Süre                : 2 Saat 1 dakika
Çıkış Tarihi     : 01 Kasım 2017 Çarşamba, Yapım Yılı : 2017
Türü                : Drama,Gizemli,Heyecanlı
Ülke                : İngiltere,İrlanda
Yapımcı          :  Element Pictures , A24 , Film4
Yönetmen       : Giorgos Lanthimos (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Giorgos Lanthimos (IMDB)(ekşi),Efthymis Filippou (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Nicole Kidman (IMDB)(ekşi), Alicia Silverstone (IMDB), Colin Farrell (IMDB)(ekşi), Raffey Cassidy (IMDB), Bill Camp (IMDB)(ekşi), Barry Keoghan (IMDB), Sunny Suljic (IMDB), Anita Farmer Bergman (IMDB), Jerry Pope (IMDB), Megan Chelf Fisher (IMDB), Lea Hutton Beasmore (IMDB), Rachael Mcadams (IMDB), Laura Dejean (IMDB), Josephine Elle (IMDB), Michelle Poole (IMDB), Denise Dal Vera (IMDB), Nathaniel Sizemore (IMDB), Charles Poole (IMDB), Brian Lamont (IMDB), William Willet (IMDB), Barry G. Bernson (IMDB), Michael D Overman (IMDB), Richard Doone (IMDB), Amy Clark (IMDB), Denise Barone (IMDB), Braden (IMDB), Dylan Keith Adams (IMDB), Robert Gerding (IMDB), John W. Harden (IMDB), Dori Lucas (IMDB), Kenneth Meyer (IMDB), David Pittinger (IMDB), Michael Lee Bailey (IMDB), Shuo Chen (IMDB), William Cross (IMDB), Joanne Popolin (IMDB), Sammy Geroulis (IMDB), Christina Sparks (IMDB), Margot Westermen (IMDB), Charles P. Chambers (IMDB) >>devamı>>

The Killing of a Sacred Deer (~ Kutsal Geyigin Ölümü) ' Filminin Konusu :
Steven Murphy (Colin Farrell) çok başarılı bir kardiyologdur. Göz doktoru eşi Anna (Nicole Kidman) ve iki çocuğu Kim ve Bob'la huzurlu bir hayatı vardır. Ancak son zamanlarda sık sık görüştüğü, kızının sınıf arkadaşı Martin (Barry Keoghan) adlı genç, kısa bir süre sonra hepsinin hayatını değiştirecektir. Nitekim Martin'le Steven arasında başta kimsenin bilmediği ve umursamadığı, ancak kısa süre içinde herkesin öğreneceği bir sır bulunmaktadır.

Ödüller      :

Cannes Film Festivali:Best Screenplay


  • "ben olsam çocukları gregory house'a götürürdüm. sonra seyreyle cümbüşü. bu şekilde seyredilebilir hale gelelebilecek filmdir."
  • "burjuvaların rahatını bozup huzurunu kaçıran bir claude chabrol vardı, o da öldü. şimdi bayrağı bu genç yunanlı yönetmen almış gibi görünüyor. hayretle izliyorum."




Facebook Yorumları
  • comment image

    yorgos lanthimos'un 70. cannes film festival'inde yarismaya secilen son filmi. filmde colin farrell, steven adli basarili bir cerrahi canlandiriyor. steven, martin adli bir cocugu (barry keoghan) kanatlarinin altina alir. ancak steven'in hayati cocugun onu iletisimsiz ailesinin icine cekmeye calismasi sonucunda alt ust olmaya baslar. colin farrell, bir ropartajinda filmin kasvetli senaryonu okumanin cok sinir bozucu oldugunu, okudugunda mide bulantisi hissettigini ve filmin lanthimos'un son filmi "the lobster"dan daha garip ve korkunc oldugunu belirtmisti. bu colin farrel'in lanthimos'la ikinci filmi. nicole kidman cerrahin esini, alica silverston ise cocugun annesini canlandiriyor.

