Süre                : 1 Saat 29 dakika
Çıkış Tarihi     : 01 Ekim 2017 Pazar, Yapım Yılı : 2017
Türü                : Animasyon,Macera,Aile,Fantazi,Korku
Ülke                : Kanada
Yapımcı          :  Arcana Studio
Yönetmen       : Sean Patrick O'Reilly (IMDB)
Senarist          : Sean Patrick O'Reilly (IMDB)
Oyuncular      : Ron Perlman (IMDB)(ekşi), Mark Hamill (IMDB)(ekşi), Christopher Plummer (IMDB)(ekşi), Jeffrey Combs (IMDB), Scott McNeil (IMDB)(ekşi), Doug Bradley (IMDB)(ekşi), Kiefer O'Reilly (IMDB), Sean Patrick O'Reilly (IMDB), Harmony O'Reilly (IMDB), Michelle O'Reilly (IMDB), Summer O'Reilly (IMDB), Tyler Nicol (IMDB), Phoenix O'Reilly (IMDB)

Howard Lovecraft & the Undersea Kingdom ' Filminin Konusu :
Howard Lovecraft & the Undersea Kingdom is a movie starring Ron Perlman, Mark Hamill, and Christopher Plummer. After conquering R'yleh and the Frozen Kingdom young Howard Lovecraft must now travel to the Undersea Kingdom in order to...


  • ""korku, atmosfer diye nicesine sarıldımbenim sadık yarim hp lovecraft'dır.beyhude dolandım, boşa yoruldumalemlerin kralı hp lovecraft'tır.""
  • "gotik edebiyatinin doruk noktasi...a$mi$ adam"




Facebook Yorumları
  • comment image

    sirf kiz cocugu tutkusu var diye erkek dogmus cocugunu aynen bir kiz cocugu gibi yetistiren (o sekilde giydiren, o sekilde muamele eden vesair) ve buna ragmen icten ice ondan nefret ettigi pek de supriz olmayan bir anne, kalitsal bir akil sagligi problemi, bunu daha da beter hale getirecek agir bedensel saglik problemleri, buna bagli olarak butun zamanini odasinda eski kitaplarla ve mektup yazmakla gecirme zorunlulugu, "yav seni bir doktora gostersek" diyecegine koru korune her anlattigina inanan alik arkadas cevresi, kotu tasvirler ve cok guclu bir hayal gucu birlesince ortaya bir lovecraft cikmasi cok da sasirtici degil.

    lovecraft'i diger cogu yazardan, hatta diger cogu insandan ayiran ozelligi anlattiklarina/yazdiklarina hicbir kusku duymadan inanmasidir. artik kesin olarak kanitlamak zor olsa da evinde gecirdigi zamanlarda cagin bilinen okult gruplarinin yayinlarini takip ettigini, duygusal/ruhsal problemlerinin donusturdugu bilincalti ile bu konulara sarildigini, tipik bir akil sagligi problemli hasta gibi kafasinda yarattigi kurgu gercekligi gercek dunyaya yansittigini anlamak zor degil. bir dusunun ki erkek cocugu halde obsesif annesi tarafindan saclari uzattirilip kiz cocugu gibi eteklikler giydiriliyor, buna bagli olarak kurabilecegi butun normal sosyal cevreden dislaniyor(her cocuk gelisebilmek icin arkadasa ihtiyac duyar), ustune titizlenen annesi tarafindan sagliginin bozuk oldugu surekli tekrarlaniyor ve bunun sonucunda zaten gercekten pek duzgun olmayan sagligi hepten beter duruma geliyor. odasinda oturup dis dunyaya mektuplar gonderiyor. elbette bunun cok derin bir sonucu olmasi kacinilmaz.

    aslinda lovecraft'in yasadigina kendini inandirdigi seyler (yani ancients temasi) kendi bulusu degildir, cagin "onemli" okult gruplari (onemliymis, bildigin kolpa aslinda) ordo templi orientis, rose croix, golden dawn zaten "eski tanrilar, onlarin gizlenisi ve geri donusu, dunyanin misyonu" gibi seyleri coktan ortaya atip bir kulliyat olusturmuslardi o zamanlar. hatta lovecraft'in siklikla kullandigi "grakgonddde, mrkf tsr" tarzi isim ve cumleler (yani "oryantal dogu havasi tasidigina inanilan sesler") o gruplar tarafindan zaten coktan benimsenmisti. iste lovecraft bu gruplarin dusunce yapisindan etkilenmis ve yazdigi hikayelerle konuyu cok daha edebi ve ileri bir seviyeye tasimistir. bu sebeple ordo templi orientis'in sonraki yillarda sahiplenip bastaci ettigi bir yazar, anton szandor lavey'in (evet o keltos) saygiyla baktigi bir oncul haline gelmistir.

