Zor Sindirilen / 10
  • "le feu follet in kafe sahnesi."
  • ""insan kendini yok etmek istiyorsa,toplum bunu yapmasına izin vermeli.""
  • "film değil bu, başka bir şey. sanat eseri aq. 10 puan verdim. izleyip izleyip ağlıyorum."
  • "1 bucuk saatlik film 10 dakikada bitmis gibi geldi. o kadar güzel ve saran bir film. izleyiniz."




Facebook Yorumları
  • comment image

    istanbul film festivali her daim yeni şeyler keşfetmek için doğru adres olmuştur. bazen yeni kültürler keşfedilir, bazen hiç farkında olmadığımız gerçekler. bu seneki festival benim için norveç kültürünü daha yakından tanıma fırsatı oldu. filmleri izlemeden önce norveç hakkında huzur ve refah listelerinde üst sıralarda yer almalarından dolayı aklımda gelişmiş bir ülke profili vardı kuşkusuz. ama o gelişmiş ülkenin içerisindeki çarpıklıklar ve problemler hiç aklımda canlanmıyordu. ancak izlediğim filmlerden "oslo 31. august" bütünüyle problemli bir insanın yaşadıklarını konu alınca bu durum tersine döndü. çünkü yönetmen bu filmle yüksek refah içinde nasıl çarpık bir karakterler var olabilir sorusuna net bir cevap veriyor ve bu cevabın etkisiyle film bittikten sonra adeta suratınıza bir tokat yemiş gibi salonu terkediyorsunuz.

    film uyuşturucu bağımlısı anders'in yaşadıklarını anlatıyor seyircisine. yakın çevresiyle yaşadıkları ve sosyal bir insan olmasına rağmen çektiği yalnızlığın anders'e etkileri izleyiciye oyuncu anders danielsen lie'nin etkiliyici performansıyla çok iyi yansıtılmış.

    neden izleyelim diye soranlar için, anlattığı konu ve oyunculuk dahil her yönüyle izlenmeye değer bir film bence cevabını verebilirim. ayrıca cannes film festivalinde de programa girdiğini söylemekte fayda var.

    dipnot: diğer izlediğim norveç filmi "hodejegerne".


    (yalcink - 12 Nisan 2012 19:49)

  • comment image

    anders "uygun görülmeyen" şeylere bağımlı, çünkü hayatında bağımlı olabileceği başka bişey yok, bağlanma ihtiyacını gidermeli.
    her şey yolunda giderken, bunun aslında bir yanıltmaca olduğunu görmek insanı yoldan çıkmaya ve yoldan çıkmayı savunmaya itebilir, anders bunu yapmalı.
    tek bir doğru yok, olabilir mi zaten? tepeden inme "evet artık her şey yolunda" saçmalığı da neyin nesi? aslında tedavi ya da başka bişey yok, aslında sadece ikna var. "evet her şey tamam hadi bunu kabul et ve seni kontrol etmemize izin ver" daha neler... ikna bir tedavi değil, zaten bağımlılığın tedavisine de inanmıyorum.
    her şeyin sonunda, anders'ın yürüdüğü sokakların, yüzmediği havuzun, dolandığı bahçenin anders'siz halini görüyoruz. şu dünyadan yok olup gitmemizin hiç bir anlam ifade etmediğini ama var olmamızın bir fark yaratabileceğini anlıyoruz.

    film ilk on dakikasında bir yerlerde, lykke li posteri var.

    not: bu filmin tam metnine ihtiyaç duyuyorum ama bulamıyorum. nerden bulacağımı da bilemiyorum.


    (janis baby - 16 Nisan 2012 12:04)

  • comment image

    31. istanbul film festivalinin yönetmenlik açısından en dikkat edilmesi gereken filmlerinden biri. özellikle anders'in kafede oturup diğer insanları gözlemlediği sekans bir point of view, bir circle of action dersi adeta.


