Süre                : 1 Saat 40 dakika
Çıkış Tarihi     : 27 Ocak 2012 Cuma, Yapım Yılı : 2012
Türü                : Komedi,Drama,Romantik
Taglar             : Saygı,1920'ler,film stüdyosu,film yıldızı
Ülke                : Fransa,Belçika,ABD
Yapımcı          :  Studio 37 , La Petite Reine , La Classe Américaine
Yönetmen       : Michel Hazanavicius (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Michel Hazanavicius (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Jean Dujardin (IMDB)(ekşi), Bérénice Bejo (IMDB)(ekşi), John Goodman (IMDB)(ekşi), James Cromwell (IMDB)(ekşi), Penelope Ann Miller (IMDB)(ekşi), Missi Pyle (IMDB)(ekşi), Beth Grant (IMDB)(ekşi), Ed Lauter (IMDB), Joel Murray (IMDB), Bitsie Tulloch (IMDB), Ken Davitian (IMDB), Malcolm McDowell (IMDB), Basil Hoffman (IMDB), Bill Fagerbakke (IMDB), Nina Siemaszko (IMDB), Stephen Mendillo (IMDB), Dash Pomerantz (IMDB), Wiley M. Pickett (IMDB), Ben Kurland (IMDB), Katie Nisa (IMDB), Katie Wallack (IMDB), Hal Landon Jr. (IMDB), Sarah Karges (IMDB), Sarah Scott (IMDB), Ezra Buzzington (IMDB), Stuart Pankin (IMDB), Andy Milder (IMDB), Bob Glouberman (IMDB), Patrick Mapel (IMDB), Matthew Albrecht (IMDB), Clement Blake (IMDB), Tasso Feldman (IMDB), Adria Tennor (IMDB), J. Mark Donaldson (IMDB), Brian J. Williams (IMDB), Jen Lilley (IMDB), Brian Chenoweth (IMDB), Tim De Zarn (IMDB), Uggie (IMDB), Ashley Lane Adams (IMDB) >>devamı>>

The Artist ' Filminin Konusu :
1920'li yılların sonunda Hollywood sinema sektörünü kökünden değiştirecek 'teknolojik' bir devrim yaşandı. Ses, "henüz hiçbir şey duymadınız" repliği ile film pelikülüne bir daha hiç ayrılmamak üzere girdi. Fakat sinema sektöründe yaşanan bu devrim boyutundaki bu değişim pek çok insanın mesleğini ve kariyerini de derinden sarstı. Dönemin en karizmatik aktörleri arasında yer alan George Valentin (Jean Dujardin) de sesin beklenmedik biçimde sinema perdesine yansımasından payına düşeni alıyor. yanı başında boy gösteren taze ve güzel oyuncu Peppy Miller'ın ise aklı fikri şöhrette. 2011 Cannes Film Festivali'nin en gözde yapımlarından olan The Artist, başrol oyuncusu Jean Dujardin'e George Valentin performansı ile "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü kazandırdı. Film sinema sanatının sessiz dönemine bir saygı duruşu niteliğinde diyalogsuz, sessiz, siyah-beyaz ve saniyede 22 kare ile çekildi. Altın Palmiye adayları arasında da olan filmin yazarlığını ve yönetmenliğini ise Michel Hazanavicius üstleniyor.

Ödüller      :

Cannes Film Festivali:Best Actor
Academy Awards - Oscar:En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Film, En İyi Film Müziği, En İyi Kostüm
BAFTA:BAFTA Film Award-Best Original Screenplay, David Lean Award for Direction-Best Director, BAFTA Film Award-Best Leading Actor, BAFTA Film Award-Best Film, BAFTA Film Award-Best Cinematography, Anthony Asquith Award for Film Music
Golden Globes:Golden Globe-Best Original Score - Motion Picture
Independent Spirit Awards:Independent Spirit Award-Best Director, Independent Spirit Award-Best Male Lead, Independent Spirit Award-Best Feature, Independent Spirit Award-Best Cinematography
San Sebastian International Film Festival:Best Film


  • "türkçe dublajlısı torrent sitelerine düşmüş film..."
  • "en iyi yardımcı köpek oskarını alması gereken film. akademi artık bu iti görsün."




