Süre                : 2 Saat
Çıkış Tarihi     : 08 Aralık 1966 Perşembe, Yapım Yılı : 1966
Türü                : Drama
Ülke                : ABD,İngiltere
Yapımcı          :  Talent Associates , Rediffusion Television , CBS
Yönetmen       : Michael Elliott (IMDB)
Senarist          : Tennessee Williams (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Shirley Booth (IMDB)(ekşi), Hal Holbrook (IMDB)(ekşi), Barbara Loden (IMDB)(ekşi), Pat Hingle (IMDB)(ekşi)

The Glass Menagerie (~ CBS Playhouse: The Glass Menagerie) ' Filminin Konusu :
The Glass Menagerie is a TV movie starring Shirley Booth, Hal Holbrook, and Barbara Loden. Amanda Wingfield dominates her children with faded gentility and exaggerated tales of her Southern belle past.


  • "ufak tefek kusurlarını saymazsak, kesinlikle gidilip izlenmesi gereken bir oyunculuk. oyuncuların sesleri mimikleri çok başarılı, oldukça etkiliyor insanı. kaçırmayınız."
  • "orjinal filminde john malkovich in oynadıgı yere düşen kristal unicorn'un sinema tarihin üzerinde en çok symbolism barındıran sahnesi olabileceği güzel tiyatro oyunu."




Facebook Yorumları
  • comment image

    --- spoiler ---

    kocası yıllar önce kendisini terkeden amanda bir ayakkabı fabrikasında çalışan oğlu tom ve kızı laura ile st. louis'de bir bodrum katında oturmaktadır.tom bir yandan ailesinin geçimini sağlamak için çalışırken bir yandan da sinema filmleri ile avunmaktadır. sinema tom için içinde bulunmaktan pek de hoşlanmadığı gerçek dünyadan bir kaçış yeridir adeta.
    saygın bir geçmişi olan amanda sürekli geçmişinden bahsederek avunmaya çalışmaktadır. bir ayağı sakat olan laura ise dış dünya ile bağlarını tamamen koparmış durumdadır. tek avunduğu camdan hayvancıklar kolleksiyonudur. kızını bu izole dünyadan çıkarmaya kararlı olan amanda onu saygın bir gençle evlendirmeye karar verir ve uygun bir eş bulma görevini de tom'a verir.
    tom ise annesinin baskıları sonucunda iş arkadaşı jim'i eve yemeğe davet eder. jim laura'nın okul döneminde aşık olduğu gençtir. akşam yemeğinde yakınlaşan laura ve jim için herşey ilk başlarda güzel görünse de jim'in nişanlısı ile buluşmak üzere evden ayrılması ile laura için herşey eski haline geri döner. laura kısa bir süre de olsa gerçek dünyanın kapısından adım atmıştır ancak jim'in gidişi ile yine aynı karanlık dünyasına geri döner. amanda ise tüm yaşanalardan tom'u sorumlu tutunca tom evi terk eder.
    ---
    spoiler ---

    gerçek bir aile dramı. her kahraman kendi içinde binlerce kahramanı barındırıyor. küskünlükleri, eksiklikleri , istekleri, hayalleri ve umutsuzlukları ile sahnede izleyeceğiniz karakterlerde herkes kendisinden bir parça bulacak. sırça kümes adlı oyunu izledikten sonra tiyatrodan biraz buruk çıkacaksınız. allak bullak olmuş bir halde. kendi içinizde ya da çevrenizde farkına varmak istemediğiniz, dönüp gittiğiniz hayatlardan bir yada birkaçı çıkacak sahnede karşınıza. şaşıracaksınız. tiyatronun bir işlevi de bu değil mi zaten?