    (el superagnostiko - 16 Nisan 2012 12:42)

  • comment image

    neden bilmiyorum ama anders'ın kafedeki konuşmalara kulak misafiri olduğu sahneden ayrı bir etkilendim. ki başlığa yazılanlara bakıyorum ve evet yalnız değilmişim diyorum. ama ben hakikaten nedenini bilmek istiyorum. anders karşı masada oturan kızın konuşmasını dinlerken içim acıdı resmen; tutamadım biraz da ağladım. atlas'ın o sıkış tıkış koltuklarına ilk defa bu filmde lanet ettim hatta; bir rahat ağlanılmıyormuş burada be diye söylendim içimden. bitiş sahnesi de ayrı bir vurucuydu tabii ama yok ben bu filmi hep bu sahneyle hatırlayacağım.

    filmi izlemeyecek bile olsanız okumaya değer:

    --- spoiler ---

    evlenip çocuk yapmak istiyorum.
    dünyayı dolaşmak, bir ev almak...

    romantik tatillere gitmek, gün boyu
    sadece dondurma yemek istiyorum.

    başka ülkelerde yaşamak.
    ideal kiloma inip orada kalmak.

    harika bir roman yazmak.
    eski arkadaşlarla haberleşmek.

    bir ağaç dikmek istiyorum.
    nefis bir akşam yemeği hazırlamak.

    kendimi başarılı hissetmek.

    buz banyosu yapmak, yunuslarla yüzmek.
    gerçek bir doğum günü partisi vermek.

    yüz yaşına kadar yaşamak.
    ölene dek evli kalmak.

    bir şişede coşkulu bir mesaj yollayıp,
    aynı derecede ilginç bir cevap almak.

    tüm korkularımın üstesinden gelmek.
    bütün gün bulutları izleyerek yatmak.

    antikalarla dolu eski bir ev almak.
    bir maratonu sonuna dek koşmak.

    harika bir kitap okuyup, güzel
    cümleleri hayatım boyunca hatırlamak.

    hislerimi yansıtan
    harika resimler yapmak.

    bir duvarı sevdiğim resimlerle
    ve sözcüklerle kaplamak.

    sevdiğim dizilerin
    tüm sezonlarına sahip olmak.

    önemli bir konuya dikkat çekip,
    insanların beni dinlemesini sağlamak.

    paraşütle atlamak, helikopter kullanmak,
    çırılçıplak yüzmek.

    her gün aradığım türden
    iyi işi bulmak.

    romantik ve eşsiz bir evlenme
    teklifi almak. gece açık havada uyumak.

    besseggen dağına tırmanmak, bir filmde
    ya da ulusal tiyatroda rol almak.

    piyangoda milyon kazanmak.
    faydalı işler yapmak.

    ve sevilmek istiyorum.

    ---
    spoiler ---


    (eh iste bilemiyorum - 25 Nisan 2012 00:25)

  • comment image

    izlediğim en iyi biyografi filmlerinden biri...uyuşturucu bağımlısı iskandinav bir adamın yaşadıklarının anlatıldığı, inanılmaz güzel bir norveç filmi...izlerken her saniyesinde oslo'nun atmosferinden öylesine etkilendim ki, o huzurlu ülkede insanların mutlu olamayışı ve hissettikleri yalnızlık beni derin düşüncelere sürükleyerek fazlasıyla şaşırttı...aslında hakkında çok şey yazılabilir ama özet geçerek diyebilirim ki; çok çok iyi bir film...güzel iskandinavya insanlarının çok daha güzelleştirdiği bir film...şu boş hayatın 90 dakikasını anlamlı kılmak için izlenmeli...


    (ben de iibf mezunuyum - 23 Temmuz 2012 02:35)

  • comment image

    fazla refahin sikintidan insani delirtebileceginin guzel bir ornegi. yasam, kent, evler, yollar vs. o kadar olmasi gerektigi gibi ki sikintisini cekeceginiz, oflayip sikayet edeceginiz hicbir sey yok! al anders`i koy istanbula, bindir hergun metrobuse, calistir esek gibi asgari ucretle, daya sirtina dolayli dolaysiz bilimum vergiyi, sat litresi 5 liradan benzini, bak bakalim sikintinin s`si kaliyor mu. belini dogrultmayacaksin belini, yok oyle bos zamanlarinda piyano calmalar filan.. (bkz: kuzey ülkelerinde vatandaşa rahatın batması)


    (bonnie and clyde - 11 Kasım 2012 22:25)

  • comment image

    tipik iskandinav filmi.