Facebook Yorumları
  • comment image

    sessiz sedasız filmler çağına özlem duyuyordum. hem de o dünleri hiç yaşamasam da. smokinli ve viskili ve purolu adamlar, abiyeli ve görkemli ve ince sigaralı kadınlar... saçma tesadüfler, abartılı oyunculuklar, güzel müzikler ve illa ki mutlu sonlar... neyse ki kendi çağımda yakaladım aynı tadı. the artist kışın ortasında sabahın en erken saatinde mahalle fırınından alınan sıcacık ekmek gibi. afiyet şimdi olmayacaksa ne zaman olacak ey dünyalılar?


    (ya iste boyle senden naber - 15 Ekim 2011 00:59)

  • comment image

    konuşmanın olmadığı filmde zaman zaman "söylenmeyen" sözlerden destek alınması hoş olmuştur.

    --- spoiler ---

    ---
    spoiler ---

    peppy miller'in, george valentin'in odasına girdiği sahnede, peppy aşık aşık george'un eşyalarına bakadururken duvardaki posterde "he was the thief of her heart" gibilerinden* bir şey yazması,

    mezattan her şeyini kaybederek çıkan george karşıdan karşıya geçerken, sinema panosunda "lonely star" yazısının görünmesi, gibi.

    --- spoiler ---

    ---
    spoiler ---


    (piiman nasunasu - 11 Aralık 2011 18:27)

  • comment image

    çok beğenerek izlediğim film bir film oldu. zaten bayadır bekliyodum seyretmek için. screenerdvd'si çıkınca çok sevindim o yüzden. spoiler kısmına girmeden ana hatlarıyla bir yorum yapmam gerekirse, bence aday olduğu 10 oscarın en az 7sini almalı. sinematografi, editing, müzik, kostüm, sanat yönetmenliği, en iyi erkek ve en iyi yardımcı kadın oyuncu ödüllerini çok büyük olasılık kazanacak. (en iyi yönetmen ve senaryo oscarlarını midnight in paris'e veriyorum) (en iyi yardım erkek oyuncu oscarını da sevimli köpekçik uggie almalı bence heehehhee) neyse, gerçekten zevk alarak izlediğim bir film oldu. bizim gibi sessiz film dönemine yetişemeyen nesiller için böyle bir filmin olması çok faydalı oldu diye düşünüyorum. karakterlere gelelim;

    --- spoiler ---

    flmin ana karakteri george valentin'in douglas fairbanks, rudolph valentino ve john gilbert'dan esinlenerek oluşturulduğu söyleniyor. azıcık da, gene kelly'nin singin' in the rain'deki hallerini hatırlattı bana.

    george valentin'in soyadı direk rudolph valentino'e gönderme bi kere. sonra, george evinde sessiz bir film izliyor, o film aslında douglas fairbanks'in ünlü filmi the mark of zorro'ymuş. tabi yakın çekimleri jean dujardin'in yüzü gözükeceği için tekrar çekmişler. ama sahnenin başında duvarlardan atlayan douglas fairbanks'in ta kendisi. douglas fairbanks'in the mark of zorro'sunun vizyona girdiği seneden bir fotoğraf. sanırım george valentin'in en çok esinlenildiği aktör ise john gilbert olmuş çünkü gilbert da çok ünlü bir sessiz film yıldızıyken, sesli filmlerin moda olmasıyla kariyerinin sonuna gelmiş ve alkolik olmuş.

    peppy miller ise greta garbo'dan esinlenilerek yaratılmış.peppy, akşam özür dilemek için george'unb evine uğrar, sonra arabaya binince sevgilisine "take me home i want to be alone" der. i want to be alone repliği, greta garbo'nun grand hotel filminden ünlü bir repliğidir. onun dışıda greta garbo da peppy gibi sesli filmlerle çok büyük ün yakalamıştır. greta garbonun sıklıkla beraber film çevirdiği rol arkadaşının da john gilbert olması bu esinlenme savlarını iyice destekliyor sanırım.

    ---
    spoiler ---

    şimdi gelelim trivialara;

    * film aynı sessiz film dönemindeki gibi 1.33* (4:3) formatında çekilmiş. o dönem filmlerin böyle çekilmesinin sebebi, oyuncuların sesi çıkmadığı için tüm dikkati oyunculuğa çekmek adına, ekranı full aktörün görüntüsüyle doldurma mantığıymış. hal böyle oluca oyuncular ekranda daha bi güçlü, daha bi etkikli duruyolarmış. yönetmen/senarist michel hazanavicius da bu yüzden filmi 4:3 olarak çekmiş.