    filmin posteri oldukca carpici bir sekilde filmin atmosferini yansitiyor
    tanitim videosu 1
    tanitim videosu 2

    film euripodes’in iphigenia hikayesinden esintiler iceren intikam odakli bir drama. bu hikayeye gore miken krali agamemnon onderligindeki yunan donanmasi truva’yla savas hazirliklari icin avlid’de toparlanir. tam yelken acmaya hazirlanirlarken ruzgar aniden kesilir. kahin chalcas bunun sebebinin agamemnon’un av tanricasi artemis icin kutsal olan geyigi oldurmesinden kaynaklandigini ve bu yuzden tanrica artemis’in onu bu sekilde cezalandirdigini ve bu durumdan kurtulmak icin agamemnon’un kizi iphigenia’yi ona kurban etmesi gerektigini soyler. agamemnon baskilara dayanamayarak karisi klytaimnestra ’nin karsi koymasina ragmen kizini kurban eder.

    film cincinnati christ hospital joint and spine center'de cekilmis. filmde kalp ameliyati sahnesinde bir hastanin izni alinarak gercek kalp ameliyati cekilmis.

    edit: ek bilgiler.


    (balistic - 16 Mayıs 2017 18:48)

  • comment image

    filmekimi kapsamında izlediğim lanthimos filmi. kanaatimce yönetmenin en kapalı anlatıma sahip ve zor filmi olmuş.

    öncelikle filmdeki supernatural olayları anlamakta zorlanan ve filmin iç akışını kavrayamayanlar varsa kısa bir girizgahla başlayayım. filmin üzerine oturduğu iki temel dayanak var. bunlardan birincisi hikayenin bir yunan mitinin üzerine oturması. aşağıdaki entry'nin son paragrafında güzelce açıklanmış. filmin adına referans yaparsak da, kutsal geyik ameliyat masasında ölen, martin'in babasında cisimleşmiştir.

    (bkz: #68188626)

    ikinci dayanak ise lanthimos'un bu miti kendine özgü anlatım dilini kullanarak işlemesi. yani, barry keoghanın canlandırdığı martin karakterinin nasıl olup da çocukları o hale getirdiği merak edilebilir. esasen merak edilecek pek bir şey bulunmamakta. çünkü lanthimos'un film evreni gerçek bir evren değil, gerçeğin çarpıtılmış haline sahip bir evren. fantastik filmlerin gerçek karşısında takındığı tavrı, kendisi insan ilişkileri konusunda takınıyor. garip olan sadece martin değil. tüm karakterler ve içsel dinamikleri günlük hayatta karşılaşamayacağımız derecede tuhaf. neredeyse hepsi robotik, duygusuz bir şekilde konuşuyor. ve akıllarına gelen şeyi doğrudan söylemekten çekinmiyor. örneğin küçük bob, martin'in koltuk altı kıllarını merak ediyor ve martin de gösteriyor. aynı şekilde martin, steven'ın göğüs kıllarını merak ediyor ve görmek istiyor. bir diğer sahnede, doktorların davet sahnesinde, steven arkadaşına ayak üstü kızının adet gördüğünü direkt olarak söyleyebiliyor. bob hastanede yere kapaklandığında anna en ufak bir telaş yapmıyor. özetle günlük hayatta absürd olarak niteleyebileceğimiz durumlar lanthimos'un evreninin temel malzemesi haline gelmiş durumda. bu açıdan the lobster'de kullanımına başladığı çizgiyi devam ettirmiş diyebiliriz.

