Süre                : 1 Saat 10 dakika
Çıkış Tarihi     : 17 Haziran 1945 Pazar, Yapım Yılı : 1945
Türü                : Döküman,Savaş
Ülke                : SSCB
Yapımcı          :  Tsentralnaya Studiya Dokumentalnikh Filmov (TsSDF)
Yönetmen       : Yuli Raizman (IMDB)(ekşi), Yelizaveta Svilova (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Dmitri Shostakovich (IMDB)(ekşi)

Berlin (~ Berlino) ' Filminin Konusu :
Berlin is a movie starring Leonid Khmara, Rudolf Boettger, and V.I. Chulkov. Over 40 Byelorussian and 1st Ukrainian Army cameramen contributed footage of this remarkable documentary of the fall of Berlin, including captured German...

Ödüller      :

Cannes Film Festivali:Award-Short Films


  • "bütün garlardan kovulan bir trenin; kavuşacağı, dinleneceği, mutluluktan ağlayacağı ve soluksuz bir uykudan bu defa yalnız uyanmayacağı şehir.."
  • "almanlara gore "turkiye'nin 4. buyuk sehri"dir."




Facebook Yorumları
  • comment image

    bir senemi, zamanımın çoğunu ev dışında geçirmek suretiyle gömdüğüm şehir. merkezinin karış karış her noktasını kah yürüyerek, kah s bahn- u bahn- tram- otobüs vasıtasıyla kepçelediğim kent. bu şehrin asla hayranı olmadım, ama nefret de etmedim. burada şehirle bağlantılı parçalarını ele alacak hayatımdan hep memnundum, ama asla "berlin aaabi, muhteşeeem" gibi bir hezeyanım olmadı. ama yine de. bilmiyorum, çok enteresan bir yerdir burası. düzen ve keşmekeş bir arada yaşar sanki.

    öncelikle göze çarpan bir biçimde yabancı nüfusunun göründüğü bir yerdir. şehir bir çiftlik gibidir bu bağlamda. 3.5 milyon nüfuslu şehirde 1 milyon civarı yabancı yaşıyor ve bu rakam, alman vatandaşı olan yabancı kökenlileri(dolayısıyla pek çok türk'ü de) içermiyor. bunları da katacak olursan 1.5 milyon civarı bir yabancı kökenli nüfusu var. her sezonda yüzbinlerle ölçülecek turistleri de kattığında hesaba, almanlar'dan da çok yabancıları görürsünüz belki de sağda solda, zira yabancı şehrin hayatının içindedir her an, yerlisi yabancısına göre nispeten daha evcildir, ortaya çok çıkmaz. yabancı konsantrasyonu anlamında da bir bolluk sözkonusu burda. mesela istanbul'da da belki 1 milyona yakın yabancı var toplasan ama öylesi büyük bir şehirde ortalıklarda görünen konsantre bir nüfus değil bu.

    berlin almanya'nın en fakir kentidir. avrupa'nın doğu blokunu hesaba katmazsan en ucuz başkentidir, hatta en ucuz kentlerinden de biridir. öyle bir durum vardır ki burda, sanki batı almanya üretir, berlin hepsini yer. münih belediye başkanının biri vakt-i zamanında bir laf etmiştir, "berlin ist arm(fakir)" diye, anında ayarı yemiştir berlin belediye başkanından "berlin ist arm(fakir), aber sexy(ama seksi)" diye... kentin dört bir yanı muntazaman inşaat halindedir. yok efendim ulaşım hatlarının rayları yenilenir, binalar yıkılır yapılır, yer yer böyle bir şantiye havası hakimdir.

    biraz başkent olmaktan, biraz 90'larda birleşme sonrası yeni bir şehir kimliği kazanmadan, bu kadar çok yabancının varlığı nedeniyle kazanılmış, alman deyimiyle multi kulti havadan, bunların da yanısıra, hep sanayi vb. alanlarda ön plana çıkmış almanya'nın dahilinde dünya çapında var olan çeşitli akımların pratikte vücut bulmuş olduğu yeni bir kültürel çekim alanı, kültür merkezi haline gelmiş olmasından dolayı, sokağında, metrosunda vesairesinde her çeşit tipe rastlamak mümkündür. şehrin göbeğinde ateş yakıp köpeklerini beslemek için dilenen yırtık pırtık punkçıdan, gangsta rapper kıyafetleri içinde yarı almanca-yarı türkçe konuşan 3. jenerasyon türk gencine, alternatif/cool yabancı gençlere, metroda markette kendi kendine söylenen ve sağa sola çatan veya gülen deliden, yüksek miktarda şehirde bulunan ve alenen piyasada olan gay-lezbiyen tiplemeden, akşam dönerci-birahane karışımı bir yerde birasını yudumlarken sigarasını yakan ve parasızlıktan şikayet ederek komünizmi öven eski doğu almanya vatandaşına kadar aklına gelebilecek her tür abuk sabuk veya son derece normal tip mevcuttur.

    bunların yanında hayat fazlasıyla bireyseldir. herkes kendi işinde gücündedir. sokağa cıbıl cıbıl de çıksan, eşofmanla da çıksan, taksan takıştırsan da kimsenin umrunda olmazsın. ancak bu bireysellik, kimsenin karışmaması, birbiriyle ilgilenmemesi anlamında özgürleştirici bir avantajken, bir yandan da insanların fazlasıyla kopuk kopuk yaşamasının bir sebebidir. bireysellik, şehrin bir felsefesi gibidir ve şehirdeki almanlar da gerçek anlamda böyledir, bu bakımdan berlin'in türkler'i de köln vb. şehirleri örnek gösterip oradaki almanların yabancılara daha bir insan muamelesi yaptığını belirtirler, ki bu belki de berlin'de ortalama bir almanın yabancıya artık doymuşluğu nedeniyle oluşmuş bir reaksiyon da olabilir.

    öğrenci şehridir berlin herşeyin yanısıra. gerçek berlin üniversitesi olan ve sonrasında doğu'nun sınırlarında kalan humboldt universitat zu berlin, ikinci harp ve bölünmeden sonra batı'nın üniversitesi olarak kurulan freie universitat(hür üni.) ve technische universitat(teknik üni.) ile her biri en az 40.000 civarı öğrenciye sahip üç devasa üniversite, artı bir sanat üniversitesi ve onlarca fachhochschule adı verilen ancak türkiye'den farklı olarak 4 yıllık üniversite gibi eğitim vermekte bağımsız yüksekokullar ve çeşitli akademiler ve dil kursları, özel eğitim kuruluşları bulunur. buna ek olarak özellikle şehir merkezinde genç nüfusun fazlalığı, yabancılar vb. faktörler de eklenince, entellektüel, kimi zaman bitik, kimi zaman fazlasıyla serseri, nadiren de derin görünebilen bir genç nüfus gözlemleyebilirsiniz). ek olarak şehirde her çeşidinden 100 küsür müze, onlarca tiyatro, opera binası veya açık hava gösteri alanı bulunur, ki şehrin kültürel kimliğini anlatmakta etkilidir.

    şehrin dört bir yanında sokak başı 1 restoran ve 1 bar düşer. pek çok şehirde görüldüğü üzere merkezi bir gezi veya eğlence alanı nadir olarak görülür. semt semt, sokak sokak dağılmıştır mekanlar. semtine göre değişiklik göstermekle beraber yer yer bazı caddeler ve meydanlarda hareket daha yoğun olsa da çok devasa ölçütlerde bir (örnek olarak)taksim bölgesi gibi herşeyin toplandığı bir yer yoktur. örneğin aynı bölgede hem alışveriş yapıp hem bira içmeye gitmen pek alışıldık birşey değildir.

    bunun yanısıra berlin hikayeler şehridir. artık varlığı sona ermiş bir takım şeylerin, yahut yıkılmış yok olmuş mekanların ve bunlarla ilişkilendirilen zamanların ve insanların hikayeleri yıllar geçip gitse de halen döner(ki daha da dönecektir) ve şehre bu ününü kazandırmıştır. artık göremezsin onları, ama hikayelerini duyarsın. berlin bu nedenle de bir turistik çekim merkezi haline gelmiştir. örneğin basit bir turistik mantıkla berlin'in toplam ömrü, gece hayatını ve müzeleri işin içine katmazsan bir tam gündür. ama hikayeler dostum. mazi. bu şehir acılıdır,gördüğünde acısını hissedersin ve de dostum, evet, mazi kalplerde bir yaredir. hikaye mi istersin. burda ondan çok var. prusya döneminin taze şehri, alman imparatorluğunun görkemli başkenti berlin. ikinci büyük savaşta darmadağın edilip üzerinden geçilmiş berlin. ikiye bölünmüş berlin. rejimlerin, mentalitelerin ve siyasi teorilerin aynı şehirde çatışması. duvar, berlin duvarı. birleşme ve duvarın yıkılışı. berlin'in yeniden inşası. yabancıların şehre doluşu. her safha ayrı bir hikayedir berlin'de, pratikte izlerini dahi görmediğin şeylere ait olsa da.

    berlin ulaşım ağından bahsetmek gerekirse...size şöyle bir link vereyim, herşeyi açıklayacaktır.
    bu ufaltılmış hali, büyüğünü görüp de kafanız karışmasın. http://farm1.static.flickr.com/…5740_3bc3702e62.jpg
    tabi bu hatların önemli bir kısmının temeli eskiye dayanıyor, bir kısmı hatta 19. yüzyıla kadar gidiyor. şehri dört bir yandan yaran hatlar bunlar. tramvay doğu almanya'nın doğu berlin'e armağanı, bir kısmı da birleşmeden sonra inşa edilmiş. merkez bölge bir yana, en uzak banliyölere kadar gidiyor. 10 civarı yeraltı metro hattı, 10 civarı yer üstü metro(s-bahn, ama bizim cadde tramvayına benzemiyor pek, o nedenle yer üstü metro hattı demek lazım, ve ayrıca şehrin merkez olarak adlandırılan bölgesinin etrafında dönen ring hat dahi var) hattı, bunun yanında 10-15 tramvay hattı, bunun yanında ekspres lokal trenler var ve de hatların ulaşmadığı yere de otobüs gidiyor. haftasonu herşey sınırsız çalışırken haftaiçi gece 1-4 arası bu hatlar kapanıyor, ama bazı tramlar gece de çalışıyor ve gece otobüsü sistemi de var.hasta herifler yapmışlar yani. yalnız hatlarda çok fazla inşaat, yenileme vb. nedenlerle çalışma oluyor, aylarca sürüyor ve bazen fıtık olabiliyorsunuz bir yere giderken size denk geldiyse.

    dünya üzerinde belki de iki ayrı rejim tarafından yönetilen ve zorla ayrılmış tek şehir burası. yavaş yavaş inşaatlarla farkı kapatmaya çalışsalar da doğu ve batı berlin arasındaki farkları, kontrastları yakalamak pek zor sayılmaz. en basitinden ampelmann var. batı'da trafik lambaları standart bizdeki ve diğer pek çok ülkedeki gibiyken, doğuda kafası şapkalı kolları ikiye açık ampul adamlı trafik ışıkları var.

    berlin ayrıca grafittinin de şüphesiz bir numaralı merkezi. gençler şehirde boş buldukları ne kadar bina, tünel, duvar varsa boyuyorlar. bununla da yetinmiyorlar metroları da boyuyorlar. spreyi alan grafittici oluyor. tabi ki kimi zaman(hatta sıklıkla) çok orijinal sanatsal çalışmalar ve anlamlı mesajlar çıkabiliyor(örneğin erich honecker ve mikhail gorbaçov'un dudak dudağa öpüştüğü meşhur grafitti gibi)

    bunun yanında adamlar şehrin afedersiniz pezevenkliğini de müthiş yapıyorlar. ampelmann olsun, berlin duvarı olsun, daha nice "hikaye" devasa hediyelik dükkanlarda alıcılarına sunulan çeşitli eşyaların malzemesi olmuş durumda. en bariz örnek kutular içinde veya kartpostalın kenarına iliştirilmiş şekilde, kimi zaman "sertifikalı" olarak satılan berlin duvarı taşları. bu orijinal duvar taşı muhabbetini yememek lazım, zira almanlar'ın da kabul ettiğine göre, bunlar inşaattan toplanıp boyanan taşlar, duvar taşları 10 sene kadar önce çoktan tükendi dostum.

    berlin, almanya'da solun da kalesidir. şehrin batısının banliyöleri dışında hiçbir şekilde sağa oy çıkmaz burdan. bu gerek şehrin mental yapısı, yaşam tarzı ve yaşayan kitlesi gereği(hem yerli---öğrenciler, merkezdeki genç nüfus ve doğu almanya'nın hala sola yatkın nüfusu ve hem de yabancı) bir sonucudur. sol parti(die linke), yeşiller(die grünen/bündnis 90) ve sosyal demokratlar'ın(spd) mekanıdır buraları.


    (turcopolis - 24 Mayıs 2009 20:55)

  • comment image

    eee yeter hadi amma bayık yaptın dediniz belki de çoktan. neyse, geldin di mi berlin'e ey yolcu. nereye gidelim, ne yiyelim içelim, ne vardır ki burda, nerde neyi görürüz, ya da gitmesek de görmesek de berlin bizim köyümüz kenarında köşesinde ne var bilelim diyorsun. hadi sana dev kıyak. mega ultra kupon yok. pegasus air ucuz uçuşa başladı, yarın atla gel, gelirken gördüğün entariyi de bas. pişman olmazsın.

    berlin'i bölge bölge incelemek lazım esasında ama, bu safhaya geçmeden önce günübirlik gelen yorgun yolcuya tipik turistik rotayı aktarmak lazım gelir. berlin'e geldin dostum, ama zamanın kısıtlı mı. napıyorsun, çıkıyorsun yola öğleye doğru. sabahtan demiyorum, geceyi berlin'de geçirdiysen mutlaka akşamdan kalmasındır yahut kaldığın yere dönüşün 5'i 6'yı bulmuştur. walking tour denen bir müessese var, beleşe katılıyor, en son bahşişini veriyorsun gidiyorsun, onları deneyebilirsin aslında, ama yok dedin ben kendim takılırım, walking tour'da olmayan, sözlükteki has adamımın tavsiyelerini dinlerim diyorsun.