    gelmistir de ne olmustur? burada sadece "muhtesem eserler birakti sen ne konusuyorsun hala duduk?" gibi bencil bir bakis acisiyla yaklasmaktan ziyade bir insanin cok yanlis sartlar bir araya geldiginde nasil goz gore gore kaybolusa gittigini gormek onemli. yoksa tamam anladik seviyorsun kitaplarini, ben de abartmamak kaydiyla severim o konumuz degil. kafadan sakat bir anne yetmezmis gibi cevresinde toplanan ve mektuplastigi alik otesi arkadas cevresi; bozulan akil sagligini iyice koruklemis, gerceklik duygusunu tamamen kaybedip zaten inandigi hikayelere tamamen saplanmistir. "yasadiklarim beni cildirtacak, yazmak istedim... ama pek azini" diyen, "eskinin tanrilari sirlani ifsa ettigim icin beni oldurecek, takip ediyorlar... sanirim sona yaklastim" cumleleriyle mektuplar gonderen bir adama "anlat abi anlat, dinliyoruz seni. ee daha ne yapmislar?" seklinde yaklasan bu super zeki arkadas cevresi lovecraft'in sonunu hizlandirmistir. iste o bu yuzden sozlugun orasina burasina yazdigim cesitli yazilarda hep bahsederim, "hecini goruyorum, sunlari bunlari yapiyorum" diyen insanlara "yaaa cok dogru, bilmem kim hoca da soyledi varmis oyle seyler, new age uzmani soyledi sen kristal cocuklardan biriymissin" seklinde yaklasimlar gosterirseniz o kisinin kaybolusunda asla geri donduremeyeceginiz vebaliniz olur. lovecraft'in cevresinde okultcu zat-i muhteremler yerine biraz farkli bir grup olsaydi tamam belki bugun o lovecraft adindan o kadar bahsedilmezdi ama en azindan bir insan bosu bosuna kaybolusa gidip kendini harcamazdi. (bkz: psikoz), (bkz: sizofreni), (bkz: paranoya) (bkz: paranoid sizofreni). simdi burada "her anlamadiginiz insani hasta olarak yaftalarsiniz zaten" bos beles geyigine hic girmeyin, yok illa ki girecekseniz grip oldugunuzda da totem dikip ona tapin iyilesin oyle gelip ahkam kesin. lovecraft'in ailesi yasantisi ve karakterine bakildiginda cok buyuk bir uzman olmaya bile gerek yoktur, akil sagligi problemleri olan biridir, cevresi de bunu korukleyip hayatini kaydirmistir. lovecraft oldugunde -ki hic sasirtici degildir cunku kendisi uzun sure zaten bozuk olan beden sagligini iyice mahvetmek icin yeni vehimlerle ve gun isigi gormekten korkar hale gelerek yasayip cok hizli bir sekilde tamamen cokertmistir- "onu korumayi basaramadik, onu oldurduler, eskiler onu oldurduler!!!1!" diye dunyanin her yerine mektuplar yollayan arkadas ve hayran kitlesine sahiptir. boyle arkadas cevresine tukureyim. eskiler oldurmusmus, keske seni de oldurselerdi it.

    neyse cok ciddi yazi oldu biraz da yazim tarzindan bahsedip havayi yumusatayim;
    simdi lovecraft yazi seklinde degilde anlati (meddah gibi yani) seklinde yaysaydi hikayelerini, cok baska sonuclar olurdu, ornek;

    +karanlikta... koseden tanimlanamayan... isimlendirilemeyen... igrenc... igrenc otesi.... yivisik... korkunc... dehset birsey cikmisti...
    -nasil bisey abi? dogru duzgun anlatsana alla alla!
    +hmmm.... boyle.... pullarla kapli.... tanimlanamayan... igreeenccc... korkunc.... birsey....
    -lan bi adam gibi anlat hayvan herif, nasil birseydi yani?
    +solungaclar.... evet.... solungaclari vardi!!!
    - balik diyosun yani? abi bosver sen bu hikaye isini, sana bakkal tukani acalim biz.

    evet defeatle belirtildigi uzere kendisi baliga benzer bir varligi butun hikaye boyunca "igrenc, yapis yapis, korkunc, tanimlanamayan, dehset" gibi vasat ve birbirini tekrar eden sekilde tanimlar. butun hikayeleri genelde boyledir. ha bazi hikayeleri gercekten muthis bir yaraticiliga sahiptir ama genel tanimlari asla vasatin ustune cikmaz.

    ayrica tarihin en buyuk fake'lerinden birine imzasini atmistir. bugun hala "abi british museum'da varmis bir arkadas gormus" diye dolananlarin bulundugu necronomicon kolpasinin yaraticisi bizzat kendisidir, tarihte ne abdul el hazret diye biri vardir ne de ona atfedilen kitap bir dogu kulturune benzerlik gosterir. batili mantigiyla lovecraft'in ortaya atmistir kolpa otesi hoax'tir, o yuzden lovecraft icin tarihin bilinen ilk "forward mail'cisi" diyebiliriz (mektupla gonderiyor ya o bakimdan).

    kendisinin etkilendigi kaynaklarin (bkz: ordo templi orientis), (bkz: rose croix), (bkz: golden dawn) tarihcelerini incelerseniz, neden lovecraft'in da arap ve dogu kulturune bu kadar saplandigini gorursunuz. o gruplar zaten lovecraft'dan yillar once "dogu'nun eski tanrilari" mitini el altindan yayiyorlardi.

    son bir mavra; eger bugun eksi sozluk'te yazar olsa karmasi buyuk ihtimalle viyadukten yukari olmazdi. hem fasist (sozlukte sevilmez) hem escinsel (bu da hala kabul gormedi tam olarak) hem troll ("nekronomikon'la olu kaldiran saygisiz tip") hem de tanimlari vasatin bile altinda olan ("igrenc, yivisik, tanimlanamayan" tamam abi bu kadar tanim yeter yolluyorum) biri sonucta. severim, saygi duyulacak hikayeleri vardir.

    guzel bir ancient temali oyun icin (bkz: darkseed 2)


    (lemre - 14 Ocak 2010 21:04)

  • comment image

    20 ağustos 1890'da rhode island, providence'de doğdu. pazarlamacı olan babası winfield scott lovecraft ve annesi sarah susan phillips lovecraft'ın tek çocuğuydu. anne ve babası, ikiside otuzlu yaşlarındayken evlenmişlerdi. 1893 yılında lovecraft henüz 3 yaşındayken, babası chicago'da bir iş gezisinde olduğu sırada kaldığı otel odasında ağır bir psikolojik rahatsızlık geçirdi. providence'e geri getirilerek butler akıl hastanesi'ne kaldırıldı. 1898 yılında bir sinir krizi sonucu geçirdiği felç yüzünden ölene dek burada kalacaktı. babasının hastalığı ve ölümünün lovecraft üzerinde oldukça büyük ve derin bir etkisi oldu.