    fakat tüm bu unsurlar birleştiğinde, ortaya nasıl bir şey çıktığı ve ne izlediğimiz konusunda şüphelerim var. en az çalıştıkları hastane kadar steril bir eve sahip orta üst sınıf bir ailenin, işin içine bencillik ve ölüm korkusu girince tüm düzenlerinin bozulması ve dağılmaları işlenmek istenmiş olabilir. sınıf aidiyeti burada abartılı bir yorum olarak gelebilir fakat martin, murphy'lerin evine ilk geldiğinde 'pek de iyi olmayan bir semtte, iyi olmayan bir evde' yaşadığını söylüyordu. hikayeyi açabileceğim elimdeki nihai malzemenin bu olduğunu düşünüyorum çünkü karakter dönüşümlerini okuyabileceğimiz yegane unsur ölümün murphy ailesinin gerçeklikten soyutlanmış steril evlerini ziyaret etmesi. intikam duygusunun fitillediği çevresi ölüm melekleriyle sarılmış korunaklı bir köşkte, pişmanlık, çaresizlik ve öfke gibi* insana ait duyguların tek bir potada hemhal olması ve eninde sonunda o ölüm meleklerinin karşısına çıkması, ve ancak meleklere bir kurban verdikten sonra hayatlarına devam edebilmeleri. lanthimos şunu demek istiyor belki de, gerçeklikte olmasa bile metafizik evrenimde sizi yok etme, dağıtma gücüne muktedirim. sinemanın bana sağladığı imkanları kullanarak sizi üzebilirim, parçalayabilirim, kendinize o kadar güvenmeyin.

    öte taraftan martin ile gezerken kim'in söylediği ellie goulding'in burn adlı şarkısının tesadüf eseri seçildiğini düşünmüyorum. şarkının sözlerini buraya kopyalamayacağım fakat linkini koyayım: burn
    dikkatli incelerseniz parça direkt olarak prometheus'a göndermeler yapıyor ve belli ki filme de bu yüzden seçilmiş.
    (bkz: prometheus)
    peki buradan ne anlamamız lazım derseniz benim anladığım şudur; ateşe, yani bilgiye, onun gücüne ve kazanımlarına sahip olan beyaz adamın kendine olan güvenini ve kibrini temsil ediyor şarkı. ve henüz bu güven tazeyken, hikayedeki çatışmalar ortaya çıkmamışken "kim" karakteri tarafından kırda söyleniyor. martin onu sessizce dinliyor fakat belli ki içinden aileyi nasıl un ufak edeceğinin hesaplarını yapmakta.
    bu kısma not: filmin en başında ve en sonunda çalan o rönesansımsı epik müzik de bu çıkarımı haklı kılıyor. bir kalp imajı ile yani bir canlılık ve güç timsali ile açılan film, batılı adama ait aynı müzik eşliğinde murphy'lerin çöküşü ile sona eriyor.

    -----ayrıntı------

    filmde nekrofili bir steven var. gerçeklikten kopmuş, sterilize yaşam ve onun getirdiği güvenlik hissiyatı artık öyle bir düzeye ulaşmış ki, ölüme dair hiçbir korkusu kalmamış olan karakterimiz ölüm itkisini ancak bir ölüyle cinsel ilişkiye girme fantazisiyle ayakta tutabiliyor. şuna dikkat kesilin. bu işlemi büyük bir keyifle gerçekleştiren steven, martin başına belaları açmaya başladıktan sonra anna yatağa tekrar aynı şekilde uzandığında ona karşılık vermiyor. çünkü eskiden ihtimal dışı olan ölüm artık ona çok yakın konumda. diğer bir deyişle,
    gerçek steven'ı bulup yakasından tuttu ve artık steven'ın onu simüle etmek için bir nedeni kalmadı.

    -----ayrıntı------

    ek olarak, mutfakta yapılan steven ve anna'nın tartıştığı bir sahne var. steven bütün tabak, çatalı aşağı indiriyor. sinematik olacağız kaygısıyla çekilmiş gibi sanki biraz, abartı buldum. steven'daki dönüşüm vurgulanmak istenmiş belli ki ama bu filme oturmamış sanki o sahne.