    (ninni - 28 Ocak 2003 15:07)

  • comment image

    bu sezon izlediğim devlet tiyatrosu oyunlarından ilki ve bu sezon ilk kez sahnelenen oyunlar arasında en çok dikkat çekeni.

    tennessee williams 'ın 1945 yılında yazdığı hüzünlü hikaye, can yücel çevirisiyle karşımıza çıkıyor. tom (orhan özyiğit), laura (gülin ersoy), amanda (meltem keskin bayur) ve jim (irfan kilinç) karakterleri arasında geçen bu oyunda, izleyici ile hikaye arasına, karakterlerden birisi olan tom anlatıcı olarak yerleştirilerek, brechtyen bir tarz kullanılıyor.

    gerek oyunun açılışını yapan, tom'u oynayan anlatıcı orhan özyiğit'in sil sürçmeleri, gerekse amanda'yı oynayan meltem keskin bayur'un ortaya fazlaca alaturka bir karakter çıkarması, yaratılan atmosferin seyirciye geçmesini engelledi. kendi adıma ne tom'un sinemaya sığınmasındaki çaresizliği hissettim, ne amanda'nın geçmişine sığınmasına empati kurabildim. bu karakterlerin ekonomik sorunları ve hayalleri arasında kalmalarının çaresizliği seyirciye geçmedi. hatta amanda karakterini daha önce oynayan yıldız kenter'i pek de sevmememe rağmen, kabul etmek gerekir ki, amanda'yı yıldız kenter oynasaydı, oyun baştan sona bambaşka bir hal alırdı.

    ilk perdeyi sırtlayan laura'yı oynayan gülin ersoy'du (ayağındaki aksamanın sürekliliğini sağlaması için giydirdikleri garip ayakkabıya rağmen). laura'nın sırça kümes'ine sığınışı, hareketleri, narinliği, mimikleri ve kıyafetleri ile çok güzeldi. laura'nın kendine güvensizliğini yansıtışı o kadar başarılıydı ki, o his bir yerlerden tanıdık geldi.

    ikinci perdede katılan irfan kilinç ise oyunu kurtaran diğer isimdi, jim ve laura'nın diyalogları, aralarındaki enerji, jim'in yardım etmek isterken kendini kontrol edememesinden duyduğu pişmanlık ve uzaklaşma isteği, laura'nın "sanmam beni hatırlayasınız." derken an be an tereddütlerinden kurtulması, fakat umudunun sönmesi, eskisinden de ağır bir sessizliğe gömülmesi.. sırça unicorn'un boynuzunun kırılması, laura'nın kırılması, müziğe sığınması, mumların sönmesi..

    finalde nispeten başarılı olan orhan özyiğit, bence bunu gülin ersoy'un seyirciyi finale çok güzel hazırlamış olmasına borçluydu. oyun, evindeki sıkıntıdan kaçan, annesi ve kardeşinden uzaklaşan tom'un, ne kadar uzağa giderse gitsin, vicdanını yani laura'yı bırakıp gitmesinden duyduğu suçluluğu hep yanında taşıdığını ve taşıyacağını anlatan tiradı ile bitti.

    "iyisi mi sen mumları bir an önce söndür, laura."

    not 1: oyun açılışının sigara içerek yapılması enteresan, açılsın tabi karşı değilim ama sadece 2-3 yıl önce, bir özel tiyatroda fatih al'ın sahnede sigara içtiği için aldığı ceza geldi aklıma.

    not 2: mavi gül konusunda aktarılamayan birşeyler var gibiydi, yüzeysel ve anlamsızdı, hikayenin aslını bilenler aydınlatabilirlerse sevinirim.

    not 3: her oyunun olmazsa olmazı seyirci, evinde film izlemiyorsun, "tüh", "vah vah", "ay yazık ya", "ehe çok komik yea" diye sesli tepkiler verme, hayvanlık yapma, medeni ol biraz.


    (kedish - 6 Ekim 2011 11:32)

  • comment image

    2011-2012 sezonu ankara devlet tiyatrosu oyunlarından. gayet klasik, olması gerektiği gibi olmuş. bu sezon boyunca izleyene 'hımm burda acaba ne demek istedi?' dedirten birçok adt oyununun yanında parlayan bir oyun.

