Süre                : 2 Saat 20 dakika
Çıkış Tarihi     : 12 Aralık 1962 Çarşamba, Yapım Yılı : 1962
Türü                : Biyografi,Drama
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Universal International Pictures (UI) , Bavaria Film
Yönetmen       : John Huston (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Charles Kaufman (IMDB)(ekşi),Charles Kaufman (IMDB)(ekşi),Wolfgang Reinhardt (IMDB)(ekşi),Jean-Paul Sartre (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Montgomery Clift (IMDB)(ekşi), Susannah York (IMDB)(ekşi), Larry Parks (IMDB)(ekşi), Susan Kohner (IMDB)(ekşi), Eileen Herlie (IMDB)(ekşi), Fernand Ledoux (IMDB), David McCallum (IMDB), Rosalie Crutchley (IMDB)(ekşi), David Kossoff (IMDB), Joseph Fürst (IMDB), Alexander Mango (IMDB), Leonard Sachs (IMDB), Eric Portman (IMDB), John Huston (IMDB), Victor Beaumont (IMDB), Allan Cuthbertson (IMDB), Maria Perschy (IMDB), Moira Redmond (IMDB), Anita Gutwell (IMDB), Ol Abdou (IMDB), Manfred Andrae (IMDB), S. Brecht (IMDB), M.V. Eden (IMDB), U. Emmer (IMDB), Paul Frees (IMDB), Max Haufler (IMDB), M. Herbst (IMDB), J. Holzleitner (IMDB), E. Lenkers (IMDB), A.V. Loeben (IMDB), Ursula Lyn (IMDB), Y. Maralon (IMDB), Ferdy Mayne (IMDB), Elisabeth Neumann-Viertel (IMDB), P.V. Polnitz (IMDB), Charles Regnier (IMDB), M. Schanauer (IMDB), Stefan Schnabel (IMDB), J. Swarbrick (IMDB), B. Taubenberger (IMDB) >>devamı>>

Freud (~ Gizli hakikatler) ' Filminin Konusu :
İlk çağlardan bu yana insanoğlunun kendine dair inanışında üç büyük değişiklik olmuştur. Üç büyük darbe kibirimizin hakkından geldi. Kopernik'den önce, evrenin merkezi olduğumuzu tüm gökcisimlerinin dünyamızın etrafında döndüğünü sanıyorduk. Büyük astronom bu bencilliği tuz buz etti. Gezegenimizin güneşin etrafında dönen pek çok gezegenden biri olduğunu güneş sistemimizin ötesinde başka sistemler, sayısız dünyalar olduğunu kabul etmeye zorlandık. Charles Darwin'den önce insanoğlu kendisinin hayvanlar aleminden farklı ve ayrı bir tür olduğuna inanırdı. Büyük biyolog, fiziksel organizmamızın herhangi bir hayvani yaşam formu için olan kurallardan farksız uzun bir evrimsel sürecin ürünü olduğunu anlamamızı sağladı. Sigmund Freud'dan önce, insanoğlu söylediklerinin ve yaptıklarının sadece bilincinin ürünü olduğuna inanırdı. Büyük psikolog aklımızın gizli şekilde işleyen ve yaşantımıza dahi hükmedebilen başka bir bölümünün varlığını ispatladı. Bu Freud'un, neredeyse cehennemin bizzat kendisi kadar karanlık bir bölgenin derinliklerine inmesinin hikayesidir: İnsanoğlunun bilinçaltı ve Freud'un nasıl ışık tuttuğunun hikayesi. 1962 yapımı bu eser oyunculuğu ve uyarlanış kurgusuyla önemli bir değer taşımaktadır.


  • "bi kızın rüyasında dağ falan görmesini kızın içinde gizli kalmış yarrak aşkına bağlayan insan."
  • ""garip değil mi? bir insana vazgeçilmez olduğunu hissettirdiğinizde, ilk vazgeçeceği kişi siz olursunuz." buyurmuş üstad. ne de güzel buyurmuş."
  • "enteresan savlar, keskin tespitler insanı. "hiçbir erkek birlikte olmak istemeyeceği bir kızla yakın arkadaş olmak istemez." demiş mesela..."
  • "hastalarından bıçak parası almamasıyla takdirimi kazanmış doktor. richard wollheim'in "sigmund freud" biyografisinde de yazar bu."
  • "newage: dün gece rüyamda araba gördümportakal: freud'e göre bu anneni arzuladığını gösterirnewage: hö? nasi yani? ne alaka?portakal: olm adam herşeyi oraya çıkarıyo"
  • ""bir insan bir yere bakıyorsa orada ilgilendiği birşey vardır, bir insan bir yere hiç bakmıyorsa orada ilgilendiği birşey mutlaka vardır." sözünün sahibi efsane bilimadamı."
  • ""freud'dan bu yana keşfedecek bir şey kalmadı."(bkz: istván szabó)(bkz: hanussen)"
  • "her şeyi cinsellikle açıklaması yüzünden, hastalarının çoğunun türk erkeklerinden oluştuğunu düşündüğüm meşhur ruhdeşen..."
  • "'' biri beni dövdüğü zaman, ona karşı kendimi kolaylıkla savunabilirim; ancak, biri beni övdüğü zaman, ona karşı tamamen savunmasızım. '' (bkz: mutlu olma ihtimalimiz)"




Facebook Yorumları
  • comment image

    bi kızın rüyasında dağ falan görmesini kızın içinde gizli kalmış yarrak aşkına bağlayan insan.


    (aimar - 15 Ekim 2002 15:07)

  • comment image

    "garip değil mi? bir insana vazgeçilmez olduğunu hissettirdiğinizde, ilk vazgeçeceği kişi siz olursunuz." buyurmuş üstad. ne de güzel buyurmuş.


    (teflon - 21 Ekim 2010 13:11)

  • comment image

    enteresan savlar, keskin tespitler insanı.

    "hiçbir erkek birlikte olmak istemeyeceği bir kızla yakın arkadaş olmak istemez." demiş mesela...