    özet olarak filmden anladıklarım bunlardır. teknik incelemesine girecek olursak lanthimos kamera kullanmayı ya bilmiyor, ya da filmin içeriğine uygun olması açısından bu tuhaf biçimi bilinçli olarak seçmiş. neredeyse her sahne geniş bir açıyla açılıyor ve sonra karakterin close-up'ına giriyor. karakterleri ya çok uzaktan ya da çok yakından görüyoruz. bu da doğal olarak bir tension yani gerilim yaratıyor. diğer bir hamle ise planlarda yavaşça zoom-in'ler yapılıyor. görsel rejim bu sistem üzerine kurulmuş, non diegetic gergin müzikler ile de desteklenmiş. artık lanthimos'a özgüleşmiş bu non diegetic müzik kullanımının filmde gerilimi sağlamaktan öte önemli bir unsur olduğunu düşünüyorum çünkü biz seyirci olarak karakterlerin başına gelecek belalara hazırlanırken, karakterler ne olacağını bilmiyor. film ortalama seyirci için çok zor bir film. psikanalitik, metaforik anlatım çözümleme yapmayı gerektiriyor. burada ortalama seyircinin "çoh eyi filmdi, gorhtuk gerildik film boyu, martin çoh eyiii oynamışş" ın üzerinde bir anlam edinebileceğini düşünmüyorum. kara komedi unsurları ne derece çalışıyor tartışılır.
    filmin akışında belli sıkıntılar var, sahneler pat pat atlıyor. anlatım dili ise, yorum yapmak için zorlayıcı.
    genel puanım: 7.1

    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
    ikinci kısım:

    entry'i 12 eylül'de rezerve etmiş, 24 ekim'de ise izledikten sanırım bir gün sonra tek gecede kaleme almıştım. sanırım bunun sonucu olacak ki, ilerleyen 2 ay boyunca bu film aklımda döndü durdu, editlemek ve eksik kalan kısımları tamamlamak; böylece filme daha iyi nüfuz edebilmek arzusuyla yanıp tutuştum. sanırım bugün, o gün. yukarıdaki kısım 24 ekim günü girilmiş entry'dir. herhangi bir değişiklik yapmadan eklemelere aşağıdaki paragraftan devam edeceğim.

    tabi bu ikinci yazıyı yazmaya beni sevk eden unsurlardan biri de objet petit a'nın -ki kendisi lacan hakkında sözlükte takip ettiğim bir yazardır- yazdığı şu entry oldu;
    (bkz: #72314594)
    filmin içerisinde akan psikanalitik bir damar olabilir, buna itirazım yok. lakin kendisi koca filmi, el metaforu üzerinden ilerleyen psikanalitik bir çözümlemeye tabi kıldığında bu yazıyı yazmam zorunlu bir hale dönüştü. zira analizi aşırı derecede indirgemeci olmasının yanı sıra benim analizime adeta bir tekzip yazısıydı. öyle ki, entry'sini girmeden önce benim yazımı okumaması imkansızdı ve kendince bunu çürütebilecek yapısalcı bir sistem tertipledi. lakin bunu yaparken o kadar ileri gitti ki, filmi tüm toplumsal-tarihi bağlamından koparmış oldu, ve böylece film tüyleri yolunmuş bir tavuğa döndü.
    objet petit a... sen haksızsın, ve sana laflar hazırladım! entry'nin geri kalanı filmi bütüncül olarak görmeyi sağlayacak, bunu yaparken de objet'in tezlerini çürütecek. iyi okumalar.

    öncelikle filmde neden bütün karakterlerin donuk olduğu konusuna tekrar dönelim. yukarıda, yani ilk yazıda bunun lanthimos'un kendine özgü anlatım dili olduğundan bahsetmiş ve filmi the lobster'in biçimsel açıdan devamı olarak okumuştum. fakat bu yeterli bir açıklama değil. karakterlerin donuk olması, lanthimos'a özgü bir anlatım dili olmasının da ötesinde film açısından hayati bir öneme sahip. filmdeki motor vazifesi gören ana çatışma unsuruna baktığımızda, aile üyelerinin hayatta kalmak için birbirleriyle verdikleri mücadeleyi görüyoruz. lanthimos, modern insanın maskelerini indiriyor ve onları doğrudan hissettikleri, söylemek istedikleri sözlerle ve yapmak istedikleri eylemlerle çatıştırıyor. eğer bu normal bir film olsaydı, karakterler düşüncelerini bastıracaktı ve biz yalnızca bilinçaltından taşanları görebilecektik. donuk, daha doğrusu stoik oyunculukla birlikte ise bilinçaltı ile ve onu çözümlemekle uğraşmamıza gerek kalmıyor. doğrudan asıl mevzuya, filmin can damarına odaklanabiliyoruz.
    (bkz: stoacılık)

