyi öyküler arasında yer aldığını söyleyebilirim. bu konuda gönlüm müsterih.

    ben de ekseriyete tabiiyim; yani filmden önce bilmiyordum bu öyküyü. okumamıştım. filmini izledikten sonra haberdar oldum. bahsetmek gerekirse filmi de mükemmeldi. birkaç kez izledim. her defasında da üzülür, salya sümük ağlarım.

    fakat öykü apayrı bir güzellikte ve boyutta. kelimeler itinayla seçilmiş, ilmek ilmek işlenmiş, oya oya nakşedilmiş. hatta türkiye kültüründe yetişmiş ve haliyle avrupa-ortadoğu arafına sıkışmış biri olarak bu öyküyle ilgili "en benim diyen yeni gelin çeyizlerinden bile daha çok özenile bözenile düzülmüş bir öykü" tarzında yapacağım mübalağalarımın yersiz olmayacağını düşünüyorum.

    beni daha derinden kesen başka bir öykü olmadı bugüne kadar. kitabın yazarına edeceğimiz teşekkürün neredeyse tamamına yakını bir de türkçeye çeviren çevirmene etmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. çünkü çok nadirdir böyle güzel çeviriler bizim edebiyatımızda. paul auster, michael cunningham, patrick süskind yahut jose saramago kanaatimce türkçeye mükemmel şekilde çevirilen kitapların yazarlarından bazıları. bu açıdan baktığımızda annie proulx'nun bu öykü kitabı da kusursuzca çevrilmiş dilimize. ne mutlu bize.

    öykünün konusu malum, iki taşralı erkeğin uzun yıllara dayanan tutku dolu aşkı anlatılıyor. konudan ziyade kitabın üslubu çekiyor aslında beni. olay eş cinsel edebiyatı olması değil. olay, öyküde iki ders bir düz komplike yollarla örülen bir kazak gibi ilmek ilmek seçilen kelimeler. iki ters bir düz seçilen kelimeler... ah o kelimeler... ben, 24 yaşında bir insan olarak, edebiyatı seven biri olarak aşkı bu kadar güzel anlatan başka bir kısa öykü okumadım. konu önemli değil, dediğim gibi; anlatılan aşk iki erkek arasındaymış, iki kadın arasındaymış, bir kanepe ile portakal sıkacağı arasındaymış, hiç önemli değil. tarifi ve tanımı olmayan o hastalıklı duygu, aşk, hiçbir öykü kitabında daha önce böyle anlatılmadı. böyle hissettirilmedi okuyucuya bence.

    salt aşkı da değil, aşkın alt başlıkları olan o tutkuyu, şehvetli cinselliği, şehvetten arınmış masumane sevgiyi de öyle bir anlatıyor ki öyle insanın okurken ölesi geliyor. benim aklım almıyor bu öyküyü.

    bu öyküyle ilgili, dediğim gibi, yapacağım her mübalağa benim için evrende bir toz parçası.

    hiçbir öykü aşkı daha iyi anlatmadı.


    (feministim ben - 25 Temmuz 2013 03:13)

  • comment image

    isminin bareback mounting e benzemesi bir talihsizlik yada saka olan film.

    lakayit yorumumuzun otesinde, bu sene moda oldugu uzere ayni narnia, king kong gibi cografyayi (manzara ve hava goruntusu olarak) yeniden kesfetmis, ve manzaralari filme dolgu maddesi olarak degil, neredeyse karakter olarak getiren bir film. zira filmin ismi mekanin ismi.

    biz bu filmi seyrederken, orda burda, kutuphanede, sahafta, tuvalette karistira geldigimiz fotograflari disinda bek guvenemedigimiz national geographic dergisini hatirladik. sadece cografya olarak degil, amerika'nin kendisinin bir egzotik olarak gozlemlenmesini ilgiyle karsiladik. yillar gectikce degisen detaylar ve insan iliskilerindeki / aile rollerindeki/ diyaloglardaki /ekonomik ve eglence kulturundeki farkliliklar ile bir belgesel tadi aldik. dolayisiyla filmin sansasyonal olarak algilanmasinin insanlari sinema salonuna cekmek icin bir teknik oldugunu iddia ediyoruz.

    birakiniz gay kovboy filmi propagandasini, thelma and louise filminin goze parmak sokan feminizminin cok ustunde, cok siki ve gizli bir feminist filmi oldugunu bile iddia edebiliriz. zira erkekler gonullerini eglendirip ah bizim bu halimiz ne olacak diyip eninde sonunda tokustururken, aci ceken fakir de olsa zengin de olsa [okuyunuz: gucsuz de olsa guclu de] kadinlar ve cocuklar oluyor.

    bu arada filmde kortkugumuz uzere abartilmis dramatik sahneler ve keman esliginde seyirci aglatan bolumler olmamasini da takdirle karsiladik. soundtrack'inin harbici folk muzik sevenlerin gonlunu kiprastiracagini da soyleyebiliriz..


