9

  • "alışveriş merkezlerinin en sevilen maskotu. istisnasız her etikette var."
  • "oyuncularinin little big planet kuklalarinin uzuncasina, mekanlarinin da machinarium'un mekanlarina benzedigi hos bir animasyon."
  • "paralel evrendeki 6."
  • "bir zamanlar uğurlu sayımdı.hala öyle olup olmadığı hakkında bir fikrim yok."
  • "akrep burcunun uğurlu sayısı olduğu rivayet edilmekle birlikte bugüne kadar hayrını görene rastlanmamıştır"
  • "dogru soyleyenin kovulmasi muhtemel koy sayisi"




Facebook Yorumları
  • comment image

    sirkeci'de sokakta film satan satıcılara var olup olmadığı sorulduğunda, soran arkadaşım ve satıcı arasında şöyle bir diyaloğun geçmesine neden olan ümit ünal'ın 2002 tarihli güzel filmi.

    arkadaş : dokuz var mı?
    satıcı : o yok ama altıncı his var.

    bayılıyorum şu yaratıcı türk zekasına ya...


    (kafamkaristi - 11 Ocak 2008 14:02)

  • comment image

    başarılı bir toplum portresi çizen soruşmturma filmi. ümit ünal'ın bu filmi çektiğini duyduğumda lise yıllarımdaydım, sinemadan az buçuk çakan biri olarak aynı zamanda çekilen deli yürek filmine bile daha fazla ilgi gösterdiğimi hatırlıyorum. yalnız filmin konusu ve tee o zaman kültür bakanlığından yediği yasak yüzünden ilgimi çekmemiş değildi ama tabii ne tvlerimiz gösterdi bu filmi ne de sinemalarda gişe rekorları kırdı, o yaşta festival festival gezmeyen bana da bu filmi izlemek çekilmesinden altı yıl sonraya nasip oldu.

    gelelim filme. filmin sonundaki belki de bir çok kişinin dikkatini çeken asıl katil meselesi belki de filmin en ucuz kalan noktası bile denebilir. karakterler, sakin mahalleinin sevecen insanları ama aslında bu tozlu sokakların altından akan lavlarlar onlar. muhafazakar bir anne, tırnak içinde milliyetçi bir genç, ne yöne gideceğini şaşırmış arkadaşı, herkesle arası iyi birhomoseksüel, eski komunist, mahalleli için gominist ateist dinsiz imansız *bir gezgin deli ve mahalleye nereden geldiği belirsiz bir kız. hepsinin gözünden mahalleyi, bir cinayet öyküsünü dinlerken görüyoruz ve bazen freudyen yaklaşımlar görüyoruz bu ilişkilerde bazen toplumsal hicivlere saplanıyoruz, her mahalleli gibi biraz siyaset konuşuyoruz, biraz dedikodu yapıyoruz, kavga da ediyoruz ama sessiz sakin konformist yaşamlarımıza geri dönüyoruz. herkes iyidir bizim mahallemizde diyoruz. işte bunun hikayesi dokuz bir mahallenin üstünden günümüz * türkiye'sine ya sev ya terket'e, hepimiz türküz şunun şurasındaya ışık tutuyor bu film.

    oyunculuklara gelirse müthiş derecede etkileyici performanslar var bu filmde. hele amerikalı rolündeki tanımadığım adam döktürüyor. serra yılmaz ile fikret kuşkan'ın da eksik kalan yanı yok. o ne biçim bir performanstır. keza ali poyrazoğlu da ozan güven de cezmi baskın da rollerinin hakkını veriyorlar. ve itiraf etmeliyim kirpi kızımız da gerçekten yakıyor güzelliğiyle. ve filmde üç aşk hikayesi var ki üçü de birbirinden güzel. eski devrimci ile mahalle kızının yasak, gizli aşkları, bir deli amerikalı'nın meczup kirpiye aşkı ve zavallı fotoğrafçı firuz'un kaya'ya olan çaresiz aşkı. üçünde de duygulandım ama ali poyrazoğlu öyle bir performans sergilemiş ki homojen bir ilişkiye ilk kez duygulandım. ellerinden öpmek lazım.

    hülasa izlediğime pişman değilim bu filmi bu kadar gecikmeyle izlediğime de pişman değilim. çünkü o yaşta anlamaz yarısında bırakabilirmişim şimdiyse sonuna kadar zevkle izledim.

    son not: müzikler filme cuk oturmuş zen'in ellerine sağlık.