    peki nedir bu can damarı? elbette ki objet petit a'nın tarihsel bağlamından acımasızca kopardığı gibi bir küçük ölüm eğritilemesi değildir. bu can damarı modern insan ve onun acınası yaşamıdır. tüm ana bağlam budur ve lanthimos film boyunca adalet olgusunu devreye sokarak ve maskeleri indirerek modern insanın tüm kepazeliğini, akılcılık üzerine temellenmiş yaşamının zayıflığını gözler önüne serer. işte bunu farkettiğim anda lathimos'a hayranlık duymaya başladım. zira bu adam sinemacılığın kamerayı koyup iyi kareleri seçmek olmadığını, insanın tarihsel, sosyal ve antropolojik süreçlerin bir sonucu olduğunu gerek bir sosyal bilimci özeniyle yazılmış senaryosuyla, gerekse de modern insanı tepe taklak eden o anlatım diliyle ortaya koyuyor. tam da bu noktada martin'den ve onun supernatural güçlerinden bahsetmek faydalı olur diye düşünüyorum. martin'in objet petit a'nın betimlediği gibi bir üstben olduğunu söylemek filmin anlatım dilini de sakat bırakmak olacaktır. zira martin karakteri nedeni açıklanamaz şekilde çocukları sakatlayarak aslında lanthimos'un filmdeki gölgesi haline dönüşüyor. şunu diyor lanthimos. ey o rasyonalite sahibi, sağduyulu, geleceği hesaplayabilen ve güven içerisinde yaşayan batılı modern adam! martin diye bir karakter yaratıyorum ve senin rasyonaliteni, aile kurumunu paramparça ediyorum. itirazın olabilir mi? burada efendi benim. ikinci olarak ise martin'in süper güçlerinin kökeni hakkında filmin sonunda dahi bir bilgi vermeyerek modern seyirciye de tokat atıp dalgasını geçiyor.

    modern adamı ana bağlam olarak belirlemem eğer belirsiz geldiyse bunun kanıtlarını ilk entry'de sundum. birincisi kim karakterinin söylediği şarkıdır. ikincisi filmin başında ve sonunda akan batılı adama ait o müziktir. üçüncüsü murphy ailesinin -ki bu soyadın seçimi bile başlı başına rasyonalite ile dalga geçmektir- *steril orta-üst sınıf tam bir batılı prototipi olan yaşamlarıdır. bunları ilk entry'de yazdım, şimdi ise modernizm ekseninde tamamlayıcı unsurlara değineceğim.

    martin ile devam edelim. martin burada kanlı canlı gerçek. bir üstben ya da hayal ürünü olmadığını kendi kolunu ısırarak, çektiği acıyla ve kanıyla seyirciye zaten ispat ediyor. ilk entry'de yazmıştım. martin pek de iyi olmayan bir semtte, iyi olmayan bir evde yaşadığını söylüyordu. burada sınıfsallığını da açık ediyordu. dolayısıyla aslında martin batılı modern adam için öteki olanın bir sembolü. bu israil bombaları altında inim inim inleyen bir filistinli olabilir, arakan'da ölen batılı adamın görmediği bir müslüman olabilir. ya da avrupa'nın göbeğinde efendilerin bokunu temizleyen afrikalı bir kanalizasyon işçisi dahi olabilir. özetle martin ötekidir. batılı, modern olmayandır. bu durum annesini steven ile evlendirmeye çalışmasında da ortaya çıkar. annesini evlendirerek steven ile akraba olmak istemektedir. bunun nedeni budur. batılı adamla aynı hayata dahil olmak istemektedir. fakat modern adam ötekini daima ötede tutar, kendi içine dahil olmasına izin vermez. şöyle diyor antropolog marshall sahlins; "akrabalık kültürdür, biyoloji değil." martin steven ile ancak annesini evlendirerek yani kültür yoluyla özdeşleşebilecektir, kim ile ilişkiye girerek yani biyoloji yoluyla değil. fakat batılı modern adam bu kültürlerin birleşmesine mesafelidir ve martin'in annesini reddeder.