    babasının ölümünden sonra annesi, iki teyzesi ve büyük babasıyla aynı evde yaşamaya devam eden lovecraft, annesinin yoğun baskısı altında yetiştirildi. annesi onu bir kız çocuğu gibi yetiştiriyor, dışarı çıkmasına izin vermiyordu. zamanla bu, lovecraft'ta psikolojik kaynaklı alerjiler gelişmesine neden oldu. belli bir sıcaklıktan yüksek havada dışarı çıkamıyordu. asosyal ve içe kapalı büyüyen lovecraft ilk şiirlerini 6 yaşında yazmaya başladı. büyükbabası tarafından desteklenen yazar, arap mistizmine ve gotik korku öykülerine ilgi duymaya başladı. yazdığı garip öyküler annesini endişelendiriyordu. annesinin baskısı ve sürekli hastalanan lovecraft 8 yaşına kadar okula gidemedi. okula başladığı ilk sene de yine ara vermek zorunda kaldı. zamanını evde okuyarak ve astroloji ve kimya üzerine araştırma yaparak geçirdi. 4 yıl sonra yeniden hope street lisesi'ne yazıldı.

    büyükbabası 1904'te öldüğünde bu lovecraft için büyük bir yıkım oldu, onun hayattaki tek arkadaşı ve destekçisiydi. büyükbabası, arkasında bir çok borçla fakirliğin kıyısında bir aile bıraktı. aile, evlerinden ayrılıp çok daha küçük bir eve taşınmak zorunda kaldı. doğduğu evden ayrılmak yazarı derinden etkiledi ve bu yüzden intihara kalkıştı. 1908'de liseden mezun olmadan hemen önce bir sinir krizi geçirdi ve diplomasını alamadı. brown üniversitesi'ne gitmek istiyordu fakat sağlık sorunları yüzünden başarılı olmadı.

    1908 -1913 yılları arasında birçok bilimkurgu öykü yazdı. bu yıllarda insanlarla ilişkisi annesiyle sınırlıydı. ancak bu the argosy dergisine yazdığı mektupla değişti. yazısıyla, uapa adında bir amatör yayın derneğinin başkanı olan edward f. dass'ın dikkatini çekti. daas, 1914'te lovecraft'ı derneğe katılmaya davet etti. uapa, yazarı birçok şiir ve deneme yazması konusunda teşvik etti. 1917 yılında '' mezar'' ve ''dagon'' başta olmak üzere birçok bilimkurgu ve polisiye öykü yazdı.

    bu yıllarda birçok mektup arkadaşı edindi. yazdığı uzun ve edebi mektuplar, onu yüzyılın en büyük mektup yazarı yaptı. mektup arkadaşları arasında ''psycho''nun yazarı robert bloch, clark ashton smith ve barbar conan 'ın yaratıcısı robert e. howard vardı. 1919'da geçirdiği depresyonun ardından lovercraft'ın annesi de sinir krizi geçirerek butler akıl hastanesi'ne kaldırıldı. burada kaldığı süre boyunca oğluna birçok mektup yazdı. 21 mayıs1921'de idrar kesesi ameliyatında hayata gözlerini kapadı. lovercraft bir kez daha büyük bir yıkımla karşı karşıya kaldı. annesinin ölümünden birkaç hafta sonra, boston'da amatör gazeteciler kongresine katıldı. burada yahudi ukrayna kökenli bir aileden gelen sonia greene ile tanıştı.

    sonia, lovecraft'tan 8 yaş büyüktü. buna rağmen çift 1924 yılında evlenerek new york'a taşındı. yazarın teyzeleri bu evlilikten memnun kalmadı. sonia'nın yahudi ve çalışan bir kadın olmasını onaylamıyorlardı. lovercraft, new york'taki göz alıcı yaşamdan büyülenmişti ancak kısa sürede geçim sıkıntısı ve finansal problemlerle yüzleşmek zorunda kaldılar. sonia, sahibi olduğu şapka dükkanını kaybetti, lovercraft da bir türlü iş bulamıyordu. bunun üzerine sonia, çalışmak için cleveland'a taşındı. lovecraft, öykülerine konu olan red hook mahallesinde tek başına kalmıştı.

    yazarın en verimli dönemi, yaşamının son on yılında providence'e döndükten sonra başladı. en bilinen kısa öyküsü ''charles dexter ward vakası'' ve ''deliliğin doruklarında''yı bu dönemde yazdı. ''alonzo typer'ın günlüğü'', ''tümsek'', ''kanatlı ölüm'' gibi birçok hayalet öyküsünü edebiyat dünyasına tanıttı. en üretken olduğu bu yıllarda iyice yoksullaşan yazar hayatta kalan teyzesiyle küçük bir pansiyona taşınmak zorunda kaldı.

    1936'da yazara bağırsak kanseri teşhisi kondu. yetersiz beslenme yüzünden durumu iyice ağarlaşan lovecraft, 15 mart1937 yılında providence'de yaşama veda etti.

    h.p. lovecraft adı, 1926 yılında yazdığı korku romanı cthulhu mitosu'yla ölümsüzleşti. bu roman, birçok filme, besteye ve çizgiromana esin kaynağı oldu. günümüzde de yaşamını sürdüren aralarında stephan king, bentley little, joe r. lansdale ve neil gaiman'ın bulunduğu birçok bilimkurgu yazarına esin kaynağı oldu.

