Süre                : 2 Saat 25 dakika
Çıkış Tarihi     : 04 Haziran 2004 Cuma, Yapım Yılı : 2004
Türü                : Döküman,Tarih
Taglar             : 14. değişiklik,Şirket,,Medeniyet,Anti tüketici
Ülke                : Kanada
Yapımcı          :  Big Picture Media Corporation
Yönetmen       : Mark Achbar (IMDB)(ekşi), Jennifer Abbott (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Joel Bakan (IMDB)(ekşi),Joel Bakan (IMDB)(ekşi),Harold Crooks (IMDB)(ekşi),Joel Bakan (IMDB)(ekşi),Mark Achbar (IMDB)(ekşi),Mark Achbar (IMDB),Joel Bakan (IMDB),Thomas Shandel (IMDB),Mark Achbar (IMDB),Joel Bakan (IMDB)
Oyuncular      : Karen Lam (IMDB)(ekşi), Chris Barrett (IMDB), Noam Chomsky (IMDB)(ekşi), Kathie Lee Gifford (IMDB), Phil Knight (IMDB)(ekşi), Michael Moore (IMDB), Franklin D. Roosevelt (IMDB), Vandana Shiva (IMDB)(ekşi), Howard Zinn (IMDB), Kofi Annan (IMDB), George W. Bush (IMDB), Jean Chrétien (IMDB), Winston Churchill (IMDB), Mohandas K. Gandhi (IMDB), Frank Gifford (IMDB), Adolf Hitler (IMDB), Martin Luther King (IMDB), Nelson Mandela (IMDB), Martha Stewart (IMDB)

The Corporation (~ A vállalat) ' Filminin Konusu :
The Corporation is a movie starring Mikela Jay, Rob Beckwermert, and Christopher Gora. Documentary that looks at the concept of the corporation throughout recent history up to its present-day dominance.

Ödüller      :

Sundance Film Festivali:Audience Award-World Cinema - Documentary


  • "mogollar'in bir sey yapmali adli sarkisini kulaklarda cinlatan belgesel film."
  • "sirket'i insan yerine koymami ve hayatimda cigir acilmasini saglayan muhtesem belgesel.1 yildir kopyasini ariyoruz, hicbir yerde bulamiyoruz o ayri mevzu."
  • "101 dersi niteliğinde belgesel. izleyin, izletin."
  • "ajitasyona, manipülasyona başvurmadan salt bilgi aktarımını kullanan, kelimenin tam anlamıyla bir belgesel. kapitalist bir insanı komünist (hadi bilemedin sosyalist) yapabilecek kadar da etkili."




Facebook Yorumları
  • comment image

    sirket'i insan yerine koymami ve hayatimda cigir acilmasini saglayan muhtesem belgesel.

    1 yildir kopyasini ariyoruz, hicbir yerde bulamiyoruz o ayri mevzu.


    (bager - 25 Haziran 2007 13:52)

  • comment image

    iceriginde bahsedilen konu basliklarinin bircogu az cok insanlar tarafindan bilinse bile verilen ornekleri ve yapilan roportajlari izledikten sonra kapitalist sistemin mealini sunan ve insani uzen belgeseldir.

    yapilan elestirileri anlamaksa mumkun degil. propoganda yapiyor, tarafli ve sonunda bir cozum sunmuyor deniliyor. evet tarafli bakiyor ve kapitalist sistemin dünyayı ve insanların hayatını nasıl boktan bir hayata çevirdiğini anlatmış. çözüm sunmadığı da doğru, ama böyle bir misyonunun olduğunu da kimse söyleyemez. onu da yapsa zaten sana, bana ne iş düşecek.


    (zeytinyagi - 22 Aralık 2008 09:58)

  • comment image

    "in devastation there is opportunity." * sözünü söyleyen kişi filmi / şirketi özetlemiştir benim açımdan..

    gerisinde ise, bir farkındalık yaratmak için tarihsel bilgilerle de donatılmış 2.5 saate yakınlık bir bilgi bombardımanı.. ancak yine aynı sorun..
    "şirket denen mereti yok edersek özgürleşebiliriz?" gibi bir algı yaratılıyor, ki burada şirket denen şeyin içine medya, sanayi sektörü, reklamcılık sektörü vb gibi bir sürü şey giriyor, bu algıda sorunlu olan şey ise chomsky, mcchesney, schiller gibi araçsalcıların distopik komplo teorileri ve bunlardan çıkış yoluna dair herhangi geçerli bir şey ortaya sunulmaması.. tabi, bu filmin kötü olduğunu göstermiyor.. kesinlikle izlenmesi gerekir.

    bu film üzerine, el metodo izlenip sennett okunur da "karakter aşınması" vs üzerine düşünülürse şirket denen şeyin edilgen insan topluluklarını içine nasıl kattığı ve baskıyı / iktidarı nasıl normalleştirdiği / gizlediği / görünmezliğini arttırdığı da farkedilebilir sanırım yeni iletişim teknolojileri vs dolayımında..