    * filmde george'un köpeğini uggie, dash ve dude adlı 3 ayrı jack russell terrier canlandırmış (jack russell terrier'ler en zeki köpek cinsi olarak bilinir bu filmde de belli zaten, yukarda da dediğim gibi oscar kazansa yeridir hehehehe!!!) başroldeki köpek olan uggie aslında çoğu sahnede kendisi oynamış, diğer köpeklerin sadece bir kaç sahnesi varmış. (uggie bir kırmızı halı eventinde . papyonuna kurban ayol!. (burda da uggie the artist'in en iyi müzikal/komedi filmi dalında kazandığı altın küreyle poz veriyor. )

    * jean dujardin ve bérénice bejo dans sahnelerini debbie reynolds ve gene kelly'nin stüdyosunda prova etmişler.

    * filmde peppy'nin evi olarak ünlü sessiz sinema aktrisi mary pickford'ın evi kullanılmış. bu arada mary pickford'un lakabı da america's sweetheart'mış. (filmde peppy'nin de öyleydi), sesli sinemala başlayınca onun sinema hayatı da bitmiş ve 16 sene de douglas fairbanks'le evli kalmış. senaristin nerelerden esinlendiğini görüyüsunuz di mi :)

    * filmin sessiz bir film olduğunu bilmeden sinemaya izlemeye giden bazı mal ingilizler, "biz paramızı geri isteriz" diyip filmi terketmişler.(yarısında çıkmışlar heehhehe) bi de amerikalılara kültürsüz deriz vay anam vay :pp not: bizim demet akalın da yapmış bunu. la havle!!

    * bir sahnede bernard herrmann'ın vertigo için bestelediği aşk teması müziği çalıyor. (dinleyin gari http://www.youtube.com/watch?v=uwi9y0gauv0)

    --- spoiler ---

    * filmde ufak sahnelerde ünlü aktörlere rastlamamız da mümkün. mesela rol bekleyen uşak rolünde biricik portakalımız alex'imiz malcolm mcdowell'ı görüyoruz. sonracıma george'u yangından kurtaran polis rolünde, bi çok diziden aşina olduğumuz joel murray'i ve filmin sonuna doğru george'la alay eden polis rolünde de pek sevgili marshall eriksen'in babası marvin'i canlandıran bill fagerbakke'yi görebilirsiniz.

    ---
    spoiler ---

    eğer the artist en iyi film oscarını alırsa, tarihte 2. kez bir sessiz film en iyi film oscarını kazanmış olacak. ilk kazanan film ise 1927 yapımı wings. wings hem oscar kazanan ilk sessiz film hem de "ilk" en iyi film oscarını alan film. (1929'da ilk defa akademi ödül töreni düzenlendi)

    sonuç; kaçırmamanız gereken bir film. yarın vizyona giriyo, ne yapın edin izleyin. 9/10

    kaynak: imdb, kıçım ve ben


    (venus - 26 Ocak 2012 13:32)

  • comment image

    filmi izlerken ingilizce dudak okuyabildiğinizi fark ediyorsunuz. bir de gerçekten çok sessiz bir film, izlerken kimse çıt dahi çıkartamıyor. velhasıl gayet de güzel bir film olmuş, kendinizi 1920' lerde hissediyorsunuz, şahane.


    (eski kitap kokusu - 30 Ocak 2012 21:23)

  • comment image

    günümüzde böyle bir film çekmek herkesin harcı değil. yönetmeni cesaretinden ötürü kutlamak lazım. filmin en büyük özelliği, simemanın o nostalji duygusunu bizlere tekrar yaşatması. aslında bu yıl bunu yapan ikinci film the artist. ilki martin scorsese' nin hugo adlı filmiydi. bu iki filmi birbirinden ayıran en büyük özellik ise; birinin yeni bir teknolojiyi kullanarak harikalar yaratması, diğerinin ise eski bir teknolojiyi kullanarak harikalar yaratması. bir başka özellikleri ise; hugo' nun fransız sinemasına, melies' li yıllara selam çakması, the artist' in ise 1920'li, 30'lu yılların hollywood' una, amerikan sinemasına selam çakması.

    simone signoret' in dediği gibi; "özlemin o eski tadı yok!" diyemiyorum, çünkü bu filmler o tadı veriyorlar. sadece bunun için bile izlenmeyi hakediyorlar.

    bu yıl oscar' ı alması gereken film the tree of life olsa da, alamayacağını bildiğim için, oscar yarışı hugo ve the artist arasında geçecektir. benim gönlüm hugo' dan yana.

    p.s: filmden oynayarak çıkmanız olası.