    öncelikle bir uyarayım. bir sürü bina göreceksin ve bunların turistik olanları çok eski, güzel ve estetik görünebiliyorlar. ama bazısında da gerçekten hiçbir numara yok, ismi olsa da. ama dostum, asla unutma ki,bu binaların en yaşlısı genelde 50 yaşında, harpte yıkıldıktan sonra orijinaline sadık biçimde yeniden yapma yani. yok ama şimdi çok da hakkını yemeyelim, hepsi öyle değil, aralarında harpte kısmen tarumar olduktan sonra kapsamlı restorasyona uğramışları da var. şehir ikinci dünya savaşı'nda bilmem kaç yüz sorti müttefik hava kuvvetlerince ağır bombardımana uğradı. esas yıkım bombardıman sonucu yaşanırken(savaşta şehrin merkezinin takriben yüzde 70'inin yıkıldığı söylenir), bir de üzerinden karadan gelen sovyetler geçti. sonra da yetmedi ikiye kestiler, arasından da duvar geçirdiler.

    bunun yanısıra, berlin klasik bağlamda bakıldığında "turistik" anlamda diğer büyük başkentlere kıyasla çok fazla değere sahip olan bir şehir değil. neyin turistik olduğu turistine göre çok değişir ama genel olarak algılandığı manada turizmi biraz yorularak bir günde icra(gıda/alışveriş/gece yaşamı/farklı değişik noktaları görme gibi spesifik alanları dışarıda bırakarak) edebilirsiniz.

    klasik tur

    iniyorsun alexanderplatz'da trenden. alex de derler. bana neresi diye sorarsan ayıp edersin. adını rus çarı alexander'dan almış olan bu meydan(niye almış diye sorma hemen bi dur, tamam işte zamanında ziyaret etmiş çar efendi burayı, onuruna da meydana adını vermişler), bütün yolların çıktığı bir roma'dır berlin'de adeta. üzerinden 3 yeraltı metrosu, 4 yerüstü metrosu,3 tramvay ve bir o kadar da otobüsün geçtiği bu meydana ulaşamayan gidip acilen iq testi yaptırmalıdır. neyse dur şimdi, indin değil mi. orada bir dönerci var istasyonda, güzel tavuk döner yapar, onu ye sonra tekrar kaldığın yere dön... yok tabi ki bu değil, döneri yemesen de olur, dönercinin olduğu çıkıştan çık. hemen solunda dünya saati'ni göreceksin. bir özelliği yok, tribi var, dünyanın hangi şehrinde saat kaç onu görüyorsun, hesap o hesap.

    alışveriş mi istedi canın? ordan yürüyüp doğu yönüne doğru caddenin karşısına geçersen, berlin'in en büyük alışveriş merkezi alexa var. şimdi meydana doğru dönelim. orda daha önceden de şehrin çeşitli yerlerinden görmüş olduğun böyle beyaz temelli, kırmızı antenli 300 küsür metrelik devasa bir kule var. bu fernsehturm, yani televizyon kulesi. 80'lerde doğu almanya'nın inşaata koyulduğu bir tesis olmakla beraber, berlin'in sembolüdür. çirkin falan derler de, fena görünmez hani, şehrin dört bir yanından farkedersin, doğudaki bulvarlarda arabayla batı yönüne giderken hele iyidir görüntü. bir de oryantasyon için fena halde faydalıdır, şehir pusulası gibidir yani. tepesine çıkabilirsin 10 euro kadar bir ücret karşılığı. ama sonbahar ve kış aylarında sakın aklından bile geçirme. bu mevsimlerde şehir gri bir sis ve pus dalgası içinde olduğu için muntazaman, bu hareketin hiçbir anlamı olmaz. evet, şehrin en önemli meydanındasınız. ben de ilk başta buraya inmiştim. havaalanından gelen otobüsten indiğimde görüntü tam bir hayal kırıklığıydı benim için. beklentilerim büyüktü biraz herhalde. neyse, anısal saçmalamaları geçmek lazım, yeterince verdik. fernsehturm'un yanından ilerliyorsun batı yönüne doğru. hemen önünde kırmızı bir bina var. orası berliner rathaus, yani berlin belediye binasıdır. ordan dümdüz devam edersen orada nikolaiviertel'e varırsın. çifte damlı kilise nikolaikirche ve bilimum turistik dükkan ve lokanta/birahane burda bulunur, şirin bir alandır. arka tarafında bugün şehir müzesi olarak kullanılan kubbeli yapı ephraimpalais'i göreceksin. neyse, nikolaiviertel'e gittin döndün veya o yola sapmadın, kule ile belediye arasında orda biraz genişçe bir alan göreceksin. haftasonu akşamları berlin'in "çok çılgın(!)" rok-punk-gotik gençliği burda toplanıp hasbihal ederler.arada sular akar aşağıya doğru kenarındaki havuzdan. esas havuz o değil ama. az ileride neptunbrunnen adlı, başta deniz tanrısı neptün olmak üzere çeşitli roma mitoloji figürleriyle süslü bir havuz göreceksin, meşhur olan havuz budur. ordaki çıplak heykelin üzerine oturup fotoğraf çektir. her turist yapar, senin ne eksiğin var ki. havuzun yanında bir kilise vardır, o da marienkirche'dir. içi de her tipik alman kilisesi gibi gotik stilde yapılmıştır. havuzun hizasından düz yürümeye devam ettiğinizde marx-engels forum olarak adlandırılan ve karl marxve friedrich engels dayıların yanyana büyük bir heykelini barındıran parkı göreceksiniz.burdan sonra artık anayol olan karl liebknecht caddesine çıkabilirsin ey yolcu. çıktın ya, hemen sola döndün ve hemen orda bir nehir. o da nesi, spree...bu şehrin dört bir yanında dolanan yegane nehirdir. üzerinde bot turları yapılır. hemen o an bulunduğun yerin ordan kalkar bu tur botları. nehrin üzerinde çeşitli eski görünümlü köprüler görmen muhtemeldir. karşında schlossplatz olarak adlandırılan boş bir inşaat alanı göreceksin. niye boş? belediye başkanı ordaki tarihi eseri özel izinle yıktırmış oraya şimdi apartman alışveriş merkezi kompleksi tipinde gökdelen dikiyorlar. şaka lan şaka, haha inandın bir an değil mi? burası eski alman kraliyet sarayının yeridir. savaşta ağır zarar gördükten sonra doğu almanya tarafından onarılmak yerine yıkılması tercih edilmiştir ve buraya palast der republik, yani cumhuriyet sarayı olarak adlandırılan, doğu alman parlamentosu ve bunun yanısıra büyük bir kültür ve gösteri merkezi olarak işlev görmüş ve devrin doğu almanya halkında güzel hatıralar bırakmış bir bina yapılmıştır. neyse efendim, almanya birleştikten sonra malumunuz, komünist sembolleri yok etme prosedürü dahilinde bundestag'daki arkadaşlar bu binanın yıkılması ve eski kraliyet sarayının tekrar inşası yönünde bir karar aldılar ve bahane olarak da eski binanın dibinde asbest bulunmasını kullanarak bu işi gerçekleştirdiler. binanın tam yıkımı bu sene bitti ve de sarayın inşaatı halen sürüyor.bu arada, eksik kalmasın, merak uyanmasın, boş alanın yanındaki eski görünümlü bina ise bölge kütüphanesidir.

    o noktada tam yolun karşısına geçersen, doğu alman müzesi olan ddr museum var, oralarda bilimum komünizm dönemi ürünü şapka, rozet vs. satılır. hemen sol tarafında da gördüğün görkemli katedral de, şehrin en büyüğü olan berliner dom'dur, hoş katedraldir vesselam. 3 euro karşılığı içini gezebilirsin. o nehrin kenarındaki yolu dümdüz takip edersen sağlı sollu barlardan birine oturabilirsin, veya oturmadan direkt olarak hackescher markt'a gidebilirsin. yine orada dom aquaree diye meşhur bir akvaryum da bulunur, 20 euro para bayılırsanız görürsünüz. hackescher markt ise gece gündüz renkli olan bir bölgedir. ama senin klasik turda o kadar uzağa gitmene gerek olmamakla birlikte, bu bölgenin spesifik özelliklerine sonra değineceğiz. o karşıya geçişi gerçekleştirdikten sonra(unutmayalım karl-liebknecht caddesi'nden karşıya geçmiştin) gördüğün ilk köprüden sola nehrin karşı tarafına geçersen, museuminsel olarak adlandırılan, spree'nin iki kolu arasında bir ada olan müze adasına varacaksın. bir heykel müzesi ve güzel bir kubbeli bina olan bodemuseum, içinde antik mısır vb. arkeolojik eserleri barındıran altes museum, şu ara halen restore edilen neues museum ve alte nationalgallerie(resimlerin bulunduğu eski ulusal galeri) ve pergamonmuseum(bergama müzesi)'ni göreceksin. bunların arasında kesinlikle ziyarete değer olan en önemlisi bergama müzesi'dir. ishtar kapısı'nı, zeus tapınağı'nı ve türkiye'den çalıntı binbir eseri içinde barındırır. bu arada perşembe günleri 6-10 arası halk günüdür. tüm devlet müzelerine beleş girilir. müze adasının tam yanındaki bir apartmanda da günün her saati bir grup polisi göreceksiniz. orası pek muhterem alaman şansölyesi hazreti angela merkel hanımefendinin yaşadığı yerdir. kocası üniversitede profesördür ve de kendisi de şansölyelik evine taşınmayıp burda oturmaya devam etmektedir. antik yunan binası görünümlü altes museum'un önünde ise yeşillik, insanların yayıldığı, havuzlu falan lustgarten(şevk bahçesi gibi kompleks bir isimle çevrilebilir) adlı bir bahçe görürsünüz. şimdi bitirdin ya müze adasını, orda hemen tabelasını gördüğün hinter dem giesshaus adlı sokaktan girip unter den linden(ihlamurlar altında, evet ne romantik) adı verilen şehrin 1 numaralı merkez caddesine çıkacaksın. çıkmaya yakın solundaki beyaz bina maxim gorki tiyatrosu'dur.caddeye çıktın şimdi, hemen solundaki pembe binada alman tarih müzesi bulunur. sağında ise neue wache denilen, eski alman kraliyet muhafızlarının mekanı olan bina bulunur. günümüzde içinde meçhul asker tarzı bir heykel bulunur, tavanı açıktır, güya kar yağınca,yapraklar uçuşunca oraya düşer. sağa sapıp unter den linden boyunca devam etmek lazım gelir. hemen orada humboldt üniversitat zu berlin ana binası çıkar karşınıza. h şeklinde bir bina olmakla beraber içine giriş çıkış serbesttir, ve girer girmez orda karl marx'tan alıntı bir sözü duvarda görürsünüz. bu binanın yan tarafında ise büyükçe bir devlet kütüphanesi bulunur. hemen karşısında bebelplatz bulunur. o noktada karşıya geçeceksin. yolun ortasında durup unter den linden'e ve ıhlamurlara bir göz atacaksın. bir de friedrich der grösse, büyük friedrich'in heykeli bulunur. bebelplatz denen komplekse geldiğinde sağda humboldt'ün hukuk fakültesini, solda devlet opera binasını, sol üst çaprazda ise şehrin ilk katolik kilisesi olan st.hedwig kilisesini görürsün. meydanın ortasında ise en vurucu ironi örneklerinden birisi vardır. turistlerin toplanıp grup halinde yere bakmalarından anlayacaksın. cam bir bölmenin altında, yerin altında bir grup boş raf bulunur. 1933'te naziler'ce bu meydanda hemen yandaki fakülte binasından alınan yahudi veya sosyalist yazarlara ait 20.000 kitap yakılmıştır. bu boş raflar ise tam 20.000 kitabı alacak şekilde dizayn edilmiştir...

    bebelplatz'ı da bitirdin, meydanın en ucundan sağdan markgrafen caddesinden girip düz gittiğinde berlin'in en eski bölgelerinden olan gendarmenmarkt'a çıkarsın.burda benzer görünümlü, biri alman, biri fransız kilisesi olan karşılıklı iki kilise mevcuttur. fransız kilisesi esas olarak fransa'dan dini nedenlerle kaçıp berlin'de kabul edilen ve şehre de katkısı olmuş olan zanaatkar huguenotlar tarafından inşa edilmiştir. ortalarında ise büyük bir tiyatro binası bulunur. fransız kilisenin yanından franzözische strasse'yi takip edince friedrichstrasse olarak bilinen berlin'i göbekten kesen dev caddeye çıkarsın. bu bölgede bir dolu alışveriş alanı, pahalı restoranı, markası bilmemnesi bulunur. burdan sola dönüp dümdüz gidildiğinde soğuk savaş devrinde şehrin merkezinde bulunan ve doğu-batı arası tek geçiş kapısı olan checkpoint charlie'ye gidilebilir, sağa dönüldüğünde ise unter den linden'e geri çıkarsın. unter den linden'e çıkacak olursan yapacağın caddenin sonunda bulunan brandenburger tor, yani brandenburg kapısına yürümektir. berlin'in 1 numaralı sembolüdür bu da. yol üstünde sağlı sollu ingiliz, amerikan, rus, fransız büyükelçiliklerini ve bunun yanısıra meşhurların oteli olarak anılan, michael jackson'un bebeğini balkondan gösterdiği meşhur adlon oteli'ni ve sanat akademisi'ni bulacaksınız. brandenburg kapısı'na geldiniz. burası bir zafer takı edasında görünse de aslında zamanında şehrin 14 giriş kapısından biri olarak inşa edilmiştir ve zamanla(hayır savaş nedeniyle değil) diğer kapılar ortadan kalkarken bir tek bu kalmıştır. tepesinde alman arması aromalı mahşerin dört atlısı, kolonlarının arasında da çeşitli kabartmalar durur. buraya geldiğinizde hemen sağa dönüldüğünde bundestag veya eski adıyla reichstag olan alman parlamentosu bulunmaktadır. orijinal yeri burasıdır. hitler döneminde yakılmakla beraber, bina her ne kadar eski görünse de henüz 10 sene kadar önce inşa edilmiştir. tepesindeki kubbeye çıkılabilir. üzerinde "dem deutschen völke", yani "alman halkları'na" yazar. iyidir hoştur. çevrede büyükçe gördüğünüz gri modern binalar ise parlamento ek binaları ve şansölyelik binalarıdır. brandenburg kapısının ordan dümdüz bakıldığında burası tiergarten adı verilen şehrin göbeğindeki devasa parktır. 50'lerde batı berlin'in izolasyona mahkum edildiği dönemde insanlar yakıtsızlıktan buradaki ağaçları kesip yakıyorlardı ve 50'lerin sonunda burada tek bir ağaç kalmamıştı. neyse bu bölgeye sonra tekrar değineceğiz.

    unter den linden yönünden gelip brandenburg kapısı'ndan geçip sola dönüp dümdüz yürüdüğünüzde holocaust anıtı yer alır. burası bir dolu koyu gri mezar taşı görünümlü taş yapının sıralı durduğu bir anıttır. içinden geçerken tümsekler yokuşlar ve inişler bulunur(hani dışarıdan çok hissedilmiyor ama esas içine girince dışarısını göremeyecek, yitip gidecek kadar kötü bir durum sözkonusu demenin bir başka yolu). turistler genelde burda depresif tarz pozlar verip sonra internet ortamında profil resimleri olarak kullanırlar, ya da taşların tepesine otururlar. neyse efendim, mimarına sormuşlar bunlar mezar taşlarını mı temsil ediyor diye(görünüm olarak öyle), adam da diyor ki, neyi düşünmek istiyorsanız odur. bu cevap karşısında ben kitlendim, çok düşündüm. soda içtim, gene geçmedi, artık pek düşünmüyorum. anıtın içinde yokuşlar ve meyiller olmasından yola çıkarak atılan bir iddia da dışarıdan bakıldığında çok trajik görünmeyen bu olayın esasen içeri girildiğinde nasıl da içinden çıkılamadığının betimlendiğidir. bu arada, anıtın hemen güneybatı yönüne doğru bir grup kısa apartman bloku göreceksiniz. bunlar zamanında doğu alman elitlerinin oturduğu bloklar olmakla beraber hitler'in bunkerları burda bulunmaktadır. bunkerların bir girişi yoktur, çoktan birbirine katılmıştır da patlatılıp ve sadece bir tabela vardır bunkerların yerini işaret eden, başka da birşey yoktur.
    anıttan dümdüz devam ettiğinizde potsdamer platz'a varırsınız. buraya da ileride değineceğim.

    ama dostum, eğer bunları yaptıysan tipik sade kısa berlin turunu bitirmişsindir. geri kalan gezilmeye değecek yerler senin ilgi alanlarına göre değişir ve teferruattır. şimdi bölge bölge berlin'i irdelemeye başlayalım. neşteri ver evladım giriyorum ben.

    potsdamer platz havzası

    potsdamer platz olarak adlandırılan mekan eski berlin'in en hareketli yeridir. 20. yüzyılın başlarında ve hatta 1920'lerde burada çılgın bir parlak dönem yaşanmış ve berlin weimar cumhuriyeti'nin parlayan yıldızı olarak bu meydanda şovunu dünyaya yapmıştır. oteller, kafeler, alışveriş dükkanları, zevk-ü sefa vs..gel gör ki, bombardımanlar, sonra bir de kızılordu, üstüne bir de duvar bu meydanın üzerinden ve hatta ortasından geçmiş ve 1950'lerle beraber bu meydan insansız bir alana(bkz: no man's land) ve de kuzu otlağına dönüşmüştür. velhasıl birleşmeyle beraber büyük bir inşa çalışması başlamıştır ve berlin de gökdelenlerin baş döndürücü dünyasına deutsche bahn gökdeleni, bilimum otel ve 30 kat üstü bina ve meydanda modern dizaynıyla,kafeleriyle, sinemasıyla, müzeleriyle bir sosyal yaşam alanı haline gelen sony center il 21. yüzyılın başında girmiştir. meydanın ortasında kenarlarına milyon tane sakız yapıştırılmış beş duvar parçası vardır. turistler fotoğraf çektirir. bir de onun önünde 100 tane dili konuşan ve doğu alman vizesi dağıtan adam bulunur.

    bu havzanın yakınlarında 300 metre kadar ötede sırt sırta dayanmış olan alman senatosu( bundesrat), eyalet parlamentosu da bulunur. üzerinde kaplamalı logolarla sahip kahverengi estetik sergi binası martin gropius bau ve de bunun hemen yanında 'topographie des terrors adlı, yanında gerçek duvar parçaları bulunan(sanki dondurma satıyoruz ya) nazi dönemindeki halini yansıtan alan bulunur. bunun hemen karşısında wilhelmstrasse üzerinde alman finans bakanlığı vardır. dev bir binadır ve şehirde geniş avlulu, devasa hatlara sahip nazi mimarisini yansıtan nadir eserlerdendir. bura luftwaffe bakanlığı olarak kurulmakla beraber sonrasında doğu alman bakanlıklar binası olmuş ve en son bugünkü halini almıştır. binanın yan tarafında doğu alman döneminde yapılmış ve sosyalist hayatın güzelliklerini sergileyen bir resim bulunmaktadır. bu resmin önüne aynı boyutlarda büyütülmüş, 1950'lerde bir protestodan alınmış mutsuz doğu alman insanlarını gösteren bir resim yere cam altına konulmuştur, ki alman ironi anlayışını başarıyla yansıtır. ha eğer bir de balon turu isterseniz die welt dergisinin balonu da oradadır.