    (celikmetre - 1 Aralık 2005 00:06)

  • comment image

    sayesinde, memleket toprakları üzerinde yaşayan birtakım insanların eşcinselliğe karşı kin dolu ve fakat bir o kadar da komik olan yaklaşımlarını öğrendiğimiz filmdir.
    güzel bir örnek için okuyalım, şaşıralım, gülelim, eğlenelim:
    * "67.altın küreye aday bu filmi izlemeye hiç gerek görmüyorum.çünki dünyanın 4:3ü sularla değil gay ve lezbiyen ve diğer sapkınlarla kaplı.genleri bozuk palavrası ile rezilliklerini bastırmaya çalışıyorlar.o filmi çeken yönetmende eminim öyledir."

    http://www.hurriyet.com.tr/…anat/3647898.asp?gid=62
    hürriyet gazetesinin internet sayfasında, filmle ilgili haberin altına yorum yazan iki kişiden bu bir adet olanı, onbin sığ görüşlü insan kuvvetindedir desek hiç de yanlış olmaz...


    (antrakt - 24 Aralık 2005 11:09)

  • comment image

    herseyi biraktim bence bir suru oyuncu icin hayat degistirici bir manasi olan bir filmdi. dawson's creek'teki michelle williams ilk defa oyle mainstream bir filmde oynuyor, keza disney yapimlarindan disney yapimlarina kosan anne hathaway de ayni sekilde ilk defa dogru duzgun bir filmde, coluk cocuk rolunde degil, kadin rolunde oynuyor. scooby doo tadinda filmlerdeki linda cardellini de mainstreamdeki lolipop filmlerinden sonra bu filmde parliyor. o yuzden her oyuncusuyla teker teker dokunmus islenmis bir filmdi.

    ayrica "bu filme odul veren escinsel sempatizanidir oeeooo!!!" gibi tezleri cok anlamsiz buldugumu da belirtmeden gecemeyecegim, film bir escinsel filmi degil, bir "ask" filmiydi. ve asil nokta da oydu sanki. filmin icindeki bir erkegi alip yerine kadin yerlestirildiginde bir kac kucuk nuans disinda hic bir sey degismeyecegine ve ayni etkiyi verebilecegine inaniyorum ben. ama escinselligin toplum gozundeki yeri yuzunden yani aynen bu "film escinsel filmiydi abiee" tarzi tepkileri veren ayni tip insanlar yuzunden hikaye cok daha etkileyici ve cok daha vurucuydu, o kadar.


    (icarion - 15 Ocak 2006 07:10)

  • comment image

    filmden çıkınca insanın içini ince bir hüzün kaplıyor. hüngür hüngür ağlatmıyor, ama yürek sızlatıyor, gözyaşı döktürüyor. of be.


    (perspicacious - 17 Ocak 2006 06:14)

  • comment image

    henüz seyretmedim ama;

    homofobilerini ceplerine koyarak angels in americayı, belki six feet under seyredenleri düşününce; ve bu filmlere önceleri "aha ibneler" diye bakıp o ibnelerin de kendilerinden pek farklarını olmadığını görüp; bir de üstüne üstlük bir dizi, film seyredip ibne olmadıklarını görüp artı de ibneliğin bulaşıcı olmadığını dehşetle fark edince rahatlayıp insanların seyredeceği filmdir. muhtamelen birileri tarafından beğenilecek; diğerleri tarafından beğenilmeyecek olan filmdir.

    ama, eğer sadece konu ettiği insanlara göre yargılayıp seyrediyorsanız; lütfen seyretmeyin; emeğe, oyunculuğa, görüntüye haksızlık ediyorsunuz. ama lütfen etrafta da sanatsever olarak gezinmeyin. zira sanattın****** cinsiyeti, cinsel yönelimi yoktur. buna göre davranmak sanatın içindeki özgürlüğe yani doğasına aykırıdır. zira sanat yaratmaktır; özgürce.

    bonus edit: (bkz: sinemanın cinsel yönelimi)


    (ride - 18 Ocak 2006 22:59)