    (tanya - 23 Mayıs 2008 01:36)

  • comment image

    --- spoiler ---

    ---
    spoiler ---

    film başladı... film bitti...

    şaşirdim. ve sanırım hala da aynı durumdayım. uzun süre aklımdan çıkmayacak güzel görüntülerle ve yeniden kurgulanabilir hikayesiyle şaşkın bir halde sigaramı içiyorum. aklımda en taze duran ozan güven'in oyunculuğu. yüzündeki dramatik ışığın etkisiyle karakterini zamanla başka bir kimliğe büründürüyor. ilk başlarda suçu başka birinin üzerine yıkarken alabildiğince tutarlı olan karakteri, zamanla panikliyor ve aciz duruma düşüyor. özünde ‘harbi çocuk’ etiketi taşıyan kaya karakteri, özüne ihanet etmeyerek, cinayet öncesi yaşanan alem gecesini en ince ayrıntılarına kadar anlatıyor. firuz ve tunç da istemeyerek de olsa gerçekleri kabul ediyorlar sonunda. peki ama neden kayanın gerçeği anlattığı sahnelerde video kaydı tutulmuyor ve neden kaya, suçunu itiraf eden bir dilekçeyi imzalamak zorunda bırakılıyor? az sonra...

    milliyetçi olmakla, mahalle kabadayısı olmayı aynı potada eriten, mahallenin racon delikanlısı tunç'un, firuz’la ağız birliği etmesinin en önemli nedeni mahallede kasap olan babası. çünkü yaşanan alem gecesinin asıl başlangıcı, tunç ve kaya'nın para karşılığı firuz'la birlikte olmaları. ama ne yazık ki o gece yaşanan trajik olayla birlikte bütün plan bozulmuştur. kirpi ölmüş (bir şekilde), kaya kaçmış, panikleyen tunç da firuz’u yaralamıştır. ortalıkta kaya olmadığına göre tunç ve firuz güzel bir yalanla o gecenin kirini üzerlerinden atabilirlerdi. nitekim ilk başlarda iyi giden yalan, bir süre sonra kaya’nın ortaya çıkmasıyla önemini kaybeder. tunç da deliye dönmüştür. zorla çıkarılmasa sorgu odasından çıkacağı da yoktur, hatta katil olmayı bile isteyebilirdi, yeter ki o mahalleye bu gerçekle dönmesin... peki tunç firuzu bıçakladıktan sonra nereye gitmişti? az sonra...

    foto firuz, tüm samimiyetiyle yalan söyleyen ve yine tüm samimiyetiyle anlattıklarının yalan olduğunu kabul eden mahalleli, dost, sevgili... herkesten daha çok o üzgün, kaya onu sevmiyordu çünkü. normal şeyler yapıyorlardı belki ama mahalleli arasında -ki kayanın annesi bu söylenti üzerine çözüm için kırtasiyeciye gider- bu durum pek hoş karşılanmıyordu. hatta firuz bile o kadar mahalleli ki, 'ayıp böyle şeyler' diyordu. filmin başından sonuna kadar suçlu etiketini bir sır gibi içinde sakladı. kayanın itirafıyla birlikte başlayan iç dökmesi, giderek firuz’u sakin mizaçlı, sapkın bir kimliğe büründürdü. oysa onun tek derdi kayanın onu sevmesiydi, yoksa cinayeti kabullenmek istemesi kaya’yı sevdiği için mi?az sonra!