    (pandayavrusu - 1 Mart 2011 16:59)

  • comment image

    evet bu sefer konumuz freud. hani şu sapık herif, daha ufacık yaşımızda annelerimize beslediğimiz “aşk” sebebiyle babalarımızı öldürmek istediğimizi varsayan adam. rüyamızda gördüğümüz balonların sıkmak istediğimiz (neden meme sıkarız ki) memelerin sembolleri olduğunu söyleyen zat. oral dönemimizi doğru düzgün atlatamadığımızdan dolayı sigarayı bırakamadığımızı, anal dönemimiz kötü geçtiği için temizlik hastalığına yakalandığımızı, fallik döneminde küçük kız çocuklarının kendilerinde penis olmadığını farkedince (bilinçaltlarında) suç işledikleri için penislerinin kesildiğini düşünerek, kendilerinin eksik olduğunu bu yüzden penis kıskançlığı içinde yaşadıklarını söylediği sapık, sevimsiz herif.

    evet freud’la bu şekilde alay edebiliriz, aşağılayabiliriz ve tepkisel indirgemecilikle doldurabiliriz etrafı. yalnız bu, şu anda freud’un şekillendirdiği dünyada yaşadığımız gerçeğini değiştirmez. sorun şu ki freud çok çalışmış (çektiği kokainler sayesinde olabilir), sürekli üretmiş ve çok şey söylemiş. neredeyse her şeyi. ne daha sonra ispatlanan “bilinçaltı” teorisi doğru olduğu için söylediği her şeyi doğru kabul edebiliriz, ne de söylemlerinin çoğunu oluşturduğu, ispat edilemeyecek ve yanlışlanamayan savları nedeniyle her söylediğinin yanlış olduğunu kabul edebiliriz.

    freud sevimsiz bir adamdı, yaşadığı zamanın star’ı gibi bir şeydi. sokakta görenler hemen tanır, kıçlarına başlarına imza attırırlardı. (attırmazlardı heralde, ünlüden imza almak ne zaman başlamıştır acaba?) iki kez nobel’e aday gösterildi, hem tıp, hem de edebiyat alanında, ikisini de kazanamadı. hatta tıp alanında aday gösterildiğinde einstein (herkesin sevdiği einstein) jüriye mektup göndererek “saçmalamayın, sakın ödülü freud’a vermeyin, sonuçta o sadece bir psikiyatrist” demiş.

    şimdi bakalım freud neler demiş. öncelikle “bilinçaltı” . zibilyon tane deneyden sonra bilinçaltını kabul ediyoruz. freud “ne yaptığımızı biliyoruz” iddiasını reddetmiş. mesela birine aşık oldunuz ve evlenmeyi düşünüyorsunuz, size soruyorlar “neden” diye. büyük ihtimalle şöyle dersiniz, “artık evlenmek için kendimi hazır hissediyorum” “onu seviyorum” “o çok akıllı ve çekici” vs vs. ve bütün bunlar doğru da olabilir. yani siz en dürüst olduğunu zannettiğiniz anda bile –yalan söylemeseniz bile- gerçek şu ki o sırada sizin seçimlerinizi etkileyen farkında olmadığınız nedenler var. mesela benimle evleniyorsunuz çünkü aslında ben sizin babanıza benziyorum, ve benimle evlenerek aslında size ihanet eden babanıza sahip oluyorsunuz.

    ve freudyen teorinin en süper kısmı, sonsuz haklılık! (bayılıyorum buna, bayılmak ne kelime, bütün hayatımı bunun üzerine inşa ettim ben!) yani biri size gelip “off ya saçmalıyorsun! “ derse (ya’yı uzatma biçiminden etilerde mi yoksa unkapanında mı oturduğunu anlayabilirsiniz ama konu bu değil) neyse size gelip “off ya saçmalıyorsun!” derse vereceğim cevap (bir freudyen olarak) “bütün bunlar bilinçaltında oluyor bebeğim, zaten sana saçma gelecek” olur.

    ama bu evlilik örneği zorlama bir örnek olsa bile, gerçekten bir çok durum var buna benzeyen. örneğin neden daha ilk görüşte hoşlandığınız ya da hoşlanmadığınız insanlar olabiliyor? nasıl tamamen ifade edemeyeceğiniz durumlar, tartışmalar içine girebiliyoruz? nasıl oluyor da tam da en hatırlamamız gereken zamanda isimleri unutabiliyoruz? neden yeni sevgilimize yanlışlıkla eski sevgilimizin adıya sesleniyoruz?? neden hoşlandığım kıza mustafa dedim ben??farkında olmadığımız bu bilişsel sistemler sebebiyle.

    ki böyle sistemlerin olması da çok fazla sorun teşkil etmezdi eğer bilinçaltımız mantıklı bir bilgisayar , gerçekten akıllı bir sistem olsaydı. ama freud’a göre bu böyle değil. çünkü üç farklı süreç sürekli beynimizin içinde vahşice savaşıyor. evet bizi ele geçirebilmek için. bardaki hatunun göğüslerine nutella döküp yalayabilmem için. ya da bunu durdurmak için. sonuçta galip gelen işleme göre hareket ediyoruz, mantıklı bir insan olduğumuz için değil, içimizdeki bu üç yaratığın savaşının sonucuna göre davranıyoruz. bunlar id, ego ve süperego adlı yaratıklar.

    id… yani içimizdeki hayvan. yalnızca yemek, işemek, sevişmek, ısınmak istiyor. inanılmaz derecede aptal. yalnızca zevkine göre hareket ediyor. zevk almak, ve bunu şimdi, hemen almak istiyor. yani zevk için saf tutkudan oluşan bir hayvan.

    ama tabi ki hayatımızda işler böyle yürümüyor. tamam istiyorsun aslanım da, yapabilecek misin? istediklerini elde etmek için bir çok şeyler yapman gerekli, bunlar için
    planlamalar yapman gerekli vs vs. ve bütün bu planlama safhası sistemi de “ego” yani şimdiki zamanda yaşayan “ben” yani “kendimiz”. ego demişken hemen otostopçunun galaksi rehberindeki zaphod’a selamı çakalım, aynen onun dediği gibi: “etrafımda egomdan daha büyük bir şey varsa hemen yakalanıp öldürülmesini istiyorum!” ego ise şimdiki zamanda, gerçeklik ilkesine göre hareket ediyor. ego bilincin kaynağı, yani yaptığımız planlar, bazen vazgeçişlerimiz, herşey.

    ve diğer canavar: superego. toplumdan ve ailemizden, sosyal çevremizden aldığımız kuralların içselleştirilmiş hali. yani ne oluyor, bir şeyler istiyorsunuz, arzuluyorsunuz, ama bazen bunlar için cezalandırılıyorsunuz, ayıplanıyorsunuz. bazı tutkular yasak, bazı davranışlar kabul edilemez ve hepsiniz bir cezası var.
    böylelikle kendimiz (ego), id ve supergo arasında kalıp “aradaa kaldımm hep aradaa” diyen susam sokağı karakterine bürünüyoruz.

    yalnız unutmamamız gereken bir şey var, tamam id gerizekalı, aptal. yalnızca “yemek yee, sevişş, işee, ısın olmm ısınn” diye emirler yağdırıyor. ama süperego da gerizekalı. yani süperego “hmm bunu yaparsan şöyle olur dostum” diye açıklama yapan 68 kuşağının hippisi, şimdinin filozofu falan değil. o da sadece “aa kendinden utanmalısın!!” “yakışıyor mu sana??” “şunu yapmayı kess artıkk” “iğrençsin, utanmaz!” deyip duruyor. ve sen, benim yakışıklı dostum, güzel dilberim, sen o bir taraftan “hadi zevkk!!” diye çığlık atan id’inle, “kendinden utanmalısın” diyen süperego’n arasında sıkışıp kalmış o zavallı ego’nsun. (dolapta şarap var, birer kadeh atıp, süperegomuzu susturup, sevişelim mi?)

    ve tabi bütün bunlar, bilincimizde, yani farkında olduğumuz bir süreçte değil, içimizde, bilinçaltımızda sürekli devam ediyor. onları bulamazsın, onlar işlerini gizlice sürdürürler.

