Süre                : 1 Saat 45 dakika
Çıkış Tarihi     : 08 Eylül 2006 Cuma, Yapım Yılı : 2006
Türü                : Drama
Taglar             : Aşk,depresyon,seks,Paris, Fransa,Sevgilisi kız arkadaşı ilişkisi
Ülke                : Norveç
Yapımcı          :  4 1/2 Film , Filmlance International AB , Spillefilmkompaniet 4 1/2
Yönetmen       : Joachim Trier (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Joachim Trier (IMDB)(ekşi),Eskil Vogt (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Anders Danielsen Lie (IMDB)(ekşi), Espen Klouman-Høiner (IMDB), Viktoria Winge (IMDB)(ekşi), Christian Rubeck (IMDB), Henrik Mestad (IMDB), Thorbjørn Harr (IMDB)(ekşi), Ivar Lykke (IMDB), Anderz Eide (IMDB)(ekşi), HÃ¥kon ØverÃ¥s (IMDB), Karianne Flaathen (IMDB)

Reprise (~ Auf Anfang) ' Filminin Konusu :
Erik ve Philip, yazar olmaya çalışan çok yakın iki dosttur. Sürekli yayın evlerinin kapısını aşındıran Erik, sürekli geri çevrilirken; Philip bir gece de ünlü bir yazar olup çıkıverir.Ünlü olduktan sonra yaşadığı psikolojik sorunlar nedeniyle hastahanede tedavi gören Philip; altı ay sonra taburcu olur. Hastahaneden büyük bir değişim geçirerek çıkan Philip, dostu Erik‘e yazarlığı bıraktığını söyler. Bunu kabul etmek istemeyen Erik ise dostunu tekrar yazarlığa döndürmeye çalışacaktır...

Ödüller      :

!f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali:Golden Tulip-Best Film
Toronto International Film Festival:Discovery Award


  • "müzikte tekrarlama ve nakarat anlamına gelen fransızca kelime.."
  • "baskasinin sarkisini söyleme akabinde bi de bunu albümüne koyma durumu."
  • "genç ve yorgun; ıslanmış bir sayfanın dağılmış mürekkebini kurutuyor."




Facebook Yorumları
  • comment image

    yazmak ve dostluk üstüne fena olmayan bir film.
    bir de tabii ne güzel bu adamlar lambur lumbur kitap falan basıyorlar, yazmamaya karar veriyorlar vb. sürekli müzik, edebiyat ve geyik ekseninde yaşıyorlar diye iç çektiriyor...
    genç işi ve güzel diyebiliriz. altın lale alması ilginç geldi ama.. yaratı sürecindeki krizlere dair güzel anlatımından sanırım.


    (pati - 15 Nisan 2007 16:45)

  • comment image

    uzun zamandır suratımda eblek ve tatlı bir gülümsemeyle bir filmin sonuna varamadığımı bana farkettiren, norveçi hiç görmediğim halde bana hayaller kurduran, ne zaman bir gülen suratla karşılaşsam sanki o karakteri senelerdir tanıyormuşcasına bana iyi hissettiren bir film. senaryoyu filmin odağından çıkardığınızda - ki bu sinema için gayet ciddi bir risktir - geriye kalan samimi anlatı altın laleyi hakkediyor. kuzey ışıklarını, o kocaman parkları, nordikleri görmeden onlara bu kadar yakın hissettirdiği için bilmem umrunda olur mu yönetmeni ve filmin korsanını satan arkadaşı tebrik ediyorum.


    (kolin kazim - 11 Şubat 2008 01:50)

  • comment image

    gecemi aydınlatan harika ötesi film. oyunculuklar açısından şahane, senaryo açısından iyi, işlenme yönünden muhteşem bi filmdir.
    kuzey'e kaçmayı aklıma ciddi bir şekilde soktu. herşey sanki orada bitiyor. bir film bu kadar mı kolay ateş yakar insan içinde? umuyorum ki, ileride bu cesaretim gerektiği zamanda da yanımda olur.