    ölmüş bir baba olan kırtasiyeciye ne dersiniz? onca yıl bastırılmışlığın acısını gülümseyen bir buda heykeli yardımıyla çıkarmış olamaz mı? belki de bir edip cansever dizesiymiş gibi sabah akşam masasında oturup kirpinin hayalini kuruyordur...amerikalının da elleri kanlıydı. katilimiz, manav ya da kaya'nın eski nişanlısı da olabilir.

    açıkcası, en tehlikeli olan da anne. çünkü içimizdendi...

    ama değillerdi, olamazlardı da, katil aleme katılan o üç kişiden biri olmalıydı, çünkü bu üç kişiyi diğerlerinden ayıran bir şey vardı; video kaset...

    şimdi elimizde bütün deliller var değil mi? bir video kaset, kaset içinde tacizkar davranışlar, alkol, uyuşturucu, olay mahallinden kaçan bir zanlı, çelişkili ifadeler,yalanlar, yalanlar, yalanlar..ve ortaya çıkartılan bir kurgu / gerçek! kaya her ne kadar ben katilim dese de bütün deliller onun aleyhinde. bütün bu bize dayatılan kurgu / gerçeği bir yana bırakırsak, kaya'ya bir an için bile olsa inanır mıydınız? açıkcası ben bir an inandım ve... az sonra!

    öncelikle soralım; filmin ismi neden 9 ? herhangi bir ayın dokuzunda mı öldürülmüştü kirpi? ya da herkes bir şekilde yalan söylediği için 9 köyden mi kovulmuşlardı? sorgu odasında dokuz doğuruyor olabilirler mi?

    sanmam... o sorgu odasına giren bir dokuzuncu kişi vardı. sayalım: 1. anne 2. kırtasiyeci 3. amerikalı 4. manav 5. eski nişanlı 6. firuz 7. tunç 8. kaya 9. (?).

    dokuzuncu kişi, bir siluet gibi filmin ortalarında sorgu odasında görünen kirpi!

    şimdi de biraz film üzerinde oynayalım. önce, filmin o mükemmel kurgusuna istinaden birazdan yapacağım kaba kurgu için özürlerimi sunarım. ilk sahneye kirpinin sorgu odasındaki siluetini koyalım. sonra film olduğu biçimiyle akabilir. son sahneden önce sorgu odasından firuz çıkarken merdivenlerde (burası sorgu odasının bulunduğu bina) kızın kolyesini bulsun. son sahnede de kayaya zorla suçunu itiraf ettiği belgesi imzalatılsın.

    kız mahallede ölmemişti. kız sorgu odasında bir şekilde ölmüştü / öldürülmüştü. ee şimdi de buna bir katil bulmak gerekiyordu. olay gecesi kızın peşinden giden ve daha sonra ortadan kaybolan, hatta annesi ve ölmüş babası tarafından kirpinin peşinden gittiği şahitlenen kaya gizemli katil(ler)imiz için biçilmiş kaftandı. bir de imzayı attı mı , asla aslını ispat edemeyeceği durumda tescilli bir katil olacaktı.

    firuz ne demişti: isterseniz ben bir hikaye anlatayım, gerçek o olsun... filmin tüm biçimsel karşılığı da bu zaten. eğer ortada video kaset olmasaydı katil sorgudakilerden herhangi biri olabilirdi. video kasetle beraber 'olağan şüpheliler' üç kişiye indi. seçeneklerin en uygunu kayaydı, seçilen de o oldu...

    filmin dijital formatta çekildiğini herkes biliyor sanırım. ama bir yanılgıya düşmemekte de fayda var. filmin atmosferine tam anlamıyla 'cuk' oturan dijital format her filme uygun olmayabilir. hikayesi ve kurgusu itibariyle gerçeği deforme eden ama aynı anda görsel olarak gerçek hissi veren dijital kamera görüntüleri, filmi biçimsel olarak mükemmel kılıyor. bize kalan ise bu büyük aldatmacanın içindeki ayrıntıları derleyip toparlayıp kendi gerçeğimizi yaratmak...

    yeniden şaşırmak dileği ile...

    (levent türkan'ın kaleminden alıntıdır..)