    (xcays - 1 Şubat 2012 00:42)

  • comment image

    sessiz film manyağı bir insan olduğumdan film boyunca michel hazanavicius bu filmi benim için çekmiş duygusuna kapıldım. konusuyla, kostümleriyle, atmosferiyle film sanki 1920'de çekilmiş, saklanmış şimdi ortaya çıkmış gibi.
    senaryoyu zayıf bulanlara söylüyorum; konusu bile o dönem filmlerini akla getiriyor. hatta bu yüzden basit, yalın, samimi geliyor. ayrıca hayatımda gördüğüm en iyi casting işlerinden biri. yüzler bile sanki o yılların.
    son olarak jean dujardin oscar konuşmasını hazırlasın şimdiden.


    (smetana - 1 Şubat 2012 18:32)

  • comment image

    oscarları süpürecek filmmiş.

    en baştan söyleyeyim, sevmedim. ki sessiz film izlemekten çok zevk alırım. hayatında hiç sessiz film izlememiş, singin' in the rain bilmeyenlere çok değişik gelmiş olabilir. benim için sadece hayalkırıklığı.

    halbuki sessiz film olduğunu öğrendiğimde heyecanlanmış, beklentilerimi epey yükseltmiştim. yıl olmuş 2011, sen diyorsun ki sessiz film yapacağım, ben de elindeki tüm teknoloji ve gelişen sinema anlayışı ile beraber sessiz sinemanın duyguyu yansıtma gücünü birleştirerek çok iddialı, işte 2011 yılında sessiz film böyle çekilir dedirtecek bir film bekliyorum. ama ne iddiası, sen işin kolayına kaçıyor, 1952 yapımı singin' in the rain'in konusunu alıyor, sözde selam durduğun dönemde yüzlerce örneği çekilmiş filmlere birebir benzetiyorsun, sonuç "aaa ne değişik".

    daha izlemeye başlarken başrol oyuncusu ne kadar çok gene kelly'ye benziyor demiştim ki finalle beraber benzeyen tek şeyin o olmadığını gördüm. şimdi bu saygı duruşu mu oluyor ben anlamıyorum. sonuç olarak film ne singing' in the rain olabiliyor, ne de yeni birşey söyleyebiliyor. ne eskinin ne yeninin hakkını veremiyor.

    üstelik öykündüğü dönemde 1927 yapımı metropolis, 1931 yapımı m, 1936 yapımı modern times gibi, eldeki tüm yetersizliklere rağmen, özgünlüğün, sinemanın gücünün dibine kadar kullanıldığı örnekler var. the artist, üzgünüm ama, sözde selam durduğu dönemi sadece taklit edip üstüne tek bir taş bile koyamıyor. üstüne hiçbir şey koyamadıktan sonra bu filmi çekmenin ne anlamı var? sesli olsa kimsenin yüzüne bakmayacağı bir filmi allamış pullamış muhtemel oscar şampiyonu film yapmayı başarmış yönetmen, kanımca tek başarısı da bu olmuş. tribüne oynayan, insanların çok sevdiği nostalji duygusunu okşayan, hiç kıstas kabul etmediğim oscara yönelik bir film, bana daha fazlasını ifade etmedi.

    siyah beyaz film izlemem, sessiz film kesin sıkıcı olur diyen anlamsız gruptan değilseniz, yukarıda saydığım örnekleri izleyin, charlie chaplin, fritz lang, buster keaton izleyin, sonra bu filmi tekrar değerlendirin. neden gereksiz bulduğumu anlarsınız.


    (doktor hektor - 2 Şubat 2012 01:25)

  • comment image

    jean dujardin, tek bir filmini izleyerek bir aktöre bu kadar hayran olunabilir sanırım. o nasıl bir oyunculuktur jean?