    (hikaye mesture - 15 Nisan 2008 04:48)

  • comment image

    joachim trier in selim ilerivari bir optimizm ile ilk genclik cagimiz ile gectigi tasagi..joy division dinleyip, porno izleyip, kitap yazan adamlar icinden bir tek "kocaman zenci yaragi em" diyen cocuk efendi gibi evlilik yapti, digerleri hep varolus duvarindan sekmis tutarsiz dallama karakterler..ozellikle porno lars in nazi selami ile cercevelendigi aile tablosu gorulmeye deger bir mizansendi..


    (jellojunkiespacemunky - 14 Ekim 2008 21:57)

  • comment image

    kesinlikle oslo 31. august'tan sonra izlenmemesi gereken film...ben bu filmi çok uzun zamandır arayıp bulamadığım için geçen gün izleme fırsatını yakaladım ama takdir edersiniz ki aynı yönetmenin iki filmi olan reprise 2006, oslo 31. august 2011 yapımı olduğu için ilk filmi ikincisinden sonra izlemek pek sarmadı...

    ama yine de şunu söyleyebilirim ki her ikisi de inanılmaz derecede güzel, etkileyici ve en önemlisi gerçekçi filmler...eğer norveç sineması hakkında bir fikir edinmek, norveç'e dair bir şeyler görmek istiyorsanız önce reprise'ı ardından da oslo 31. august'u mutlaka ama mutlaka izleyin derim ben...

    ardından norveç diye bir yer varken biz neden türkiye'de yaşıyoruz ki diye düşünmeye başlarsanız sorumlusu ben değilim baştan söyleyeyim...


    (ben de iibf mezunuyum - 14 Ekim 2012 02:57)

  • comment image

    belki de izlemekten hiç bıkılmayacak kadar güzel norveç yapımı film. hiç filmden anlamayan bir insan olarak, tesadüfen birkaç yaz önce izlediğimde kendisini itinayla başucuna koyduğumu bilirim ve her sene en az bir kez izlemekten de kendimi alamam.

    phillip ve erik'in sten egil dahl'a olan hayranlığı ve stalkerlıkları hiç gözümün önünden gitmemeye niyetlidir.

    sanırım bu filmin en çok sevilmesi gereken yanı da insana kendiyle özdeşleştirdiği yazarları ustalıkla hatırlatması. kendimi bazen phillip ve bazen de erik'in yerine koyup kendi sten egil dahl'ımın peşinde koşasım geliyor. ha bu arada, sten egil dahl karakteri, aslında norveçli şair tor ulven'den esinlenmiş ki bu da tor ulven hakkında merak yaratmaya epey sebep oluyor.


    (angels have the delorean - 1 Aralık 2012 15:41)

  • comment image

    altında joachim trier'nin imzası bulunan sanat eserinden söz açmaya başlamak için, tıpkı film dahilindeki kitap tartışmalarında olduğu gibi, işe eserin ismine değinerek başlamak gerekir.

    fazla uzağa gitmeden, kite kat'in 2002 yılında "reprise" kelimesi ile ilgili yazdıklarını alıntılayalım:

    <<baskasinin sarkisini söyleme akabinde bi de bunu albümüne koyma durumu.>>

    yani biri/birileri bir sanat eseri ortaya koyuyor, başka biri/birileri de bu sanat eserini alıp yeniden yorumlayıp altına kendi imzalarını atıyor. bu durumu filmin içeriğine uygulamak önemli. çünkü parçalar kesinlikle birbirlerine uyuyor. ve gerisi artık spoiler olmaya başlıyor.

    --- spoiler ---

    erik høiaas, yani gelecek vaadeden yeni yazar phillip'in yazarlığı onaylanmamış arkadaşı. artık yazamayan phillip'in yazmaya geri dönmesi için verdiği büyük destek erik'in nazarımdaki olumsuz imajını bir nebze hafifletse de, geriye olumsuzluğu baki bir takım hususlar kalıyor. bu hususlar kendilerini doğrudan filmin içinde değil, eserler arası bağlantı yoluyla, zeki demirkubuz'un yeraltı'sından bir sahnede gösteriyor. (reprise'ı izlemiş, fakat yeraltı'nı izlememiş ve bunu okumakta olanlardan, spoiler içinde spoiler vermek durumunda olduğum için özür diliyorum.)