    çocukluğumun geçtiği ve çocukluğuma dair en güzel anıların bü ülkede olmasından dolayı ayrıca özen ile izledim. hem isveç hem de norveç sinemasını evvelden severim.

    --- spoiler ---
    anders'in kendisi ve ailesi ile ilgili monologu çok güzeldi.
    ---
    spoiler ---


    (murshili - 10 Aralık 2012 10:56)

  • comment image

    ‘’merhaba. ben , anders. 34 yaşındayım. sanırım hakkımda söyleyebileceğim tek şey de bu.’’ işte böyle bir hayat anders’inki. elbette bu diyalog/monolog filmde geçmiyor. tamamen benim hayal ürünüm ve anders’i nasıl tanımlarım diye düşünürken bulduğum çıkış yolu.

    işte böyle bir karakter anders. oslo’nun sokaklarını arşınlamış , iyi dostuklar kurmuş , hayatı dibine kadar yaşamış , yetenekli bir hedonist. ne var ki yaşı ilerledikçe uyuşturucu bağımlılığının önüne geçmek için yaklaşık bir sene rehabilitasyon merkezinde tedavi görmüş ve kendi söylediğine göre on ay bırakın uyuşturucuyu , bira bile içmemiş bir norveçli. içinde bulunduğu hayattan bir çırpıda kaçmış ve tedavinin gölgesine sığınmış. yine tedavisinin bir parçası olarak , bir iş görüşmesi yapmak için bulunduğu rehabilitasyon merkezinden bir günlüğüne ayrılan , ya hayatının geri kalan bölümünü yaşayacak ya da o hayata son verecek olan bir ‘’insan.’’

    film de bizi bu noktada içine almaya başlıyor. acaba her şey anders’in bıraktığı gibi mi dışarıda ? takıldığı mekanlar , arkadaşları , ailesi hatta sevgilisi. bunların da ötesinde ; dünya , anders’in anladığı şekilde mi dönmeye devam ediyor ?
    beraber alem yaptığı , her çeşit uyuşturucuyu denediği , aylak aylak gezdiği arkadaşını ziyarete gittiğinde , arkadaşının bir akademisyen olduğunu , evlendiğini ve iki çocuğunun olduğunu görmek ne şekilde etki ediyor anders’e ? tüm o zorlama gülüşlerinin arkasında , hayran bakışları arasında aslında ne düşünüyor ? belki de ihanete uğramış gibi hissediyor arkadaşı tarafından fakat bunu tabi ki belli etmiyor. hemen hemen herkesin yapacağı gibi ; ‘’çok güzel bir hayat kurmuşsun. aile sahibi olmak , çocuk sahibi olmak , bir iş sahibi olmak.’’ aklından geçenleri söylese eski arkadaşına , elbette anlamayacak. anders de en iyi yaptığı şeyi yapıyor ve susuyor.

    film sizi oslo’nun o sakin ve soğuk sokaklarında adım adım gezdiriyor. anders’in koluna girmiş , konuşmadan yürüyorsunuz. bir cafede oturuyorsunuz bazen. bir barda , anders içki içmese de siz bir bir alıp muhabbet etmeden etrafı izliyorsunuz. hemen arka masanızda üç tane çocuk sahibi kadın boş boş konuşuyorlar. o kadar boş ki , tüm o sarfettikleri cümleleri toplayıp bir miksere koyup karıştırsanız ve bardağa dökseniz , tek bir cümle çıkmayacak. yine de katlanıyorsunuz. nasıl olsa herkes bildiği gibi yaşıyor hayatı. görünürde mutlu , huzurlu.