    --- spoiler ---

    ---
    spoiler ---


    (ninibell - 7 Mayıs 2009 00:25)

  • comment image

    türk polis tarihinin esaslı bir özetini yapan; sapına kadar siyasî olup da, bunu suluzırtlak bir politik duruşla değil, tekli/ikili/üçlü/dokuzlu ilişkilerdeki terörizm ve kişilik çözümlemeleriyle yapan filmcanım.. belki de filmi, en iyi salim karakteri açıklar:
    "anladım ki, bu dünya sizin; alın hepsi sizin olsun!"

    katil uşaktır evet; evin beyine zehirli iksiri zorla içiren uşak, evin yönetimini elinde bulunduran uşak, bütün konukları herkesten iyi tanıyıp fişleyen uşak, tarihi yazan uşak, devleti kuran uşak, işlediği onca cinayete rağmen masum kalmayı becerebilen uşak, suçu ve cezayı birlikte elinin altında tutan uşak..
    ziverbey konağı vardı vaktiyle: bodrum katında ne de güzel uşaklar yetiştirmişti, hey gidi.. sonra gayrettepe civarında bir konak vardı hani, aa sirkeci'dekini de unutmamak lâzım tabii.. önümüz arkamız sağımız solumuz konak valla, o derece..


    (atlantisten gelen zekiye - 23 Kasım 2002 14:32)

  • comment image

    ne "kötü" diye kızacağım, ne de "iyi" diye tavsiye edebileceğim, tuhaf bir animasyon. bu tip animasyonlarda seslendirme çok önemli olduğundan ve ben ne yazık ki türkçe dublajlı izlediğimden o konuda da yorum yapamıyorum.
    boş bir vaktinizde izleyin bari.

    bir de... size tek tavsiyem filmi indirdikten sonra klasör adını "9" olarak kaydetmeniz. kalkıp da "nine" yazarsanız sapığın biri "ooo mature mi" diye dadanabilir!


    (seyuranto - 7 Haziran 2010 00:21)

  • comment image

    çocukların sıkılabileceği yetişkinlerin bayılabileceği inanılmaz ayrıntılarla bezeli bir animasyon. şahsen ben bayıldım. sadece süre bakımından biraz üzücüydü; çünkü çok kısaydı ama bir distopya sever olarak ben beğenerek izledim. yarattığı atmosfer çok başarılıydı. film, dünyanın makineler ve insanlar arasındaki savaş sonucunda yerle bir olduğu ve insalığın yer yüzünden silindiği bir ortamda geçiyor. zaten tam da bu noktada karanlık atmosferlerin başarılı yaratıcısı tim burton'ın elini değdiğini çok iyi anlıyorsunuz. bence izlenmeli.


    (mademoiselle jeilempti - 3 Kasım 2010 18:44)

  • comment image

    aslinda hakettigi ilgiyi gorememis olduguna inandigim film. alti ustu 7 ana karakterle (sorgudakiler + kirpi) ve tek mekanla nasil bu kadar yaratici olunabildigine sasirdim dogrusu. filmin sonunda teknik olarak dis mekan cekimlerinde neden overexposure yapilip filmin patlatildigini konustuk, oncelikle bu efektin digitalden 35mm'e gecerken yapildigina inaniyoruz. amac, izleyiciyi tek bir ozneye yogunlastirmak, dar bir bakis acisi ve belki karmasa duygusunu daha yogun vermek.

    bunun yaninda oyunculari cok begendim, ancak serra yilmaz ne yazik ki cok batti bana. cahil bir mahallelinin bu kadar duzgun bir diksiyona sahip olmasi benim kulaklarimi tirmaladi. kendisinin oyunculuguna bir lafim yok, ancak tum filmlerinde bunu yapiyor serra hanim. seslendirmede yerine baska birisi konussa keske.

    son soz senaryoya. bugune kadar hicbir turk filmi uzerine bu denli kafa yordugumu hatirlamiyorum. gercekten de "hikayeyi nereye istersen oraya cekersin" vaziyeti mevcut. bazi mantiksizliklar var tabi, ancak filmin basinda onlari saptayip kabullenirseniz gerisini rahat izliyorsunuz. ornegin cekilen video madem eldeydi, neden diger insanlar sorgulandi? aslinda o da tum konsepti dusununce biraz mantikli geliyor insana. isi yapan katil(ler)in olayi tum ayrintilariyla gorup acik vermemek istemesi tek sebep gibi gorunuyor. bu durumda yine mantik bize "katil usak" diyor.