    yeraltı'nın söz konusu sahnesinde, muharrem, eski sözde-arkadaşlarıyla, arkadaşlarından birinin şerefine verilen bir yemekte biraraya gelmiştir. fakat ünlü bir yazar olmuş arkadaşı ile ilgili geçmiş hatıraları, muharrem'i bir huzursuzluk çıkarmaya zorlar. muharrem, "bir damla dahi olsa mürekkep yalamış adamların arasındaki husumet kan davasından bile daha korkunçtur." der ve şerefine yemek düzenlenen cevat, "bak bu iyiydi işte!" deyip not defterine doğru hamle yapar. hareketi görüp sebebini anlayan muharrem, "kalem mi arıyorsun? eskiden de böyle yapardın. sohbet edilirken hoşuna giden bir şey oldu mu, hemen kağıt-kalem aranırdın; hoşuna giden cümleyi yada aklına gelen fikri not etmek için. hatta 'notçu' derdik sana, sonra geliştirip 'fordçu' diye çevirmiştik." der. cevat, muharrem'in neyi kastettiğini anlar ve gerilir: "...söylemek istediğin yada ima ettiğin başka bir şey mi var?" ve muharrem ağzındaki baklayı çıkarır: "evet söylemek istediğim bir şey var. hatta suratına haykırmak istediğim bir şey... sen bir hırsızsın! hem de hırsızın en önde gideni! önüne gelen her şeyi cebine indiren adi bir yankesicisin! söylemek istediğim işte bu; yoksa 'notçu', 'fordçu'... hepsi lafın boku!"

    muharrem'in söylemeye çalıştıklarını biraz daha irdelersek, onun cevat'ı, başkalarının fikirlerini çalıp, eserlerine aktarıp, fikir hırsızlığı yapmakla suçladığını görebiliriz. yani karşımızda artık yazmayan/yazamayan biri ve başkalarının yazabileceklerini kullanıp kitaplar yazan ve başarılı olan biri var. bu örnek üzerinden reprise'a geri dönersek, "muharrem=phillip" ve "cevat=erik" bağıntısına ulaşabiliriz. çünkü erik de, tıpkı cevat gibi, arkadaşı phillip ile birbirlerine çok benzeyen bir anlatıma sahip olmakla birlikte, artık yazamayan phillip ile yaptıkları muhabbetlerden hareketle kitaplar yazmakta ve başarı sağlamaktadır. sanat konusunda, sanat eserini yaratanın sanatçıdan ziyade sanatçının çevresi olduğu uzun süredir dillendirilegelmiş bir husus. tam da bu sebeple, film akıp giderken, phillip'in haline ne derece üzüldüysem, erik'in başarısına karşı da o denli bir hoşnutsuzluk besledim. çünkü açıkça phillip'in olması gerektiği yerdeydi, yani yerini haketmiyordu. phillip ömrünü bir kara-sevdanın peşinde harcayadursun, erik, phillip'in cümlelerini, fikirlerini yankesiyor ve kitaplar üretiyordu. hal böyleyken erik'i nasıl sevebilirim ki?

    ayrıca joachim trier'nin erik'i, masumiyeti zedeli bir yazar olarak betimlemeye gayret gösterdiğini düşünüyorum. filmin farklı yerlerinde bu konu ile ilgili saptadığım bir çok vurgu mevcut. fakat onları bir kenara bırakalım; filmin adı dahi bu "yazan-yazdıran" ikililiğini vurgular nitelikte. yoksa trier, "yeniden ele geçirme; yeniden ele alma" gibi anlamlara gelen bu fransızca kelimeyi başka hangi sebeple kullanmış olabilir ki?

    ---
    spoiler ---

    edit: entry'yi ilk yazdığımda "yeraltı" konusunda kafam epey karışmış olacak ki, muharrem'in yazar arkadaşının adını karıştırmışım ve "cevat" yazmam gerekirken "faik" yazmışım. bu hatamı fark edip uyaran angels have the delorean'a bin şükran!


    (siyah giysili adam - 15 Mart 2013 04:15)

Yorum Kaynak Link : reprise