    (hayal bilgisi - 10 Şubat 2011 05:18)

  • comment image

    hiçbir çözüm önerisi sunmuyor diyenleri gerçekten anlayamıyorum. adamlar öncelikle hastalığı derinlemesine teşhis ediyorlar ve birçok pisliği çarpıtma veya abartıya kaçmadan önümüze sunuyorlar. hani belki o kahrolası vicdanlarınızın bir parçası sızlar veya körelmiş merhamet duygularınız tekrar uyanır diye ama neymiş çözüm önerisi sunmuyormuş. belgeselin bazı kısımları muğlak kalmışmış. arkadaşım sen değil misin birçok konuda bilgiçlik taslayan bu konuda fikir yürütmek neden ilgi alanına girmiyor acaba? bize bir çözüm önerisini sen sunsana. eminim ki belgeselde sosyalizm kelimesi geçseydi veya sosyalist yapılanmaya benzer bir çözüm önerisi sunulsaydı, bu arkadaşlar hemen uzun uzun yazılar yazacak, sovyetlerden örnekler verecek ve mutlaka 1984 adlı kitaptan alıntılar yapacaklardı. belgeseldeki kaypak ve pis pis sırıtan o vicdansız ve merhametsiz ceo'lara eğer birer nick verseydik onlar da aynı şeyleri yazarlardı. bu yazıları yazan adamların kendilerinin ve ailelerinin hangi işlerle uğraştıklarını bilebilseydik eğer bazı şeyler daha anlaşılır olurdu. ki bunlardaki bu ortaklık burjuva empatisinden kaynaklanmaktadır. (bkz: burjuva empatisi/@ air canada)

    herhangi bir çözüm önerisi veya çözüm de bu insanlardan gelmeyecektir. ben filmde herhangi bir çözüm önerisinin olmadığını da düşünmüyorum. belgeselde nike'ın uzak doğudaki fabrikalarına hiç gitmeyen o adamın, fabrikalarının bulunduğu bölgeye gitmesinin istenmesi aslında çok manidardır. ve dünyanın bu ve buna benzer adamlara artık gereksinimi kalmamıştır denmek istenmektedir. asıl sorun şirketler değil bütün şirketlerin "dünya yıkılsın ama biz yine de kar edelim" diye düşünmesidir. film buna da değiniyor. ve zararına çalışan şirketlerin öneminden bahsediliyor. ki zaten bir işletmenin zarar etmesi kapitalizmin bir yanılsamasıdır aslen. örgütlü, planlı, sömürüsüz ve geri dönüşümü olan ham maddelerle üretimin yapıldığı bir yerde uzun vadede zarar etmek diye bir şey olabilir mi? zarar bir başasının kar etmesine sebep olduğu için aslen karlıdır. belgeselde örneklerle bahsedilen insanlardaki tüketme dürtüsünü sürekli uyaran illüzyonların veya reklamların yerini de bu duruma uygun bilinçli tanıtımların alması gereklidir. eğitimcilerin de ölümüne rekabet yerine ortak iyiliğe dönük eğitim vermeleri gerekir. ortak iyilik için de toplumdaki insanların hiçbirinin çıkarının çatışmaması lazımdır. yalnızca 10 dakikada aklıma bunlar gelebildi. albert einstein'ın niçin sosyalizm adlı makalesini çözüm önerisi arıyanlara tavsiye ediyorum. (bkz: niçin sosyalizm)


    (air canada - 27 Nisan 2012 21:51)

  • comment image

    etkileyici ancak uzun tutulmuş güzel bir belgesel . şirketler bizim için dünya için çalışıyor mu görünüyor çoğu belli bir dönemden den sonra kendi çıkarlarını düşünen psikopatlara dönüşüyor .ve şirketler "psikopat yönleri" listeler o
    başkalarının duygu için duygusuz kayıtsızlık
    kalıcı ilişkiler sürdürmek için iş göremezlik
    deceitfullness: tekrarlanan kar için yalan ve kurnaz diğerleri
    göremezlik suçluluk yaşamak
    yasal davranışı açısından toplumsal normlara uymak için başarısızlık
    .. beni en çok etkileyen cümlelerden biri şuydu birini öldürmek suçtur peki bu şirketlerin yaptığı ne dir yavaş yavaş öldürmek
    görmüyoruz ya da kabulleniyoruz değil mi bu belgeselle bakış açımız değişecek . dünya sineması izleyici ödülü kazanan bir yapıt


    (marsmallow - 13 Şubat 2013 16:50)