    anders’in akademisyen arkadaşı devamlı eşiyle olan sorunlarından bahsediyor. hayattan aslında ne kadar az zevk aldığından ve hemen arkasından da belinin ne kadar ağrıdığından. aslında hayat bu kadar da basit , bir bel ağrısına indirgenebilecek kadar. ha bir de eşiyle o kadar güzel battlefield oynuyorlar ki , eşinin öldürdüğün oyuncuları aşağılamak için üzerlerine nasıl mermi yağdırdığını da gururla anlatıyor. tamamen şans eseri gittiği eski bir arkadaşının doğum gününde daha da iğrenerek izliyorsunuz insanları. anders ? tabi ki içmiyor. bir zamana kadar. partinin sahibi , orta yaşlarında bir kadın dert yanıyor anders’e. yaşının ilerlemesinden , mutlu olmadığından dert yanıyor. ha bir de memelerinin pörsüdüğünden. sanırım herkes kendine göre yaşıyor hayatı , kendine göre dertleri var.
    bu noktada soruyorsunuz anders’e : ‘’ne yapacağız ?’’ bir şampanya kadehi kapıyor masadan ve boş boş bakıyor. her ne kadar ‘’yazık oldu.’’ deseniz de , ‘’şerefe !’’ demeden de edemiyorsunuz.

    gecenin ortalarına doğru tahmin ettiğimiz ortamlardayız. oslo gece hayatı , barlar. alkol , uyuşturucu ve seks. söyleyecek bir şey yok , anders’e karışma hakkı görmüyorsunuz kendinizde. ne de olsa herkes kendisine göre kopmuş bu hayattan , herkes kendisine göre benliğini soyutlamış. kimin gücü yetmiş ki bu yalıtımı dağıtmaya , bizim yetsin ?

    oslo sokaklarında değişen bir şey yok. değişen tek şey tarih. 31 ağustos. anders , iş başvurusu için gittiği ofisten , iş başvurusunu geri çekerek ayrılıyor. neden çalışacak ki ? ne uğruna ?

    defalarca aradığı new york’daki kız arkadaşı hiçbir aramasına yanıt vermese de , en azından telesekreterden dinlemiştir diye umuyoruz anders ile karşılıklı.
    anders’in acele etmesi lazım. yarın geri dönecek rehabilitasyon merkezine.

    son mu ?

    bu filmin sonu yok. bu film bitince başlayan bir sürü başlangıç var.


    (hplovecraft - 6 Ocak 2013 02:26)

  • comment image

    bu filmi ilk izlediğimde şöyle bir şeyler yazmıştım. arada filmi açar izlerim, yazdığım şeye gözatarım tekrardan ,ki yazdıklarını bir daha geriye dönüp okumayı sevmeyen biriyimdir, ve hala anlamlandırmaya çalışırım mevcut durumdaki mutsuzluğumuz üzerine çöreklenmiş o post-modern(!) şehirli hayatımızı.