    hemen yürüyüş mesafesinde, friedrichstrasse'nin sonlarına doğru, yukarıda checkpoint charlie dediğinin ismi de burayı terk eden son amerikan askerinin isminin charlie olmasından ileri geliyor. haha, yine yediniz değil mi, hayır tabi ki, nato kodlamasında c harfi charlie olarak geçtiğinden mütevellit adı budur(berlin'in genelinde birkaç tane kapı vardı ve merkezdeki de bu 3. sırada charlie koduna sahip kapıydı), ama gidildiğinde beyaz bir kulübeyle beraber kapıyı terkeden son askerlerin resimlerini görürsünüz. görüntüde birşey yok ama biliyorsun dostum, burası hikayeler şehri..bir de etrafındaki duvarlarda soğuk savaş devrinin hikayesini anlatan posterler vardır. son olarak da ingilizce/amerikanca-fransızca-rusça ve almanca dillerinde "şimdi amerikan bölgesini terk ediyorsunuz" mealinde otantik bir fonta sahip bir yazı vardır. metal plakasını falan alıp bir kenarda bulundurmak gerekir.

    bunun yanında bir de demin bahsetmiş olduğumuz, müze adasının yanındaki hackescher markt bölgesinden bahsetmek farzdır. akşama doğru kırmızı ışıklarını yakan bir dolu kafe tarihi görünümlü metro istasyonunun yanında endam eder. ek olarak meydanında sürekli birileri çok çeşitli enstrümalarla canlı müzik yapar. etrafında kafeler kulüpler dükkanlar bulunur ve hemen kenarından oranienburger strasse denen gece yaşamının hızlı noktasına çıkar. bu caddenin klasiği olan fahişeler daha hackescher markt'tan sokakta dizilmeye başlarlar. gece yaşamından bahsederken bu noktaya tekrar değineceğiz. hackescher markt'ta çok hoş bir kafe olan cafe cinema bulunur. akşamları ise metro istasyonunun nehre doğru uzanan kesminde bulunan bir grup bardan biri olan "verkehrs beruhigte ostzone" adı verilen ve sadece doğu almanya'ya ve komünist döneme ait olan materyalleri, eşyaları, sokak tabelaları, gazete küpürleri ve bilimum aleti içinde bulunduran bara girip berlin'e özel şuruplu bir bira olan berliner weisse içmek şarttır. bunun yanında meydanda die hackeschen höfen olarak adlandırılan pasajımsı bir yapı vardır. içinde variete adlı şovları gerçekleştiren tiyatromsu organizasyonlar bulunur. bir dolu da dükkan ve yazları açık hava servis yapan kafeler vardır. çok tatlı bir hissiyat veren bu pasaja girmek farzdır.

    mitte denen merkez bölgesi genel olarak bundan ibarettir. arkası yarın, takipçimiz olunuz.


    (turcopolis - 24 Mayıs 2009 20:56)

  • comment image

    sevgili berlin dostları. sağ olunuz, var olunuz. biz yazdık, sizler de okudunuz, mesajlarınızı esirgemediniz. üzerinde emek harcanmış yarı seyahatname, yarı tur rehberi, az birşey lirik, didaktik, satirik düzlemlerde bir deneme, komedya ve otobiyografi soslu yazıların onlarca kişi tarafından beğenilmesi, güzel günlerde kullanılmış olması, aktif veya pasif olarak takip edilmiş olması benleri(*) de ziyadesiyle memnun etti.

    almanya'nın berlin'i, bir daha gelirsem sevsinler beni şeklinde bir tavrım var bu şehre karşı. aylardan kasıma geldik nerdeyse. ben de bu aylarda çok soğuğunu yedim bu şehrin. aralıkta bir ucuz easyjet bileti denk getirip de akdeniz alanına tekrardan kendimi atıp berlin tipisinden, 25 derece daha sıcak güneşli diyarlara erişmeden önce perişan olduğum bir kasım ayıydı, ve yağmur çamur demeden bu şehri kimi zaman romantik bir prens edasıyla bir başıma, kimi zaman da 72.5 milletten türlü dostlarımla arşınlamaktaydım. daha almanlar bir oturma iznini dahi çok görmüşlerdi.

    bak gene otobiyografiye çok kaydık. kardeşim veriyonuz gazı, güzel olmuş vay devam et kardaşım diye. biz de yiyoz, başlıyoz anlatmaya, nerden girdiğimizi ne yapacağımızı şaşırıyoz. bak yazın türkçe'm de kaydı. iyice dağılmadan temel konuya geçelim.

    arkası yarın demiştik değil mi. yavaş yavaş geliyoruz dostum. bizde yalan yok.

    şimdi nereyi anlatacağız biliyor musun ey yolcu? şimdi anlatacağım yer, bilmeden gelip bastığın bu toprak, bir devrin battığı yerdir ey yolcu. hamaset falan değil. duvarlar buralarda dikildi, ve yine buralarda yıkıldı.

    friedrichshain (1. sezon)

    evet, şimdi elinde bir berlin şehir haritası var. o haritanın göbeğinde merkez vardır. doğusunda da birkaç adet bölge göreceksin böyle tuhaf alman isimlere sahip. işte tam ortanın sağında duran o bölge var ya, işte o bölge friedrichshain'dır. ya da haritan yok, çok da önemli değil. fernsehturm adlı evvelden de teferruatlıca bahsettiğimiz tv kulesine bakıyorsun. hah işte ona göre yönünü belirliyorsun. kule batı yönünde kalıyorsa ve eğer berlin'in bir bölgesinde kuleyi çok çok net görüyorsan, orası friedrichshain'dır, zira iniş çıkış yükselti, gökdelen tepedelen falan yoktur burda, ondan tabak gibi ortaya çıkar kule.

    önce yer ve ulaşım. detaylara girmeden önce, nerde olduğumuzu ya da nasıl gideceğimizi bilmemiz lazım değil mi. friedrichshain bölgesinin sınırlarının 3 ana arterle kesilmiş olmasından da yola çıkarak, 5 alt bölgeye ayırmak mümkündür. böyle resmi bir ayrım yok da, ben ayırdım oldu yani, var mı?

    kuzey - batı - güney- orta - doğu sırasıyla :
    1- kuzey friedrichshain (landsberger allee bölgesi) 2- batı friedrichshain (ostbahnhofve karl marx allee havzası) 3- sahil (spree kenarı) 4- gerçek friedrichshain (warschauer strasse- frankfurter allee havzası) 5- ostkreuz

    friedrichshain ve ulaşım dedin mi de, akla ilk gelen u5'tir. alexanderplatz'dan başlayıp friedrichshain'ı göbekten yararak doğuya gider bu kahverengi metro hattı.en eski hatlarındandır berlin'in. bunun dışında şehri tümden göbekten yaran s-bahn ostbahnhof, warschauer strasse ve ostkreuz'da friedrichshain'dan geçer. yeşil u1 hattı ise friedrichshain'ı kreuzberg'e bağlar. bunun yanısıra, friedrichshain'ı prenzlauer berg'e bağlayan ve gece hayatının uğrak noktalarında durması nedeniyle party tram adını alan m10 ve friedrichshain sokaklarından geçerek bir tarafta alexanderplatz'a, öteki yönde de doğudaki banliyölere uzanan bir takım başka hatlar da bulunur.

    friedrichshain'ın temel ve karakteristik güzelliklerinden ikisi parkları ve evleridir. kişi başına maksimum miktarda yeşil alan düşen bir şehir alanıdır burası. güzel parklarında berlin sakinleri kah bira içer, kah köpek dolaştırır, kah da işerler. evler de böyle bir şekil şekildir. bir de publar, barlar ve kulüplerden oluşan gece geç saatlere doğru başlayıp sabahın ışıkları iyice gözünüzü alana kadar süren uzun ve renkli gece hayatı var tabi bu bölgenin. tüm bu evlere, parklara, gecelere bilahare teferruatlı değineceğiz.

    şimdi yine bölüm bölüm anlatmaya başlayalım. böl ve yönet hesabı, kapito?

    1 - kuzey friedrichshain (landsberger allee bölgesi)

    vallaha baştan söyleyeyim, burayı toptan çöpe at birader. berlin'in ring adı verilen ve şehiriçini sarmalayan tren hattı dahilinde şehiriçinde kalan bir bölge olmakla beraber, doğuda en ufak bir halta yaramayan bölgelerdendir. hani gidilecek mekan adı dahi vermem sana öyle söyleyeyim. bir tek bi halısaha falan var, bi de evler, dönerciler falan. öyle ortalama, öyle kıytırık bir bölge yani, daha ziyade konut kaplı. neyse, yiğidi öldürdük hakkını da verelim. volkspark friedrichshain adlı büyükçe bir park vardır bu kuzey yöresinde. böyle ağaçlı çimenli bir yeşil alan, havuzlar, ufak anıtlar/heykelcikler, piknik yapan, çimlerde yayılıp bira içen insanlar yani özet olarak, eğer uzun süreli berlin'deyseniz bir haftasonu uğrarsınız, zaten gençler çeşitli organizasyonlarda çağırırlar sizi. bunun dışında şehrin ta doğu banliyölerine doğru uzanan landsberger allee'de tramvay bekleme çilesi nedeniyle uzun zamanlar geçirmiş olmakla beraber, sizi temin ederim ki, burada görüp görebileceğiniz en enteresan şey, geceleri döner bistrolarda bira içen ve doğu almanya, sosyalizm muhabbetine girebileceğiniz, son meteliklerini biraya harcayan, kafaları 10 numara alman abilerdir. boyuna "doğu iyiydi be", "o zaman hiç değilse ekmeğimiz vardı, hani şimdi ne iş ne aş" muhabbeti yaparlar. aslında doğu alman komünizmine her ne kadar muhalif olunmuşsa ve bu da en nihayetinde sovyet tipi bir komünist rejimi aşamamış olsa da, doğu almanların azımsanamayacak bir kısmı ddr'yi hala severler, ve güzelliklerle anarlar, hiç değilse "fena da değildi be abi; o zaman da iyiydik yani" derler; yeni sisteme ve rejime ayak uyduramamış önemli bir insan kitlesi halen mevcuttur. anlarsınız ki aslında ddr, batı ve hatta daha da önemli ölçüde şimdiki alman devleti tarafından propagandize edildiği ölçüde bir şeytan devlet değildir.

    2- batı friedrichshain(ostbahnhof ve karl marx allee havzası)

    friedrichshain'ın mitte ile dirsek temasına girdiği yerlerdir bu bölgeler.

    ostbahnhof havzası

    ostbahnhof dediğimiz yer, berlin'in doğudaki ana istasyonu. polonya vs. yerlere giden trenler burdan kalkar. tipik bir alman tren istasyonundan farkı yoktur. hemen 300 metre aşağısı nehir kıyısıdır, ki bu bab'a sahil olarak bahsedeceğim kısımda geleceğim. ostbahnhof çevresinin olayı gece hayatıdır. paris komünü'nün 100. yılının anısına ad verilmiş strasse der pariser kommune bulunur hemen istasyonun yanında.

    friedrichshain dedin mi gece hayatı demiştik ya, işte tam orda istasyonun karşısında fritz adlı öğrenci dostu, pek çok ortalama ünlü kaliteli müzik grubunun da konser verdiği güzel kulüp bulunur. aynı caddede berlin'in en ünlü kulübü, dünyada elektronik müzik kulüpleri arasında hep ilk 3 arasında sayılan, eski bir elektrik santralinden bozma devasa tavanlı berghain bulunur( *), aynı binadaki panorama bar ile beraber. berghain'da gay popülasyonu yüksek olmakla beraber, içinde neyin döndüğü belli olmayan karanlık odaları falan olan sapkın bir mekandır, elektronik müziğin en kral dj'leri buraya gelir hep, ama "bu tip şeyler delikanlıyı bozar" diyecekseniz, irrite oluyorsanız gitmeyiniz. zaten gitseniz de alma ihtimalleri yüzde 5. nice cevval gençler, efendi efendi damlarıyla, 10 kişilik kızlı erkekli suit up gruplarıyla gidip kapılarda 1.5 saat kuyruk bekleyip süründükten sonra yaka paça evlerine döndüler. berghain'a gidilecekse en ideal kombinasyon kol kola iki erkek ve olabildiğince saçma sapan giyinmektir dostlar, zira düz adam veya smart casual giyimli efendi adamları asla almıyorlar. bu adamlar da böyle bir trip oturtmuşlar işte.

    karl marx allee havzası

    alexanderplatz'dan friedrichshain'a geçişi sağlayan bulvar, karl marx allee'dir. ismi almanya'nın birleşmesiyle değişmemiş ender bulvarlardandır. marx'ı sahiplenir almanlar anlayacağın. ruslar'ın veya bir başkasının sosyalisti umrunda olmaz ama kendi sosyalistini de karl liebknecht'i olsun, rosa luxemburg'u olsun, friedrich engels'i olsun, öylesine bağrına basar. karl marx allee, alex'ten dümdüz doğuya ilerledin mi gireceğin bulvardır. friedrichshain'a girdiğini bu bulvara girip 3-5 dakika yürüdükten sonra mimarideki değişimden anlarsın. işte tam o saat, o vakit, o dem, friedrichshain'ı karl marx allee ve ardılı frankfurter allee bulvarları boyunca kaplayan doğu alman tipi komünist dönem mimarisiyle tanışacaksın. krem/açık kahverengi/saman sarısı arasında karman çorman renklere sahip, stalinist döneme ait tekil fayanslı, dikdörtgen pencereli güzel ön cephelere sahip, sütunlu ve görkemli girişleriyle dikkat çeken, yüz metrelerce uzanan ve her biri 5-6 katlı devasa apartman bloklarıdır bunlar, ama ortalama komünist rejim apartmanlarına kıyasla son derece estetik ve güzeldir. bir detayı da es geçmemek gerekir; bu bölgedeki apartman blokları yapılanması, ilk olarak 1920'lerde weimar cumhuriyeti döneminde başlamakla birlikte, bu binaların bir kısmı savaştı, zamandı derken yok olmuş, değişime uğramıştır, ancak bu komünist dönem binaları arasında alman neo-klasik mimarisinin izlerini görmek mümkündür, zira bu blokların bir kısmı 20'lerdeki temellerinin veya kalıntılarının üzerine, o stile son derece benzer bir tarzda inşa edilmiştir, ki anca profesyonelleri ayırıyor hangisi 20'lerden, hangisi 50'lerden.. velhasıl, bu merkeze yakın ve güzel bölgede nispeten imtiyazlı tiplemeler oturmaktaydı. esas koca koca 17-20 katlı beton yığınları şehir dışına doğru daha doğu banliyölerindedir*. hah, işte karl marx allee üzerinde, alexanderplatz'a 2 u-bahn durağı uzaklığında, benim ömrü hayatımda gördüğüm en nevi şahsına münhasır meydanlardan olan strausberger platz bulunur. ortası havuzlu dörtyol ağzı tipli bir meydan olmakla beraber, etrafında bu yukarıda bahsettiğim tip yapılar bulunduğundan daha da güzel bir hal alıyor.

    bir de şöyle bir şey var, sonradan bana gelip niye bunların hepsi böyle demeyin: deminden beri konuşuyoruz ya, landsberger, frankfurter, strausberger falan diye; bunlardan berlin cadde/bulvar isimlerinde, özellikle doğuda, onlarca var. bunlar bira markaları, sosis türleri değiller. yöneldikleri şehirlerden/kasabalardan alıyorlar isimlerini. landsberger allee, kuzeydoğuya doğru landsberg kasabası yönünde uzandığından o ada sahip. frankfurter ise frankfurt'a, ama tabi doğudaki frankfurt oder'e. ben açıklayayım da, hani olur ya, bilen var bilmeyen var. kıssadan hisse: öğrenmemek ayıp. hadi bakalım.

    evet, demin de paris komünü caddesi diyorduk ya, işte ostbahnhoftan sahile değil de ters yöne, yani kuzeye doğru yürüdün mü orası da karl marx allee'ye bağlanıyor. berlin'in gizli girdaplarını sana bir bir çözdürüyorum yolcu. labirent gibi bu şehirde kaybolmadan dolaşasın sayemde diye. hay oryantasyonumla bin yaşayayım emi!(amin)

    neyse, yoruldum...friedrichshain'ın kalan cüzlerine(sahil, gerçek friedrichshain ve ostkreuz) sonra devam edeceğim. zaman, sadece birazcık zaman...