    şimdi de freud’un o psikoseksüel gelişim konusunu konuşalım. kişilik gelişiminin 5 ana dönemi var. ve freud’a göre eğer bu beş dönemden birinde sorun yaşamışsanız, o dönemde sıkışıp kalmışsınız demektir.

    oral dönem: ağzımızdan zevk alıyoruz, her şeyi ağzımıza götürüyoruz, yalıyoruz, çiğniyoruz. olur da bebeği meme emmekten men edersek, büyüdükten sonra karşımıza “oral kişilik” olarak çıkıyor.yani çok fazla yemek yiyen, sakız çiğneyen, sigara içen vs. erken dönemlerinde o tatmini tam alamadıkları için şimdi almaya çalışıyorlar.

    anal dönem: işte tuvalet eğitimi falan, eğer süreç yanlış giderse, çok cezalandırılırsanız falan, anal kişilik oluyorsunuz. hayır dötten vermiyorsunuz, bunun yerine cimri, aşırı titiz, kurallara bağlı, eleştirilmeye tahammülü olmayan ama sürekli eleştiren falan biri oluyorsunuz.

    sonra işler sapıtmaya başlıyor. sonraki dönem: fallik dönem. cinsel organlarımızı araştırıyoruz beyler ve hanımlar. eğer erkekseniz, dişilere karşı erkekliğiniz kabarıyor ve eğer dişiyseniz ilgiye ya da hakimiyete karşı bir ihtiyaç duyuyorsunuz. ve sonra ilginç bir şey oluyor. oedipus kompleksi dediğimiz şey. hani şu annesine aşık olan bu yüzden babasının yerine geçebilmek için babasını öldüren mitolojik kahraman. hala ufaklığız unutmayın. ve beyler (yani erkekler) bu hepimizin başına geliyor.

    olay şu: üç ya da dört yaşındayız, fallik dönemdeyiz. neye karşı meraklanmaya başladık? çükümüze karşı meraklanmaya başladık. ve dışarıdan bir obje arıyoruz bunun için. kim var etrafımızda hem nazik, hem sevgi dolu ve harika? annelerimiz. “anne iyidir, anneyi seviyorum” diyoruz ama aklımıza bir şey daha geliyor (aklımıza derken, bütün bunlar bilinçaltında oluyor tabi, akıl makıl yok)… engel olarak babamız var.

    gerçekten de bu yaşlardaki erkek çocuklardan genellikle “ben annemle evlenicem” diye laflar duyabiliyoruz. sonra hikaye şöyle devam ediyor… babayı öldüreceğim… (hemen the doors’dan “the end” şarkısını açıyoruz… father…yes son… i want to kill you… mother?...i want to f…ahheyeahyeah yee” )her üç dört yaşındaki erkek bebe düşünür bunu. ama çocuktaki hayal dünyası ve gerçek dünya içiçe olduğundan çocuk bu düşüncelerinin babası tarafından farkedildiğini düşünür. e baba büyük ve artık bize kızgın, ebemizi miker isterse…kendimize soruyoruz, “bize en kötü ne yapabilir baba?” (haha önce sizi dövdürüp sonra çarmıha gerdirir , inanmıyorsan isa’ya sor). e bütün ilgimizin çükümüzde olduğu dönemde aklımıza tabi ki şu geliyor: “çükümüzü keserrr!!” ve bu yüzden baba kazanır ve biz kendi kendimizi bu cinsel düşüncelerden uzaklaştırırız…bu dönem de “gizlilik” dönemi olur.

    jenital dönem ine kadar seks isteğimizi bastırırız. ergenlik dönemi ise şu an hepimizin içinde bulunduğu dönem zaten. ama ne demiştik süperego da gerizekalı. sadece “ah hayır, bunu yapma” demekle kalmıyor “ah hayır, bunu düşünme, utanmaz pislik” de diyor. bir yandan id tarafından dürtüklenen sapkın fantezilerimiz, hastalıklı düşüncelerimiz … “onu öldüreceğim, diğerini becereceğim!” diğer taraftan “hayır! hayır hayırrr!!” diye çığlık atan süperegomuz. (haha ghkollum ghkollum!! )ve bütün bunların hepsi bastırılmış, hiçbir zaman bilincimize, yani farkındalığımıza kadar gelememiş. hepimiz gollummuşuz da haberimiz yokmuş.

    peki bütün bunları nasıl baskı altında tutabiliyoruz. cevap: “savunma mekanizmaları”

    yani kendimiz hakkında bilmek istemeyecek arzulara ve düşüncelere sahibiz. bunları kendimizden saklıyoruz ve ortaya çıkmasını engelliyoruz ve bunu yaparken savunma mekanizmalarımızı kullanıyoruz:

    yüceleştirme: mesela çok fazla enerjiye sahipsiniz, cinsel enerji ya da agresif enerji. bunu cinsel ya da agresif şekilde bir hedefe yönelteceğinize başka bir şeye odaklanıyorsunuz, mesela sanata. mesela picasso yu düşünebilirsiniz, içindeki cinsel ya da agresif enerjiyi tablolarına akıtırken. mesela bedri baykam, peçetelere attırırken…

    yer değiştirme: utanç dolu düşüncelerinizi veya arzularınızı daha makul hedeflere yönlendiriyorsunuz. mesela babası tarafından dövülmüş çocuk, babasından nefret ediyor ve onun canını acıtmak istiyor, ama bu çok zor olduğundan bunun yerine köpeğe kötü davranıyor çünkü o daha makul bir hedef. (hayır çavuşu tokatlamak buna girmiyor…sanırım…)

    yansıtma: kendimde rahat olmadığım bir takım düşünceler var ve bunu kabul edip sahiplenmek yerine başkasının üstüne atıyorum. mesela homofobiklik. bir erkeği görüyorum ve ona karşı içimde bir tutku besliyorum (içimde dediğim yine bilinçaltında, farkındalık seviyemde değil) ve bundan utanıyorum, bu yüzden tutku duyduğum herif bana baktığında “ne bakıyosun lan, ibne misin??” diye çıkışıyorum. yani kendimde olanı ona malediyorum. freud’a göre genelde başkalarının sürekli homoseksüel olduğundan dem vuran erkekler aslında kendi içlerindeki erkeklere karşı olan arzuyu yansıtıyorlar.