    eserleri

    kurgu hikayeler

    deliliğin dağlarında (at the mountains of madness) (şubat-22 mart 1931)
    azathoth(haziran 1922)
    uyku duvarının arkasında (beyond the wall of sleep) (1919)
    kitap (the book) (1933 sonları)
    cthulhu'nun çağrısı (the call of cthulhu) (yaz 1926)
    charles dexter ward vakası (the case of charles dexter ward) (ocak-1 mart 1927)
    ulthar'ın kedileri (the cats of ulthar) (15 haziran 1920)
    celephaïs (kasım başları 1920)
    uzayın dışındaki renk (the colour out of space) (mart 1927)
    serin hava (cool air) (mart 1926)
    dagon (temmuz 1917)
    torun (the descendant) (1926)
    sarnath'a gelen kıyamet (the doom that came to sarnath) (3 aralık 1919)
    bilinmeyen kadath'ın hayal araştırması (the dream-quest of unknown kadath) (sonbahar 1926-22 ocak 1927)
    cadı evindeki hayaller (the dreams in the witch house) (ocak-28 şubat 1932)
    dunwich korkusu (the dunwich horror) (yaz 1928)
    kötü papaz (the evil clergyman) (ekim 1933)
    eski oblivione (ex oblivione) (1920/21)
    geç arthur jermyn ve ailesi hakkında gerçekler (facts concerning the late arthur jermyn and his family) (1920)
    festival (the festival) (ekim 1923)
    ötelerden (from beyond) (16 kasım 1920)
    karanlıktaki avcı (the haunter of the dark) (kasım 1935)
    o (he) (11 ağustos 1925)
    herbert west--reanimator (september 1921-mid 1922)
    necronomicon'un tarihi (history of the necronomicon) (1927)
    kancadaki korku (the horror at red hook) (1-2 ağustos 1925) takip (the hound) (eylül 1922)
    hypnos (mart 1922) ibid (1928)
    kubbede (in the vault) (18 eylül 1925)
    hayat ve ölüm (life and death) (1920, lost)
    gizlenen korku (the lurking fear) (kasım 1922)
    hafıza (memory) (1919)
    ay bataklığı (the moon-bog) (mart 1921)
    erizh zann'ın müziği (the music of erich zann) (aralık 1921)
    murdon grange'ın gizemi (the mystery of murdon grange) (1918, kayıp)
    isimsiz şehir (the nameless city) (ocak 1921)
    nyarlathotep (aralık başları 1920) eski böcekler (old bugs) (1919)
    diğer tanrılar (the other gods) (14 ağustos 1921)
    yabancı (the outsider) (1921)
    pickman'ın modeli (pickman's model) (1926)
    evdeki resim (the picture in the house) (12 aralık 1920)
    polaris (mayıs 1918)
    iranon soruşturması (the quest of iranon9 (28 şubat 1921)
    duvarlardaki fareler (the rats in the walls) (ağustos-eylül 1923)
    dr. samuel johnson'ın hatırası (a reminiscence of dr. samuel johnson) (1917)
    zamanın dışındaki gölge (the shadow out of time) (kasım 1934-mart 1935)
    innsmouth üzerindeki gölge (the shadow over innsmouth) (kasım-3 aralık 1931)
    sakınan ev (the shunned house) (16-19 ekim 1924)
    gümüş anahtar (the silver key) (1926)
    randolph carter'ın ifadesi (the statement of randolph carter) (aralık 1919)
    sisteki tuhaf yüksek ev (the strange high house in the mist) (9 kasım 1926)
    sokak (the street) (1920?)
    tatlı ermengarde (sweet ermengarde) (1917)
    tapınak (the temple) (1925)
    berbat yaşlı adam (the terrible old man) (28 ocak 1920)
    ayışığındaki şey (the thing in the moonlight) (24 kasım 1927)
    eşikteki şey (the thing on the doorstep) (21-24 ağustos 1933)
    mezar (the tomb) (haziran 1917)
    juan romero'nun geçişi (the transition of juan romero) (16 eylül 1919)
    ağaç (the tree) (1920)
    isimlendirilemeyen (the unnamable) (eylül 1923)
    çok yaşlı halk (the very old folk) (2 kasım 1927)
    ay ne getirirse (what the moon brings) (5 haziran 1922)
    karanlıktaki fısıldayan (the whisperer in darkness) (24 şubat-26 eylül 1930)
    beyaz gemi (the white ship) (kasım 1919)

    felsefi eserler

    yüzyılın suçu (the crime of the century) (1915)
    insanlığın rönesansı (the renaissance of manhood) (1915)
    likör ve arkadaşları (liquor and its friends) (1915)
    fazla zincir yıldırımı (more chain lightning) (1915)
    eski ingiltere ve çizgi (old england and the “hyphen”) (1916)
    devrimsel mitoloji (revolutionary mythology) (1916)
    senfonik ideal (the symphonic ideal) (1916)
    mcgavacks'a editör notu "devrimsel savaşın başlangıcı" (editors note to mcgavacks “genesis of the revolutionary war”) (1917)
    tuhaf bir belge (a remarkable document) (1917)
    köklerde (at the root) (1918)
    merlinus redivivus (1918)
    zaman ve uzay(time and space) (1918)
    anglo saxondom (1918)
    amerikancılık(americanism) (1919)
    the league (1919)
    bolshevism (1919)
    idealism and materialism – a reflection (1919)
    life for humanity’s sake (1920)
    in defence of dagon (1921)
    nietzscheism and realism (1922)
    east and west harvard conservatism (1922)
    bugünkü materyalist (the materialist today) (1926)
    kendini kurban etmenin bazı nedenleri (some causes of self-immolation) (1931)
    zamanlarda bazı tekrarlar (some repetitions on the times) (1933)
    miras ve modernizm* (heritage or modernism: common sense in art forms) (1935)
    ortodoks kömünizmine itirazlar (objections to orthodox communism) (1936)


    (sinirliyim - 4 Nisan 2011 18:07)