  • comment image

    if 2004 ün merak edilenlerinden, mark achbar ve jennifer abbott un belgeselimsi çalışması.. "eğer şirket bir psikopatsa, iyileştirilmesi mümkün mü?”
    film hakkındası;
    bundan 150 yıl önce şirketler, iş yapabilmenin düzenlenmiş bir yolu olarak ortaya çıktılar. şimdi ise şirket, küresel bir güç. şirket, hukuki anlamda bir “kişilik” olarak algılanan bu kurumun felsefesini ve işleyişini çarpıcı ropörtajlarla ve esprili bir bakışla mercek altına alan bir belgesel. dünya sağlık örgütü’nün, psikologların ve psikiyatristlerin kullandığı standart araçlarla bu “kişi”nin karakterinin temel özelliklerini incelemeye alan belgesel, oldukça rahatsız edici bir sonucu gözler önüne seriyor: bencil, ahlaksız, duygusuz ve hilekar olan şirketlerin işleyiş ilkeleri onların anti-sosyal kişiliklere bürünmesine neden oluyor. anlayış, sevgi ve paylaşım gibi insani özellikleri taklit ederken bile, yoluna çkan sosyal ve hukuki standartları yerle bir eden şirketler, hiçbir zaman suçluluk duygusunu hissetmiyorlar. teşhis: serbest piyasa ekonomisinin ilkelerinin kurumsal bir düzenlemesi olarak karşımıza çıkan şirketler aslında bir psikopatta gözlenen tüm özelliklere sahipler. şirket’in belkemiğini, dünyanın en büyük şirketlerinin (shell, pfizer, ibm, goodyear vb.) yöneticileriyle ve önemli düşünürlerle (noam chomsky, peter drucker, milton friedman, naomi klein, mark kingwell, vandana shiva and michael moore) yapılan röpörtajlar oluşturuyor. bu karışıma bir de şirket casusları, gizli bir pazarlamacı, akademisyenler, tarihçiler ve aktivistler eklendiğinde ve tv reklamlarından, şirket propagandalarından ve filmlerden görüntüler de eklendiğinde, şirket denen kurumun büyüleyici bir portresiyle karşı karşıya kalıyoruz. bugüne kadar katıldığı tüm festivallerde izleyici ödüllerini toplayan şirket, belli ki çağımızın en vahim hastalığına parmak basıyor.


    (marlin - 2 Şubat 2004 18:45)

  • comment image

    etkileyici olduğu su götürmez. bunun gibi etkileyici bir sürü belgesel var. zeitgeist, the age of stupid vesaire vesaire. fakat bende bu tür belgeselleri izlemek bir yerden sonra şu soruları sormama neden oluyor;

    -sisteme müthiş bir eleştiri getiren bu tür belgeseller, bu kadar güçlü odakları kıyasıya eleştirmesine rağmen nasıl çekilebiliyor, nasıl finanse edilebiliyor, bu büyük güçlerin aleyhine olmasına rağmen nasıl yayınlanıyor?
    -bu tür belgesellerin amacı aslında ne? önerdikleri çözüm ne?
    -bu tür belgeseller neden o eleştirdikleri dili kullanıyorlar?

    benim kıt aklıma verdiğim cevaplar ise şöyle;

    -sisteme bu eleştirileri getirmelerini yine sistemin kendisi sağlıyor.
    -tabii ki bu tür belgesellerin amacı dünyada rejimleri değiştirmek, şu an sisteme sahip olan ayrıcalıklı aileleri oldukları yerlerden edip halkın ortak çıkarına dayanan bir sistem kurmak filan değil, ya da insanları optimum farkındalık noktasına ulaştırmak da değil. bu belgeseli izlediğimiz an bu bizi biraz vuracak; fakat sistemden vazgeçmeyeceğiz. (vicdandan filan bahsedilmiş de e arkadaş, sen bu belgeseli izledikten sonra bindiğin arabayı değiştirmedin mi? daha büyük eve çıkmayı mı bıraktın? cep telefonu almayı mı bıraktın? takım elbise almayı mı bıraktın? ne yaptın amk? bunların hiçbirisini yapamayacaksın bana boşuna anlatma. sadece suni bir farkındalık ve iç ferahlığı yaşadın) sadece içimizdeki itiraz mekanizması bir şekilde dizginlenecek. o asi yanımız bir şekilde açığa çıkmış ve yatışmış olacak. öfke problemi olan birisinin kendisini boksa yöneltmesi ve kum torbası ile öfkesini kontrol altına alması gibi bir şey bu. işte orada çarpıklıkları birileri söylüyor nasıl olsa diyeceğiz. yani sistem eleştirisini yine kendi içerisinden çıkarıyor anlayacağınız. daha sonra bir iki düzenleme ile sistemin rehabilite edildiğine inandırılacağız.
    -bu son soruyu cevaplayamadım. ama elimde herhangi bir delil olmasa da finansmanlarını yine sistemin kendisinin yaptığını düşünüyorum.


    (bu nick tam yirmi alti karakter - 18 Şubat 2014 00:38)

  • comment image

    management ethics dersinde hocanın bize izlettiği belgesel.

    herkesin en azından bilinçlenme adına izlemesi gereken bir belgesel. zeitgeist havası var ama herkesin dediği gibi yeni bir sistem önermiyor. the insider ve inside job da buna benzer filmler. hepsi izlenmeli bence en azından herkesin neler olup bittiğini anlaması lazım.