    film hakkinda kafamda soru isareti olan olay, kolye meselesi. ona da cok dikkat etmemisim filmde o yuzden detayi hatirlamiyorum. firuz neden kolye yoktu dedi, video cekimlerinde kolye varmiydi, eger yoktuysa kolye sorgu odasinin oraya nasil geldi? son olarak dikkatinizi cekmek istedigim bir nokta, kaya dayak yerken kameralar calismiyordu (haliyle), bu da yeterli heralde kirpinin akibeti hakkinda fikir yurutmek icin.


    (bourbon - 27 Nisan 2003 08:07)

  • comment image

    12345679 x 9 = 111111111
    12345679 x 18 = 222222222
    12345679 x 27 = 333333333
    12345679 x 36 = 444444444
    12345679 x 45 = 555555555
    12345679 x 54 = 666666666
    12345679 x 63 = 777777777
    12345679 x 72 = 888888888
    12345679 x 81 = 999999999
    12345679 x 999 999 999 = 12345678987654321


    (blasphemy - 25 Şubat 2001 06:07)

  • comment image

    yıllar sonra gerçekten zevk alarak izlediğim ilk türk yapımı.
    görünen ve gerçek arasındaki zıtlığı fazla göze sokmadan son derece gerçekçi biçimde ifade etmesi beni en çok etkileyen yönü oldu sanırım.

    --- spoiler ---

    mahallenin en sevgi dolu, iyi kalpli sakini olarak anlatılan anne'nin en kindar, en nefret dolu kişi olması, mahallenin delisi amerikalı'nın sorgu odasına girenler içerisinde en mantıklı adam olması, evli barklı, iki çocuk sahibi, aile babası firuz'un eşcinsel olması, en dürüst olanın suçlu bulunması, en pis olanın suçu üstlenmek için yalvarması gibi fazla göze batmayan ama izleyenin içine işleyen bir "siyah-beyaz"lık hakim tüm filmde.

    ---
    spoiler ---

    kısacası başarılı ve izlemeye değer.


    (carc - 29 Mayıs 2005 22:16)

  • comment image

    öncelerimde her anımı doldururken, şimdilerde darkstingsiz, picussuz, mutombosuz hiç bir anlamı olmayan, bugünlere gelmemi sağlayan basketbolun peşinde koştururken -en son kaçak yollarla girdiğimiz bilgi üniversitesi' nin spor salonunda üzerime giydiğim- yıllarca üstümde taşıdığım formanın numarası. anlamlandırılamaz bir bağla sevdiğim sayısal şekil.

    şimdilerde ise, doğu anadolu' nun kuş uçmaz kervan geçmez bir dağ köyünde, 3 günde faili belli 9 pire ölüsünün arkadaşlık ettiği evimden karanlıklara ve çamurlara bata çıka, köpek korkusundan tırsmış bir kedi gibi tüylerim dikenleşerek köyün bakkalına kadar gidip -içtiğim sigara olmadığından yerine aldığım- tekel 2001 paketinden içmek için çıkardığım sigaranın üstünde yazılı olan rakam.

    hayat kısa. rüzgarda savrulan bir şey mi, bir kader mi yoksa? ama sanırım her ikisi de galiba!!! ve tedirginliğinden, çoğu zaman da korktuğundan vazgeçmediği zamanlarda tesadüflerini de kendi yaratıyor insan. e tabi anlarsa!!!

    bir çok rüya gördüm ve rüyalarda görülmeyecek bir dolu an yaşadım. kötü an(ı)larımı sildim, hep iyi(lik)lerimi hatırladım. ve şimdi anladım; belki de gidilecek başka yer olmadığı için buradayım. ve işin açıkcası; -şairin dediği hesap- "biliyorsun ben hangi şehirdeysem yalnızlığın başkenti orası. ve insan tutkularıyla yalnızlığını adlandırıyor o kadar. " e yani var mı dahası?