  • comment image

    bu yazarın hikayelerinin temelinde bilinmeyen ve insan beyninin algılayamayacağı kozmik korkular yatar. hikayelerinde insanların ortaya çıkmadan öncesinde varolan kozmik güçler, dünyadışı ve doğaüstü konular işlenir. bu hikayelerde kan, kemik ve ceset gibi geleneksel korku öğeleri yerine sümüksü ve jelatinimsi maddeler yer alır. yasaklanmış bilgi, insan olmayan varlıkların insanlığın üzerindeki etkileri, kaçınılmaz kötü kader, tehdit altındaki uygarlıklar, okültizm, bilim çağının riskleri, ırkçılık (beyaz ırkın üstün sayılması), kuşaktan kuşağa aktarılan kalıtımsal suç ve din lovecraft'ın hikayelerindeki başlıca temalardır. ayrıca hikayelerin yazım stili de modernden çok modası geçmiş şekildedir. çoğunlukla kronolojik hatalar içerirler ve eski tip kelime kullanımı yaygındır. eserlerinde edgar allan poe ve algernon blackwood gibi yazarların etkisi yoğun bir şekilde görülür. lovecraft'ın eserlerinde sıradan gibi gözüken hayat aslında yabancı bir gerçekliğin üzerindeki ince bir kabuktur. bu yüzden hikayelerinde sıradan karakterler bu gerçekliği algılayamadıkları için bu durumla başa çıkamayıp en sonunda akli dengelerini yitirip çıldırırlar. lovecraft'ın hikayelerinde insan ırkının üstünlüğü tanrı olarak adlandırılan kendisinden çok daha eski ve yüce varlıklar yüzünden önemini yitirir. bu sebeple hikayelerde insanlara karşı nefret duygusu ve insanların önemsiz varlıklar olduğu duygusu sıklıkla hissedilir. bu sebeple bu eserler karakterizasyon bulunmaz. hikayelerindeki karakterler izole olmuş akademisyen insanlar olup çoğunlukla bilimle uğraşan kişilerdir. bu karakterler baş edemedikleri kötücül güçler yüzünden sürekli bir umutsuzluk çeken aciz kişilerdir. onların kazandıkları zaferler bile geçici olup çoğunlukla içindeki bulundukları zor durumdan kaçamayıp bunu daha sonra pahalıya öderler. lovecraft'ın hikayelerinde birçok konu özellikle açıklanmadan ve birçok soru işaretiyle bırakılır. hikaylerindeki kişiler nadiren başlarına gelen şeyleri tam olarak algılayabilirler. eğer anlamaya çalışırlarsa da çoğunlukla delirirler. bu hikayelerde kişilerin akıl sağlığı son derece kırılgan ve hassastır. karakterler şahit olup duydukları olağanüstü ve mantıksız gerçeklerle, ruhsal ve mantıken baş edemezler. ayrıca bu karakterlerin yakınları ve akrabaları tipik olarak paranormal ve anormal kişilerdir. onların yakın ilişkilerinin altında sinsice ve kötüye alamet olan şeyler yatar.

    lovecraft'ın stili birçok sanat dalında da etkisini hissetirmiştir. özellikle sinema da in the mouth of madness, necronomicon, re-animator ve the thing gibi filmlerde; jean "moebius" giraud and h. r. giger gibi resamların eserlerinde, stephen king, ernest hemingway ve f. scott fitzgerald gibi yazarların birçok eserinde hissedilir. günümüzde ise amnesia the dark descent, call of cthulhu dark corners of the earth, darkness within in pursuit of loath nolder, darkness within 2 the dark lineage, conarium, necronomicon the dawning of darkness ve penumbra gibi daha birçok bilgisayar oyunu, anime ve çizgi roman lovecraft'ın eserlerinden etkiler taşır.


    (medsarpent - 16 Haziran 2011 22:44)

  • comment image

    " insanoğlunun en eski ve en güçlü duygusu korkudur. en eski ve en güçlü korku da bilinmeyenin korkusudur. " sözleriyle korku kavramına yeni bir boyut kazandırmıştır büyük üstat.

    kendisini eleştirenlerin birçoğu, onun betimlerde eksik olduğundan dem vururlar. nitekim, kendisini ilk kez okuyanların genel algısının bu şekilde olması şaşırılacak bir husus değildir. üstadın betimlemelerdeki bu farklı tarzının sebebi, entry'nin girişinde verdiğim söze dayanır. lovecraft, insanı korkutmak için ucubelere ya da mide bulandırıcı vahşete başvurmaz.

    o, kişiyi en fazla kendisinin korkutabileceğini görmüş ve bunu uygulamıştır.

    okuyucuyu korkutmak yerine, zihnine korku tohumları ekerek, okuyucunun bu tohumları kendi zihninde kendine göre filizlendirmesini sağlama yolunu seçmiştir. insan algısının ötesinde, tanrısal kavramları açıklarken benzetmelerinin bu dünyadaki varlıklarla tanımlanamayacağının farkında olduğundan, alışılageldik betimlerden uzakta kalmıştır.


    (g man - 10 Şubat 2012 02:49)

  • comment image

    hiç popülerlik amacı gütmeden yazdığı korku hikayeleriyle, popüler kültürü etkilemeyi başarmış, birçok insana "necronomicon var hacut. british museum'da saklanıyormuş. arkadaşın arkadaşı görmüş, beyni akızlamış" dedirtmiş, "ya the old ones varsa?" diyip okyanuslardan tırstırtmış, google maps'te innsmouth'ı aratmış üstat.

    122. doğum günü kutlu olsun.