    "hayallerimizi gerçekleştirmek için varolduğu söylenen düzen ,ki kapitalizm deniyor, çok az insanın hayallerini gerçekleştirebiliyorken neden hala bu düzendeyiz? hayallerine yakın yaşadığı söylenen batı, neden kendi düzeni içerisinde kaybolup giden hayatları barındırıyor da biz onlara özenen insanlar bu gerçekleri göremiyoruz? alt tarafı 150 yıldır varolan bu mevcut sistem 40.000 yaşında ve hatta daha da eskilere giden insanları neden esiri etmiş durumda? ilkokul hoşbeş yeri, ortaokul ergenlik sivilcelerini patlattığın yer, lise ilk sevişmenin bekaretinin sigara dumanı eşliğinde sonsuzluğa ulaştığı yer, üniversite bir siyasi akım içerisine girip, kültür seviyen ile caka sattığın yer, evlilik, birbirine muhtaç iki insanın aşk adı altında kendilerini yasallığa boğduğu yer. hangi birisinde mutlu oluyorsun? hangisinde hayallerine ulaşıyorsun da mutluluğunu yakalayabiliyorsun? 100 insandan biri dahi bu hayale ulaşamıyorken ve 101. insan bu hayallerine baba parasıyla ulaşabiliyorken neden geri kalan 100 insan bu 101. olmak isteyip de neden 100’ümüz de aynı şeyi elde edemiyoruz demez ki? işte komünizmin devreye girişi bu ama aslında komünizm daha da beter. insan egosunu hiçe sayan bir sistem ve insan egosunu yücelten diğer sistemin arasındaki boşlukta ne var? üniversite mezunlarını arayan mağaza işletmeleri, ingilizce eğitim görmeyen bireylerinin ispanyolca üniversite okumasını isteyen şirketler vs. vs. e amına koyayım hani hayallerden bahsediyorduk? eğitim sisteminin hayalleri öldürüyor olduğu, herkesin her şeyi yapmaya gücünün yetebileceği sanrısı içerisinde yaşattırılan ama aslında sadece yeteneğin+baba paran yani soylu sınıfın ile varolabildiğin bir sistem. küçük hayatlarımız var hayallerimizin büyük olduğunu sandığımız ve aslında sadece gözümüzle görebildiğimiz ufak şeylerin peşinde koşarken ömür tükettiğimiz. uyuşturucu kullananlara çok saygı duyuyorum onlardan korkmakla birlikte. bu sikik düzene kişisel bir tepki koyma cesaretine sahip olanlar sadece onlar çünkü. ne alkol ne sigara. uyuşturucu kullanan insanlar buna cesaret edebiliyor sadece. hiçbir şeyin tek sebebi olmaması yüzünden bu dediğim de aslında belirli bir kullanıcı kesime hitaben. al işte kesimler halinde sınıflandırdığımız insanlar ve sesini çıkarmayan büyük güruhlar. sahi bizim özgürlüğümüz kazanılmıştı değil mi yıllar evvel? beden özgürlüğünü kazandıktan sonra neden kendini bir başka tiran’a teslim eder ki insan? madem öyle ne anlamı kalıyor ki özgürlüğün, hayallerin, yaşamın?"


    (wakuman - 10 Ağustos 2013 02:56)

  • comment image

    filmin daha başlarında pek çok izleyici tarafından hatırlanmayan bir sahne var. iyi yansıtılamayan tek sahne olsa gerek. o da ilk sahne. esas oğlanın nehre ceplerini taşla doldurarak girmesi ve intihara kalkışması. film bir intihar sahnesiyle açılıyor, ama bunu çok farkedemiyoruz. ki bu da zannediyorum ki virginia woolf'un gerçek hayatında ki intiharından esinlenme.

    onun dışında gerek cafe'de tek başına oturduğu sahne olsun parkta tek başına uyuduğu sahne olsun ciddi anlamda bu kadar az diyalogun olduğu filmde inanılmaz vurucu sahneler.

    bir ay kadar önce izledim. tekrar izlemek için can atıyorum ancak aradan biraz zaman geçsin de tekrar izleyebileyim diye günleri iple çekiyorum.
    hani çok sevdiğin bir şarkıyı keşfettiğin ilk andan sonra fazla dinleyip de hemen bokunu çıkarmak istemez, kıyamazsın ya, öyle işte...

    son olarak iskandinav sinemasının son 10 yıldaki muhteşem filmlerinden en muhteşem olanı, nazarımda.
    diğerleri;
    (bkz: submarino)
    (bkz: deusynlige)
    (bkz: jagter)
    (bkz: puhdistus)
    (bkz: reprise)


    (ekonometri okuyan adam - 24 Kasım 2013 23:58)

  • comment image

    dünyanın neresinde olursanız olun, ne imkanlar önünüze serilmiş veya serilmemiş olsun, küçük dünyanıza sıkıştınız mı, içinden kolay kolay çıkamayacağınızı, dış dünyada yaşananları "hiç" bulacağınızı, en ufak şeylerde bile nasıl kolay kırılacağınızı ama kimse ya da hiçbir şey sizi eskisi kadar ilgilendirmediği için bir o kadar da kolay kırabileceğinizi yine de hayatta en çok istediğinizin "sevilmek", "bir işe yaramak" olduğunu hiç dolambaçsız anlatan güzel bir film. hele ki böyle bir hayata tanıklık etmişseniz, birkaç huzme yaş akar gider.


    (zdreams - 1 Aralık 2013 12:02)

  • comment image

    kalp kiran, parcalayan bir film. son 10 dakikadan etkilenmeyen insan yada bastan sona izleyip bu filmde birsey yok diye yakinanlar yanlis yoldalar.en azindan benim icin.
    ayrica filmin sonlarina dogru anders in oturma odasinda piyanoda caldigi eser handel in - keyboard suite in d minor hwv 447 eseridir. inanilmaz guzel oturmustur bu filme.