    --- spoiler ---

    george valentin' in, elbisesini sattıktan sonra dükkandan çıkarken o durumda dahi bahşişini bırakması, sonrasında her zamanki neşesiyle selamını vermesi... filmin aklıma kazınan sahnesidir.

    ---
    spoiler ---


    (coneva - 5 Şubat 2012 16:32)

  • comment image

    siyah beyaz ve sessiz olması, buster keaton'ı, charlie chaplin'i ve fred astaire'i hatırlatması, jean dujardin'in oyunculuğu, 20'lerde çekildiği hissini vermesiyle gülümseyerek izlediğimve hala etkisinde olduğum muhteşem bir film. ayrıca uggie inanılmazdı.


    (kiesfell - 13 Şubat 2012 20:17)

  • comment image

    bu sene aday olan filmlerin çoğunu izledim. the artist'in en iyi film ve en iyi erkek oyuncu dallarında oscar kazanmasını yürekten diliyorum.

    --- spoiler ---

    finaliyle çok mutlu etti beni. müzikal komedi dönemine bağlanacağını hiç tahmin etmemiştim. fred astaire & ginger rogers, gene kelly ve nicelerine hayran olduğumdan george valentin'i onların dünyasında gördüğümde deli gibi sevindim.

    peppy'nin ceket sahnesi ise öylesine güzel ki... insanın zihnine kazınan cinsten.

    ---
    spoiler ---


    (nevrotik pollyanna - 19 Şubat 2012 18:01)

  • comment image

    siyah beyaz, sessiz bir müzikal filmi "siyah beyaz, sessiz ve müzikal bu film yeaa" diye eleştirecek ileri zeka seviyesine sahip insanları görmemizi sağlamış filmdir. emin olun yönetmen filmi çekerken bol diyaloglu, renkli bir macera filmi çekmek istemiş ama beceremeyince ortaya bu film çıkmıştır.


    (dusendeli - 24 Şubat 2012 10:37)

  • comment image

    yine kötülenecek bir entry ile karşınızdayım:

    10 oscar adaylığının her birini sırf, "3d sinema"nın popülerleşmeye başladığı bu dönemde, bu tarz bir film çekme cesaretine sahip olduğu için hak ediyor yapımcı kadrosu.

    "entel dantel" film seyircisi sayılmam, kendimi de holywood sinemasını yerin dibine sokacak kadar "elit" saymıyorum ancak bu filmdeki ince detayları görebilmek için entel, dahi veya sinema eleştirmeni olmaya gerek yok. hayatında blockbusterlar haricinde film izlememiş insanların beklentilerini karşılaması zor olsa da bu insanların gelip de "10 tane oscar adaylığını neresiye almış" diye ahkam kesmeleri, sektörden ekmek yiyen bir insan olmamama rağmen zoruma gitti.

    filmin kendisine dönecek olursak, herşeyden önce filmin sembolize ettiği şey, yani film endüstrisindeki o değişim önemli nokta burada. kadronun (köpek dahil) harika oyunculuğuna ise diyecek laf yok zaten. "tek kelime etmeden ne oyunculuğu yieaaa" diye ağız yapan arkadaşlara gidip 1930 öncesi holywood sinemasından bir kaç film izlemelerini öneririm. charlie chaplin diye bir adam vardı hiç duydunuz mu bilmem.

    edit: bir de bu filme müzikal diyenler olmuş. ya filmi izlemediniz ya da hayatınızda hiç müzikal izlemediniz. sessiz filmlerde müzik süreklidir ancak bu detay onları müzikal yapmaz.


    (silvalinionisis - 24 Şubat 2012 15:26)

  • comment image

    eski türk filmlerinin naifliği var bu filmde. sinemanın görsellikten öte, hikaye anlatma sanatı olduğunu yeniden hatırlattı pek çoğumuza. avrupa sinemasının bu yönünü seviyorum, hollywood'daki onca şafşatanın içinde sadeliğin ve tevazunun onurlandırılmasına da ayrıca sevindim.