    --- spoiler olabilir belki diye ---

    dikkat çeken ilk şey, oyunun rejisinin yabancı bir yönetmene ait olması. bunun oyuna çok büyük bir farklılık getirdiğini söylemek zor. ancak, ankara devlet tiyatrosunun amerikan tiyatro oyunlarında geçtiğimiz sezonlarda yaşadığı ufak tefek sıkıntıları, en çok da bu tür oyunlarda rastlanabilecek yapaylığı bu oyunla kırdığı, daha içten bir atmosfer yakaladığı görülüyor. yönetmen jason hale'in dediği bir şeye katılmak gerek, o da oyunun geçtiği buhran döneminin arifesinde dar gelirli bir ailenin yeri, yaşayabileceği sıkıntılar ve toplum tarafından neye yönlendirildiğinin açıkça yansıtılmaya çalışıldığı. bu konuda gayet başarılı olmuş. oyun amerikan toplumunun değerlerini birebir buradaki bir sahneye geçirmek yerine, konunun ve hikayenin daha evrensel, herkesçe bilindik taraflarını ele alarak hitap ettiği kitleyi genişletmiş.

    oyunculuklara gelince, oyuna gitmeden önce anlatıcı ve tom rolündeki orhan özyiğit'in oyunculuğuna dair baştaki olumsuz yorumlar daha sonra olumlu yönde değişmiş. oyuncunun sesi ve tavırları, karakteri daha da yansıtır olmuş. ne var ki gitme isteğiyle ilgili bir şeyler eksikmiş gibi geldi hep, nedenini bilmiyorum. meltem keskin bayur'un anne halleri gayet yerinde, oyunla bütünleşmiş. eleştirilen yeşilçamvari görünüşü belki oyunun aktarılış tarzıyla ilgili o evrensellik mevzusuyla alakalı olabilir elbette ama o kadar karikatürize bir karakter sergilemediğini söylemek gerekir. oyunda en büyük alkışı laura rolündeki gülin ersoy hak ediyor kesinlikle. o kırılganlığı, bir kısır döngü içinde kalışı, utangaçlığı, yıllardır beslediği ama jim'in karşısında bir türlü dile getiremediği sevdası ile mükemmel yansıttı laura'yı. jim rolündeki irfan kılınç'ı daha önce ahmet burak bacınoğlu'nun yönettiği kafkas tebeşir dairesinde izlemiştim. oyunculuğu gayet yerindeydi; ne var ki kostümü ile daha çok ellilere yakın duruyordu. çizdiği karakter öyle başarılıydı ki o azimle o karakteri 60'ların mad menvari işyerlerinde hayal ettim izlerken bir an için.

    oyundaki dekorun muhteşem, kostümlerin ise görkemli olduğunu söylemek isterim. hele laura'nın ikinci perdedeki mavi elbisesi terzilik öğrenip öyle bir elbisenin nasıl dikileceğini görebilme isteği uyandırdı içimde. annenin elbiseleri de yine döneme uygundu, 20. yüzyılın başlarına ayak uydurmaya çalışan ama henüz 19. yüzyılın izlerini silememiş, vaktiyle gün görmüş insanların üzerinde durmuş elbiseler gibi.

    oyunun çevirisi can yücel'e ait, dilinin akıcılığını buna bağlayabiliriz. ancak can yücel çevirilerindeki ufak tefek, hatta tartışmalı ayrıntılar bu oyunun dilini etkilememiş, çevirideki yapaylıktan uzak bir anlatım vardı. son olarak oyundaki 'mavi gül' ve 'gül hastalığı'na şöyle bir açıklık getirmekte fayda var. sanırım çeviri azizliği denebilecek türden. repliğin orijinali şu:

    laura: when i had that attack of pleurosis - he asked me what was the matter when i came back. i said 'pleurosis', he thought that i said blue roses! so that's what he always called me after that. whenever he saw me, he'd holler, 'hello, blue roses !

    şöyle ki, kızın bahsettiği gül hastalığı oyunda "pleurosis" olarak geçiyor ki sanırım bu bir akciğer hastalığına karşılık gelmekte (zatülcenp olabilir). ama jim bu"pleurosis"i "blue roses" olarak anlıyor. o mavi gül olayı da bundan. tahminimce mavi gül ile bari gül kısmı bağlantılı olsun diye hastalık gül hastalığı diye çevrilmiş.