    (thennars - 20 Ağustos 2012 18:29)

  • comment image

    bizim tayfa gelmemiş, kafede max payne oynuyorum. gelecekler, klan maçına hazırlanacağız. neyse, max payne.
    o zamanlar nebula uo shard'ın sitesinde ctulhu diye bir mod var, onda görüyorum. bu ne lan diyorum, rastgele tuşlara bassam daha güzel bir nick çıkar. neyse, max payne'de görüyorum ki cthulhu diye bir şey var. bir de eser abi var kafede çalışan. gençten bir abi. cd'ye şarkı çektiririm, bir paket sigara parası veririm. bilgisayar donar, eser abi'yi çağırırım. iyi bir abimizdi. neyse, eser abi arkamdan geçiyor.

    + abi bunlar ne böyle yav, bir sürü acayip acayip isimler? kutulu ne yav?
    - kitaplarda var oğlum onlar.

    metallica'dan biraz biliyorum, bir de kazaa'dan cradle of filth şarkısı indirmiştim cthulhu dawn diye. kapamıştım hemen. o kadar yani.
    bende kendince de bir ışık görmüştü galiba eser abi, arada müzik gibi şeyler konuşurduk, bana bir dünya grup önerirdi falan. 10-11 sene öncesinden bahsediyorum, internet kafeler çok güzel yerlerdi o zamanlar. bence. yaşım 13.

    - ben sana bir kitap getireyim, oku onu.

    tağam mağam bir şeyler diyorum, bizimkiler geliyor. oynuyoruz. ertesi gün geliyor, ben olayı unutmuşum çoktan. eser abi harbiden de getiriyor kitabı, cthulhu'nun çağrısı diye bir şey. allah allah diyorum, kapakta uçan bir yaratık var, elinde yaba. teşekkür ediyorum, eve gidip üniformamı çıkarıyorum, yemeğimi yiyorum, ertesi gün yine göte girecek ingilizce çalışma kağıtlarını bir kenara koyuyorum ve kitabı açıyorum.

    ve inanır mısınız, 10 seneyi aşkındır kapatamıyorum. şimdi eser abi ne oldu, ne yaptı, askere gidip geldi mi, gözlükçü olan babasının yanında işe girdi mi, hiç bilmiyorum. en son 7-8 yıl önce gördüm. küçükyalı'nın auseil sokağı gibi davrandığı zamanlar oluyor, bir sokağı başka bir zaman yerinde bulamıyorum. her şey çok çabuk değişiyor. lise bitiyor, üniversite bitiyor, akademik kariyer derdi, kpss derdi, iş derdi birbirini kovalıyor. lakin o kitap, sonra cthulhu mitosu öyküleri, sonra dost'tan çıkan lovecraft'ın bütün eserleri bir türlü kapanmıyor. öykülerimi yazarken tıkandığımda, gelecek kaygısının kıskacında, hayatın ucuzluklarıyla, basitlikleriyle karşılaştığımda gözüm gibi baktığım kitaplardan birini çekiyorum, açıp birkaç sayfa veya bir iki öykü okuyup kitabı yerine koyuyorum. ardından kendi yarattığı evren sayesinde bu sonsuz evrenin aslında pek de bir boka yaramayan -ki yaraması da gerekmez ama hiçbir şeyin boşa olmadığını düşünmek istiyor insan- sayısız galaksilerinden birinin alakasız bir noktasında kendi halinde salınan bir gezegendeki minicik, değersiz, toz kadar bir hayatı böylesine etkileyebilen, onca kokuşmuşluğu, tiksintiyi böylesine unutturabilen bir yazara zamanının çok ötesinden minnet duyuyorum.

    boyu kilometrelerle ifade edilen bir tanrıyı çük kadar bir gemiye parçalatmış, olsun. bir numaradır lovecraft.


    (noryth aquanum - 20 Ağustos 2012 18:38)

  • comment image

    "korku, atmosfer diye nicesine sarıldım
    benim sadık yarim hp lovecraft'dır.
    beyhude dolandım, boşa yoruldum
    alemlerin kralı hp lovecraft'tır."


    (ombus - 25 Ocak 2013 14:23)

  • comment image

    "insanlığın en eski ve en güçlü duygusu korkudur. en eski ve en güçlü olan korku ise bilinmeyenin korkusudur."

    lovecraft üzerine konuşurken bu sözü tekrarlamazsam eksik olacağımı hissediyorum.

    üstadın 123. doğum gününde hala bilinmezliğin uçsuz semalarında tanımı imkansız korkuların varlığı ile şüpheye düşüyoruz. edebiyata, çağının ötesinde bir anlayış katan büyük ustayı saygıyla anıyoruz.


    (g man - 20 Ağustos 2013 23:46)

  • comment image

    birkaç yıl önce sahile gömülmüş bir şişede üç dört sayfalık bir hikaye buldum. korkunç bir olaydan bahsediyordu. bir hafta boyunca rüyalarıma girecek kadar beni etkilemişti. ancak sonunda hasta bir zihnin saçmalıklarıdır diyerek sayfaları yaktım ve uğursuz öyküden tamamen kurtulduğumu düşündüm. fakat bu kitabı elime aldığımda tekrar o uğursuz hikaye zihnime dolandı. o sayfalardaki korkunun bütün ayrıntıları beynimi yeniden ele geçirdi, yine o kabuslarla uyanmaya başladım. sanırım bu kabustan kurtulmanın tek yolu hikayeyi anlatmak.