    şimdi biraz da steven karakterine bakalım. zira film temelde steven-martin diyalektiği üzerine kurulu. steven'ı bir tanrı figürü olarak ele alıp yine filmi sembolik bir düzleme mahkum etmeye çalışan yazarlar olmuş. steven burada bir tanrı figürü değil, başlı başına patriyarki'nin* mihenk taşı olan bir baba figürüdür. yani kanlı canlı gerçektir, tarihseldir, ve modern topluma aittir. filmin başlarında gayet sakin ve normal gözüken steven, çatışmalar ortaya çıktıktan sonra yavaş yavaş tüm kontrolü ele almaya başlar ve üst sınıf-eğitimli olsa dahi ailedeki bastırılmış hegemonyası gün yüzüne çıkar. burada varılacak nokta esasen şudur; "patriyarki, modern kapital topluma içseldir." ne kadar bastırmaya çalışırsanız bastırın bir yerde söz ile olsun, vurgu ile olsun erkek egemenliğini ve otoritesini gösterecektir. bu durumu habermas şöyle açıklamaktadır;

    "hem burjuva toplumunda özel alanın çekirdeğini hem de kendi kendisine dönük bir öznelliğin yeni psikolojik deneyimlerinin çıkış noktasını oluşturan çekirdek ailenin patriyarkal(ataerkil) bir karakter taşıdığı şüphesizdir."(habermas, 21).

    yeşim ustaoğlu'nun tereddüt adlı filmini izleyenler vurguyu tam olarak daha iyi anlayacaktır. kapital modern sistemde kadın sınıfsal farklılıklarından bağımsız olarak yalnızca kamusal hayatta değil kendi özel alanında da ezilmektedir. ev hanımı da olsa, doktor da olsa durum budur. lanthimos bunu şöyle açıklar. her şey güllük gülistanlık iken özel alanda bir eşitlik olduğu görülebilir. lakin işler sarpa sarmaya başladığında erkeğin hegemonyası ortaya çıkacaktır. filmde olan da budur. tekrar sahlins'e dönersek, ilkel toplumlarda annenin üreme açısından rolü aracı olması üzerine kuruludur. diğer bir deyişle anne hangi tohum ekilirse onu veren bir tarlaya benzetilmiştir. aeschylus'un eumenides'inde şöyle bir cümle geçer; "orestres'in özrü, annesi klytemnestra'yla akraba olmadığıdır tam da ve tanrılar annenin çocuğu dünyaya getiren kişi değil, onu besleyip büyüten kişi olduğuna karar verirler."(sahlins, 15). dolayısıyla ilkel toplumdan antik yunana uzanan süreçte soy baba ile devam etmektedir, yani ata soyludur. akrabalık ise tekrar üzerinden geçeceğimiz şekilde biyolojik değil kültürel bir olgudur. zira anne sembolik olarak ekilen tohumu büyüten bir tarla konumundadır.

    antik yunanda dahi ata soylu dedim, burası önemli. zira bugün antik yunan dediğimiz dönem modern düşüncenin gelişip serpildiği olmasa da temellerinin atıldığı dönemdir. ve bu temellerde eşitlik yoktur. tabi durumu bu şekilde ifade ediyorsak kendisine değineceğimiz kişi kuşkusuz ki guy debord'dur. şöyle der;

    "gösterinin kökeninde yatan şey, en eski toplumsal uzmanlaşma, yani iktidarın uzmanlaşmasıdır. dolayısıyla, gösteri bütün diğerleri adına konuşan uzmanlaşmış bir etkinliktir. gösteri, bütün diğer ifadelerin yasaklandığı hiyerarşik toplumun kendisi karşısındaki diplomatik temsilidir. burada en modern olan aynı zamanda en arkaik olandır."(debord, 40).