  • comment image

    film medyanın gündemine düştüğünden beri, ang lee her fırsatta açıklama yapıyor: "bu bir western değil..." cidden bu film ne bir western, ne de -kafalardaki "kovboy" tanımıyla- iki kovboyun aşkı. sinemada heteroseksüelliğin son kalesi olan western janrını yıkmak gibi bir çabası da yok ang lee'nin. çok sakin, çok duru (ve bence bazen de biraz yavaş) bir şekilde imkansız bir aşkın trajedisini anlatıyor. tıpkı daha önce hollywood'un binlerce kez yaptığı gibi.
    --- spoiler ---
    kaldı ki brokeback mountain özellikle 90'ların unutulmaz filmlerinden the bridges of madison county ile fena halde benzeşiyor. sanki sadece karakterlerin cinsiyeti ve olayın geçtiği mekanlar üzerinde ufak tefek değişiklikler yapılmış. hatta iki filmin adı da, imkansız aşıkların aşklarını sembolize ettikleri o özel mekanları işaret ediyor. finallerindeki küller ise benzerliğe tuz, biber ekiyor sadece...
    ---
    spoiler ---
    ang lee'den bekleneceği üzere bazı sahneler şiir gibi. koyunlar, çimenler, kızıl gün batımları... oyunculuk da inanılmaz. daha önce hiç ciddiye almadığım heath ledger resmen döktürmüş. içine düştüğü o psikolojik çatışma sırasında öfkesini iki serseriye yönlendirip, fonda patlayan havai fişeklerle eş zamanlı olarak testesteron patlaması yaşayıp, o iki serseriyi dövdüğü sahne ile erkekliğini yedi düvele ispat etmesi de filmin en akılda kalıcı anlarından birini oluşturuyor. michelle williams ise gözüktüğü o kısacık sahnelerde filmdeki en can acıtan, en iç burkan performansı sergiliyor. bu kıza olan hayranlığım brokeback mountain ile kat kat arttı. 1960'larda başlayan hikaye neredeyse 40 yıllık bir gelişim gösteriyor ve dönemler arasındaki geçişler çok zekice, çok hissettirmeden yapılmış. finalde herkesin konuştuğu o gömlek sahnesi ise kimilerine çok arabesk gelse de, filmin asıl altını çizdiği noktayı güzel bir şekilde vurguluyor ve filme noktayı koyuyor.


    (arsonist - 24 Ocak 2006 16:36)

  • comment image

    festival filmi olmayip starli kadrosuyla muhtemelen ilk kez bu kadar genis bir kitleye seslenen, daha dogrusu hedef kitlesi heteroseksuel kamuoyu olan, bunun yaninda homoseksuel aski anlatan heteroseksuel film. turkce bilir sertifikami yeni aldim.

    --- spoiler ---
    izledikten sonra, agir aksanli ennis'in soylediklerinin yuzde doksanini anlamamis olmakla birlikte, nacizane bunun bir gay filmi olmadigina hukmettim. zira ne jack ne de ennis escinsel kimliklerini kusanip, dosta dusmana kim olduklarini gosteriyorlar. escinsellik basta bir kimlik meselesi degil mi? her sey gizli, her sey heteroseksist toplumun istedigi sekilde ilerliyor. gay seks var mi? var. ama o da herifler sanki new york'ta bir barda tanismis da onca sarhoslugun ardindan kafa goz yararcasina sevismis iki adamdan farkli degiller. sanki guttukleri koyunlar yerine birbirlerini sikmisler gibi. zaten ilk sevistikleri gece gozume gozume giren nah ayi ebadindaki dolunay, ertesi sabah bulduklari kurtun kuzuyu kapmasi ve de lesini birakmasi kaka bir sey yaptiklarini ima ediyor.

    sonra oprah'nin bu film bir cigir acti, gidip izleyin emrini duydugum anda kararimin ne kadar yerinde oldugunu bir kez daha anlamis oldum. oprah butun vicik vicik muhafazarligiyla ortalama amerikali ev hanimlarini gay filmi izlemeye davet etmis olamazdi. hakliydim.

    ---
    spoiler ---

    yine de mekanin basroldeki nefes kesici oyunu, oyuncularin aksamayan, akip giden yorumlari, bu ask filmini sevmemi sagladi benim. gidin izleyin!


    (redwheelbarrow - 29 Ocak 2006 05:26)

  • comment image

    bazi bunyelerde 'lan simdi film iki erkek yerine bir kadinla bir erkegin iliskisini anlatsaydi yine boyle bik bik konusur muydunuz? kotu film, cok klise der gecerdiniz. ne ozelligi var simdi bu filmin' tepkisini gelistirmis film. efenim halamin sakallari olsaydi uzulurduk ama amcamin sakallari bahis konusu bile degil. sen ne zaman heteroseksuel iliskiyi mutlak iliski bicimi olarak gormekten vazgecersin o zaman bu film de klise olur. o zamana kadar kir dizini otur.