    rasyonelleştirme (bahane) yanlış bir şey yaptığımda bunu toplum tarafından daha fazla kabul görecek şekilde rasyonelleştiriyorum. mesela çocuğumu dövmekten aslında zevk alıyorum ama tabi ki “ah nasıl zevk alıyorum” demiyorum, bunun yerine “bu çocuğun iyiliği için ne yazık ki bu çocuğu dövmem şart” diyorum.
    geri çekilme: eski bir döneme geri dönme, çocuklarda sıkça olur. stres veya travmada ağlamaya, parmaklarını emmeye falan başlarlar.
    bu savunma mekanizmalarına ihtiyacımız var, çünkü işe yaramadıklarında başımıza kötü şeyler gelebilir. örneğin histeri:

    aslında hiçbir fiziksel sorunumuz olmadığı halde histerik körlüğe ya da histerik sağırlığa maruz kalabiliriz. fiziksel bir sorunumuz yok ama göremiyoruz veya duyamıyoruz. tutukluk, titreme, panik ataklar, amnezi… ve bu fikre göre bütün bunlar semptomlar. bilinçaltımızdaki sorunların semptomları.ve freudyen teoriye göre bunu aşmanın yolu gerçeği ortaya çıkarmak. kendinden bir şeyler saklıyorsun, bilinçaltında, ve bunun acısını çekiyorsun, ve en içindeki o bilinmezi ortaya çıkarttığında, sorunlar çözülüyor.

    ve bir diğer konu, rüyalar… freud’a göre rüyalarımızda gördüklerimiz aslında dileklerimizin, isteklerimizin, arzularımızın, korkularımızın sembolleşmiş hali. içimizde yeşeren, bazen yeşermemesini isteyeceğimiz bir çok düşünce, hayal olabiliyor ve bunları baskı altında tuttukça kendilerini rüya içinde başka bir kılığa bürünerek gösteriyorlar.

    şimdi gelelim en önemli konuya… freud’un teorileri ne kadar bilimsel? oldukça tartışmalı. çünkü bilimin en önemli özelliği “yanlışlanabilir” olmasıdır. yani karl popper’dan beri bu böyledir. ancak freud’un bir çok teorisinin denenmesi, test edilmesi, dolayısıyla kesin olup olmadığının anlaşılması imkansızdır. (mevcut duruma göre). yani o deyişle “doğru değil, yanlış bile değil!”

    astrolojiyi ele alalım, gidip size “iki gün içerisinde bilmem ne yıldızı bilmem ne güneşine yaklaştığı için, içinizde sıkıntı yaşayacaksınız” dediğinde bu da kesinliği test edilebilir bir şey değildir. ama eğer size “bugün bir kediye çarpacaksın, sonra eve döndüğünde sevgilinin sakladığın bütün pornoları bulduğunu farkedeceksin” deseydi, evet bu kesinliği test edilebilir bir şey olurdu.

    bilimde yanlışlanabilirlik kriteri çok önemlidir. bir teori üretirsiniz ve herkes bunun yanlış olduğunu ispatlamaya çalışır, ayakta kalanlar geçerli teorilerdir. evrim teorisi bu yüzden harika bir teoridir, onbinlerce kez yanlış olduğu ispatlanmaya çalışılmıştır ve hala bütün görkemiyle ayaktadır.
    sonuç olarak freud çok konuşmuştur, çok şey ortaya atmıştır, çok fazla teori sunmuştur ve bir çok şeyin kapılarını açmıştır. bugün freud’un teorisini kullanan freudyenler de var, ama gerçek şu ki bunların çoğu akademisyen değil.

    http://oyc.yale.edu/psychology/psyc-110/lecture-3


    (hordabasticuvali - 18 Mayıs 2011 16:36)

  • comment image

    hastalarından bıçak parası almamasıyla takdirimi kazanmış doktor. richard wollheim'in "sigmund freud" biyografisinde de yazar bu.


    (gofret beyin - 9 Temmuz 2011 17:56)

  • comment image

    bu sabah beni yine şaşırttı. diyo ki: bi sevgi nesnesini kaybedince nesneye bağlılık sürüyor ama yüklediğimiz enerji o sevgi nesnesinden kopuyor. biz de o enerjiyle kendi benliğimizin bi kısmına yatırım yapıyoruz. sonra benliğimizin o kısmı fazla güçleniyor ve o kısım diğer kısımlarımıza işkence yapmaya başlıyor.

    freud bu düşüncesiyle resmen aynı anda depresyonu, narsizmi ve özyıkıcılığı -birbiriyle bağlantısını göstrerek- açıklamış. şaşırdım kaldım.

    ama karen horney'le birlikte anlam veremediğim bir nokta var. penis kıskançlığı kavramını kadının, toplumdaki ikincil konumu yüzünden hissettiği, bilinç düzeyinde odağı belirsiz esrarengiz bi eksiklik hissini tanımlamak için mecazi olarak mı kullanmış yoksa bunun somut somut var olduğuna mı inanıyor?

    neyse, bunun dışında gerçek bir dehadır.


    (living maze - 20 Şubat 2013 11:48)

  • comment image

    hala yeterince anla$ılamamı$ ki anla$ılmak gibi hastalıklı bir kaygıyı da asla gütmemi$ bilim adamı..

    özellikle kabile toplumlarından günümüze kadar geli$en aile içi ahlak ili$kilerini,ensesti,sosyal ya$antıdaki tabu kavramlarını psikoloji terminolojisine kazandırmı$,bu konuları kimsenin cesaret edemeyeceği kadar derinlemesine ara$tırmı$,psikanalizin babası olan deha..

    bu ba$lık altına yazan insanların,libido konusunu a$mı$,bitirmi$ birer isa mesih,hazreti meryem olduklarını kabullenebilirim,ancak sigmund freud'un çürütülmü$ tezleri neymi$,hangileriymi$ hala çılgınca merak etmekteyim..