    (turcopolis - 27 Ekim 2009 23:43)

  • comment image

    bu aralar işim gücüm yok birader, var da yapasım gelmiyor, ondan serime devam ediyorum. açın önümü, susturamazsınız yani, öyle bir gazım.

    biz bu şehrin sülalesinden geçtik yani. 3-5 seneye unutacağız her şeyi, yerine yeni yeni saçmalıklar beynimizi dolduracak. gelecek kuşaklara tecrübe ve birikimlerimizi aktaramayacağız, aynen hitit büyüklerinin unutulmaz olabilecek sözleri, hint racalarının ölümsüz olabilecek derlemeleri, iskenderiye kütüphanesi, babil'in asma bahçeleri gibi tarih olacak. bu ihtimalden kaçınmak için bize de yazmak düşüyor. ne demişler söz uçar, yazı kalır değil mi? * *

    niyse hacım, friedrichshain diyorduk...

    millet batı avrupa içinde doğu avrupa'yı, kapitalizm içinde komünizmi görmeye geliyor bu semte arkadaş. öylesi bir yer yani.

    3- sahil (spree kenarı)

    sahil dediğimize bakmayın. ne bir okyanus, ne bir deniz, ne de bir göl. altı üstü şehir merkezinin yarısına yakınını kaplayarak belli noktalarından geçen dar bir nehir. spree. aşağıladığımıza da bakmayın ama tabi, değişik bir konjonktür yani. hani böyle ne bir boğaz, ne de bir bataklık, kendine has bir şey öyle. şimdi size üç tane cadde ismi vercem. bunlar friedrichshain sahilini oluşturan caddelerdir. mitte'den itibaren sırasıyla holzmarktstrasse/stralauer platz ile başlar, mühlenstrasse gelir akabinde, en son da stralauer allee. berlin içindeki suyun tümünü oluşturan spree nehrinin en renkli ve civcivli kesimi, friedrichshain'dadır, ve bu nehir üzerinden geçen birkaç köprüyle friedrichshain, treptower park ve kreuzberg bölgelerine bağlanır. daha önce bahsetmiş olduğumuz ostbahnhof'tan dümdüz aşağı sahile doğru inerseniz, 200 metre sonra mühlenstrasse'ye bağlanırsınız.

    neyse biz şimdi en başından ele alacağız. schillingbrücke diye bir köprü var stralauer platz'ın orda, semti kreuzberg'e bağlayan, ostbahnhof'un aşağısından az batıda, orası takribi başlangıcıdır semtin. köprünün solunda maria adlı ünlü bir gece kulübü bulunur. bu köprünün sağında ise bar 25 adlı berlin yaz akşamlarının favori mekanı gece chillout lounge/kulüp tadında bir yer olan açık hava mekanı bulunur. nehir kenarı kum, hamaklar, tahta oturaklı platformlar, ev hissiyatı sunmaya çalışan kanepeler renkli ışıklar, nehir manzarası, sakin müzik, ağaçlarla ve yapraklarla bezeli çardaklı düzeneğe sahip club/bar formatı, kalabalık falan. yaz akşamları için çok hoş bir mekandır ve epey rağbettedir. bu tip yapılara beach club/beach bar/beach lounge gibi adlar veriliyor. friedrichshain sahil bölgesinde bunlardan, en gece kulübü tipli olanı bar 25 olmak üzere, daha bir chillout ortamı, plaj voleybolu, böyle karayip yelinde palmiyeler altında rahatlama havası yaratan yaam, daha bir şezlonglu güneşlenme atmosferi sunan oststrandve strandgut, daha ziyade kafemsi ve yapay olan speicher adlı mekanlar bulunuyor. öğleden sonraları özellikle yaam ve akşamları da bar 25 berlin yazının ziyarete değer iki noktası. içecekler ve içkiler de genelde ucuz. zaten berlin'de en kral gece kulübünde dahi, o da çok nadiren, bira maksimum 3.5 euro. o yönden gece hayatı açısından avrupa'nın en ucuz şehirlerinden belki de.

    akabinde mühlenstrasse üzerinde east side gallery/ doğu yakası galerisi başlıyor. burası berlin dostum, grafitti dünyası. bu şehir delilerle dolu. ne bulsalar boyuyorlar. tramvay camı, metro duvarları, bina girişleri...hatta yerleri bile spreyliyorlar. işte east side gallery, dünya üzerinde grafitti sanatının zirveye ulaştığı nokta. east side gallery, aslında berlin duvarının spree kenarına dikilmiş tarafı. yani oradaki duvar parçaları halen duruyor ve 90'lı yıllardaki birleşmeden sonra, bu parçaları grafitti alanı olarak dizayn ediyorlar. bugün, sürekli grafittiler değişmekle birlikte, pek çoğu eğitimli sanatçılarca çizilmiş/boyanmış onlarca büyük boy sanatsal grafitti yapıtı east side gallery boyunca, eski duvar örgülerinin üzerinde, bir renk cümbüşü, güzel bir estetik görünüm ve çok çeşitli mesajlar sunuyorlar. 1-1.5 kilometre kadar giden bu galeri, berlin'in kaçırılmaması gereken bir noktası, ve üzerinde, başta leonid brezhnev ve erich honecker'in dudak dudağa öpüştüğü resim, duvar'ın cv'si, duvar üzerinden verilen özgürlük ve insaniyet mesajları olmak üzere, mesajlarıyla ve görünümleriyle dünyaca ünlü pek çok grafitti'yi barındırıyor.

    east side gallery sona erdiğinde gelinen noktada ise tuğla renginde eski bir köprü bulunmakta. karşınızda görmüş olduğunuz bu dev çifte kuleli, bir dolu arka sahip tuğlalı güzel köprü, 19. yüzyılda kaiser wilhelm(esasen wilhelm ii) döneminde inşa edilmiş ve savaştan nispeten az zararla çıkmayı başaran oberbaumbrücke'dir, ve semti kreuzberg'e bağlar. iki yöne doğru da güzel manzara bulunur burada, köprüdeki arkların arasından kafanızı sarkıtıp sağa sola bir bakmanız farzdır. hemen köprünün yanında ünlü universal music binası vardır, daha güney yönüne doğru karşı tarafta ise molekül adam/molecule man isimli güreşircesine duran iki adamın görüntsünden benzeyen metalden bir heykel görünür.

    köprü aynı zamanda sahilin warschauer strasse birleşme noktasıdır. aslında bu noktada da yapılması gereken de sahilden sola kırıp varşova caddesi'ne girmektir. zira sahilin devamında stralauer allee başlar, ama çok bir numara yoktur bu civarında semtin. sağlı sollu iş yerleri, fabrikalar, ve ara sokaklarda tek tük bar/pub, bilardo salonu vb. tipi oluşumlar bulunur.

    4- warschauer strasse/ frankfurter allee havzası (gerçek friedrichshain)

    oberbaumbrücke ile başlayan bu cadde, warschauer strasse dostum. şehri yarıp geçen s-bahn'ın doğudaki aktarma noktası, kreuzberg ve batı berlin(zoo, kurfürstendamm)'i yarıp geçen u1'in başlangıç noktası. burası ayrı bir hikaye. kimi zaman yanlarında köpekleriyle ve sokak ortası kamp ateşi düzenekleri, zincir ve sair aksesuarlarıyla, ellerinde 15 centlik en ucuz biranın şişeleriyle(bu bira genelde pilsator'dur) panklar, cankiler, fankiler, bitikler, orta yaşlı uzun saçlı kafa göz tırmıklı göbekli biracı abiler, evsizler, ostrogotlar, vizigotlar. ** **. s-bahn istasyonunun girişinde, sağında solunda her yerinde ikamet ederler bu tipler. para dilenip köpeklerine mama alır bazısı o bozukluklarla. öyle bir genel yarı serseri yarı otantik bir hal yani. bu arada ostbahnhof civarında da gözünüze çarpmış olan, ama warschauer strasse yöresindeki toprak alanın(malum, berlin hala bir şantiyedir) kenarında net olarak tepelerinde koyu mavi şekilde tonlara sahip büyükçe beyaz bir arena bulunur. burası o2 world, yani bir çok amaçlı spor ve konser salonu. yenidir, alba berlin maçlarını burada oynar, almanya'da popüler bir spor haline gelmekte olan buz hokeyinde, avrupa ligindeki berlin takımının maçları burada yapılır, bol bol pahalı konser olur. u2 imiş vesaire imiş. orada elektronik ekranda türkiye reklamlarına da sıkça rastlarsınız.

    warschauer strasse'nin devamı karl marx allee ile frankfurter allee'nin birleşme noktasına çıkar. tam o noktada frankfurter tor bulunur. karşılıklı iki adet kuledir bu frankfurt kapısı olarak anılan bölge. apartman kenarlarına iki adet uzunca yeşil kubbeli kule kondurulmuştur stalin devrinde. güzel bir görüntüdür. doğu friedrichshain'da frankfurter allee üzerinde çok katlı bir wg'nin üstünden, yani bir apartmanın üst katından baktığında önde frankfurter tor, arkada fernsehturm(tv kulesiydi, hatırlayın), al sana şehir manzarası. bu warschauer strasse/frankfurter allee havzasında kalan, u frankfurter tor - u samariterstrasse duraklarının daha çok alt hizası olmak üzere, alt ve üst hizalarını kapsayan, boxhagener strasse'yi de içine almak suretiyle bu bölge gerçek friedrichshain'dır. warschauer strasse u-bahn'ının hemen yanında aşağı platforma doğru bir iniş vardır. burda matrix adı verilen, berlin'in her daim kalabalık, girmesi kolay, hani böyle liseli kızların gidip de ertesi gün arkadaşlarına hava attığı türde bir gece kulübü bulunur. berlin'deyseniz ve total mevcudunuz 10 adet sapsa, direkt matrix adresinizdir. yalnız fazla şık giyinmeyeceksiniz. bunun yanında warschauer strasse'den frankfurter allee yönüne devam ettiğinizde revalerstrasse karşınıza çıkacak(solda bir kaiser's, sağda ise bir sparkasse bulduğunuzda orası revalerstrasse girişidir). buradan içeri gireceksiniz. hemen içeride, otun çöpün gırla gittiği, berlin'in en serseri usul gece kulübü olan cassiopeia bulunur. bu revalerstrasse'den ikinci sola dönerseniz bu sapma sizi simon-dach-strasse'ye çıkarır. simon-dach ve devamında gelen niederbarnimstrasse(bir noktada simon-dach biter, bu başlar ama konsept aynı yani, sakın şaşırmayasın), berlin akşam/gece hayatının kalbinin attığı bir numaralı yerdir. sağlı sollu bir dolu bar ve pub bulunur. her biri kafasına göre ayrı çeşit müzik çalar, metal barı, pop-rock çalanı, nargile yanında bira vereni falan fıstık. her daim kalabalıktır. yazları insanlar barlardan publardan taşarlar. içleri tahta masalar, ve ev düzenini andıran sade ve mütevazı, ama özgün dekorasyonlarla süslüdür. çok fazla değildir böyle çok frapan ve abartılı dizayn edilmiş mekanlar. bu simon-dach takriben 1.5-2 kilometre uzanır ve en son frankfurter allee'de samariterstrasse durağına bağlanır. simon-dach'ın etrafında paralel veya dik dizilmiş, gaertnerstrasse, krossenerstrasse, wühlischstrasse, kopernikusstrasse gibi bir dolu sokak da yine bar/pub doludur. simon-dach bölgesi, berlinliler için tam gece kulübünde sürdürülecek parti gecesi öncesi içme ve kafayı bulma mekanıdır. yahut da saat 12-1'e kadar renkli bir sohbet eşliğinde içip eve yollanma mekanı. mekanlar gerek yemek, gerek içki açısından son derece makul fiyatlardadır, bu bağlamda diğer avrupa şehirlerinin hiçbiriyle kıyas kabul etmez. ama bu bölge sırf içkiyle sınırlı da değildir. sudan mutfağından, thai'ye kadar her tür dünya mutfağı bulunur, yahut mekanlarda da pizza ve sair şeyler, çok ucuz fiyatlara temin edilir(2 euro'ya büyük margarita pizza(!)) bu açıdan yemek olarak da uygun seçenekler sunar, ama tabi, ne yazık ki, almanya'nın genelinde de olduğu gibi, daha çok fast food formatında bunları sunar.

    bu arada, unutulmadan geçilmemesi gereken bir iki nokta daha var. birincisi, simon-dach'ın brunch için de güzel bir yer olduğu gerçeğidir. pazar öğlenleri bir dolu mekan brunch verir. makul fiyat, yüksek performans. çıkın gidin, ama fazla erken gitmeyin. almanya'da pazar sabahı dedin mi saat 1 anlaşılır. gidin, yiyin için. aynısını yapan bir dolu yabancı bulacaksınız zaten.

    bunun yanısıra, kokteyl için. bol bol için. alkollü alkolsüz ,her türlüsü var. 3-4 euro gibi fiyatlara dehşetengiz kokteyller var buralarda. başka şehirlerde o fiyata bu bolluğu bulamazsınız.

    bu bölgede mekan önerme gibi bir durum sözkonusu değildir. her biri fiyat/performans oranında takriben birbirine muadildir, keyfin o an hangisini istiyorsa ona gidersin.

    bu arada berlin barlarının bir özelliği de bilardo, langırt,dartve sair eğlence ürününü içlerinde bulundurmasıdır. hele langırt kültürü anormaldir.biz de çok efelendiydik zamanında, çocukluğumuzda yazlık sahil sitelerinin atari salonlarında langırtta toz alan tiplerdendik hani. ama burada çok tozumuzu aldılar. en son baktık olmuyor, rastgele döndürdük falan kolları falan ama yok. kızlara dahi perişan olmaya başladığımız günlerde langırt jübilemizi gerçekleştirmek zorunda kaldık.

    çevrede bir dolu yeşillik alan ve park da, daha önce de belirtmiş olduğumuz üzere, şehir planlamasını renklendirir. ayrıca, friedrichshain bölgesi öğrencilerin yoğunlukla ikamet ettiği bir bölgedir. bölgenin evleri de epey güzeldir hani. gerçi batı berlin'de de benzerleri vardır bu apartmanların ama biraz daha farklıdır buralar, komünist dönem mimarinin etkisiyle. desenli dekore edilmiş kocaman gömme tahta kapılara sahip apartman evleri, duvarlarda her geçenin bir çizik bıraktığı bol miktarda graffitti, korkuluklu merdivenler(bu evlerin hiçbirinde asansör yoktur), ferah yüksek tavanlı odalar, apartmandan girdikten sonra hemen karşınıza çıkan büyükçe bir avlu ve blok düzeni, şehir silüeti ve park manzaralı balkonlar...

    frankfurter allee'ye geçelim şimdi de. bu dev bulvar, epey gider gitmesine şehrin doğusuna doğru da(orada kozmonotlar bulvarı/allee der kosmonauten ile birleşir), bizi ilgilendiren kısmı, girişidir. frankfurter tor'u ve burayla başladığını anlatmıştık evvelden. s frankfurter allee durağına kadar, #17109126'da karl marx allee'den bahsederken anlatmış bulunduğumuz krem/açık kahverengi/saman sarısı arasında karman çorman renklere sahip, stalinist döneme ait tekil fayanslı, dikdörtgen pencereli güzel ön cephelere sahip, sütunlu ve görkemli girişleriyle dikkat çeken, yüz metrelerce uzanan, 1920'lerdeki weimar dönemi neo-klasik mimari temelleri üzerine oturtulmuş ve oradan esintiler taşıyan ve her biri 5-6 katlı devasa apartman blokları süregider. bu bulvarın ara sokaklarında da renk renk blok blok dizilmiş, yanlarında parklar, meydanlarla böyle kutu gibi evlere rastlamak mümkündür. bir de, bazı evler vardır buralarda, hanelerden taşarlar. korsan bayrakları, flamalar, sloganlar, apartıman duvarlarında yazılar boyalar, bir kurtarılmış bölge havası hakimdir yer yer.

    semt dükkanları ve kafe/bar dekorasyonu olguları da, friedrichshain'ın mekanlarında sokaklarında da kısmen olan, berlin'e dair başka bir bahsedilmesi gereken noktalardır, buralarda da bulunur, ama buna prenzlauer berg cüzünde daha detaylı değineceğiz. ama yani, şimdi sen burayı okursun, başka birşey okumazsın, frankfurter allee üzerinden sağa sola ayrılan sokaklardan falan geçerken sağına soluna dikkatli bak, değişik şeyler satan yerel dükkanlar görebilirsin.

    neyse, bu pasajı da kapatırken, ey türk istikbalinin nargile sever evladı, bak benden sana bir tavsiye! berlin'de en güzel nargileyi yapan mekan da buradadır. sağda solda bir dolu çakma arap nargilecileri falan göreceksin. onları geç. samariterstrasse'den dümdüz girdiğinde ikinci sağda cafe zera adlı bir türk mekanı bulunur. dondurucu berlin günlerinin birinde orada bir karpuzlu nargile iç, yanında kimi götürdüysen bir çay ısmarla, bir de tavla atın. pişman olmazsınız.