    (euchre - 21 Ocak 2014 14:04)

  • comment image

    oslo'dan ayrilacagim gun filmdeki cafe sahnesinin gectigi yeri nasil bulurum acaba diye dusunmekteydim. karl johans gate'in ara sokaklarinin birinde sinematek'i bulmamla iceri girmem 1 oldu. resepsiyondaki gorevliyi darlamamin ardindan yerini tarif etti. 1 gun once -farkinda olmadan- onunden gectigim cafeye gittigimde garson kizlar burasi degil dediler. haydaa demeye kalmadan yakindaki kunsthaus dedikleri mekandaki elemanlari gormem iyi oldu. biraz norvec sinemasi uzerinden sohbetin ardindan cafeye geri dondum. 2 ay once el degistirdigi icin garsonlarin cogu filmden habersiz vs. cafemi alip anders'in oturdugu masaya gectim. tek 1 kelime norvecce bilmedigim icin cevreye ilgi ceken gozlerle baktim vs. mekan hakkaten etkileyici adresini de yazalim da yolunuz duserse bir kahve siz de icin : espresso house, parkveien 27


    (non person - 22 Mayıs 2014 20:04)

  • comment image

    1 bucuk saatlik film 10 dakikada bitmis gibi geldi. o kadar güzel ve saran bir film. izleyiniz.


    (salazar - 2 Temmuz 2014 04:12)

  • comment image

    bu gece açtım tekrar izledim bu filmi...yeşilçam filmleri dışında birden fazla kez izlediğim tek film olma özelliğini taşıyor benim için...aynı şekilde sözlükte hakkında ikinci kez yazdığım tek film...

    garip bir şekilde çok seviyorum ben bu filmi...bir norveç filminden bu kadar etkilenmem beni de şaşırtıyor ama ne bileyim ya bana çok gerçekçi geliyor hikayesi...spoiler vermek gibi olmasın ama bir yanda eroin bağımlılığı yüzünden her şeyini kaybeden 34 yaşında bir adam olan anders ile yine onun yaşında, akademik kariyerinin zirvesinde, evli, çocuklu ve istediği her şeye sahip olmuş gibi görünen arkadaşının hayatları göz önüne alındığında ikisinin de mutsuz olması o kadar gerçekçi ve etkileyici işlenmiş ki insana zorla hayat muhasebesi yaptırıyor...acayip gaza geliyorum her seferinde, öyle de böyle de loserız anasını satayım salla gitsin her şeyi diyorum kendime...

    başucu filmim kesinlikle...izlememiş olanlar, haberi olmayanlar adına üzülüyorum...tekrar tekrar seyretmek istiyorum...


    (ben de iibf mezunuyum - 21 Ekim 2014 00:54)

  • comment image

    muhteşem bir varoluşçu film. albert camus nezdinde intihar üzerine düşünmüşlüğünüz varsa (intiharı düşünmüşlüğünüz demiyorum, dikkat) ucundan kıyısından proust ve rilke göndermelerini de yakalayabilirsiniz. ya da yakalamayın, ne bileyim. öylece izleyin. özellikle efsanevi bir cafe sahnesi var - ki daha önce dillendirilmiş.

    yeni kapitalizm çağında, artık buhran orta yaştan, 30'lu yaşlara kadar geri çekilmiş durumda. bu yaşta bireyin, kendini toplumsal beklentilere uygun tamamlamak durumunda hissettiği / tamamlayamadığı durumlarda pes etmeye daha yaklaştığı görülüyor gelişmiş toplumlarda. film, 34 yaşında bir bağımlıyı konu alıyor ve sonuna kadar "hangimiz bir şeylerin bağımlısı değiliz ki?" sorusunun gölgesiyle izleyiciyi takip ediyor.

    açılış sekansı müthiş bu arada.


    (nazarethme ne olur - 22 Ocak 2015 17:34)

Yorum Kaynak Link : oslo 31. august