    (rotting horse on the deadly ground - 26 Şubat 2001 05:54)

  • comment image

    tespitleriyle beni hayattan soğutan psikanaliz insanı. yaptığım her harekette acaba tam tersini mi düşünüyorum diye sorular sordurtur.
    geçende derste anlatılan bir hikayeyle analiz edin kendinizi;
    çok çalışan sürekli meşgul babanın az bulunur tatil günlerinin birinde küçük oğlu yanına gelir. 'benimle biraz oynar mısım?' der babasına. babası içten mırın kırın eder, sonra son zamanlardaki ihmalkarlıklarını düşünüp kabul eder ve oğluyla oynamaya başlar. oğlu ikna olmaz parka gitmek istediğini söyler. babası kabul eder. salıncaktı kaykaydı derken çocuk yine sızlanmaya başlar. 'baba hadi araba sürelim.' baba kabul eder, arabayla küçük bir gezintiye çıkarlar. çocuk camı açar gelen rüzgarla keyiflenir, 'hızlan baba daha çok rüzgar gelsin' diye babasına nazlanır. babası hızlanır, hızlanır.. ve kaza yaparlar.
    baba ölür, çocuk çok ağır şekilde yaralanır ve ameliyata alınır. kapılar açılır sedye koridordan geçer, doktorlar hemşirelerin koşuşturması... ve ameliyathaneye ameliyatı yapacak cerrah gelir. çocuğa bakar. şok olur. 'ben bu ameliyatı yapamam... çünkü o benim oğlum der.'...

    sizce doktor kimdir???

    verilen cevapta baba gelenekçi düşünce yapısı, anne cevabı da modern, çağın şartlarını kabullenen uğraşan insan psikolojisini gösterir.

    sınıfın verdiği tepki babadır. hocanın bize açıklaması gelenekçisiniz. yıl olmuş 2013 hala bir kadının ameliyat yapma potansiyeli olaileceğini bilinçaltınız kabul etmiyor. kadın hala evde oturmalı çocuğuna bakmalı diye aklınızdan bile geçirmediniz bu hikayede demişti. çoğumuzda kesin bu adam üvey baba ahanda işler karıştı kafasındaydik. fesatlığın gözü kör olsun.


    (titiriti - 5 Mayıs 2013 01:29)

  • comment image

    "bir insan bir yere bakıyorsa orada ilgilendiği birşey vardır, bir insan bir yere hiç bakmıyorsa orada ilgilendiği birşey mutlaka vardır." sözünün sahibi efsane bilimadamı.


    (rosakaninchen - 15 Ekim 2013 22:39)

  • comment image

    "mantığın terazisinden başka yargı ölçütü yoktur."
    (bkz: bir yanılsamanın geleceği)

    "ve geçmiş zamanlarda doğruluklarının kanıtı asla mümkün olmamasına rağmen, dinsel düşünceler, insanlık üzerinde olabilecek en derin etkiyi yapmıştır. bu yeni bir psikolojik sorundur. biz, bu doktrinlerin içsel gücünün nereden geldiğini ve mantığın yargısından bağımsız olmalarına rağmen etkinliklerini neye borçlu oldukları sorusunu mutlaka sormalıyız."
    (bkz: bir yanılsamanın geleceği)

    "böylesi koşullarda baskılanmış insanlar arasında kültürel yasaklamaların bir içselleştirilmesi beklenmemelidir. tersine yasaklamaları tanımaya hazır değildirler. bu sınıfların uygarlığa düşmanlıkları o denli açıktır ki geçimini daha iyi sağlayan toplumsal katmanlara yönelik daha gizli düşmanlığın gözden kaçmasına neden olur. bu kadar büyük sayıda katılımcısını doyumsuz bırakan ve onları başkaldırmaya yönelten bir uygarlığın kalıcı bir var-oluş olasılığı olmadığı gibi bunu da hak etmediğini söylemeye gerek yok."
    (bkz: bir yanılsamanın geleceği)

    "eğer komşunu öldürmemenin tek nedeni tanrı’nın bunu yasaklamış olması ve şimdiki veya sonraki yaşamda bu nedenle seni ağır bir biçimde cezalandıracağı korkusu ise, tanrı diye bir şey olmadığını ve onun gazabından korkman gerekmediğini öğrendiğin zaman komşunu hiç duraksamadan öldürürsün."
    (bkz: bir yanılsamanın geleceği)

    "dine dayalı ahlak, öteki dünyada daha iyi bir yaşam vaadinde bulunur. ama erdem burada bu dünyada ödüllendirilmediği sürece ahlakın boşa kürek çekeceğine inanıyorum. ben de insanların mülkiyetle ilişkilerinde yapılacak gerçek bir değişikliğin bu yönde ahlaki kurallardan çok daha yararlı olacağından eminim; ama sosyalistler insan doğasını idealistik anlamda yanlış yorumlayarak bu olguyu bulandırmış ve pratik açıdan yararsız kılmıştır."
    (bkz: uygarlık, din ve toplum)

    ekstra:

    "insanlar sevilmek isteyen ancak saldırıya uğradıklarında kendilerini koruyan nazik canlılar değillerdir; tam tersine, insanlar içgüdüsel donanımları içinde saldırganlığın güçlü bir yer bulduğu canlılardır. bir kural olarak, bu zalim saldırganlık bir tahrik bekler ya da başka ılımlı yollarla da ulaşılabilecek bir amaca hizmet eder."

    "hiçbir erkek birlikte olmak istemeyeceği bir kızla yakın arkadaş olmak istemez."

    "yaşam belirtisinin kökeni duygulanma; duygulanmanın da temeli aşktır."

    "para mutluluk getiremez; çünkü mutluluk çocukluk arzularının tatmin edilmesidir; para da bu arzuların nesnesi değildir."

    "nüktedanlık, acı çekmenin reddedilmesidir."

    "iyileşmiş bir nevrotik kişi, daha önce "nevrotik" mutsuzken, artık sıradan bir mutsuz haline gelir."

    "bireylerin zihinsel yaşamının en aşağı katmanlarına ait olan şeyler, idealin oluşumuyla değişerek, değer yargılarımız açısından insan zihninin en yüce varlıkları haline gelir."

    "insanın bütün umabileceği, isterik acıların yerine sıradan mutsuzluğun geçmesidir."

    "uygarlık, insanın mutluluk olanağının bir bölümünü bir parça güvenlik ile takas etmiştir."

    "mutluluk, büyük ölçüde bastırılmış ihtiyaçların tatmininden gelir."

    "evliliğin neden olduğu sinir hastalıklarının şifası, sadakatsizliktir."

    "insanoğlu kültürel gelişiminin bedelini nevrozla öder, ilerleme zorunlu olarak baskılanma ve nevrozlara yol açmaktadır."

    "alınan zevkin sınırlılığı, zevkin değerini artırır."

    "uygarlığın ne ölçüde içgüdülerden feragat edilmesi üzerine bina edildiğini görmemek olanaksızdır."