    5- ostkreuz

    vallahi baydım. yaz yaz imanım gevredi. hani ama yazmasam çıldıracaktım, öyle bir demokles kıvamı var üzerimde. bu bölüm baştan savma olabilir belki hani, sonra deme nedir nedendir.hani revalerstrasse dedik ya, ordan dümdüz devam ederek yaya ostkreuz'a gelirsin. ama hiç zorlama. warschauer strasse'den 1 s-bahn durağı doğuda, direk vasıtalı git yani. şehrin etrafında dönen bir hattı ifade eden berlin ring'inin ve de dolayısıyla şehir merkezinin doğu ucudur, adından da algılanabilmesi muhtemel olabileceği üzere ostkreuz(kardeşleri westkreuz ve südkreuz, batı ve güneydeki muadilleridir). oldu da simon-dach tarafına 1-2 kere gittiniz ve değişik bir yer arayışındasınız, yahut kaldığınız yere burası yakın, o zaman ostkreuz bir alternatiftir. burada şimdi dev bir s-bahn istasyonu yapılma çalışması var, zira çok komik bir istasyon sözkonusu. sanki almanya'nın başkentinde kilit noktada, bir dolu bağlantısı olan bir istasyonda değil de, sınır karakolundasın. öyle bir imaj. kapalı alan da yok, kışın don, kar, boran, bora, tipi, fırtına(warschauer strasse istasyonu da keza aynıdır). yani şikayet ediyorum kardeşim, benim çünkü burda çok (tabiri hafifletmeksizin, çünkü aynen hissiyat budur) götüm dondu.

    neyse, biz gene esas konuya dönelim. arkadaş, gündüz vaktinde buraya işin düşmez. burada simplonstrasse ve sonntagstrasse diye iki adet cadde bulunur. zaten istasyonun kuzeybatı yönünde kalan çıkışından indiğinde bir meydan var, oradan çıkarırsın. yine aynı hikaye, bir dolu kafe/bar/pub falan fıstık. işıklar vurur meydana kafelerden falan felan. (off, farklı şekillerde anlatıp farklı göstermeye çalışmaktan dahi gına geldi :/). aynı terane yani arkadaşım. simon-dach'ta ne gördüysen aynısı. sadece simon-dach bölgesi caddenin etrafında sağlı sollu dizilim ve ara sokaklarda da aynı şeklin devamı formatında iken, burası da iki caddeye ayrılan bir park-meydanın etrafında aynı dizilim türü şeklinde tezahürü.

    nokta.

    bir de son yapalım, adettendir ya. peki sen bu kadar anlatıyorsun, senin için ne ifade ediyor diye içinden geçiriyorsun di mi ey yolcu. geçirmiyorsan da geçir, o kadar nazımı çekiver. benim için friedrichshain, warschauer strasse'deki u1 metro durağının yanındaki turuncu çöp kutusunun üzerine siyah tahta kalemle yazılmış olan 4 adet dizeydi, üzerine etkinlik afişi çektiler, silindi gitti:

    "und plötzlich,
    fragst du dich,
    wann war ich letztes mal,
    glücklich..."


    (turcopolis - 1 Kasım 2009 00:06)

  • comment image

    “…evden çıktım.

    rüzgarın tatlı tatlı estiği ılık bir ağustos akşamüstüydü. bu serin kuzey kentine göre sıcak bile denebilirdi. kapıdan çıkınca her zaman yaptığımı yapmadım, bu kez sola döndüm; hansaviertel’den spree’nin karşı tarafına geçtim. yürümek istiyordum sadece, veya kipine amaç yüklenmiş yürüme eylemi de denebilirdi; yani gitmek. nereden, nereye, neden; önemli değildi bunlar. bilmiyorum. kafamda her biri farklı yönlere çekilebilecek onlarca düşünce dolanıyordu. neresinden tutarsam tutayım sadece ‘var olan’dan, ‘tek doğru’dan uzaklaştığımı biliyordum, farkındaydım. o sürekli oradaydı, ortadaydı, durağandı, kımıldamıyordu. ben uzaklaşıyordum. bütün halinde bakıldığında alakasız bir yığın gibiydi. hiçbir tutarlılık göremiyordum kendimde, hissettiklerimde, bu şehrin bana hissettirdiklerinde. o an tek istediğim düşünmemekti, hissizleşmekti. kulaklığımda çınlayan bol distorsiyonlu müzik sanki yeterince rahatsızlık vermiyormuş gibi sesini açtım. sanırım kendi düşüncelerimi bile duymak istemiyordum o an. amaçsızca nehir boyunca yürüyordum. hızlı adımlarla.

    birden yanımda belirdi. şöyle bir baktım, hızlıca kafamı çevirdim sonra. adımlarımı hızlandırdım, arkamdan yetişti. döndüm, kulaklığı fırlatırcasına çıkardım, ‘yine ne var?!’ dedim öfkeyle. ‘uzun zaman oldu, beni özlememiş gibisin.’ dedi beriki. cevap vermedim. kulağımdaki gürültüyle yürümeye devam ettim. yanımdan geliyor, bir şeyler söylüyordu. yan gözle sadece dudaklarının hareketlerinden hararetli bir şeyler anlattığını anlayabiliyordum. ciddiydi, yüz ifadesi daha çok sert ve kesin görünüyordu. gözlerini bana doğrultmasından rahatsızlık duyduğumu açıkça hissedebiliyordum. dinlemiyor olmam umrunda değil gibiydi; o sadece anlatıyordu. birlikte yürüyorduk spree boyunca. o konuşuyordu. insanlar çimlerin üstüne uzanmış güneşleniyor, gülüyor, eğleniyorlardı. en azından öyle görünüyordu. bu güzel ve sıcak cumartesi akşamüstü ancak bu kadar sıkıntı verebilirdi sanırım. hafızamda dolaştırdığım her sözcük, her cümle, her anı, kafamdaki akış diyagramına bir yerden bağlanıyor, ama bu çözüm oluşturmaktan çok uzak bir şekilde, kendi içine doğru kusursuz bir vorteks yaratarak dönmeye devam ediyordu. hepsi yetmiyormuş gibi, peşimden bu gelen de neyin nesiydi, nereden çıkmıştı şimdi?

    uzunca bir mesafeyi birlikte yürümüştük. hauptbahnhof’un devasa çelik konstrüksiyonlu silueti karşıdan seçilebiliyordu. nehir kenarında çalıların gölgesinde kalan, yoldan geçenlerin kolayca göremeyeceği bir banka oturdum. yanıma oturdu. etraftaki en sinekli bank buydu sanırım, hava karardıktan sonra üstüne ‘penner’ların gelip kıvrıldıkları türden. konuşmaya olmasa da artık dinlemeye hazırdım sanırım. üstelik dediklerini de diyeceklerini de merak ediyordum artık. bunları düşünmeyi bile bitirmemişken bir anda ağzından döküldü sözcükler: ‘benden kaçmayı ciddi ciddi düşünmüyordun değil mi?‘ dedi. suskun kaldım. ‘ne olduğunu görmüyor musun, farkında mısın olan bitenin, idrakın açık mı yeterince?’ kafamı eğdim, ‘hayır’ diyebildim belli belirsiz. ’ben söyleyeyim, sadece oldu ve bitti. şu an bitti. -şimdi bitti-. şimdi. sen değil miydin bunu diyen? herkesin hak ettiği hayatı yaşadığını söyleyen? iyi veya kötü anlamda. bunu şiar edinen? mutluyken mutlu olmayı hak eden de sendin, herkesten çok üstelik. şu an da kafanı kollarının arasına gömüp belirsiz, amaçsız, hedefinden uzaklaşmış düşüncelerle boğuşmayı de hak eden sensin. aynı sen. yanlış bir şey yaptığından veya kendinde suç bulman gerektiğinden değil. ama şu an içinde gezinen hiçbir his sana dayatılmıyor, gökten inmiyor. her biri olması gerektiği gibi, olması gerektiği yerde, hepsi senin içinde, tamamen senin.’ sonra sessizlik. uzun sürdü bu kez. ‘bu şehre ilk geldiğin günü hatırlıyor musun? o gün neler hissettiğini? ya da daha öncesini? buraya neden gelmek istiyordun? hatırlıyor musun? sabah uyandığında bambaşka bir şehirde, kendini sahip olmadığın bir surete bürünmüş halde bulmak için; bütün yarattığın, emek harcadığın, büyümesine şahitlik ettiğin dünyandan uzaklaşmak için. -gitmek için-. gittin. gitti. ve şimdi yine gitmek istiyorsun. bunu anlamış olman lazımdı. şu noktadan sonra atacağın her adım gitmekten öte –kaçmak- olacak. biliyor musun? ben son sözü söyleyecek olanım. ben sükuneti başlatacak olanım. emin ol, nihai olarak yine bu konuşmayı yapacaktık. sonra gerçekleşmiş olsa sadece –ertelenmişti- diyebilecektik. olacaktı. yine baş başa kalacaktık. sen ve ben. ben. –ben-. sadece ben.’

    sustu. konuşmuyor olmama rağmen ben de sustum.

    etrafa baktım. spree her zamanki gibi ağır akıyordu, kıyıya çarparken belli belirsiz sesler çıkararak. akıntıya ters yönde şehir merkezine doğru giden gezi tekneleri, içinde berlin’i hep şu an gördükleri güzel haliyle hatırlayacak mutlu turistleriyle önümden geçiyordu. kısacık bir an onlar için üzüldüm, çok kısa bir an için ama; sanırım pek çoğu bunun nasıl bir his olduğunu tadamayacaklardı, bu büyük kenti tüm varlığıyla içinde bir yerlerde hisseden bireylerinin karmakarışık dünyalarını göremeyeceklerdi, şu an dimağımın her zerresini esir almış o muntazam ve mükemmel kaosu tecrübe edemeyeceklerdi. üzüldüm. elimdeki hasseröder’den bir yudum daha aldım. iyice ısınmıştı, tükürdüm. diğer elim cebime gitti. şu an yapmam gereken en son şeydi bu. yanımdaki, hayalkırıklığıyla ‘hayır!’diyebildi sadece. bütün o uzun uzun anlattıkları tamamen suratımın ortasında patlayıp yere dağılmıştı. telefonu çıkardım. başını benden öte yana çevirdi. yeşil tuşa iki kez bastım.

    yine sustu…”



    berlin’in bana ne düşündürdüğünü tam olarak bilmiyorum. aslında buna düşündürmek de denemez. evet, berlin’in bana ne hissettirdiğini bilmiyorum. ilk günümde bahnhof zoo’da elimde kırmızı bavulumla beklerken hissettiğim, raylardan ve dev terminal binasından gelen çeliğin kokusu; dakika gecikmeyen trenleriyle peron arasında muntazam bir ahenkle devinim yapan insanları, bana her noktası ayrı bir disiplin kuvvetiyle işlenmiş fevkalade “teknik”, olabildiğince “alman” bir kentte olduğumu hissettirmişti en başlarda. geldiğim bu kentle ilgi kafamda yarattığım tüm o saçma sapan stereotiplerin berlin’de hayat bulmadığını fark etmem uzun sürmedi, yanılmış olmaktan hiç bu kadar memnun olmadım. şu an, o zamana dönüp baktığımda bahnhof zoo’da geçirdiğim her saniyesinin zihnimde tüm berraklığıyla durduğu o mart sabahı ve onu takip eden beş ayın, bütün yaşam sürecimde nasıl bir şekil aldığına kolay karar veremediğimi fark ediyorum. hayatımın tartışmasız en boşvermiş, en umursamaz, en başıboş zağar gibi, en “bohemé” zamanlarını içeren beş aylık bir “boşluk” mu; yoksa içine yüzlerce anı, yüz, mekan, detay sığabilecek kadar yoğun, o günlerle şimdi arasındaki bağı bir daha çözülmemek üzere sıkı ve kaskatı gordion düğümleriyle bağlanmış devasa ve karmakarışık bir “yumak” mıydı? buna hiçbir zaman tam olarak hükmedemeyecek olmama rağmen –en azından- ikinci dediğimin daha ağır bastığını söyleyebilirim.

    bu kente dair ilk hissettiğim duygulardan biri “aidiyet”ti mesela. “bağlılık”tan bahsetmiyorum bu noktada. “bağlılık” daha çok sosyal bir kontrat gibi, iki tarafın da birlikte yarattığı bir pragmatizm varmış gibi geliyor bağlanma kavramında. taraflardan biri anlaşmayı bozduğunda diğeri zarar görecekmiş gibi. tam olarak da hayatımın yirmi iki senesi boyunca “tek şehrim” olarak addettiğim istanbul ile aramdaki bütün hukuku bu terim açıklıyor. bağlılık. istanbul hep “kürkçü dükkanı” oldu, “başka şehirde yaşayamam abi ben.” cümlelerinin nesnesi oldu, şahane geçen tatillerden sonra bile hep dönüş yolunda özlenen oldu. o bana hayatımı ortalama veya ortalama üstü standartlarla idame ettirecek imkanları sundu ve ben de yaşadım. fazla duygusal bağ ile bağlanmadan, bana uygun gördüğü tüm sıkıntılara sesimi çıkarmadan, hatta göz yumarak. biraz da evlilik gibi. bunun böyle olmaması gerektiğini, şehir ile insan arasında kurulabilecek başka ilişkilerin de mümkün olabileceğini berlin’de farkettim. “aidiyet” demiştim. berlin aslında hiç kimselerin şehri, hiçbir yere bağlanamamış haymatlosların şehri. ötekilerin, başkalarının, dışlanmışların, sürülmüşlerin, var olmayanların, var olmamışların... bütün bu vasıflar bu kentin yaşayanlarını kocaman bir ortak paydada toplamaya itiyor sanırım: ait oldukları berlin kenti kavramına.

    berlin hakkında yazılıp çizilmiş, söylenmiş, sarf edilmiş, hüküm verilmiş o kadar çok şey var ki. kentte yaşayan insanlarının içinde, ağaçlı caddelerinde, “altbau”larında, s-bahn istasyonlarında, trenlerinde dolaşan, sanki fiziksel bir şeymiş gibi varlığı görülebilecek, koklanabilecek, insanın yanından geçerken rüzgarı hissedilebilecek bir “arkhe” gibi berlin’in ruhu. sokaklarında madonnası’nı arayan raif ile, ona gökyüzünden bakan wim wenders ile, kendi sarkastik duvarlarından muzdarip roger waters ile, anton corbijn’in o en güzel eserindeki bono’nun sesiyle, kendi öz bağrından çıkmış kennedy ile, on birinci tezin marx’ı ile ve hatta dünyanın görüp görebileceği en büyük distopyayı buradan yönetmiş tiranları ile ruhunu paylaşmış bir kent berlin. topyekün olarak bir “insan” olmaya en yakın şehirdir berlin. iyiyi ve kötüyü aynı anda içinde hissetmesi, kendi içine ördüğü duvarları, insanlara biçtiği tüm değer yargıları, görebileceği en yıldırıcı yıkımlardan bile sağ çıkması, iyileşmesi, mutlu olması, eskisinden daha güzel, daha içten gülümsemesi; hepsini alelâde bir bedende, tek bedende toplayabiliyor olmasıdır, berlin’i bu kadar özgün ve güzel kılan.

    berlin, “her nefes alışında omuzları yavaşça hareket eden” bir şehir olarak kalacak sanırım benim için. narin. uyurken izlemesi her zaman keyif veren. gecesi daha güzel olan. u1 ile oberbaumbrücke’den geçerken kafayı sola çevirip geceyi delen fernsehturm’un kocaman ışıklı küresini görmek, dünyanın en eğlenceli muhiti kreuzberg’de günün doğmasından hemen önce bir tas işkembe çorbasını bitirmiş bulunmak, ucuz şaraplarıyla hackescher markt’ta içerken etraflarda fazla görünmeyen ufuk çizgisini aramak, son otobüsün kaçırılmış olduğuna hayıflanılmadığı biesdorf’ta s-bahnhof’tan yürürken sanki ilk kez görülüyormuş gibi aval aval yıldızlara bakmak; bunların hepsi berlin gecesine aitti. ya gündüzü? sabah prenzlauer berg’de bir evden camı açıp dışarıdan gelen kokunun getirdiği huzur, oranienstrasse’de yağmurdan saklanmak için altına girilen bol graffittili bir kapının eşiği, hallesches tor’da kilometrelerce öteden beşiktaş’ın şampiyonluğuna sevinmek, yanında o gün giyecek forma bulunmamasından dolayı içten içe utanmak veya s-bahn’larda yolu uzatmış olmanın romantizme ne derece katkıda bulunacağını test etmek; bunlar da “her zaman parçalı bulutlu” berlin gündüzüne ait kavramlardı.