    (paranoyakcocuk - 17 Mart 2014 15:01)

  • comment image

    bowling for columbine in pabucunu dama atmis, damdan alip uzaya firlatmis son yillarda izledigim en kral filmlerden olan bi saheser. sirket dedigimiz bu tüzel kisiligin ne igrenc bisey oldugunu, psikopat oldugunu, hatta who cikisli psikopasi semptom ciktisi destekli psikopatin prototipi oldugunu, belgesel film olmanin geregini yerine getirerek, en objektif sekilde, bilgi üzerine bilgi, istatistik üzerine istatistik vererek, zaman zaman komik zaman zaman insanin icini karartacak sekilde sunan film.
    belli ki filmin yaraticisi kanadali gencler sosyalizm tandansli. ama filme o tandansin ürünü bakis acisiyla yaklasmamalari, noam chomsky nin howard zinn in dediklerinin yani sira zamanin ceo lariyla, bizde reklam ürünü olduk oley diye cilgin atan genclerle, bizzat büyük sirketlerin, kapitalist güclerin icinden cikmis nice insanla da konusup, konuyu masaya yatirip, ayni sonuca varmalari, bunu tarafsiz bakis acisiyla yapmalari, olayin pro sunu contra sini ele alsan, su acidan baksan, döndürüp o acidan baksan, nerden bakarsan baksan, sonucun ve gercegin tek oldugu ikibucuk üc saat boyunca gözümüzün icine soka soka, sahsi sova kacmadan, "o kadar hakliyiz ki" gazina gelmeyip, objektif cizgiden sasmadan göstermeleri, gösterebilmeleri, ayakta alkislanicak cinsten bi basaridir, sirf bu yüzden bu film bütün övgüleri hakeder. michael moore stili amerikan sistemi elestirisinden farkini bu sekilde ortaya koyar.
    bu filmin ne dvd si ne divx i ne de biseyi bulunur internet ortaminda, bi sekilde sinemada izleyememis kisi bu filmi nasil izlesindir bilmiyorum, ama tez zamanda biseylerinin cikarilmasi, herkese izletilmesi, alabildigine cok kisiye ulastirilmasi gerekir onu biliyorum.


    (aimar - 3 Haziran 2004 13:42)

  • comment image

    yanarim ki 2004 senesi icinde sinema tarihinin en iyi hazirlanmis belgesellerden birisi vizyondan geciyor, hanesinde bir avuc entry ile kalakaliyor. kahrolurum ki bu belgesel sonrasi dayak yemis, uzerinden tren gecmis supermen hallerimin ustune geliyorum goruyorum ki bu filmi, hem de coluk cocuk, yasli hasta, zengin fakir herkesin izleyip bir seyler anlayacagi, idrak edecegi bu buyuk fikri meyvayi, ancak ve ancak zaten filmden bir seyler izlemese de konu hakkinda bir cift laf edebilecek insanlar izliyor, bilen daha cok bildigiyle, bilmeyen bilmedigiyle kaliyor.

    o halde:
    yalvaririm ki bu entryi okuyanlar ne yapsin ne etsin bu filmi gorsun, bulsun, tedarik etsin, hayatinin en sallak mallak saatlerini yasamaya, ama ciktiktan sonra kalbinde umut ile yasamaya vakif olsun, beni degil, bu filmi yapanlarin hatirasina saygi durusunda bulunsun.


    (otisabi - 9 Eylül 2004 08:43)

  • comment image

    son zamanlarda belgesellerin düştüğü bir hataya düşse de gerçekten yakın çevremdeki çoğu angutun çenesini yere düşürecek nitelikte bir yapıt. tıpkı fast food nation'u okuyunca vejeteryen kesilen bir kısım insanın bir göz gezdirmesi gerekiyor. lakin yine de anti-globalist ve fakat gayet tabii ki iyi niyetli insanların düştüğü yanılgılar yankılıyor. efenim şirket kişiliği psikopattır savı maalesef anayasanın 4ncü maddesi esprisine uysun diye kalıba uydurulmuş sanki. yine de iyi bir fikir izleyicinin aklında kalması bakımından. fakat denilemeyen denilmiyor, şirket olgusu her zaman için götümüze gireceğinden insanlığın kabullenebileceği komünel ve anarşik bir ütopyaya değinilmiyor. işletmelerin yerel mülkiyet olması gibi çözümlerden yola çıkmak, özellikle söz konusu zulümlerin anlatılmasının ardından çok hafif kaçıyor. şirketlere burada bir kuduz hayvan yakıştırmasını yapamamışlar ya ona yanarım ben.

    evet değişim çok zor diyip kesip atılmış ve bir de halı satan bir şirketin ceo'su tanık yapılmış. zira adam da kendisiyle çelişip serbest piyasanın motivasyonlarının kontrol altına alınamayacağını söylemiştir. o ceo'ya da kıl oldum zaten, biraz yeniden doğan hıristiyanlara benziyordu, hatta bizim huzur içindeki müslümanları da biraz andırmıyor değildi. zaten ecology of commerce diye bişi okuyup olaya uyanmış, bi siktirsin gitsin. ben bu filmin bana "hacı olay bolivia'da halkın içme suyunu sike sike geri almasıdır esasen" dediğini düşünmek istiyorum. e tabii hala sosyalizm gibi kavramlardan kaçan amerikalılara en geniş çapta mesajını ulaştırmak isteyince biraz sıkıyor. moore'un sonunda söylediklerini ise uzun süredir duymak istiyordum, ve sanırım o da zaten ona hayran olmak isteyen ve fakat şirketlere sermaye olmasından dolayı çekinen insanlara cevap vermek istiyordu. güzel olmuş eferim.