    dexter o gün verandada dinlenirken onu uyandıran çığlığı duyduğunda çiftliğin yakınlarında tek bir yerleşim olmadığı için bunun charles’tan geldiğini biliyordu. gelen çığlıkla yerinden doğruldu, ses charles’ın koyunları otlattığı yerden, yakındaki yamaçtan gelmişti. yerinden hızla doğrulup koşarak yamaca ilerledi. yamacın kenarına vardığında ne koyunları ne charles’ı görebildi. yamaç boyu ilerleyerek etrafına bakınırken onu gördü. daha önce yüzlerce kez buradan geçmişti, burada böyle bir oyuğun olmadığına yemin edebilirdi. o uğursuz iki üç metre çapındaki oyuk, yamacın içlerine doğru karararak ilerliyordu. oyuğa seslendi, “charles orada mısın?” sesi yankılanmadan oyuğun içinde kayboldu. kararsız bir şekilde oyuğun girişinde bir yanıt bekledi. tekrar bağırdı. bu defa charles’dan geldiğine emin olduğu ancak daha önce duymadığı kadar umutsuzluk ve korku dolu bir fısıltı yükseldi oyuktan “yardım et!”… “yalvarırım yardım et!” dexter bu yakarış karşısında ürperdi. ne yapacağını bilemez bir halde oyuğun başında duraksadı. bütün içgüdüleri bu uğursuz oyuktan ilelebet uzak durmasını haykırırken, charles içeride ondan yardım istiyordu. bu korkunun bedenini daha fazla ele geçirmesine fırsat vermeden koşarak eve dönüp fenerini ve tüfeğini aldı. feneri yakıp oyuğun içerisinde ilerlemeye başladı.

    taze kazılmış gibi duran çamurdan duvarlara tutuna tutuna ilerlemeye başladı. arada tekrar tekrar charles’a sesleniyordu ancak tek tük cevap alabiliyordu ve her seferinde charles’ın sesi daha da kısılıyor, sanki oyuğun içerisinde bir şey onu anbean daha çok boğuyordu. oyuğun içerisinde girişten gelen ışığı tamamen kaybedecek kadar ilerlediğinde bu fısıltılar onu paniğe sürüklemeye başlamıştı. ne yapıyordu. bu uğursuz oyuğun sonunda her ne varsa, charles’a bu işkenceyi yapabiliyorsa onu nasıl alt edebilirdi. bu bir anda ortaya çıkan lanetli oyuğun sonundaki tehlikeyi alt etmeyi başarabilir miydi? tüfeğine daha sıkı sarıldı adımlarını hızlandırdı. artık oyuğun çamur duvarları garip yeşil bir sıvıyla kaplanmıştı. dexter bunun ne olduğunu merak edip elini sürmesiyle, sıvıdan kurtulmaya çalışması bir oldu. bu sıvı her ne ise iğrenç kokuyor ve sanki derisinin içine nüfuz etmeye çalışıyordu. duvarlardan uzak durarak, tavandan damlayan sıvılara dokunmamaya çalışarak devam etti. charles’ın giderek çaresizleşen sesini duymak onu tedirgin etse de, charles’ın hala hayatta olduğunu bilmek içini rahatlatıyordu. ilerlerken yerde debelenen koyunu fark etti. yanına gelip feneri tuttuğunda koyunun gövdesinin açıldığını iç organlarına kadar bulaşmış yeşil sıvının onu krize soktuğunu anladı. dehşete kapılmıştı. gördüğü şeyin şokuyla duvarlardan daha da çekinerek ilerledi. derken bir anda yeşil sıvının olduğu duvarlar sona erdi. kendisini basık bir koridorun ortasında buldu. burası oyuğun özensizce kazılmış duvarlarına benzemiyordu. duvarlar ve tavan düz, zemin pürüzsüzdü. hatta duvarlara çeşitli resimler işlenmişti. dexter ilerlerken duvarlardaki resimleri incelemeye başladı.

    ilk resimde bir kasaba dolusu insan kent meydanı gibi bir yerde toplanmıştı. insanların yüzlerinde bir mutluluk ifadesi vardı. sonraki resimde tüm insanlar, meydanın ortasında belirmiş tahta şaşkınlıkla bakıyordu. bir sonraki resimde tahtta oturan bir karartı vardı, ancak diğer insanların aksine bunun ne elleri ne yüzü ne de kıyafeti çizilmişti. saf bir karanlık siluetten ibaretti. bir sonraki resimde silüet ayağa kalkıyordu, insanların yüzündeki ifade endişeli bir hal almıştı. ve son resimde silüet belirsiz kollarını havaya kaldırmıştı, insanlar dehşet içinde ortalıkta kaçışıyorlardı. hepsi sanki o an delirmiş gibiydi. resimdeki garipliklere dikkat kesilmişken ayağına bir şey takıldı. ayağına takılan şeye baktığında bir adım geri attı. bir koyun iskeleti baştan sona o yeşil sıvıya bulanmış halde yerde yatıyordu. charles’ın bu yeşil sıvıya dokunmamış olmasını umduğu sırada tekrar sesini duydu “yardım et!”

    düz koridorda koşmaya başladı. birkaç dakika içinde ilerdeki zayıf ışığı fark etti. koşarak ışığa ilerledi. koridorun sonundaki oda bir şamdandaki üç mumla aydınlatılmıştı. odaya girer girmez köşedeki masanın arkasında ifadesiz bir şekilde bekleyen charles’ı gördü. charles kafasını kaldırıp boş gözlerle ona baktı ve yine mırıldandı. “yardım et!” dexter’ın konuşmasını beklemeden kafasını diğer yana çevirdi. o sırada dexter charles’ın ensesindeki yeşil sıvıyı gördü. panikle “sıvıdan kurtul” diye bağırdı. ancak charles kayıtsızca odanın diğer köşesine bakmayı sürdürdü. dexter o an dönüp odanın köşesine bakmayı akıl ettiğinde o korkunç, insanın içinde anlamsız bir boşluk duygusu yaratan şeyi gördü. tahtının üstünde oturan tamamlanmamış biçimsiz bir heykeli andıran mat bir karanlıktan oluşan silüeti. silüetin varlığı ona bakanı sanki büyülüyor, ruha inanılmaz bir azap veriyordu. mat siyahın derinliğinde bakışları kayboluyordu. aceleyle charles’ı alıp buradan çıkmayı kafasına koymuşken dexter koluna damlayan yeşil sıvıyla irkildi. sıvıyı temizlemek için hareket etmek istiyor ancak bedeni kaskatı bir şekilde onun sözünü dinlemiyordu. silüetin karşısında hareketsiz bir şekilde dehşetle beklerken karanlık silüetin içinden küçük küçük parçalar kopmaya başlamıştı. bu parçalar yavaş yavaş ona yaklaşırken bir çeşit örümceği andıran karınlarının altında yeşil sıvı taşıyan yaratıklar olduklarını anladı. bu küçük örümceğimsi yaratıklar birer birer siluetten kopup ona doğru yaklaşıyorlardı. o ise hareket edemiyor. kaçmak istiyor kıpırdayamıyor, avazı çıktığı kadar bağırmak istiyor ağzını açamıyordu. küçük örümcekler yaklaşıp bacağından tırmandılar, tüylü bacaklarını bedeninde ritmik bir şekilde gezdiriyorlar, kollarına, bacaklarına dağılıyorlardı. onlarca belki yüzlerce küçük tüylü bacak bedenini işgal ederken zihni korkuyla doluyordu. charles ise artık anlamsız bakışlarını sonlandırmış, önündeki kitabı açıp arapçaya benzer satırları okumaya koyulmuştu. bu uğursuz duayı andıran şey bir ritüelin başlangıcıydı.