    "sağlıklı bir çocuğun parlak zekası ve sıradan bir yetişkinin zayıf sinirsel gücünün karşılaştırılmasının ne kadar moral bozucu olduğunu düşünün. bu göreceli körelmenin en önemli nedeninin verilen dini eğitim olmadığından emin olabilir misiniz?"

    "din insanlığın evrensel saplantılı nevrozudur; tıpkı çocukların saplantılı nevrozları gibi, ödipal kompleksinden, babayla kurulan ilişkiden türemiştir. medenileşmiş bireyin çocukluğundan olgunlaşma dönemine varıncaya dek geçirmek zorunda olduğu nevrozlarla paraleldir."

    "önceliği erotizm olan kişi, tercihini diğer kişilerle olan duygusal ilişkilerinden yana kullanacaktır; kendi kendine yeterliliğine inanan narsisist kişi ise asıl doyumu kendi içsel, zihinsel süreçlerinde arayacaktır."

    ayrıca;
    (bkz: freudcu/#36337043)

    edit: imla


    (hanging rock - 18 Ekim 2013 13:02)

  • comment image

    son zamanlarda anlık aydınlanmalarımı yaşatan deha.

    9 yıl bir yatılı okulda, babası vefat etmiş insanlarla bir arada yaşadıktan sonra edirne gibi aydın bir şehirde tıp fakültesine başladım. yatılı okuduğum dönemlerde din ve inanç kültürlerini tartışmaya ortaokuldan başlamıştık, yatakhanelerde gece boyu süren o yoğun hararetten çok keyif alırdık. çevremde ben de dahil bir çok insan göktanrı inancını o yıllar içinde kaybetti, ya da hiç bulamadı. tıp fakültesine başlayacağım kesinleştiğinde pozitif bilim olmasından ötürü genel çevreme göre inançsız popülasyonun (veya göktanrı hariç inanç sistemlerine sahip insanlar diyeyim) artacağını düşüyordum; ama gariptir ki burada gördüğüm kadar inançlı bir toplulukla bildim bileli hiç karşılaşmamıştım. bugün freud'un leanordo da vinci and a memory of his childhoodunda şöyle bir analize takıldım:

    “psikanaliz, bize baba kompleksi ile tanrı inancı arasıdaki yakın bağlantıyı öğretti. bize tanrı’nın yüceltilmiş babadan başka bir şey olmadığını ve birçok gencin babalarının otoritesinden kurtulur kurtulmaz dinî inançlarını kaybettiklerini gösterdi. (...) artık psikanaliz sayesinde anlıyoruz ki, her şeye kâdir olan tanrı ve tabiat ana imajları, çocuklukta tecrübe edilen baba ve anne imgelerinin yüceltilerek tekrar canlandırılmasından başka bir şey değildir.”

    çok küçük yaşta babasını kaybetmiş; yine çok erken yaşta anneden ayrılmış bu kitlede inanç oranının az olmasının nedeni varmış meğer. canımsın freud.


    (tutkununemprovistikpencapliyesilpanteri - 21 Ekim 2013 23:27)

  • comment image

    ilginc bir sahsiyettir. universitede psikoloji okuyanlar veya okumus olanlar bilirler. ilk sene aldiginiz psikoloji derslerinde surekli yatip kalkip freud'dan, freud'un teorilerinden filan bahsedilir ve surekli ondan ornekler verilir. ikinci senede bu epeyce azalir ve freud'un ismini koskoca donemde 10-15 kere filan duyarsiniz. ucuncu ve dorduncu senede dersler daha akademik ve arastirma ("research" muhabbeti) agirlikli oldugu icin freud'un ismi ya hic anilmaz, ya da anilsa da dalga gecmek veya asagilamak icin anilir. mesela bir teoriden bahsederken "freud da zamaninda xyz diye dusunmus, ne kadar komik degil mi?" diye anlatilir. sonra master/doktora seviyesine geldiginizde 2-5 yillik egitiminizde freud'un adini belki bir kere bile duymazsiniz. tabi okudugunuz okulda ozellikle freud hayrani veya takintisi olan bir hoca yoksa (istisnalar her zaman olacaktir).

    bununla birlikte psikoloji disinda bolumler okuyup da gerek zevk icin, gerek meraktan, gerek baska sebeplerden 1-2 tane psikoloji dersi alanlar genelde bu derslerde freud'un ismini cokca duyacaklari icin "bu psikoloji okuyanlar 4 sene paso freud okuyorlar galiba" gibi bir algi olusuyor. halbuki akademik olarak ciddiyeti olan okullarda her gecen sene freud'dan daha az bahsedilir ve sonra hic bahsedilmez.

    peki freud'un olayi nedir? freud'u anlayabilmek icin yasadigi doneme bakmak lazim. freud "victorian era" denen cagda (turkce'si yanlis bilmiyorsam viktorya donemi olacak) yasamistir. viktorya doneminin soyle bir ozelligi var: o donemde insanlar kapali kapilar ardinda cinselligi doyasiya yasasa da toplum icinde cinsellik muthis bir tabu haline gelmisti. yani gunduzler insanlar bir aradayken cinselligi cagristiran en ufak bir konusma cok buyuk bir ayip olarak goruluyor, geceleri (ozellikle varliklilarin) evlerde seks partileri veriliyordu. hatta olay oyle bir seviyeye gelmisti ki siz bir arkadas meclisinde, atiyorum, "bir masanin 4 bacagi var" deseniz insanlar size ters ters bakip "inanabiliyor musun, bacak dedi!" diyeceklerdir. o donemde bacak, kol, gogus gibi organlarin isimlerini cumle icinde kullanmak bile cok buyuk bir tabu olarak goruluyordu. halbuki gece olup insanlar evlerine cekildiginde isler cok farkliydi (bu ortam size gunumuzun "kizli erkekli evlerde kaliyorlar" denip gundemin degistirilmesi, sonra da halkin somurulmesi olayini hatirlatabilir, hatirlatmalidir da, o zamanlar da ortaya atilan tabularin ana amaci halki uyutup dikkatlerini baska yone cekmekti, boylece zengin daha zenginlesecek, fakir daha fakirlesecekti). (bkz: ahlak sadece orta sınıf için vardır)

    freud da iste boyle bir ortamda biraz da bu ikiyuzluluge tepki olarak ortaya tamamen cinsellige bakan teoriler atti. freud ortaya attigi teorilerde kucuk bir cocugun annesine olan sevgisi dahil herseyi cinsellige baglamisti. ona gore hayatta herseyin amaci cinsel hazza ulasmakti. freud gercekten boyle dusunuyor muydu yoksa dusunmuyor muydu bilemiyoruz ama kendisi bu fikirleri ortaya atarken kesinlikle o anki tabularla sekillenmis toplumun ikiyuzlulugune parmak basmaya calisiyordu, bir anlamda ari kovanina comak sokuyordu.