    bir de bunu alanlar bunu da aldı -- (bkz: manufacturing consent)


    (frank n furter - 16 Eylül 2004 01:13)

  • comment image

    bir yale ogrencisinin de yorumlarini okumama onayak olmus bir filmdir bu:

    yale ogrencisi "uzman olmadigi bir konuda" hemen "uzman" olduguna emin oldugu bir adama soruyor, havanin ozellestirilmesi konusunda uzman da diyor ki: "iyidir, genellikle guzel isler". arguement by authority` simidine sariliyor diyor ki, "evet dikkat ceken bir tutum, tartisilmali, ama abartildigi gibi degil."

    abartildigi gibi olmayan durumda "biyolojik varliklar" patentleniyor, walmart'in cok ucuz olmasi (ki bu konuda silmeseydi benbirpipodegilim in enfes bir entrysini gorecektik) "arti deger" olarak sunuluyor, corporationlarin bireye yukledigi risk'in paylasilmis olmasinin istirakci ve yatirimcilarin "ilerleme"ye faydasi dokundugunu soyluyor.

    ilerleme evet, ama nereye ilerliyoruz? her "ileri" sadece bir iyi kotu deger olceginde "ileri" midir?

    evet, ilerliyoruz bir ucuruma, yarattigimiz canavarin agzina dusen bir ucuruma ilerliyoruz. yaptigi hic bir seyden sorumlu olmayan, tazminat odeyerek, tazminat odemek icin butcesinde odenek ayirabilecek kadar guclenen, kontrolu kimse de olmayan zihinsiz, beyincisz, bir kopekbaliginin karnina dogru ilerliyoruz.

    musteri'nin, muhatabin kontrolunun "esas" sanildigini zannedecek sapsalliga ilerliyoruz. amerika gibi dev bir ekonomide dahi "yontemleri" ne olursa olsun ucuzu tuketmeye "mahkum" olan "calisan fakirlerin" mecburi son duragina dogru ilerliyoruz. sovyet sistemini aratmayan tek guc, tek pazar, tek fiyatlandirma dev tuzel kisiliklerin, corporationlarin dunyasina ilerliyoruz. herkesin ancak sunulanin icerisinde secim yapabildigi, alternatif yaratanin aninda "sirket bunyesine katildigi" kisiliksiz, kimliksiz bir duzenegin icine ilerliyoruz.

    kar icin her turlu negatif dissaligi cevresine, insalara yukleyebilen bir canavar ordusunun emrinde, kul gibi kole gibi ilerliyoruz.

    gotunu new england'a dayayarak ozellestirmenin savunmasini 3 maddede yapan "yale"li ogrenci ekonomi okuduguna cok seviniyor, filmde hic bir "ekonomist olmamasina" mevcudu savunamamasina uzuluyor. istiyor ki bir otorite gonlunu rahatlatsin. istiyor ki 3. dunyada "ozellestirme"

    1- kapital'in basibozuk, curumus burokrat ve hukumet yetkililerine gitmemesini
    2- kurumlarin "musterilere" sorumlu olmasini
    3- alt yapinin yetersiz oldugu durumlarda dis yatirimciya imkan yaratmasini

    saglasin.

    o kadar gerizekali ki satirbasi okudugu ekonomi kitabinin otesini goremiyor, zannediyor ki:

    1- basibozuk burokrat, curumus politikacilar sadece "mutlak devletci" toplumlarda var olan, dis yatirimin oldugu kurumlarda ortadan kalkan bir kurumdur.
    2- kurumlar musterilerine karsi sorumlu olduklari anda sorumluluklarini yerine getirmek ile yukumlu olurlar, aksi harekette bulunamazlar.
    3- alt yapinin yetersizligini ancak ve ancak kar beklentisi icinde olan dis yatirimci ve kapital cozebilir.

    unutuyor ki:

    1- basi bozuk burokrat ve politikaci dis yatirima ve ihalelerin boyutuna gore yasama ve yurutmeyi manipule edecektir. para buyuk bir "burokrat havuzuna" gidecegine "yonetimde" olan, karar hakki ve inisiyatifi satin alinabilir "kucuk bir cevreye" dagilacaktir.