    özetle, guy debord gösteri temelinde gerçekleşen ve kendini var eden toplumsal ilişkileri iktidar alanında gerçekleşen uzmanlaşmaya bağlar, bizi medeniyetin inşasına kadar götürür. medeniyet ile birlikte hiyerarşi artık normal ve tartışılmaz olan haline gelmiştir. bugün bizlerin yaşadığı modern toplum ise tarihsel açıdan arkaik olanın bir devamıdır. zira toplumsal ilişkilerin huxley'in cesur dünyası'nda olduğu gibi sıfırdan yazılma şansı yoktur. modern adam arkaik adamdır, ve de bu aşırı-stoik karakterlerle örülü bir ortamda çatışmanın tetiklenmesi ile gün yüzüne çıkacaktır.

    patriyarki üzerine daha uzun uzun yazılabilir ve yazılması lazım da zira bazı aptallar modernleşme ile birlikte patriyarkinin de kendiliğinden ortadan kalkacağını düşünüyorlar. bir adım ileri gidersek eğer kadına şiddet de oldukça çapraşık, tarihsel ve zor bir mevzudur. lakin bu başka bir yazının konusu. film ile devam edelim. steven ile ilgili bir diğer nokta ise çocukları arasında hangisini kurban vereceğine karar verememesidir. tam da bu noktada batılı modern adamın acziyetini yansıtır. zira her şeyi çözen rasyonel akıl kimi kurban vereceğine karar veremez. steven en son çocukların öğretmenine gider ve onların ders başarıları hakkında bilgi alır. öğretmen ikisinin de farklı alanlarda başarılı olduğunu söyler. steven halen karar veremez ve birini seçecek olsan hangisini seçerdin der ve bir bakıma kendi sorumluluğunu öğretmene devredip çocuklarını performans üzerinden değerlendirmeye çalışır. bunun sembolik anlamı, modern hayatta insanların performansları üzerinden değer görüyor oluşlarıdır. bunun bir adım ilerisinde ise deleuze'ün deyişiyle insan datalaşacak, hayatın diğer her alanında olduğu gibi ölçülebilir bir hale gelecektir. esasen steven'ın karar vermeye dönük çabası da biraz bu yöndedir.

    modernizm mevzusu ve karakterlerdeki yansımaları yeterince anlaşıldıysa, şimdi dilerseniz filmin asıl can alıcı noktasına gelelim. modern adamın filmde ilişkiye girdiği nesnesine. nedir onun adı? adalet.

    not: yine tek seferde bitiririm diyordum ama olmadı. buraya kadar yazmam 3 saatimi aldı. boş bir vaktimde, adalet olgusunu ve filmde modern adamdaki yansımalarını nietzsche üzerinden okuyacağım.

    adı geçen kaynaklar:

    guy debord- gösteri toplumu
    marshall sahlins- akrabalık nedir, ne değildir?
    jürgen habermas- kamusallığın yapısal dönüşümü
    fredrich nietzsche- ahlakın soykütüğü

    ileri okumalar:

    jean baudrillard- simularklar ve simülasyon
    fredric jameson- modernizm ideolojisi
    anthony giddens- kapitalizm ve modern sosyal teori


    (tarihsel bulgular isiginda sevisen adam - 12 Eylül 2017 00:19)

  • comment image

    en az oldeuboi kadar etkileyici bir intikam hikayesi.