    ---
    spoilerolabilir belki diye ---

    özetle, kesinlikle izlenesi, gayet akıcı, özellikle dram severlerin kaçırmaması gereken bir oyun olmuş.


    (marikaki - 14 Ocak 2012 16:00)

  • comment image

    ufak tefek kusurlarını saymazsak, kesinlikle gidilip izlenmesi gereken bir oyunculuk. oyuncuların sesleri mimikleri çok başarılı, oldukça etkiliyor insanı. kaçırmayınız.


    (eruslu - 30 Kasım 2012 00:28)

  • comment image

    tennessee williams tarafından yazılmış türkçeye can yücel tarafından çevrilmiştir. 4 kişilik bir oyuncu kadrosuna sahiptir. oyundaki tom karakteri aynı zamanda anlatıcıdır.

    --- spoiler ---

    oyunun finalinde "iyisi mi sen mumları bir an önce söndür, laura" tiradı kafalara kazınıp kalır.
    ---
    spoiler ---


    (shakespeare in editoru - 10 Eylül 2013 21:04)

  • comment image

    tiyatro oyununa bir anlatıcı koymakla, brecht tarzı bir yabancılaştırma etkisi kullanmış bu oyunda williams. ayrıca rüya gibi bir atmosfer yaratarak gerçeklikle hayal arasında bir resim çizmiş. sembolist bir oyun. aynı zamanda otobiyografik olduğu söyleniyor. ama hepsinin ötesinde, laura'nın tek boynuzlu atı, tom'un sinemada gördüğü malvolio adlı sihirbazın numarası, ve yine laura'nın oyunun sonunda mumu üfleyerek söndürmesi. ve tabii ki mavi güller.

    (bkz: strindberg)
    (bkz: amerikan ruyasi)


    (little wing - 14 Temmuz 2004 16:50)

  • comment image

    orjinal filminde john malkovich in oynadıgı yere düşen kristal unicorn'un sinema tarihin üzerinde en çok symbolism barındıran sahnesi olabileceği güzel tiyatro oyunu.


    (ray kinsella - 19 Aralık 2004 15:32)