    2- basi bozuk ve curumus yolsuz hukumetlerin "hulle" ettigi, tepeye oturttugu kurum ve tuzel kisilikler boylesi bir "kanuni" cercevede musteriye sorumluluk duygusuyla hareket edecek, sorun ve problemlere bu yuzden icab edecek, vakit ayiracaktir. saniyor ki ozellestirmeden buyuk parsayi toplayanlar birbirini kollayacak, centilmenlik anlasmalari ile fiyat ve programlari hizmet kalitesine gore degil, karlilik ilkesine gore olusturacak, kesinti ve negatif dissalliklari calisan ve halka yansitacaktir. olais bir haksizlikta, ayipli hizmette "musteriyi, yagli kapiyi urkutmemek isteyen" uhukumet ve ozellestirmeden sorumlu burokrasi "yargi"ya mudahale edecektir.

    3- dis yatirimin getirdigi alt yapi, dis yatirimin mulkiyetinde kalacak, dis yatirimin ve "dis" kokunun istegi ve arzusuna gore hareket ettirecek dis ve ic politikalari belirlemekte on ayak olacak truva ati vazifesi gorecektir. dis yatirim alt yapiyi ancak "kendisini ilgilendiren" cografya ve cercevede sinirli tutacak, kar'a hizmet etmeyen, fizibil olmayan bolgeleri sallamayacaktir.

    yazdiklarini okudukca, verdigi orneklere baktikca (hindistandaki hava yollari ornegi misal: yabanci sermayenin ozellestirdigi rakip havayollari, milli havayollarinin da "etkinlesmesini" saglamis. daha ucuza seyahat etmenin yegane sebebi bu imis. hindistan ve dunyanin butun ulkelerinde havayoillari ucretlerinin "inmesi" fiyatlandirmanin ancak ve sadece rekabet ile asagi cekilebilmesinden degil, ozellestirmenin calisanlarina zerre sigorta, emeklilik, saglik sigortasi, sendikalasma araligi saglamamasindan da kaynaklanir. boylesi fiyat azaltma politikalarinin nihai hedefi, agresif fiyatlandirma, batmakta olan sirketleri birlestirme ve isci ucretlendirmesi ve kalite kontrolu uzerinde tek yetki sahibi olan walmart muadili sirketlerin olusmasi ile nihayetlenir. tek sirket fiyatlari istedigi gibi sallandirir, kalite araligini da istedigi gibi oynatir. ahlaki ya da toplumsal bir "gorev" ya da borcu olmayacagi icin tekel oldugu kurumda istedigi gibi at kosturur. bu durumda ozellestirme, orta vadeli tekellesmeden baska bir sey olmakta midir?)

    objektivitenin yukuyle bin bir retorik yapanin su kriter ve secenekleri dahi yanitlayamayarak, ekonomistler olarak amacimiz sudur, budur idealizmi yapmasini anlayamiyor, anlamlandiramiyorum.


    (otisabi - 9 Ekim 2004 03:53)

  • comment image

    on ytl karsiliginda insana kendini yüz altmış dakika arti iki saat boyunca bok gibi hissettiren film.

    icinde daha önce defalarca kez sagda solda karsilastiginiz, hatta nacizane bizzat kendiniz yaptiginiz saptamalari ve elestirileri barindiriyor. ancak bunlari oyle bir gucle yuzunuze bir kez daha vuruyor ki bir parca zekaya ve insanlik namusuna sahipseniz onunuzde cok fazla secenek goremiyorsunuz; ya sizofren olacaksiniz (bkz: kapitalizm ve sizofreni), ya gilles deleuze gibi apartman bosluguna atlayacaksiniz, ya da namusu filan ittiredip sadece hayatta kalacaksiniz.

    bu filmleri neden yaptiklarini ben anlamiyorum, anliyorum da anlamiyorum. bi parca zekaya ve insanlik namusuna sahip kisileri biraz kasiyip paralarini almak icin mi? / siradan insanlara kendini akilli hissettirmek icin mi? elestiriyi sistemin icinde eritip icini bosaltmak icin mi? yoksa hic saniyorlar mi ki o sinemadan cikan insanlar eve gitmek icin bi arabaya atlamayacaklar, marketten sut alip icmeyecekler ya da televizyon seyretmeyecekler... ertesi gun tek amaci kar etmek olan sirketlerine gec kalmamak icin saati sabahin körüne kurmayacaklar... nasil daha fazla para kazaniriz diye dusunmeyecekler... ne yapacaklar allasen? birilerinin sistemi yenebilecegine dair en ufak bir umut besliyor olabilirler mi bu filmciler gerçekten? birebir sistemin agziyla, onun araclariyla ve teknikleriyle konustuklarinin farkinda degiller mi? ya da bizim gibi siradan insanlarin bunu fark edemeyecegini mi dusunuyorlar?

    neyse dedigim gibi bu durum filmden sonra iki saat filan suruyor. sonra geciyor. evet lan ben kendimden yabancilasmis ahlaksiz bir metropol zavallisiyim deyip yuzsuz yasaminiza devam ediyorsunuz ve aslolan yasamdir zaten. cocuk da yapicam anasini satayim. (zati satilmisim satilacagim kadar)


    (alcione - 21 Mart 2005 17:05)

  • comment image

    ne bir sansasyon ne bir reklam ne bir dikte. sadece: sunu.
    işte bu bir 'belgesel'.
    üstelik salt bir kelimeden (a.ş. - corporation) çıkarak, dünya çevrimini müthiş bir biçimde aktarmışlığıyla.
    ölü yahut kofti ahlaklarınızı ve sorumluluklarınızı diriltebilecek cinsten. ve evet boyalı göz kapaklarınızı da jiletle keserek, cilalı derinizden tahtınıza çivileyerek.

    izlemeyenlere yazıklar olsun.