    zaten freud'un yazdiklari da beklenen tepkiyi verecekti. gunduzleri insanlar freud'un ne kadar terbiyesiz, ahlaksiz, dinsiz biri oldugundan bahsedip onu yerden yere vursa da geceleri herkes onun yazdiklarini alip okuyordu. freud'un kitaplari adeta peynir ekmek gibi satiyordu. viktorya devrinde insanlar nasil cinselligi kapili kapilar ardinda yasayip muhabbetini yasakliyorsa freud'a da ayni muamele yapiliyordu ve kitaplari sadece kapali kapilar ardinda okunuyordu.

    freud teorilerini ortaya atarken dusunce gucunu kullanmisti ve oturup fikir yurutmustu. zaten kendisi psikolog degil tip doktoruydu. freud'un ortaya attigi fikirler psikolojideki bir cok teorinin altyapisini olustursa da bugun bu fikirler akademik cevrede pek deger gormez. zaten freud da cikip akademik deney yapmamisti. freud o donemde varlikli kadinlari terapi altina almis, onlardan duyduklarini not almis, sonra noktalari birlestirip belli basli tespitlerde bulunmustu.

    bugun freud icin ne bir "sarlatan" diyebiliriz ne de "akademik bir dahi" diyebiliriz. fikirleri psikolojide devrim yaratmistir, oldukca zeki ve yaratici biridir ama ortaya attigi fikirler deney ve arastirmalarla desteklenmemistir. bununla birlikte kendisinin insanlari kandirmak gibi bir niyeti de yoktu, sadece o zamanlar eldeki kisitli imkanlarla insan aklini cozmeye calisirken bir yandan da tabulari yikmaya calisiyordu.

    1930'larin basinda naziler almanya'da yonetimi ele gecirince yakilacak kitaplar listesinde en basta freud'un kitaplari vardi. bunun uzerine freud "insanlik ne kadar da gelisme gosterdi, orta cagda olsak beni diri diri yakacaklardi simdi sadece kitaplarimi yakmakla yetindiler" seklinde olaya espriyle yaklasacakti.


    (diesel1907 - 14 Aralık 2013 14:38)

  • comment image

    "düşünebilen herkesin insan olması; insan olan herkesin düşünebildiği manasına gelmiyor ne yazık ki!"

    "bir insana vazgeçilmez olduğunu hissettirirseniz, ilk vazgeçeceği insan siz olursunuz!"

    "aşk yoktur, libido vardır!"

    "bir objeye duyulan sevgi, ona sahip olma isteğinden gelir."

    "zihin bir buzdağı gibidir. yalnızca yedide biri suyun üzerinde görülebilir."

    "insanlar; sizi eskisi gibi kullanamadıklarında, değiştiğinizi söylerler!"

    "sinir hastalığı belirsizliğe tolarans gösterememektir."

    "gittiğim her yerde; benden önce oraya gitmiş bir şair buldum."

    "insan sanılandan çok daha ahlaklıdır ve hayal edilemeyecek derecede ahlaksızdır."

    "bir insan bir yere bakıyorsa; orada ilgilendiği bir şey vardır. bir insan bir yere hiç bakmıyorsa; orada ilgilendiği bir şey kesinlikle vardır."

    "özür dilemek, sizin haksız olduğunuz, karşı tarafın haklı olduğu manasına gelmez. karşınızdaki insana verdiğiniz değerin; egonuzdan yüksek olduğunu gösterir."

    "bir insanı unutabilirsin. bir insanın sana neler yaptığını da unutabilirsin; ama o insanın sana ne hissettirdiğini asla unutamazsın..."

    "insanın sağlığını koruyan iki faktör vardır. işini sevmesi ve hayatı sevmesi."


    (the world of catharsis - 1 Mayıs 2014 11:38)