    bu serin karasal kent için şaşırtıcı derecede bunaltıcı bir ağustos akşamında kreuzberg’de konuşuyorduk, bu şehirde ne kadar çok ağlayan insan olduğundan bahsediyorduk. gözyaşlarını kamufle etmeye bile gerek duymadan her an herkesin yanından geçebilirlerdi. kimseden çekinmiyorlardı. sadece içlerinden geldiği gibi bırakıyorlardı gözyaşlarını. içten içe imrendim aslında o an. içlerinde –doğal olarak- her duyguyu aynı anda yaşayabilen varlıklarız, her birimiz. ama içimizdeki “kötü” olanla kendimizin bile yüzleşmek istemediğini düşündüm. sahip olduğumuz “güzel olmayan” hissiyatımızı saklıyorduk hep, çekiniyorduk ondan. insanın kendini bulması için ne gerekli ki? başka bir insan mı? başka bir mekan mı? düşünsel veya duygusal doygunluklar mı? hayır, bunu öğrenmek için sartre varoluşçuluğuna da gerek yok. insan sanırım kendi “kötü”sünü de sevmeyi başarabildiği zaman, kendi benliğinde “siyah ve beyaz” diye kesin çizgilerle belirlediği, arasına “duvar” ördüğü bütün olguları “gri” diyerek benimseyebildiği zaman büyümüş oluyor. bütün çevresindekileri, bütün insanları, bütün olayları, yaşadıklarını “kısmet...” diyerek değil de severek benimsediği, olası olduğundan şüphe etmediği, kendi parçasıymış gibi gördüğü, kucakladığı zaman ayakta kalıyor, düşmüyor, yılmıyor. boyu uzuyor hatta.

    insanları birbirlerinden, kardeşlerinden, sevdiklerinden; ruhları bedenlerinden, suretlerinden, zihinlerinden ayrı tutan berlin duvarı yıkılalı bugün tam yirmi yıl oluyor. yirmi sene sonra ise ben bu günlerimi düşündüğümde sanırım en çok kendi içime örmüş olduğum duvarları yıktığım, bütün etrafımda yarattığım o kocaman “lebensraum”a, benim yaşam alanıma ve içindekilerine daha farklı, daha güzel, daha “gri” baktığım zamanı ve ona ait olan berlin’i hatırlayacağım gibime geliyor.

    umarım bir gün tekrar berlin’den eve dönebilirim.

    “welcome home.”


    (harro - 9 Kasım 2009 04:23)

  • comment image

    merhaba! baygın bir yazın ortasında, bu vıcık ve cıvık hafta sonu, yine beraberiz.konumuz tekrar berlin.

    berlin, zamanında büyük adammış, yaşadığı onca tecrübe ve zor zamanlar, karakterini silmiş tüketmiş, o da yolunu bulmuş bugün, biraz oraya biraz buraya yanaşan ama bir şekilde yolunu bulan orta yollu bir adam haline gelmiş.

    bizi daha önceden tanıyorsunuz. bizi biliyorsunuz. biz de berlin'i biliyoruz. biliyoruz ve yazmaya devam ediyoruz. ha şunu da ileteyim, berlin de bizi bilir. kreuzberg 36 boys'a sorun beni. admiralsbrücke'de her akşam köprü üstü oturup pilsator çeken iki hırvat dayıya sorun beni. kottbusser tor'daki simitçiye sorun beni anlatsın halimi ahvalimi.

    neyse bilenler anladı. hatıralar hayal olmaya başlama eşiğine gelmesin diye bu defa kreuzberg cüzüne geçiyoruz. ben gidiyorum, kommst du mit, alter?

    berlin biliyorsunuz yurtdışındaki en büyük türk örgütlenmesi. 400 küsür bin adet türk. her caddede, her sokakta, her köşe başında. baş belası gibi. bir de hepsiyle gurbetçi muhabbeti. istanbul'da dahi bu kadar çok türk ile muhatap olamazsınız. beyaz türkler'in büyük sırrına ben burda vakıf oldum, ama konuşmam, adı üstünde sır. öylesi mistik, öylesi egzantrik.

    bu gurbetçi muhabbetleri dahilinde tipik sorular ve cevapları vardır.

    - abi memnun musun buralarda böyle?
    + ya türkiye gibisi var mı, memleketimiz cennet ama napalım ekmek parası

    - ee abi işler nasıl
    + ya kendimizi geçindirecek kadar işte, burda böyle gece vakti ama işte, hangi zoose olsun ? *

    daha spesifik, daha enteresan diyaloglar da var.

    - ee sorup duruyorsun biraz da sen anlat
    + yau bizde şeytan tüyü mü var nedir, arada akşamları çıkıyom diskoda çok güzel çalıyor x yer, geliyorlar, çok rahat yani, hatta şimdi bizim manita(alman kız ismi) evde bekliyor

    - sen akşamları nereye takılıyon berlin'de?
    + ya berlin'de gece hayatı mı var aq, çok kötü sadece bi tane yer var orası fena değil gibi..

    bu diyarlardan, diyarın toprağına 50'lerde atılmış isyan kültüründen fuat ergin, şayze adlı parçasıyla kitlelerin afyonu kreuzberg kaplanı das borak, muhabbet, çetinler çetinkayalar * ve daha nice cevval gençler çıkmıştır. bu bir yana, rapper tiplemesinden, keşine, öğrencisinden gencinden yaşlısından, serserisinden esnafına dönercisine, diyalogsever olmaya çalışan almanından grunge turistine kadar bir mozaiktir bu bölge.

    şaka bir yana, kreuzberg, muhtemelen, bütün almanya'nın hakkında en çok şarkı yazılan semtidir.

    ben de bi tane yazdım, aha burada: biz de bu diyarda mavi gözlü bir devdik o zamanlar, bleib doch noch denilmek isterdik. (bitti!)

    kreuzberg'e 1 mayıs'ta geleceksin aslında. tıklım tıkış ağzına kadar dolu sokaklar. sokaklarda kurulan dj kabinleri ve konser platformları, her tür yiyecek içecek satan türk tezgahları. işte 1 mayıs kutlamaları. yüksek miktarda biranın getirdiği bir parça vandalizm. toplanan kalabalıktan bütün bu bilimum milletten yabancısıyla, alamanıyla, türküyle berlin gençliğinin 1 mayıs'ın anlam ve önemi dahilinde sistem protestolarına girdiğini zannediyorsun. halbuki tam bir serserilik. 1 mayıs berlin gençliği için, başka herhangi bir gün gibi, eğlence sebebi.

    kreuzberg merkez dedin mi bir yer var arkadaş. neresi diye sorma. yeşil hat u1 veya wedding, kreuzberg ve neukölln'ün hepsinden geçmesinden kelli türk hattı olarak adlandırılabilecek mavi hat u8'i kullandığında kottbusser tor adlı yeraltı metro(u-bahn) durağında indiğinde, hemen karşında havaya doğru dikilmiş bir apartman var, altından(ama bildiğin altından, apartmana paralel) cadde geçiyor. öyle cins bişi. orda bir tarafı almanca, bir tarafı türkçe tabak gibi kreuzberg merkezi yazar.

    bu merkez bölgesinde bir iki kilit cadde vardır.

    adalbertstrasse, metrodan çıktığında hemen kreuzberg merkezi yazan yere doğru önünde uzanan ve ileride oranienstrasse adlı esas hikayeye bağlanan caddedir. bu adalbertstrasse üzerinde bilimum türk işi dönerci, kitapçı, simitçi, market, telefoncu,iddaa bayii, berber,anahtarcı ve sair şeyler bulunur. simitçi vardır hemen sol tarafta(adı da simidchi mi neydi). güzel demli çayı olur. türk gazeteleri, türk ahali vardır. sıla hasreti tüttüğünde gider demlenirsin. aynı sokakta hasır adı verilen lokanta vardır. berlin'e döneri getiren mekan olmakla birlikte berlin'deki en güzel ve de tek türk lokanta zinciridir(5-6 şubesi var). eğer ki varsa bir misafir falan, buraya götürmek gerekir. yemekleri iyidir. ne yazık ki berlin'deki türk yemek müesseseleri, genel olarak bistro-imbiss, yani basit büfe dönercisi mantığından lokanta düzenine terfi edememiştir. bu maddi kapasiteden ziyade vizyon eksikliği ve kolay para kazanma isteği ile bağlantılıdır. farklı bir şey yapan da kısa sürede döneri takar. mesela bak bir yer vardı hemen oranienstrasse'de, hemen adalbertstrasse'den sola dönünce, ismini hatırlayamadım şimdi, ev yemekleri falan yapardı, lezzet iyiydi, fiyatlar da iyiydi, sonra 2 ay geçmedi döneri taktı, mekanı bozdu, konsepti tüketti, daha da gitmedim. eis 36 diye simitçinin hemen arkasında dondurmacı vardır. dondurması iyidir. berlin'de taze meyve-sebze bulabileceğiniz nadir yerlerden olan sokak manavı, ve de bilimum yerli malı yurdun malı ürünleri ve türkiye'de adını sanını duymadığınız, ama çok sayıda tuhaf isimleri olan gurbetçi markalı ürünleri satan türk marketleri vardır bir dolu gene burada.

    kreuzberg merkez'in esas olayı oranienstrassedir. burasının bir ucu moritzplatz durağına, öteki ucu görlitzer bahnhof durağına dayanır. uzuncadır yani. genelde adalbertstrasse'den girilir. hemen solda kırmızı tabelalı cake adlı ufak tefek güzel bar/gece kulübü oluşumu bulunur. latin, salsa, balkan tarzı falan çalarlar. dışarıda rakı satılan ender mekanlardandır. burada club mate(marketlerde de var gerçi de) adlı güzide güney amerika orijinli cins lezzetli alkolsüz içeceği için ki içindeki onlarca miligram kafein sizi ayakta tutsun sabaha kadar. veya dju dju adlı afrika'nın savan larından çıkma tropik aromalı bira var bir de. aklıma düşüverdi. belirtmek gerekir ki, buradaki bar, gece kulübü tarzı oluşumların da yüzde 80'i türklere aittir. bu biline. bu cadde üzerinde sağlı sollu iran, arap, meksika, thai, türk, hint, singapur, çin, italyan, japon mutfağını sunan türlü türlü restoran/büfeler bulunur. ucuz kokteyller bulabileceğiniz kokteyl bar konsepti bu mecrada da bolca bulunmaktadır.

    bir iki mekan ek olarak tavsiye etmek gerekirse; molotov cocktail vardır, tribal bir mekandır.amrit adlı hint lokantası ve mirchi adlı singapur zincir lokantaları güzel yemekleri büyük porsiyonlarda makul fiyatlara sunar. que pasa diye bir meksika lokantası vardır görlitzer bahnhof u-bahn istasyonunun yanında, o da iyidir. fajita falan fıstık...

    enteresan türk dükkanlarının arasına, oranienstrasse'nin doğu kısmına doğru kalan tavukcu dükkanı ismiyle çevirme tavuk yaparak bir ayaküstü cadde büfesinde yer edinen dayı da katılabilir.

    dünyanın en enteresan kontrastlarından birisi de bu oranienstrasse üzerindedir. mevlana cami ile beraber kurulu bulunan berlin türk ülkü ocağı ile berlin'in en ünlü gay/lezbiyen barlarından türkler'ce işletilen ve gayhane adlı ay sonu eğlenceleriyle ismini duyurmuş so 36 birbirini peşi sıra takip eder.

    aralarda derelerde çeşit çeşit türk marketinde, memleketten bilimum ürün bulunabilir. bir de bilimum "köln" üretimli burada adı sanı duyulmamış "gurbetçi markaları" fenomeni vardır, oraya hiç girmeyeyim..

    kreuzberg'in binaları da bir değişiktir. 20.yüzyılın geriye bıraktıkları olan geniş yüzlü, penceresiyle, dış cephesiyle heybetli, süslü şekilli görünen sıra sıra apartmanlar gerek merkezde, gerekse mehringdamm -yorckstrasse bölgesinde kendisini gösterir. metronun hemen yakınında kreuzberg müzesi bulunur. bir başka bina da "-mişli geçmiş zaman" binasıdır. oranienstrasse'de bir şarapevinin üstünde, hemen amrit-mirchi asya restoranlarının karşısındadır bu apartman. üzerinde "-mişli geçmiş zaman" ile yapılabilecek her türlü çekim yapılmış ve siyah fontlarla üzerine yazılmıştır.

    mehringdamm- yorckstrasse olarak anılan batı kreuzberg tarafında ise turistler bakımından çok fazla attraksiyon olmamasına rağmen orada yaşayanı orasını sever. lokal barlar, bol yeşillik falan bir alandır. "mustafa's gemüse-döner" diye 24/7 internetten canlı yayın yapan ünlü bir dönerci, sıra sıra güzel apartımanlar, amerikan kilisesi, hallesches tor tarafında her mayıs düzenlenen karnival der kulturen - kültürler karnavalı şenlik alanı falan bulunur. karnavala denk gelinirse gidilmesi farzdır.

    zamanında bir köşeye yazmış olduğum ufak bir tespiti de paylaşacak olursam; oralarda doğup büyüyen insanların hayatları belki "biz"den daha "sıradan". çok standart işleri rutin şekillerde yapıyorlar, hayatları bizden de çok mutlaklara bağlı belki,bir şeyleri yapış amaçları, genel bakış açıları dahi..ama bir şey var ki, kendilerini ifade etmekte daha özgür ve daha rahatlar. bu da estetik çeşitliliği, görsel zenginliği, farklılıkların rengini mental anlamda, pratikte ve diyalogda olmasa da görsel olarak ortaya daha iyi çıkarıyor.

    kreuzberg'in merkez haricinde zaman mevcutsa özellikle yaz aylarında kesin gidilmesi gereken iki noktası ise 1)viktoriapark 2)admiralsbrücke'dir. viktoriapark denen yer, kreuzberg'in güney tarafında, platz der luftbrücke metrosunun o tarafta bulunur. platz der luftbrücke, batı berlin'in vakt-i zamanında iaşesi, batı berlin doğu almanya ile çevrili olduğundan dolayı, hava köprüsü ile sağlandığından dolayı bu mevzuyu anmak için batı berlin'in eski havaalanı(artık sadece boş bir alan, yakın zamanda kapandı) tempelhof havaalanı'nın kenarına yapılan bir anıt-meydandır. viktoriapark ise hemen üstündedir bu meydanın. o ara yürürken çok güzel sahaflar, antikacılara rast gelebilirsiniz(bu satırların yazarı 10 euro'dan az bir meblağa üzeri notlu motlu 1936 basım iki ciltlik bir das kapital bulduğunda havalara uçmuştu). viktoriapark, insanların yazları toplandığı, yattığı, piknik yaptığı, bisiklet sürdüğü muazzam bir yeşillik alandır, çeşitli heykellerle, 19. yüzyıldan kalma büyük bir anıtla süslü, yerden 64 metre yüksek olması nedeniyle düz bir kent olan berlin'de en güzel manzaralardan birini sunan ve bu 64 metre yükseklikten aşağıya doğru akan dingin bir şelaleye sahip hoş bir parktır. haftasonu yürüyüşü için idealdir. admiralsbrücke ise demin merkez olarak bahsettiğimiz kottbusser tor'dan admiralstrasse yönüne aşağıya doğru yüründüğünde, çeşitli heykellerin ve türk güruhlarının arasından geçip varılan köprüdür. insanlar açık kafe platformu gibi güzel havalı günlerde burada toplanır. köprünün iki yanı boyunca yeşil alan nehir kenarını insanların kullanımına sunar. yaz günleri aynı anda hem huzurlu, hem de cıvıl cıvıl olur. gençler terkedilmiş junkie gemilerinin önünde bahar ve yaz aylarında öğleden sonraları, akşamları oturup türlü muhabbetlere girerler.

    easy come easy go bir mekandır kreuzberg.

    son olarak; berlin benim isyanımdı...

    tipi afilli bir cümleyle bitirmek isterdim ama afedersin, çok net söyleyeyim, berlin benim bir sikim değildi. ama geçen bir nostalji hasıl oldu biliyor musun, "anın imkansızlığı"na yordum..