    (basakkoz - 27 Şubat 2012 06:56)

  • comment image

    sinemanın ilk zamanlarını tıpkı o zamanlar gibi anlatan, siyah beyaz ve sessiz bir başyapıt. filmle ilgili herhangi bir fikriniz olmadan izliyorsanız başta bir yadırgıyorsunuz ama sonra film sizi alıp hollywood'un 1920'li yıllarına daha ses teknolojisinin sinemada devrim yapmadığı bir döneme götürüyor. sessiz sinemanın önde gelen aktörlerinden george valentin'in ses teknolojisinin sinemada yaptığı devrimle bir anda arka planda kalışını, onun sayesinde sinemaya adım atan ve şöhret basamaklarını şımarıkça tırmanmaya başlayan peppy miller'ın ilişkisini yer yer dramatik yer yer de eğlenceli bir şekilde izliyorsunuz. filmde çok az olan diyalogların tıpkı eskinin sessiz filmleri gibi siyah zemin üzerine düşen yazılarla verilmesi ve filmin saniyede 22 kare ile çekilmiş olması onu tam da olması gerektiği gibi kılıyor, değerini katlıyor. sesin olmadığı bir filmde oyunculukların çok üst düzey olması gerektiğini düşünmüş olmalı ki yönetmen, başrolleri mimiklerini çok iyi kullanmayı başaran iki oyuncuya teslim etmiş. jean dujardin ve berenice bejo arasındaki kimya olması gerektiğinden daha da iyi. özellikle jean dujardin o kadar döneme ait bir adama dönüşmüş ve o kadar rahat bir performans sunuyor ki izleyip etkilenmemek mümkün değil. bütün bir filmi konuşmadan mimikleriyle alıp götürüyor. böylece yılın en iyi erkek oyuncu performansını sergiliyor. filmdeki müzikler ve dujardin-bejo ikilisinin yaptığı danslar da harika. bu film aslında sinemanın çok eski dönemlerine duyulan özlemi, saygıyı anlatıyor. o dönemi bilmeyenlere o yılları anlatıyor. kısacası aldığı oscarlar veya ödüller tartışılabilir, herkes sevmeyebilir ama kesinlikle izlenmesi ve saygı duyulması gereken bir filmdir the artist. ha birde bu filmin bende çok özel bir yeri vardır orasıda bana kalsın tabi.


    (plagueis - 29 Şubat 2012 20:51)

  • comment image

    son yıllarda hiç uyumadan, bir kerede baştan sona izleyebildiğim film.
    sessiz ama heyecanlı. renksiz değil, siyah beyaz.

    --- spoiler ---

    öyle izledim ki filmi, kabus sahnesindeki o bardak şıngırtısı sandalye tıngırtısı beynimde çınladı, duyduğum rahatsızlıkan ötürü sesini kıstım filmin.

    ''-bang! ''sahnesiyle yüreğimin ağzıma gelmesi hakkında fazla konuşmak istemiyorum. evde tek başıma komik duruma düştüm zira.

    ''-i'm unhappy george.
    -- so are millions of us.'' sahnesini ise bir gün ilişkimi bitirirken kullanıcak olmam konusunda hiç kuşkum yok.

    ---
    spoiler ---

    kendi adıma, izlerken her şeyi duydum ben.
    bir de arabalara tek tek aşık oldum. o köpeğin de kafasını ısırırım!


    (antibezelye - 18 Mart 2012 23:29)

  • comment image

    --- spoiler ---

    bilindiği üzere asıl oğlan george valentin ısrarla sesli film çekmek istememektedir. film boyunca bunun sıradan bir muhafazakarlık ya da yeni olanı reddetme olarak izliyoruz. ancak en son sahnenin öncesinde valentin "kimse beni konuşurken izlemek istemez" dediği an film bambaşka bir boyuta taşınır. yoksa sesiyle ilgili bir engel mi vardır? sorunun yanıtını yönetmen en son sahnede verir. film beklendiği gibi sesli bir şekilde biter, bu hali ile sürpriz değildir ama ne zaman valentin "with pleasure" der ki işte o an şaşırtır izleyiciyi: aslında asıl oğlan fransız aksanı olan bir aktör olduğundan sesine güvenmemektedir. bu hali ile geçen yıl akademide en iyi film ödülüne layık görülen king's speech ile hoş bir benzerlik taşımaktadır.

    ---
    spoiler ---


    (kagittan kaplan - 27 Nisan 2012 14:06)

Yorum Kaynak Link : the artist