    örümcekler vücudunda dolanıp dolanıp uygun bir yer arıyorlardı. sonunda uygun gördükleri yerde acı veren küçük iğnelerini bedenine saplayıp o yeşil sıvıyı damarlarına enjekte ediyorlardı. sonra hızlı hızlı vücüdunda o sıvıyı takip edip başka bir noktadan yine iğnelerini batırıp sıvıyı emiyorlardı. aynı anda onlarca küçük iğne bedenini delik deşik ediyor. işlerini bitiren örümcekler aldıkları sıvılarla tekrar silüete yönelip karanlığında kayboluyorlardı. silüete eklenen her örümcekle bu mat heykelin şekli değişiyor, yavaş yavaş kolları belirginleşiyor, vücudu netleşiyordu. charles’ın duraksamadan devam ettiği dua giderek şiddetleniyor, örümcekler giderek hızlanıyordu. en sonunda bedeninden ayrılan son örümcek de silüete ulaştığında silüetin yüz hatları da belirginleşmişti. ince uzun bir surat, donuk ve rahatsız edici bakışlarıyla artık nefes alıyordu. silüet yerinden doğrulduktan sonra dexter'ın yanına geldi, elini dexter'ın omzuna koydu ve dexter'ı yanına alıp yükselmeye başladı. dexter bir anda ışık hızıyla yanından geçen şeylerin ayırdına varamadan titreyerek kendini yaratığın merhametine bırakmıştı. kısa bir süre devam eden yolculuktan sonra silüet ile bir meydanda asılı durdular. dexter bu meydanı hatırlıyordu, duvarlardaki resimlerde anlatılan meydandaydılar. ancak şimdi o sakin meydan bir savaş alanına dönmüştü. meydanın ortasındaki papaz çeşitli kitapları yığmış yakmaya çalışıyordu. bağırarak ateşe koşan genç elindeki kitabı parçalayarak ateşe attı. insanlar feryatlar içinde ellerindeki kitapların sayfalarını yırtıyor, korkuyla kuytu köşelere sığınıyorlardı. dexter o sırada havada süzülen bir kitap sayfasındaki ismi gördü, h.p. lovecraft... silüet'in yüzünde korkunç bir gülümseme vardı. dexter'a döndü, soğuk bir sesle teşekkür etti. dexter o sesle karşılaştığında bilincini kaybetmişti.

    dexter kendine geldiğinde taht boştu. charles masanın arkasında baygın yatıyordu. dexter ürkek bir halde çevresine bakındı. sonra yavaş yavaş masaya yaklaştı. charles’ın okuduğu kitaba göz ucuyla baktı. arap alfabesiyle yazılmış gibiydi. uğursuz kitabı hemen kapattı. kapağında şu yazıyordu “necronomicon”

    hala baygın olan charles’ı sırtladı. bu uğursuz yerden bir an önce çıkmak istiyordu. olabildiğince hızlı bir şekilde arkasına bakmadan koridoru ve oyuğu geçti. tekrar gün ışığına çıkınca hemen bu oyuğu kapatmayı kafasına koymuştu. içerideki şey her neyse, bütün uğursuzluğuyla gün yüzüne çıkmadan burada kalmalıydı. başka insanlar bu korkuyla yüzleşmemeliydi. ancak soluk soluğa oyuğun girişinde çimlere uzandığında yerdeki büyük ayak izlerini fark etti, oyuktan çıkıp uzaklara doğru ilerleyen ayak izlerini.

    dexter ve charles bu olayı her hatırladıklarında büyük bir dehşete kapılıyorlardı. o yüzden ne kendi aralarında ne de başka bir kimseyle bir daha bu konuyu konuşmadılar. her gece tekrar tekrar o anları yaşadıkları uzun kabuslar gördüler. sonunda dexter dayanamayıp bu mesajı yazmaya karar vermişti. en azından bu olanları birisine anlatma zorunluluğu hissetmişti. çünkü o uğursuz yaratık dışarıda bir yerdeydi ve bu korkuyla yaşamak büyük bir ızdırap veriyordu. olayları anlattığı kağıtları bir şişeye koyup denize fırlattı ve işte ben, talihsiz ben bu şişeyi buldum. eğer bu kitabı okumasaydım, gülüp geçerdim. ama bu gerçekti. dexter ve charles o yaratığı uyandırmıştı ve o yüz yıldır dünyaya korku salmaya devam ediyordu.


    (bilgeligin alti - 31 Temmuz 2014 20:02)

Yorum Kaynak Link : h. p. lovecraft