    sigara almaya giderken kendimi benzettiğim kedi gibi gittikçe köpekleşen bu hayattan çoğu zaman kaçtım. mesela, istemediğim sabahları bilerekten uyanmadım. -e tabi ki- uzun uykularda bir çok fırsatları da kaçırdım. ve şayet bir kedi gibi varsa 9 şansım, bilemiyorum ben kaçını harcadım. ama en azından herkesin ikinci bir şansı olduğuna inandım.

    evet, çok zeki bir adam değilim. çoğu zaman sadece işime gelenlerle ilgilendim. ve yaşadıkça ölmek de hayatın bir parçası öğrendim.

    hayatı(mı)n tekrarı yok biliyorum ve onu geriye saramıyorum. zaman geçiyor, kaybedi(li)şlerimi geri alamıyorum. ama en azından doğduğum andan şu ana kadar geçen, iyisiyle kötüsüyle yaklaşık 9 bin 9 yüz günde yaşamdaki en önemli şeyin sevgi olduğunu öğrendim. ve daha gidilmemiş yollarım var, hissediyorum. bundan sebep yaşama hevesimi kırmıyorum. ve beni de bu yüzden seviyorum.

    solağım, doğru dürüst yazmayı beceremiyorum. ve bu solaklığım yüzünden herşeyi tersten perspektifinden algılayabiliyorum. -ve biliyorsun algılarımı da duy(g)ularımla hareket ettiriyorum. anlaşılamadığım için seni de böylece her zaman olmasa da kızdırabiliyorum. - yazmaktan çabuk sıkılıyorum. karman çormanım, dışımdaki atmosferde, sigaramın dumanından içinde kaybolanabilecek bir kederli hayal yaratıyorum. ve böylecene yazdıklarımı göremiyorum. sonra da sinirleniyorum, yeniden yazıyorum ama iş işten geçiyor. olmuyor biliyorum.

    ve çoğu zaman -yazdığımda- olduğu gibi, kalkıyorum, kalemi kağıdı bir kenara fırlatıyorum, traş oluyorum, ikide bir rüzgarda dağılan yalnızlığımı düzeltiyorum, kendisine bayramlık alınmış bir çocuğun sevinciyle elbiselerimi giyiyorum. ve;

    "ben sevgi(li)min -bazen hiç istemediğim halde şimdiki gibi çekip gitmesine rağmen- hayatımın sonuna kadar yanımda olmasını istiyorum" demeye, sonra da;

    "belki de hayattan aşırdıklarımla, hayatta şaşırdıklarını anlamlandırabilirdim. yaşadıklarımla seni, içindeki
    ben(liğin)i öldürmeden güldürebilirdim. biliyorum. ve sen bunu önemsemediğinde(n) -bu- be(de)nde
    kal(a)madığından çekip gittiğin halde hala beni seviyor musun?" sorusunu sormaya, 2. bir şans istediğim son(um)a yani sana geliyorum.

    ve unutma tüm imkansızlıklar(ın)a rağmen seni çok seviyorum...


    (m0ruzak - 2 Kasım 2005 21:14)

  • comment image

    filmin ardından hâlâ gülmemi sağlayan yegâne replik şöyle bir şeydi:

    --- spoiler ---
    genelevdeki kadın tunç'a arkadaşı kaya'nın sapık olup olmadığını sormuş. tunç nedenini merak edince de göğsüne yatıp ağladığını anlatmış. arkadaşının küçük düşmesini kaldıramayan tunç, "ne alâkası var. bunalımda benim arkadaşım!" demiş. kadının cevabı ise şöyle:
    "bunalımda olmayan bi tane gelse bedava verecem walla!"*
    ---
    spoiler ---


    (gosalyn mallard - 13 Ocak 2006 22:59)

  • comment image

    --- spoiler ---
    filmde, ali poyrazoğlu'nun sorgu sandalyesinde bir türlü rahat oturamamasın, sürekli kıvranmasının nedeni ne suçluluk duygusu, ne işkence, ne de basurdur. kaya'nın selamı var.
    ---
    spoiler ---

    çok sevdik dokuzu, rakımızı bıraktık, öyle geldik.


    (damon - 14 Ocak 2006 00:13)

Yorum Kaynak Link : 9