  • comment image

    freud açıkçası genel olarak saçmaladığını düşündüğüm, nazarımda ancak bir fantezi ve edebiyat malzemesi olarak hoşa gidebilecek (burçlar konusunda da öyle düşünüyorum mesela) ürünler vermiş bir insandır. freud'un hayatını fikirlerinden daha ilginç bulduğumu belirtmek istiyorum, ama zaten fikirleriyle hayatını da nereye kadar ayırabiliriz bir insanın, bunu da sorarım size.
    1856'da o zamanlar moravia denen topraklarda doğmuştur sigmund, ki şimdi çek cumhuriyeti sınırları içinde kalmaktadır moravia, ve adı pribor olmuştur (1990 yılında, çöken komünizmle şehrin "stalin meydanı"nın "freud meydanı"na çevrilmiş olduğunu da sözün ve dikkatin dağılması pahasına belirtmek istiyorum).
    babası oldukça başarısız bir pamuk tüccarıdır. moravia'da da yetersizlikten yetersizliğe koşunca aile önce almanya'ya, ardından da viyana'ya göçer. dört yaşında kısa pantolonlu bir sabi iken ayak bastığı viyana'yı sigmund sevecek ve bir seksen yıl kadar daha orda kalacaktır.
    babasıyla annesi evlendiklerinde frau freud yirmi yaşındadır ve kırk yaşındaki baba freud'un üçüncü eşidir. anlattıklarına göre zayıf, çekici, koruyucu, sevgi dolu bir kadındır ve ilerde oedipus kompleksi teorisinin de öngöreceği gibi freud'un ona karşı tutkulu, seksüel bir bağlılığı vardır. babasına karşı hep kızgınlık, nefret, kıskançlık hissettiğini, daha iki yaşında iken bile kendini ondan daha üstün gördüğünü yazmıştır freud bir tek bana okuttuğu günlüklerine.
    freud'un annesine karşı hissettikleri karşılıksız değildir ama. annesi de ilk çocuğu olan sigmund'la çok övünmektedir ve ilerde onun büyük bir adam olacağından emindir. freud hayatı boyunca çok kendine güvenli, yoğun bir başarma azmiyle ve şan şöhret hayalleriyle dolu yaşadıysa bunu biraz da annesinin ona karşı girdiği tavra bağlayabiliriz. kendisi bağlamış en azından, "annesinin tartışmasız gözdesi olan bir adam hayatı boyunca bir fethetme duygusu, bir başarılı olma inancı taşır, ki bu da onu genellikle gerçek başarıya götürür" demiş (ruhunu son çağırdığımdaki sohbetimiz sırasında dedi açıkçası bunu, ben not aldım).
    freud ailesinde sekiz çocuk vardır. ikisi zaten başka annedendirler ve kendi çocukları olan yetişkin insanlardır. sigmund'un kendi öz kardeşleri ile arası ise gayet mayhoştur. kardeşleri doğdukça anne sevgisini paylaşacak olmak ona kıskançlık ve öfke nöbetleri geçirtmektedir.
    böyle birtakım psikolojik sorunları vardır belki, ama çocukluktan beri zehir gibi işlemektedir kafası, ve bu ebeveynleri tarafından da desteklenir. mesela freud -ailede diğer çocuklara nasip olmamış- özel odasına kapanıp ders çalışır ve yemeklerini bile odasında yer vakit kaybetmemek adına. o ders çalışırken rahatsız olmasın diye kızkardeşleri piyano çalamaz hem. halbuki freud'un iki sene küçüğü hildegard gerçekten de çok yetenekliydi, belki bir clara schumann olacaktı bu aile baskısı olmasaydı (bunu da hildegard anlattı son sefer derin bir iç çekişle).
    freud liseye yaşıtlarından bir sene erken gider, ve hemen hemen her derste sınıf birincisi olur. almanca ve ibranice'yi çok iyi konuşmasının dışında lisede latince, yunanca, ingilizce ve fransızca öğrenir; italyanca ve ispanyolca'yı kendi kendine söker. gerçekten büyükmüşsün sigmund.
    askeri tarih de dahil olmak üzere pek çok ilgi alanı varken o kariyer yapmak için o yıllarda viyanadaki bir musevi için gelecek vaad eden tıbbı seçer. kendi de kullanarak kokainle deneyler yapar uzun süre ve bağımlılık yaptığı ortaya çıkıncaya dek kokaine mucize ilaç, panacea muamelesi yapar. akademik kariyerden onu üniversitedeki bir hocası vazgeçirir; profesör olana kadar çok zaman geçecektir ve ciddi maddi zorluklar çekecektir, oysa onun martha bernays'la evlenmek için acil paraya ihtiyacı vardır. böylece özel bir klinik açar. bunu izleyen yıllarda hipnoz ustası charcot'yla ve konuşarak tedavi etme fikrinin babalarından josef breuer'le çalışır; ünü, başarı grafiği annesinin en zengin düşlerini bile aşar.
    teorilerine bakıp da freud'un bir nevi seksomanyak olabileceği fikrine varıyorsanız bütünüyle yanılıyorsunuz. gayet olumsuz bakmaktadır freud sekse; onu zararlı, aşağılayıcı, hayvansı bir ihtiyaç olarak görüp, zihni ve vücudu kirlettiğini yazar. kendisi de göründüğü kadarıyla kırk bir yaş itibariyle cinsel faaliyetlerine nihayet vermiştir. zaten evliliğinde de zaman zaman iktidarsızlık çektiği ve de kondomdan ve coitus interruptus'tan (o dönemin standart doğum kontrol yöntemleri) tiksindiği için seksten kaçındığı da anlatılır.
    1920 ve 30'larda kariyerinin zirvesindeyken sağlığı da gitgide kötüleşmeye başlar freud'un. 1923'ten ölümüne dek geçen on altı yılda ağız kanseri için (günde yaklaşık yirmi puro içen de bir adammış yalnız) otuz üç ameliyat da dahil bir sürü acı verici tedaviden geçer.
    bu arada siyasal çalkantılardan da nasibini alır adamımız. hitler 33'te iktidara geldiğinde einstein ve hemingway'le beraber onun kitaplarını da yaktırır. 1938'de naziler avusturya'yı ilhak ettiklerinde (bkz: anschluss), tüm baskılara rağmen viyana'yı terk etmeyi reddeder freud, evi defalarca nazi grupları tarafından basılır. ancak kızı anna* tutuklandıktan sonra londra'ya geçmeyi kabul eder. ve dört kızkardeşini de konsantrasyon kamplarında kaybettiğini insanlık adına utanarak söylemek istiyorum bu noktada.
    freud'un sağlığı kötüleşse de zihni hiç bulanmaz ve hayatının son gününe kadar çalışmaya devam eder. ama 1939 eylülünde acılar dayanılmaz hale geldiğinde doktoruna "artık bu işkenceden başka bir şey değil ve hiçbir anlamı yok" demek zorunda kalır. zamanında ona gereksiz acı çektirmeyeceğine söz vermiş olan herr doktor biraz fazla doz morfinle bu hayata son verir ve yeryüzünden şu ana dek geçip gitmiş seksen milyar insan içinde çağımızı en çok etkilemişlerden biri olarak dünya ölülerine katılır freud.


    (lacrima - 28 Eylül 2001 20:02)

  • comment image

    her şeyi cinsellikle açıklaması yüzünden, hastalarının çoğunun türk erkeklerinden oluştuğunu düşündüğüm meşhur ruhdeşen...


    (tabularasa - 1 Ekim 2001 17:23)

  • comment image

    -selamünaleyküm freud abi.garip bi rüya gördüm,dinle bak
    -isiga dön de anlat,hayirlara vesile olsun
    -abicim rüyamda böyle bembeyyaz bi at gördüm,sahlanip kisneyip duruyodu.anneme sordum "at murattir" dedi.sen ne diyosun?
    -anani murat adinda bi jokey zikiyo
    -sagol abi.ben gidiyim de su altiliyi yatiriyim


    (hayri potter - 19 Şubat 2005 22:48)

  • comment image

    kocaman bir grand narrative yaratmis olan adamdir. kültürü ve insani belli bir paradigmadan tutarli bir sekilde açiklayan psikanalizin yaraticisidir. kendisinin ne yaptigini, ne yazdigini bilmeyen, bir seyi elestirmek için önce ögrenmek gerektigini kavrayamayan çok bilmislerin saldirisina ugrar durur. sonuçta, popüler kültürün 'her seyi cinsellige indirgiyor' indirgeme*lerine takilip, 'hayati çükünün dikine yorumlayan adam' haline gelmistir. (bkz: götünden anlamanin en güzel örnegi)
    psikanaliz, her seyi bir yere bagliyorsa bile bu cinsellik degil bilinçdisi dir. bunu yapanlar, ayni indirgemeyi yanlis sekilde marx'a da yöneltirler 'her seyi ekonomiye indirgiyor ama aaa' diye.. oysaki o da, temel olarak her seyi sinif çatismasina baglar olsa olsa. ve sinif sadece ekonomik bir tanimlama degildir.
    ama popüler kültür her zaman düsünceyi bozar, slogan haline getirir, insanlara hap olarak yutturur. sonra çük mük diye dolasirlar ortalikta.


    (she cries - 14 Nisan 2005 02:54)

Yorum Kaynak Link : sigmund freud