  • comment image

    kocası tarafından bırakılmış amanda, hayatta bulamadığını filmlerde bulan tom, camdan eşyalar biriktiren ve bacağı felçli olan laura'nın kahramanlarını oluşturduğu tennessee williams'ın eseri.
    amanda laura'yı evlendirmek ister bunun için en uygun kişinin tom'un iş arkadaşı jim olduğunu düşünür. ne var ki jim laura'nın çocukluk aşkıdır. jim ve laura yıllar sonra bir araya gelirler ve o çok dokunaklı sahne yaşanır:
    jim:_ gelelim sana! söyle laura senin de ilgilendiğin bir şeyler vardır elbet...
    laura:_ benim mi? dedim mi a, şey... koleksiyonum var benim...
    jim:_ neden bahsediyorsun allah aşkına? nasıl şey o koleksiyon dediğin?
    laura:_ sırça işte...çerden çöpten şeyler. süs için çoğu. minnacık minnacık hayvanlar, sırçadan yapılmış hepsi. her çeşit hayvan var içinde. annem tutturmuş "sırça kümes" deyip duruyor. bakın size bir tanesini göstereyim, isterseniz. en eskilerinden biri bu. on üç yılı dolduracak neredeyse. aman dikkat edin! çıt diye kırılıverir.
    jim:_ iyisi mi almayayım elime! pek sakarım kırılır da sonra...
    laura:_ yok! alın, ziyanı yok(avucunun içine kor) tamam şimdi yavaşca tutun elinizde, ışığa doğru kaldırın biraz! pek sever ışığı. bakın nasıl ışıyıverdi içi.
    jim._ sahi pırıl pırıl oldu.
    laura:_ gerçi ayırmamam lazım hiçbirini ya, en çok sevdiğim bu.
    jim:_ aslı nedir bunun kuzum?
    laura:_ görmüyor musunuz boynuzunu?
    jim:_ unicorn ha?
    laura:_ hıı...
    jim:_ benim bildiğim unicornların nesli tükendi çoktan.
    laura._ öyle ama...
    jim:_biçare yalnız başına öyle kimbilir nasıl canı sıkılıyordur.
    laura, (gülümser):_ belki ama hiç de şikayet ettiği yok. yanında boynuzsuz atlardan var bir sürü, gül gibi geçiniyor onlarla.
    jim:_ nereden biliyorsun iyi geçindiklerini?
    laura:_ şimdiye kadar ağız kavgası bile etmediler.
    jim(güler):_ ağız kavgası ha? bak. bu aklıma gelmemişti hiç! nereye konacak bu?
    laura:_masanın üstüne bırakıverin! arada bir yeri değişirse, pek hazzeder.
    jim:_ ne demezsin!... gerindim de bak nasıl gölgem büyüyüveriyor!
    laura:_ ya bütün tavanı kaplıyıverdi!
    jim(ayağa kalkar kapıya doğru gider):_ yağmur dindi galiba(kapıyı açar) nereden geliyor bu çalgı sesi?
    laura:_ karşıdaki cennet bahçesinden.
    jim:_ biz de şöyle biraz zıplasak, ha, ne dersin?
    laura:_ ama...
    jim:_ demek benden önce birine söz verdin. bırak canım, kimse o, beklesin az daha! ne işi var başka!( vals çalar; "mavi tuna") oo! vals başladı:(tek başına bir iki döner, derken laura doğru uzatır kollarını.)
    laura (soluk soluğa):_ dans edemem ki ben.
    jim:_ başladın yine, bak! hep böyle aşağılık duygusu...
    laura:_ ömründe dans etmemişimdir ben
    jim:_ gel, efendim! bir deneyelim.
    laura:_ ayağınıza basarım, acıtırım bir yerinizi.
    jim:_ korkma canım! sırçadan mı sandın beni de?
    laura:- nasıl, nasıl başlayacağız ama?
    jim:_ sen bana bırak işi! sade kollarını kaldır biraz!
    laura:_ böyle mi?
    jim:_ az daha yukarı! tamam şimdi, yalnız kasma kendini öyle, gevşek bırak!
    laura(sinirli sinirli güler):_ güç iş doğrusu.
    jim:_tamam
    laura:_ korkarım beni kımıldatamayacaksınız bile.
    jim:_ ne iddiasına giriyorsunuz?(kızı kapıp yürütür)
    .....
    laura:- allah'cığım!
    jim:_ ha!.. ha!...
    laura:_ başıma gelenler!
    jim:_ ha!... ha!... (ansızın masaya çarparlar jim durur.) neydi o çarptığımız kuzum?
    laura:_ masa.
    jim:_ galiba bir şey yere düştü, değil mi?
    laura:_ evet.
    jim:_ bizim boynuzlu at değildir inşallah!
    laura:_ o.
    jim:_ tuh! aksiliğe bak! kırılmış mı?
    laura:_ öbür atlara benzemiş şimdi.
    jim:_ şeyi gitmiş mi yoksa?
    laura:_ boynuzu kırılmış ama, ziyanı yok. daha iyi oldu belki de.
    jim:_ gel de üzülme şimdi! en çok bunu seviyordun dedindi, değil mi?
    laura:- laf olsun diye söyledim, canım. kırılmışsa kırılmış. sağlık olsun! sırça dediğin zaten işarete bakıyor kırılmak için. istediğin kadar dikkat et, hiç bir faydası yok. daha olmazsa bir kamyon geçiyor, sarsıntıdan sapır sapır dökülüyorlar yere.
    bir de oyundan kalan şu söz:, "zaman, iki yer arasındaki en uzun mesafedir".


    (in nuce - 25 Aralık 2005 19:03)

Yorum Kaynak Link : the glass menagerie