    (fitfit - 30 Ocak 2006 14:23)

  • comment image

    türkiye'de (avcılar'da edit. çengelköy'de de görülmüş) korsan satıcılarda 'ibne kovboylar' çevirisiyle korsanı görülmüştür..
    yurdum insanı mı dersin, korsan satıcılarla hödö mü dersin, berbat çeviriler mi dersin, yer yarılsa da dibine mi geçsem dersin.. ama.. benim bittiğim an budur sedat abi.. bu nassıl bir naifliktir! ey korsancı kardeş sorarım sana.


    (purplepurple - 21 Şubat 2006 15:32)

  • comment image

    bu filmin başarısına istinaden türkiye'de de gay pehlivanları, efeleri konu alan bir film çekilse neler olur dusunuyorum da, bütün gazeteler lanet okur, oyuncular sokağa çıkamaz, ülkü ocakları oyunculara yumurta fırlatır, yönetmen tehditler alır. amerika ile aramızdaki asıl fark bu aslında onlar her tür değerlerini masaya yatırabiliyorlar biz ise herşeyi tabu yapıyoruz. osmanlı askeri kıyafetiyle salkım hanım'a tecavuz etti diye filmi aşağılıyoruz yani nedir osmanlı askerleri hiç mi ırza geçmemiştir, bu osmanlının sucu mudur ki savunmaya geciliyor. hic kotu karakterli bir osmanlı askeri olamaz mı. kaldı ki o kıyafetin ata binme kıyafeti oldugu da sonradan belirtilmistir. hamamdaki gayleri anlatsak tellaklar cemiyeti gösteri yapıyor. ne zaman sıyrılacağız şu düşüncelerden, inşallah torunlarımız görür o günleri.


    (asden - 22 Şubat 2006 12:46)

  • comment image

    --- spoiler ---

    escinsellik kısmını sıyırdığımızda, insanın kendini istediği şekilde ortaya koyamaya cesaret edememesi durumunda harcanabilen bir hayatı seyirciye sunar. enis del mar ın hayatı tamamen yitiktir. jack "fucking" twist ile son görüşmelerinde ortaya koyduğu gibi hiçkimsedir, hiçbiryerdedir. son sahnede pişmanlığı, kaybı, hayatının aşkını kaybettikten sonra, insanlığın unuttuğu bir köşedeki karavanındaki yalnızlığı, geri dönüşün olmaması daha bir gözler önüne serilir, iç sızlatır.

    ---
    spoiler ---
    filmi ödül komisyonlarına gönderilen bir dvdnin kopyasından izledim. korsan dvdci kardeş brokeback mountain ı ibne kovboylar olarak türkçeye çevirmiş. hala aklıma geldikçe gülüyorum bir yandan da bu zihniyetin allah belasını versin demekten kendimi alamıyorum. ang lee duysa ne hissederdi acaba.


    (saldirgan kiraz - 15 Mart 2006 20:51)

  • comment image

    eleştirmenlerin; "yalnızlık duygusu ve yalnızlık içerisinde birisine sarılma/özlem/birliktelik" şeklinde ifade edip; her insanın yaşayabileceği bir şey; o yüzden insanlara yakın geldi diye ahkam kestiği film.

    ahkam diyorum çünkü yukarıdaki sözler her ne kadar doğru olsa da; eğer 1960'larda eşcinselseniz ve kovboy kültürünün ortasında var-olmaya çalışıyorsanız, bir araya gelip bir çiftlikte birlikte yaşayamazsınız. fark budur. eğer bu film, bir kadın ve erkek arasında geçiyor olsa idi; evlenirlerdi, başkaları ile yaptıkları çocukları kendilerinin olurdu ve biz bu film seyretmezdik. hikaye sıradanlaşırdı.

    film aslında, dolapta kalıp başka hayatlara mecbur kalmayı çok iyi anlatıyor. ama tabi; ibne kovboylar bakış açısını geçebilenler için.


    (ride - 26 Mart 2006 12:29)

  • comment image

    turkiyede sadece yedi ilde gosterime girmis bu film. escinsellik filmi filan demek buyuk bir strateji hatasi. oysaki filmin reklami "ibne amerikalilarin gercek yuzu, bunlarin hepsi top oolum vurduruyolar" seklinde yapilsaydi, kurtlar vadisini filan kesin sollardi.


    (sedriss - 27 Mart 2006 23:06)

Yorum Kaynak Link : brokeback mountain