    (felis - 10 Eylül 2005 22:55)

  • comment image

    ajitasyona, manipülasyona başvurmadan salt bilgi aktarımını kullanan, kelimenin tam anlamıyla bir belgesel. kapitalist bir insanı komünist (hadi bilemedin sosyalist) yapabilecek kadar da etkili.


    (rhy - 7 Kasım 2005 00:52)

  • comment image

    asla yutulmaması gereken şeylerin anlatıldığı/gösterildiği derince bir yutkunmadır.
    seçilen konunun kendi başına bile bir problematik özellik taşımasından hareketle tek parça halinde izlemeye çalışmak süresi nedeniyle ileri derecede yorucu/bıkkınlık verici/sinir bozucu olabilir. lakin bu yorgunluğun asıl nedeni sürenin kendisi değildir:
    - bu süre zarfında* sunulan bilginin miktarı,
    - bilginin sunum şeklinin ve seçilen perspektifin kamuoyu oluşturacak kalibrede seyretmesi,
    - araştırmacıların vaka çalışmalarından kişisel tanıklıklara, belgelenmiş bilgiden tarihi kayıtlara kadar türlü çeşit araçlar kullanmış olması,
    - son kertede sergilediği örnek* vasıtasıyla izleyenleri birey olmanın çaresizliği içerisine gömmek yerine ütopik olarak kabul gören dilek ve durumların -bedelini ödemek göze alınabilirse eğer- gerçekleşme ihtimaline yaptığı güçlü vurgu,
    - ve daha gider budur.


    (pilachka - 14 Aralık 2005 05:39)

  • comment image

    yapılmış ve yapılacak en iyi belgesellerden biri. üreten, tüketen, soluk alan, işletme okuyan, bankalarda, reklam şirketlerinde çalışan, çocuk bekleyen, ütücülük yapan, system sucks man diye gezinen herkesin bu belgeseli seyretmesi gerekiyor. elimde olsa milyonlarca çoğaltıp sokakta bedava dağıtırdım.


    (illet - 16 Şubat 2006 04:25)

  • comment image

    yapanlari alkislasam da bu kadar ovguyu kesinlikle haketmedigini dusunuyorum. bir belgeselin konusunun guzel, durusunun da dogru olmasi onun sahane bir belgesel olmasina yetmeyebilir. benim buna elestirilerim iki yonde, ideolojik zayiflik ve belgesel teknigi, sira sira aklimda kalanlari yazayim:

    ilkin belgeselin baslari tamamen harala gurele. biri bir laf ediyor, son soyledigi kelimenin yaptigi cagrisimla bir animasyon, hop iki saniye sonra baska birine cut, o bir laf ediyor, baska bir animasyon. beynim allak bullak oldu, zaten vermisiz parayi sinemaya, dvdye bir yere gittigimiz yok, ne geregi var boyle ilgi cekme hareketlerine.

    sonra corporation tarihine basliyoruz ama sirketlerin cogalmasindan ziyade bunlarin kisi haklari edinmelerinden bahsediliyor. neyse, bu da gercekten ilginc bir konu, ozellikle de bu haklarin aslinda siyahlara verilmek icin 14. amendment olarak supreme courttan gectigini dusununce. cunku ilgili kanunla 288 sirket kisi hakki almisken, sadece 19 siyah basvurmus. tamam eyvallah, ama nerede sirketlerin kisi haklarina sahip olmasinin iyi/kotu yanlari? yani neden olmasinlar?

    belgesel buna cevap niteliginde "bunlar kisi hakki almislar ama vicdan sahibi kisiler degiller" diyerek karsilik veriyor zira herhangi bir birey de vicdan sahibi olmayabilir, bunu garanti edemezsin, kanunlar da bu yuzden var. eger kisi haklarin edinmis sirketler yasa onunde kisilerden daha ayricalikli olsalardi bu vicdan micdan olayi isin icine girerdi.

    sonra geliyoruz sweatshoplara. hakikaten onemli bir konu, buyuk sirketlerin ucuz isgucunden istifade ederek zenginlesmeleri. gerci buna somuru demek istemiyorum cunku o calisanlarin daha iyi bir alternatifleri yok; sorun da burada zaten, nike'in savunmasi halihazirda kurtarici olarak gittigi komuniteye bir iyilik yapiyor olduklari. biz de diyoruz ki bu, 100 dolara satilan seyler icin 30 sent iscilik parasi odenmesini hakli cikaramaz. mesela daha esitlikci bir ahlak standardinin kanunlar yardimiyla zorla oturtulmasi lazim. fakat belgesel bunlari tartismiyor, bir tane fikir yok bu dilemmayla ilgili, onun yerine calisanlarini umursamayan ceo modeline odaklaniliyor michael moore esliginde. halbuki o ceo iscilerini umursayip avustralya acik yerine fabrikalarini gezmeye gitse sistemin genelinde ne degisecek; onemli olan butun bu serbest pazar kulturunun yapisi.

