The Go-Getter (~ American sunshine) ' Filminin Konusu : Annesinin ölmesi ile birlikte kardeşini aramak için çalıntı bir araba ile yola çıkan genç adam ve aracın sahibi olan kız arasında geçen ve ikisi arasındaki tuhaf bağı konu alan film dram ve komedi unsurlarını bir arada işliyor
Raving(2007)(6,9-403)
Thumbsucker(2005)(6,6-19956)
The Good Life(2007)(6,5-1810)
Winter Passing(2006)(6,4-7850)
Flakes(2007)(6,0-3264)
Live Free or Die(2006)(5,6-2389)
2007 yapımı bağımsız film..bir gencin üvey kardesini aramak amacıyla çıktığı yolculukta başından geçenler...orta karar bir film olsa da (bkz: zoey deschanel) için izlemeye değer..
(ragnarak1 - 15 Ekim 2008 10:29)
çok şirin sempatik bir filmdir the go-getter. içinde hem zooey deschanel hem de jena malone'u barındırabilecek potansiyele sahip harika bir yol hikayesidir.anasının ölümünü abisine haber vermek için bir adet araba çalıp yola çıkan mercer'ın hikayesidir film. ne tesadüftür ki çaldığı arabanın sahibi zooey deschanel'in sesidir, ve zooey telefonunu arabada unutmuştur. böylece birbirini hiç görmemiş iki insanın arkadaşlıkları başlar, olaylar gelişir.hikayesiyle, sinematografisiyle ayrı bir filmdir.ayrıca harika bir soundtrack listesi vardır. o da aşağı yukarı şöyle bir şey. dinleyin, dinletin.
(art bastard - 15 Şubat 2010 08:41)
yönetmeni olan martin hynes'ın hayatından kesitler üzerine kurulu tam anlamıyla tatlı bir film.uygulanmış çekim teknikleriyle izlemeyi görsel olarak da keyifli kılıyor.
(aglaia - 24 Mayıs 2010 22:47)
yaklaşık 1 dakika boyunca "to get better" şekline getirmeye çalıştığım cümle.olmadı. b falan eksik.
(januss - 24 Mayıs 2010 22:50)
the black keysin brothers albümünde 11 numarada ikamet eden pek güzel şarkıları.the go getteri'll be the go getteryes i ami'll be the go getterthat's my planthe go getterhi-fi boom box pretty girl in bobby socks afterparty in a hotel room pretty soon there will be no moon stumble home in the pouring rain let the water ease my worried brain some days i just can't get alone i need a head to lean my shoulders onpalm trees the flat broke disease and l.a. has got me on my knees i am the bluest of blues every day a different different way to lose the go getterthe go getterthe go getteri got a table at the rainbow room i told my wife i'd be home soon big ships are approaching the docks i got my hi-fi boom box mashed potatoes in cellophane i see my life going down the drain hold me baby and don't let go pretty girls help to soften the blowpalm trees the flat broke disease and la has got me on my knees i am the bluest of blues every day a different way to lose the go getterthe go getterthe go getteri'll be the go getterthat's my planthat's who i amthe go getteryeah the go getter
(marvin the martian - 8 Aralık 2010 21:27)
(bkz: go get her)
(zunuduko relkirbet - 4 Mart 2011 14:16)
bir yolculuğu anlatan filmdir.zannedilenin aksine üvey kardeşi aramakla ilgili bir yolculuk değil, mercer'in ergenlikten yetişkinliğe doğru yaptığı yolculuktur. bu tema özellikle amerikan edebiayatında coming of age adı altında fazlasıyla irdelenmiştir hatta hala da irdelenmektedir.bu filmleri geniş kapsamda ele alacak olursak ikiye ayırabiliriz. birincisi realist bir öyküye sahip filmler ikincisi ise romantik bir öyküye sahip olanlar. realist olanlar konumuz olmadığı için hiç girmiyorum. anladığınız üzere the go-getterromantik örgüye sahip bir yolculuk filmidir. benim bu filmden etkilenmemin nedeni mercer ve kate arasında geçen telefon görüşmeleridir. kanımca filmden anlayan herkes için de filmin en tatlı kısmı budur. bunun sebebi film gibi görsel bir olguda insanın görsel beklentilerini yıkıp sesle ve sözlerle bir şeyler anlatıyo olmasıdır. ayrıca kate'in işin içine kattığı merak unsuru da cabasıdır.filmi izlerken bir gün sizi de böyle biri arasın ya da facebook'tan bir gün sahte bir hesaba sahip gerçek (?) bi insan sizinle öyle konuşsun, hayatınıza dahil olsun istersiniz. çünkü bilirsiniz ki siz de tıpkı mercer gibi gizin büyüsüne kendinizi kaptırır, hayatınız boyunca hissettiğiniz güvenlik hissine karşı gelir ve güvenilmemesi gerekene güvenirsiniz. karşınızdakinin size yalan söylemesine izin verirsiniz. çünkü kandırılmak istersiniz. amerikalıların "take a leap of faith" dediği olayı yaparsınız.filmin romantik oluşu da burdan gelir zaten. çünkü gerçek hayatta o gerçek olduğunu umduğunuz kişi ya sizi işletmeye çalışan zeki bir arkadaşınız ya da anlattığından çok uzakta olan bir kişidir. fakat the go-getter'da bu fantaziniz gerçek olur ve mercer'in "o" olduğunu düşündüğü kişi gerçekte de "o" çıkar. yani mercer'in kate'le beraber olması ve kate'in yalan söylemiyo olması mercer'den çok bizim zaferimizdir.
(mathetic - 22 Mayıs 2011 00:53)
ben seviyorum yol hikayelerini. bi' de uzaktan sevmeleri. üstünüze alınmaya gerek yok. sakin... uzaktan sevebilme fikrini seviyorum ben. tüm mesafeleriyle. "ben evcil hayvan dükkanının oralardayım dediğinde, ülkeyi (dikey düzlemde de olsa) baştan başa katedebilecek birilerinin varlığına inanmayı seviyorum. çünkü her dakka el altında durmak alışkanlık yaratıyor. ve heyecanı en çok alışkanlık öldürüyor. ben, film izlerken en çok, gerçek hayatta başıma gelmeyecek şeylerin yarattığı heyecanı seviyorum.ve büyük harflerle, durmadan, konuşmayı seviyorum. ne geliyorsa aklıma; söylemeyi. antik yunan'da* veya mısır'da* kusursuz işleyen şehirler inşa edebiliyorum; helsinki, lübeck, riga ve daha bilumum baltık limanıyla deniz ticareti* yapabiliyorum; altı bayraklı enfes eğlence parkları* kurabiliyorum. ama söz konusu insan ilişkileri olduğunda, bırak strateji belirlemeyi, ertesi günkü tavrımı bile kestiremiyorum.ve işte tam da bu yüzden; kate ne kadar sabrediyorsa, ben bu filmi o kadar seviyorum; mercer ne kadar inat ediyorsa, ben de o kadar seviyorum. yapamadığım her "alıp başımı gitmeler" için, açamadığım her "en çok neli dondurma seversin" temalı telefon konuşmaları için, filmi başa sarıyorum.ben her yol filminde, hiçbir yere varmaya çalışmayan kendi yolumdan, bir şeyler aramayı seviyorum.
(poisonblue - 27 Haziran 2011 20:16)
Yorum Kaynak Link : the go-getter