    (turcopolis - 24 Temmuz 2010 17:17)

  • comment image

    'sonra, bir şey arıyormuş gibi gözlerini yüzümde gezdirerek:
    "berlin'de yalnızsınız değil mi?" dedi.
    "ne gibi?"
    "yani... yalnız işte... kimsesiz... ruhen yalnız... nasıl söyleyeyim... öyle bir haliniz var ki...."
    "anlıyorum, anlıyorum... tamamen yalnızım... ama berlin'de değil... bütün dünyada yalnızım... küçükten beri..."
    "ben de yalnızım..." dedi. bu sefer benim ellerimi kendi avuçlarının içine alarak: "boğulacak kadar yalnızım..." diye devam etti, "hasta bir köpek kadar yalnız..." '

    (kürk mantolu madonna, s. 79)


    (willow is still blessed - 13 Ocak 2012 05:21)

  • comment image

    benim için şöyle bir şehirdir:

    avrupa'nın hani şu kartpostal şehirleri vardır ya prag gibi.. ya da tarihini okumanıza gerek kalmadan birebir gittiğinizde onu yaşatan roma mesela.. masal kahramanıymışsınız hissi veren harika evleriyle amsterdam.. şaşaanın görkemli yapılarına yansımasıyla paris, ya da fiestaya 7/24 doyurtan viva la vida tadında turist havuzu güzelim barselona.. ve bir yerden sonra hepsinin birbirine benzediği kanısı uyandıran güzel, etkileyici ama klişe avrupa şehirleri, katedralleri, kiliseleri, binaları vs vs..

    berlin'i de bunlar gibi tanımlama çabalamamda sıkıntı çektiğimi farkettiğim an da anladım ki burası yaşanılır bir şehir. kategorize etmek zor; çünkü berlin'de her şeyden biraz biraz var. hepsi tadında. ne eksik ne fazla. ha türkler biraz fazla belki evet ama o da insanın kendini turist gibi hissetmemesini sağlıyor bir yerde *. hani aslında türkiye'yi seviyor ve yaşamak istiyoruz ancak bize pek o istediğimiz gibi yaşam hakkı verilmiyor da kaçacak delik arıyoruz ya hayallerimizi de yanımıza alıp. sanki berlin ısrarla başlangıç için ideal olanın kendisi olduğunu söylüyor ve kucak açıyor.


    (jrita - 30 Ağustos 2013 01:29)

  • comment image

    alanya'da buradakinden çok alman yaşıyor. 1 haftadır geziyorum henüz almanca konuşan adama rastlamadım. bakkalda istediğim sigarayı söyleyeceğim diye ingilizce kıvranırken adamın "abi türkçe konuşabilirsin" lafıyla irkilip dükkandan çıkıp karşı kaldırımda bulunan "boğaziçi döner'den" yarım ekmek döner attırıp kendime geldim.
    - içinde salata olsun mu abi?
    -- olsun baboş doldur.
    - çay içer misin abi?
    -- doldur doldur. borcum ne kadar?
    - 10,40 örö abi sen 10 ver yeter.
    kafam çok karıştı sözlük. berlin yerine paralel evrendeki istanbul'a gelmiş olabilirim.


    (aytimenicir - 19 Ekim 2013 12:56)

  • comment image

    berlin'i gerçekten sevmek isteyenin, bunun için mesai harcaması lazım. burada da yazılıyor arada sırada, görüyorum, "gittik gördük, overrated" filan diye. ben de 3-4 günlük ilk berlin tecrübemde burayı öyle belledim, sağda solda "yea bir sik yok" diye atıp tuttum. en nihayetinde, avrupa deyince insanın aklına başka şeyler geliyor. nehir geliyor, köprü geliyor, kilise geliyor... o bakımdan, sadece bakmaya gelen turiste göre bir yer değil burası. yaşamak, o olmuyorsa okumak lazım. uzun süredir hem içinde yaşayıp hem de hakkında araştırdığım için berlin'e dair fikirlerim bir hayli değişti.

    te büyük frederik'ten başlayarak öğrenmek lazım ama. weimar cumhuriyeti zamanındaki aşırılığı, ardından gelen savaşları öğrenmek lazım. hitler'i öğrenmek lazım. sonra da duvarı tabii. henüz çok da uzağımızda olmayan tarihin en civcivli kısımlarının burada yazıldığını fark etmek lazım. işte o zaman berlin sokaklarında yürümek, düşünmek ve şaşırmak daha anlamlı hale geliyor.

    şehrin halihazırdaki süper olanaklarının üstüne bir de bu hissiyat faktörü eklenince başlıyorsunuz berlin övmeye, "abi," diyorsunuz "ya berlin ya istanbul, başka yerde yaşayamam."

    kayseri'de ölmeyiz umarım.


    (rotario - 27 Ocak 2014 02:41)

  • comment image

    geçmişe dönüp berlin'den "istanbul gibisi yok mehehehe" diye büyük bir hevesle uçağa binerek dönen 2 yıl önceki halimin ağzına bir tane vurmak istiyorum. benim için o günden beri bisikletle okula gitmek yok, tertemiz hava, içinde sincapların tavşanların gezdiği yemyeşil parklar yok, ritter sport çikolata yok, farklı ve özgür insanlar yok. onun yerine 10 dakikalık yolu bir saatte gitmeye yarayan istanbul trafiği, bolca alışveriş merkezi, normal insandan psikopat yaratan metrobüs, aynı restoranlara gidip aynı boktan makarnaya 40 tl veren plaza sürüleri, bolca stres, mobbing var. eğer bir şekilde kapağı berlin'e atma imkanınız varsa atınız, ben ettim siz etmeyiniz, istanbul'a ailenizi görmeye gelirken de bana ritter sport getiriniz.


    (jolly jumper - 27 Ocak 2014 20:40)

  • comment image

    berlin hakkında bu kadar atıp tutmuşken aklımdakilerle bir berlin rehberi yazmak şart oldu.

    yenilecekler listesi:

    berlin bir new york, bir istanbul gibi dünya'nın her yerinden her yemeği bulabileceğiniz bir şehir. o yüzden vaktiniz çoksa her gün başka bir şey deneyebilirsiniz.

    mustafa's gemüse kebapmutlaka sırasında bir kez bekleyip dönerini tatmanız gereken mehringdamm'daki meşhur dönerci. ekmek arasına tavuk döneri ve kızarmış sebzeler koyulur, en üste de rende peynir. şahane bir ayaküstü yemeği. çok açken değil acıkmaya başlamışken gitmekte fayda var. şanslıysanız sırada 30 dakika, normal bir vakitte 40-45 dakika beklersiniz.

    hasır burger: berlin'in meşhur hasır restaurant'ının burger yapan işletmesi. kreuzbergde hasır restaurant'ın karşısında bulunur. menü fiyatları 6 euro civarında. patatesi çok lezzetli. kırmızı etli menüler yani hamburger eti çok leziz. mcdonalds'a bin kez tercih edilir.

    kreuzburger: buranın da hamburgerleri çok leziz fakat hasır burger gibi menü fiyatı sunmuyorlar. patates ve içeceği ekstra olarak alıyorsunuz. bio et gibi seçenekleri ve güzel sosları var. tabi ki her berlin mekanı gibi içecek menüsünde birası eksik değil.

    ülkem baklava: baklavaları günlük ve çok taze. memleketi özledim, bir baklavaya hasretim diyorsanız fıstıklı burma, şöbiyet ve her çeşit ürününü tek geçerim.

    dada falafel: burayı çukurcuma timessayesinde keşfettim. yeri berlin'in en nev-i şahsına münhasır semtlerinden biri oranienburger tor'da. hava güzelse hiç kaçırmamak lazım. falafeli başarılı.

    meraklı köfteci: hermanstrasse'de ekmek arası köfte, dürüm, kebap yapan bir yer. fiyatları uygun, yemekleri güzel. ben en çok açık ayranına vurgunum.

    wok to walk: barselonada keşfettiğim bir al-git noodle dükkanı. berlin'de de şubesi olduğuna baya sevinmiştim. soslarını ve içeriğini siz belirliyorsunuz. ortaya şahane tavuklu/etli noodle'lar çıkıyor.

    curry 36: almanya'mızın meşhur currywurst'unun berlin'deki en popüler adresi. wurst yemediğim için tatmadım fakat en çok tercih edilen burası.

    kaffeemitte: mitte'de kahveleri, pastaları başarılı bir cafe. öğle yemeği servisi de veriyor. gün ortasında burada soluklanmayı ve en sevdiğim şehri buradan izlemeyi çok seviyorum. bir kahvesi içilmeli.

    merkez simit ve çay evi: kreuzberg'de direkt caddeye değil bir hofun meydanına bakan, çok lezzetli kahvaltıları olan bir yer. arkada simit ustası ve türkiye'deki gibi olmasa da basit bir simit fırını var. kahvaltı menülerini ya da pastane ürünlerini tavsiye ederim. güleryüzlü personel de cabası. çalan müzikler ve açık havada önündeki masalar tam huzur yuvası.

    la femme: kottbusser tor'a yakın başka bir türk kahvaltısı veren mekan. simitleri merkez simit ve çay evi'nden daha başarılı. kazandibi, tavuk göğsü gibi özlediğiniz türk tatlarını da burada bulabilirsiniz.

    haroun al rachid falafel: revaler strasse 99'da bir falafelci. yolunuz warschauer park tarafına düşerse falafel'ini tatmanız tavsiye olunur.

    döner dach: mustafa's gemüse kebapa uzaksanız gitmeniz gereken yer. en az onlar kadar başarılı gemüse kebap yapıyorlar.

    eğlenmecelik:

    luzia: bir bira içmelik, güzel müzik yapan, akşamları da biraz loş olan bir cafe. benim gibi garson gelsin diye beklemeyin, self servismiş.

    queen quotti: kreuzberg meydanda, girişi pasajın içinden olan bir mekan. bir partiye denk gelemeyecek kadar yorgundum, biralarını içtim ama ortamı çok güzel. bir akşam eğlencesi denenmeli, terasında sigara tellendirirken berlin'de olduğuna şükretmeli.

    kaffee burger: şuradan günlük programlarını takip edebileceğiniz balkan, gypsy, swing tarzında çalan, lokal grupları sahne aldığı keyifli bir mekan.

    so36: buranın da etkinliklerini takip etmekte fayda var. 5 gün arayla cem adrian ve bandista konserlerine gitmişliğim var.

    berghain falan demiyorum. zaten gece hayatına düşkünseniz çoktan google aramasıyla bulup not almışsınızdır.

    gezmelik:

    museumsinselkültür sanat adına ilk görülmesi gereken bölge. bütün müzeleri görmeye takatiniz yoksa en önemlisi ve en çok ziyaret edileni pergamon museumayrıca perşembe akşamı 18:00-22:00 arası ziyaret berlin'deki tüm müzeler için ücretsiz.

    east side galleryşehrin her yerindeki duvar parçalarından bağımsız, berlin duvarının orjinali. ne çok sıcak ne de çok soğuk havada gidin. çok uzun bir duvar olduğu için yürürken ya donarsınız ya da pişersiniz.

    check point charliegörülmesi ama fazla prim verilmemesi gereken bir bölge. gereksiz bir pazarlaması yapılıyor, anlamak mümkün değil.

    bunun dışında tek tek yazmaya üşendiğim sachsenhausen toplama kampı, alman yahudi müzesi, yahudi soykırım anıtı, babelplatz,alexanderplatz, brandenburger torgibi yerleri de atlamayınız sevgili berlin yolcuları.

    ayrıca:

    -toplu taşıma kullanırken bilet almayı unutmayınız. siz biletliyken 1 hafta kontrole denk gelmezsiniz ama biletsiz olduğunuz 8. gün bilet kontrolcüleri enseler, cezayı da yazar. aldığınız bileti makinelerde validate etmeyi de unutmayın pek tabi.

    -pazar günü mauerpark'a gidip flohmarkt kültürünü mutlaka bir yaşayın. lokal satıcılarla pazarlık edip ikinci el eşya alın ama turist avcısı, flohmarkt kültüründen uzak yeni eşya satanlarla muhatap olmayın. çok fena keklik avlıyorlar.

    -mitte'de, kreuzberg'de, kottbusser'de, spree'nin kenarında yürüyün, oberbaumbrücke'yi yürüyerek geçmeyi ihmal etmeyin.

    berlin'le ilgili her türlü sorunuzda da kutumu yeşillendirmeyi unutmayın sevgili sözlükçüler.

    edit: kaffeemitte hala güzel ama wifi şifresi sorunca artık yok gibi çakal bir işletmeci cevabı alıyorsunuz, gitmeseniz de olur. onun yerine roamers, five elephant, tres cabezas gibi güzel kahve içilecek yerleri deneyebilirsiniz.


    (abukkraker - 3 Nisan 2014 11:56)

  • comment image

    çok güzel bir şehir. gitmeye değer. diğer avrupa şehirlerine göre soğuk ve sevimsiz bulanlar olsa da bu şehrin mimarisinin ciddiyetinden, insanlarının düzen manyağı olmalarından ve doğu tarafının hala biraz sovyet havası taşımasından kaynaklanır. havanın genelde soğuk yağmurlu ve kapalı olmasının da etkisi vardır tabi. ama başka yerde göremeyeceğiniz şekilde tarihle içiçe olursunuz. hayran olunacak yönleri çoktur. gidiniz.

    gitmek isteyenler için 'berlin guide: nereye gidilir, ne yapılır, hangi çakallıkları yapmalıyım?' adlı eşsiz yapıtım. buyrunuz efem.

    1. buralara gitmezseniz berline gittim diye ortalıkta dolaşmayın, kalbinizi kırarlar:

    -pergamon müzesi. içerdiği babil kalıntılarından dolayı dünyanın sekizinci harikası sayılan, biz türklerin 'ulan adamlar ne çalmış be' diye cıkcıklayarak dolaştığı, yine de hayranlığımızı gizleyemediğimiz müze. babil, bergama(yani pergamon) şehirlerini görebilirsiniz. şehirlerini evet. zira adamlar kapıları, duvar yazıtlarını, tapınakları parça parça götürüp orda birleştirmişler, siz de koskocaman tapınağın içinde falan dolaşıyorsunuz. hatta o zamanki osmanlı yönetiminin 'nerden çıktı bu çanak çömlek amaaaan alın sizin olsun' şeklindeki mallığı da dahil olmak üzere almanyaya getirilme sürecini de dinleyebiliyorsunuz. hitit, asur ve perslere ait kalıntıları da içeriyor. gitmezseniz pişman olursunuz.

    -east side gallery. berlin duvarının bir kısmını yıkıp bir kısmını anıt olarak bırakmışlar, şehrin orasında burasında karşınıza yarı yıkılmış duvar parçaları çıkabilir. east side gallery üzerine resimler yapılmış olan duvar/anıt kısmı. gallery dedim diye kapalı bir yer hayal etmeyin, açık alanda duvar boyu resimlere bakarak dolaşıyorsunuz. yapılan eserler ise bildiğin sanat. çoğunlukla protest anlamlar içeriyor tabi. örnekleri için: http://wild-about-travel.com/…ry-memory-hope-decay/ burdakiler en çok bilinenler. bu arada berlin graffiti/sokak sanatı konusunda çok gelişmiş bir şehir, her yerde yazılmış/çizilmiş güzel birşeyler görebilirsiniz.

    -topography of terror. burası nazi dönemi, ikinci dünya savaşı ve soğuk savaş dönemiyle ilgili pek çok şey görüp okuyabileceğiniz bir açık hava müzesi. genel olarak 'lanet olsun faşizme, zaten hitlerin babasını da sevmezdik' ve 'duvar yapıldığında çok çektik biz çocuğum çok' temaları üzerine yürüyor. nazi döneminin iğrençliğini gözler önüne sermesi bir yana, hitlerin halka sürekli 'büyük almanya,dünya devi almanya' vaatinde bulunarak, sevmediği herkesi hedef gösterip düşmanlık yaratarak, geçmişte yapılan hataları sevmediği güruhların sırtına yükleyerek iktidara gelişini ve 12 yıl iktidarda kalmaya devam edişini anlatıyor. çok tanıdık gelmedi mi? almanya şu an bu deli adamı destekleyip 12 yıl iktidarda tuttuğuna köpekler gibi pişman. belki bir gün biz de oluruz.