    noam chomskyi cikardilar diye sanmistim ki biraz anarsizme girecekler, yerel organik girisimlerin bu cokuluslu sirketleri yerinden etmeleri gerektiginden filan bahsedecekler, o taraftan da ses cikmadi. chomskyle roportaj yapmissin, koya koya herkesin bildigi uc bes cumleyi secip koymussun.

    bunlarla ugrasip sirketlesmenin cigerine saldirmak yerine, reklamcilik teknikleri gibi ikinci dereceden onemli konularla zaman harcaniyor. yani ismi corporation olan bir belgeselin ana konusu bu olmamali, yine de bu ornekler de ilgincti, marka yaratmayla ilgili naomi kleinin (sac stilinin hastasiyim) soyledikleri ve undercover marketing gibi stratejiler.

    bunlarin yaninda sirketlerle medya arasindaki iliskinin islenmesi guzeldi, tabii ki fox newsun da arada kaynatilmasi bir tasla iki kus olmus. yine de daha onemli bir konu olan, diger gazetelerin ve yayin organlarinin tonunu belirleyen associated press gibi newsfeedler veya new york times veya washington post gibi gundem belirleyen gazetelerin bu sistemdeki yerine deginilmemis. manufacturing consentte yapilan, devletler yerine sirketler baglaminda burada da yapilabilirdi.

    yine baska bir eksik nokta, bolivyanin en buyuk ucuncu sehrinin su sisteminin finansmaniyla, dunya bankasinin ve bechtel'in iliskileri. belki de koca belgeselin en carpici ornegi ama ikinci bir kez izleyin bakin, konu hakkinda hicbir bilgi alamiyoruz. bechtel ne diyor, bunu nasil savunuyor, dunya bankasi tam olarak ne demis, devlet yagmur sularini bile yasaklarken hangi gerekceleri one surmus, suya bicilen fiyat gelirin kacta kaci ve daha onemlisi, sadece bir cumle icinde isimleri gecen diger endustrilerdeki ozellestirmeler ne durumda, hepsi mi yabanci kapitalle finanse edilmisler, yerel sirketlere subcontract yapilmis mi? kisacasi bilgilendirmiyor, haberdar ediyor sadece. boyle boyle olmus diyen ama nedenini, nasilini anlatmayan bir yapimi da yapilabilecek en iyi belgesel diye nitelendiremem.

    keza "hayati patentleme" ornegi. ilac sanayinin ve biyoteknoloji firmalarinin bir kez verilen bir imtiyazi istismar ederek 7 sene icinde insan disindaki tum yasam formlarina patent alabilme hakki alabilmeleri ilginc ama burada konunun ozu mikroplarin patentlenmesinden ziyade patent olayinin kendisinde. sonucta yasayan hicbirsey patentlenemez dersen yarin oburgun genetik muhendisliginin gelismeleri ortasinda yasamin ne oldugunu tanimlamak zorunda kalirsin ve eninde sonunda geri adim atarsin. halbuki anti-kapitalist tandansli bir belgesel, sadece bir ornege takilip kalacagina patent yasalarinin genelde ne kadar gerzekce ve bencilce duzenlendiginden bahsetmeliydi kisa da olsa.

    yine aklimda kalmis bir ornek, nazi hukumeti ve ibm arasindaki iliskiden, sirketlerin kar ugruna kotu adamlarla da calisabildigi genellemesinin yapilmasi. evet, ibm konusunda haklilar, cunku punchcard teknolojisi bir tek onlarda vardi, ote yandan fantanin durumu bambaska. sonucta alman halki her halukarda birseyler icecek, bir amerikan sirketinin bunu parsellemesi ve nazi ekonomisinden para kaldirip kendi ulkesine goturmesi olsa olsa hizmettir ayni mantikla bakarsak. halbuki belgesel bu konularda tek kelime etmemis.

    herseyden onemlisi vizyon eksikligiydi; 2 saat 20 dakikalik bir yapimda en azindan 15 dakikayi kapitalizmin ve sinirsiz ozel tesebbusun alternatiflerine ayirmak, bu alternatiflere nasil ulasilabileceginden bahsetmek cok sey istemek degil ki. buna en cok yakinsayan sey, hali ureticisinin "aydinlanip", kendi kendine yetebilmek icin caba harcamasi (cevre kirliligi baglaminda) ki bu da daha once degindigimiz benevolent ceo modelinden oteye bir cozum oneremiyor. konuyu anarsist dusuncelere baglayabilseler ve bu idealleri gerceklestirmek icin daha gercekci kisa vade taktikler uzerinde ornekleri temellendirselerdi mukemmel bir belgesel olabilirdi


    (immanuel tolstoyevski - 24 Haziran 2006 00:07)

Yorum Kaynak Link : the corporation