    -holocaust museum. burası adı üzerinde soykırım müzesi. ben topography of terrordan hemen sonra burayı da gezme gafletinde bulundum ve bir gün kendime gelemedim. burayı küfretmeden, isyan etmeden gezemiyorsunuz. ve anlıyorsunuz ki sadece üç beş adam değil, bütün bir alman halkı suçlu. sadece yahudiler değil muhalifler, gazeteciler, yazarlar, çingeneler, diğer azınlıklar, eşcinseller, psikiyatrik hastalar, yaşama umudu kalmamış terminal dönem hastalar da ayrımcılığa, işkenceye uğramış, topluca öldürülmüş. ve bu bir gecede olmamış. gizli saklı olmamış. ırkçılık, ayrımcılık, yaşama şansı olmayanların öldürülmesi gerektiği gibi düşünceler taa 30ların başından beri dile getiriliyormuş zaten. eyleme geçmesi ise 1938-1943 arasına yayılan bir süreç boyunca, açık açık gerçekleşmiş. ve halk yahudilerin sokaklardan toplanıp götürüldüğünü, psikiyatrik hastaların katledildiğini bile bile bu adamı desteklemeye devam etmiş. bazı afişler var o dönem asılan, mesela birinde şu yazıyor: 'bu adama (burda normal olmadığı belli olan bir hasta resmedilmiş) bakmak için yılda bilmemkaç bin para harcıyoruz. bu parayı bu adam için vermek istiyor musunuz gerçekten?' birinde de sarı renkli, üzerinde jude yazan yahudi yıldızının üstünde şunlar yazıyor: 'sizden daha aşağılık bir insanla karşı karşıya olduğunuzu anlayabilmeniz için yaptık'. kanınız donsa da bu müzeye gidin. yaşayan her insanın bunları görmesi lazım.

    -neues museum
    -museum naturkunde
    bunlara gitmedim ama çok iyi olduğunu duydum. neues mısırdan getirilen pek çok antik şey, naturkunde de doğayla ilgili bişeyler içeriyormuş. şimdiye kadar yazdıklarım pergamon dışında ücretsizdi ama bunların bilet parasının kol gibi gireceğini tahmin ediyorum, eğer gidecekseniz berlin pass almanız iyi olabilir. belli bir para karşılığında müzelere sınırsız girme hakkı veren hede.

    - reichstag. burası berlinin arch'ı. eğer diğer avrupa şehirlerine gittiyseniz o şehrin alameti farikası modunda olan pek çok arch görmüşsünüzdür, bunun olayı baya büyük olması, şehrin turistik merkezinin tam ortasında olması, çevresinde de meydan ve turistik başka şeylerin bulunması. burda güzel bir gün geçirebilirsiniz, iyi profile picture çıkar, çaprazındaki tiergarden'e (kocaman bir park) geçer göt yayarak günü tamamlarsınız.

    - ikinci el pazarı. belli günler toplanıyor sadece. ucuza pek çok ikinci el eşya ve eve dönünce millete dağıtmak için souveneir bulabilirsiniz. ben baya iyi durumda bir deri çantayı 10 euroya, deri cüzdanı 3 euroya aldım, diğer bütün hediyelerimi ve kendime aldığım birkaç parçayı da 15 euroya toparladım. ki baya aldım, en az 10 kişiye hediye vermişimdir. pazarlık yapın.

    2- iki gün yukardakileri gezdiniz, zamanınız var. e hadi buralara da gidin bari gelmişken:

    - parlamento binası. burası 1800lerde kralın yaptırdığı kocaman eski bir şato misali bina. üzerinde de 'almanya halkı için' yazıyor. kral o zamanlar monarşiye yeni geçilmişken milletvekillerinin halkı gerçekten temsil ettiğine inanmıyormuş, atarlanıp bunu yazdırmış. kendisi atara atar gidere gider kafasında bir abimizmiş anlayacağınız. bu binayı ilginç kılan şey ise eski binanın aynen korunup içine modern bir cam kubbenin yapılmış olması. meclis bu cam kubbenin altında toplanıyor, halk da gelip izleyebiliyor. cam kubbenin anlamı 'şeffaflık' vurgusunda bulunmak. eski ve yeninin birbirini mahvetmeden biraraya getirilmiş olmasının güzel bir örneği, ki bunu şehrin pek çok yerinde görebilirsiniz zaten. bu arada cam kubbenin tepesine kadar baya bir rampa çıkıyorsunuz ve bu sırada çevrenizde gördüğünüz yapıları size sırasıyla açıklayan bir ses kaydını dinliyorsunuz. tüm şehre bir özet atıyorsunuz yani, hoş.

    -tiergarden. burası şehrin ortasında kocaman bir park, içinde heykeller falan var. fazladan bir gününüz varsa ve gidip bütün gün yayılmak istiyorsanız olabilir. yürüyerek ya da bisikletle gezebilirsiniz.

    - berlin dom. berlinin en büyük katedrali. katedral, büyük, baya süslü, içinde tüm kraliyet ailesinin mezarları var. tepesine çıkıp şehre kuşbakışı bakabiliyorsunuz.

    - berlin kulturforum, ya da berlin filarmoni orkestrasının konser verdiği altın renkli yer. binanın pek bir esprisi yok ama filarmoni orkestrası konserine gidebilirsiniz. baya ünlü bir orkestra, öylesine gidip ucuz bilet bulma olasılığınız var.

    - gay area. nollendorf metro istasyonunda inip mortz strasse boyunca yürüyün. gaylerin çok takıldığı, güzel cafeleri-barları olan elit tatlı bir muhit.

    3. yerimde duramıyorum ve param götüme batıyor diyenler için:

    - televizyon kulesi. şehrin her yerinden görülen kırmızı beyaz uzun kule. tepesine falan çıkılıyor.

    -nehir turu. berlin genel kanının aksine içinden geçen kanallarla dolu sulak bir şehir. 11-12 euroya kanal turu yapabiliyorsunuz, ama açıklama ingilizce ve anons şeklinde, pek bir şey anlaşılmıyor ve kısa sürüyor. illa bir vapur bir su göreyim ben diyorsanız gidin.

    -manhattan area. burası duvar döneminde arada kalıp öyle boş boş beklemiş bir alan, duvar yıkılınca da doğal olarak patlamış ve gökdelenler, işhanları, avmler falan yapılmış. berlinin maslağı, leventi yani. almanlar bir bok varmış gibi anlatıyorlar ama gidince 'e aynısı istanbulda da var bunların so what' diyorsunuz. gitmek istiyorsanız metroda potsdamerplatz yazan yerde inin, orası.

    4. alışveriş yapmadan güne başlayamıyorum şekerim diyen kadınlar, kadınlarımız:

    metroda wittenbergplatz-kurfürstendamm durakları arasında uzanan caddede pek çok markayı bulabilirsiniz. fiyatlar ortalama. illa avm istiyorsanız alexanderplatz metro durağında inin, alexa diye bir avm var. başka da avm bilmiyorum. bir ankara değil nihayetinde.

    5. tatile geldik yiyelim hacı diyen dombililer, dombililerimiz:

    almanların yemeği sosis. sosisin değişik versiyonlarını yiyip duruyorlar, kafaya takanlar için söylüyorum, hepsi domuz eti tabi ki. currywurst sosis, patates, köri sosu, baharatlardan oluşan bir versiyonu mesela. şehrin her yerinde currywurst, hotdog ve başka sosisli hedeler bulabilirsiniz. tadı baya güzeldi bence. berliner denilen bir pastaları var, marmelatlı kek gibi birşey. berlinde tutunup yayılmış bir döner çeşidi de var: mustafa's gemüse kebab. gemüse sebze demek, kabaca sebzeli döner diyebiliriz. tadı güzel cidden, ama tek bir büfede satılıyor ve bir saat sıra bekliyorsunuz. mehringdamm metro durağında inince hemen karşınıza çıkıyor.

    6. içmece sıçmaca?

    berlinde her yer bar, herkesin elinde bira var. ama türkler dışında kimsenin bir taşkınlık yaptığını görmedim. orda biraya doyacaksınız. en ünlü olan club panorama diye bir yer, warschauer strasse metro durağında inip baya yürüyorsunuz. ama clubların önünde bekleyip bekleyip alınmama gibi bir risk var, neye göre almıyorlar hiç bilemiyorum. 20-25 yaşlarında normal kadınlar olan bizi almayıp arkamızdaki böğüren sap ergen grubunu aldılar mesela. acayip.

    7. ona küçük çakallıklar yapın:

    bir günlük-haftalık-aylık ulaşım ticketları var. onlardan alın, metroyu çok kullanacaksınız, kontrole takılır göte gelirsiniz. hostel seçerken metro durağına yakın olması yeterli. check-in hostelde kaldık biz, memnun kaldım öneririm. az para harcamak istiyorsanız yemek yapın, ama bunu yapmak için meyve-sebze satan migros tarzı bir yere gitmeniz lazım ki bunlar da az. edeka diye bir market bulabildik biz sadece, alexa avmsinde var. ıvır zıvırı rossmanndan alın. aç kalırsanız 4 euroya arap yemeği, currywurst yiyin tok tutar.

    berlinin havası boktandır, çoğunlukla soğuk, kapalı ve yağmurludur. baharda bile 10-15 derece oluyor ancak. yanınıza mutlaka kapşonlu bir mont ve yağmura dayanıklı botlar alın. hep onları giyeceksiniz. gece çıkarken giyerim diye hiiiiiiiç kısacık etekler topuklular almayın kızlar. hem yağmurda yerlerde yuvarlanırsınız, hem de almanlar aşırı sade giyiniyor onların yanında paçoz gibi kalırsınız. gece dışarı falan tayt ve bot/düz ayakkabıyla çıkıyorlar, cidden. gün içinde yanınızda güneş gözlüğü ve şemsiye taşıyın. bir güneş açıyor, beş dakika sonra sağanak bastırıp ağzına sıçıyor çünkü. şemsiye önemli, biz bir haftada üç şemsiye parçaladık rüzgardan.

    iyi gezmeler.

    edit: en iyi avmsi kadewe adında bir yerdir, kurfürstendamm durağında. 6-7 katlı, girişinde 10dan fazla dilde hazırlanmış avm haritası bulabileceğiniz lüks bir yerdir. thanks to struga.


    (abeautifulday - 22 Mayıs 2014 22:24)

  • comment image

    ozledim, çağırsın gideyim şehridir. arkaden'de alışveriş yapıp, zoopalast yakınındaki starbucks'ta kahve içip!, under den linden'de kitapçılara bakıp, hotel adlon onunde fotoğraf çektirip, potsdamer platz'dan s banda binip, potsdam'a giderken kapuçino, kruvasan yiyip, yolda wannsee'yi izlemek hazır kış gelmemiş, donmamışken gidilmek istenen sayıca turku almana denk şehir.


    (zelyot - 4 Eylül 2014 16:28)

  • comment image

    öncelikle almanya'da doğup büyüyen ama ebeveynleri türk olan kişiler bence bilingual birer almanlar. adamlar alman yani zorlamanın alemi yok. nasıl siz, " ailemler kars'tan gelmiş istanbul'a ama ben doğma büyüme kadıköylüyüm" diyorsanız, adamlar için de durum aynı.

    bir insanın nereli olduğu ya da nereli hissettiği zerre sikimde değil. zaten senin elinde olmayan bir ayrıntı. dil zaten benim için iletişim aracı. bir insana "nerelisin" diye soruyorsam da büyük ihtimalle ortak noktalarımızı düşünüp, muhabbet etmek içindir.

    dün burada 6 tane türk (türkiye'de doğmuş büyümüş) taksiye bindik. türkçe konuşuyorduk aramızda, aramızdan birisi, adresi verdi, almanca bilmiyordu, doğal olarak ingilizce anlatmaya başladı. bir noktadan sonra adamın siması çok tanıdık geldi, "türk olsa konuşurdu herhalde" diye düşünüp, yine ortak nokta bulabilmek için "bosnalı" olup olmadığını sordum. adam "bosnalı'ya mı benziyorum" diye sordu. ben de "balkan halklarından olabileceğini düşündüğümü" söyledim. adam "almanya'da almanca'dan sonra en yaygın dil nedir" diye sordu. türkçe "türk müsünüz" diye sordum. adam "evet türküm" dedi. muhabbeti duyanlardan biri "neden türkçe konuşmadınız" diye sordu.

    adam bununla ilgili hiç bir şey söylemedi. en başta olumlu düşündüm ama burada yaşayan insanların türk olduğunu gizleme konusunda ekstra bir efor sarfettiklerini düşünüyorum. bana kalırsa türk değiller, almanlar. ama iş ya da sosyal hayatlarında nasıl bir baskı görüyorlarsa, istemsiz olarak da türk kimliklerini(kendilerine göre) açığa çıkarmıyorlar.


    (reddediyorum - 1 Kasım 2014 02:06)

  • comment image

    geçenlerde metroya (bkz: u-bahn) binmiş kreuzberg'e gidiyoruz. kottbusser tor'da indik, caddeye çıktığım gibi fark ettim ki çantamı unutmuşum trende. cüzdan müzdan her şey içinde. christmas tatilindeyiz, saat 21:00 suları.

    istasyondaki bilgi panellerinden yardım tuşuna bastım, otuz saniye içinde bir amca bağlandı. dedim böyle böyle, okey beş dakika bekle dedi. beş dakika sonra bağlandı, gidin şu şu duraktan alın çantanızı, geçmiş olsun dedi kapattı. gittik aldık, her şey yerli yerinde.

    bir hafta sonra kız arkadaşımı havaalanından yolcu ettim, eve döndüm otobüsle. o gün evden hiç çıkmadığımdan bir bok fark etmedim. ertesi gün görüyorum ki cüzdanım yok (gerizekalıyım evet).

    iki gün sonra kayıp bürosuna mail attım (rahatlığa bak). dedim böyle böyle. sabahın yedisinde dönmüşler, cüzdanınızı bulduk istediğiniz zaman gelin alın diye.

    tüm bunlar sikko bir alman şehrinde değil. dört milyon nüfuslu, hayatın vızır vızır aktığı bir metropolde oluyor.

    öykümüzün ana fikri: (bkz: almanlık)


    (rotario - 7 Ocak 2015 19:17)

  • comment image

    avrupa'nin en yasanilasi sehridir..zaten diger turkler de bu durumu tescillemis berlini mesken tutmuslardir,kreuzberg denilen muhitte de bir nevi 'little turkey' insaa etmislerdir..berlin'de avrupanin diger sehirlerindeki snob (paris),kaotik(londra),muzemsi(viyana),sapkin(amsterdam) vs. hava yoktur, almanlar oyle dis gorunuse filan da aldirmaz*,insan cuval da giyip cikabilir disari,rahat eder..buyuk sehirden baska yerde yasayamam ama trafikten biktim,dogal guzellik te ruhun gidasidir diyen bunyeler ornegin ihlamur agaclari altinda bir yuruyusten sonra*spree'de kisa bi tur atip ardindan potsdam'in parklarina,ciplaklik serbest bahcelerine dogru yol alabilir,az biraz dinlendikten sonra usenmeyip kulturforum'da sebil kulturel aktivitelerden birine katilabilir..bunu begenmediyseniz merak etmeyin berlin'de her dakika yapacak bir sey gidecek bir yer vardir..pazar gunu in cin top atan sokaklarin gundelik hali de genelde bos oldugundan,toplu tasimada asmis almanlar ayrica bisiklete binmeyi pek sevdiklerinden trafik diye bisey yoktur..ayrica herkes kurallara uyar..uymazsaniz aninda karsiniza bir alman cikip sizi durduracaktir* ayrica alman erkekleri ozellikle de baverya bolgesinden olanlar (ki bunlar cogunlugun aksine koyu kumral hatta esmer olup kahverengi gozludur) hafizalarda kalici izler birakabilir*..


    (fishne - 22 Aralık 2004 00:20)

  • comment image

    sonbaharin sehri...

    sonbaharda yapraklar dökülürken gezilesi, görülesi, bisiklet ile dolasip tadina varilasi güzel sehir.

    ayrica 300 000 i askin türk nüfusu ile almanyada en yogun sekilde türk barindiran sehir. özellikle kreuzberg, wedding gibi semtlerde almana rastlamak zordur. bu bakimdan dil ögrenme maksatli bir gezi yapilacaksa berlin disinda bir yer secilmelidir, zira almanca kullanmadan almanca ögremek takdir edersiniz ki pek te kolay degildir..

    birkac sene önce almanyada ikamet eden abim ile aramda yasanmis söyle bir diyaloga da ev sahipligi yapmistir bu sehir;

    - abi, ben disari cikicam da... hani diyorum ki, benim almanca "ohh helga ich komme" seviyesinde, acaba ingilizce anlasmaya calissam genel olarak insanlar biliyomu ingilizce? nedir, ne yapcaz?
    - niye, sen türkce bilmiyon mu?

    resmi dili türkcedir bu sehrin...


    (duran toplarin usta ayagi - 16 Ocak 2005 18:15)

Yorum Kaynak Link : berlin