    --- spoiler ---

    en baştan şu uyarıyı yapmayı kendime bir borç biliyorum. eğer küçücük çocuk o kadar doktorun bulamayacağı şeyi nasıl yaptı, bu yaşta tüm aileyi nasıl bu kadar etkileyebildi gibi sorularınız varsa yapmayın etmeyin bir lanthimos filminde yanlış noktalara odaklanıyorsunuz.

    lanthimos'un en rahatsız edici filmi. film daha 20. dakikadan rahatsız etmeye başlıyor. izleyende sürekli bir kaçış, bitse de şu çileden kurtulsam hissi oluşuyor. biliyorum bunu söyleyince kötü bir filmmiş algısı oluşuyor ama tam tersine çok başarılı bir film. lanthimos'un imzası olan robot oyunculuklar burada da mevcut. tek bir fark var bu filmde sadece oyunculuk anlamında değil karakter anlamında da robotlar mevcut. şöyle ki colin farrell ve nicole kidman ikisi de uzman doktor. biri kardiyolog diğeri göz doktoru. davette farrell içki teklifini reddediyor, 3 yıl önce hatırlayamadığım galiba basit bir sağlık sorunu nedeniyle içkiyi bırakmış. yarın ameliyatı olduğu için karısı da kendisi de gayet profesyonel bir şekilde prensiplerine bağlı, olması gereken en üst düzey mükemmeliyette ilerliyorlar. adam karısını seviyor, kadın kocasını seviyor, çocuklar okulda başarılı, kız koroda şarkı söylüyor, oğlan piyano çalıyor. her şey o kadar mükemmel ki adeta yaşayanlar gerçek değil de aile komple androidlerden oluşuyor.

    küçük çocuk sürüne sürüne gidip makas alıp daha önce babasının söylediği gibi saçlarını kesiyor. baba aferim diyor. yetmiyor yine sürüne sürüne dur daha çiçekleri sulamam gerek diyor. annesini daha çok seven, annesi gibi göz doktoru olmak isteyen çocuk bir anda "baba ben aslında kardiyolog olmak istiyorum, annem üzülmesin diye göz doktoru olmak istiyorum dedim" diyor. kız çocuk önce kendi postunun derdine düşüp martin'den yardım istiyor, o yardım gelmeyince evden kaçıyor. daha önceki sahneden okulda edebiyatta çok başarılı olduğunu biliyoruz. başlıyor ters psikolojiye. daha önce yaptıklarımdan ötürü özür dilerim. bence yapılması gereken beni feda etmeniz. ailenin iyiliği için bunu yapmama izin verin. sizi çok seviyorum. size çok değer veriyorum vs. kidman çocuklardan birini seçmelisin. hala çocuk yapabiliriz. olmadı tüp bebek yaparız diyor. oturma odasına geçiyoruz dediğinde, kidman siyah elbisemi giyeceğim diyor. hani şu farrell'ın çok beğendiği elbise. gerçekten acınası hareketler. farrell'ın artık bir seçim yapması gerektiğini kabullenen aile fertlerinin babaya yaranma ve yağcılık çabaları, insanın yaşama içgüdüsünün ne denli yüksek olduğunu ve bu uğurda kardeşini, annesini veya çocuğunu bile feda edebileceğini gözler önüne seriyor. kız hastanede ettiği küfürü babasına söyleyip söylemediğini sorunca gelen tokat, anne ve kız arasındaki yaşama rekabetini bizim de suratımıza vuruyor.

    the square'deki çocuk sülük gibi yapıştı ama martin ondan çok daha sinir bozucu çıktı. farrell'ı seçim yapmaya zorluyor, kendinden örnek vermekten de kaçınmıyor. ben senin kolunu ısırdım bak şimdi de kendi kolumu ısırıyorum. bu kadar basit. tek yapman gereken kendi ailenden birini öldürmen. ve tüm sorunlar çözülecek. şahsen filmin sonunda farrell'ın hiç bir şey öğrenmediğine kanaat getirdim. martin diyor ki bir hata yaptın ve bunun bedelini ödemelisin. çocuklardan hangisini seçeceğine karar vermek için okuldaki hocalarından yardım alıyor. burada bile seçim yapmaktan kaçınıyor ve ikisinin de farklı alanlarda yetenekleri olduğunu ve hemen hemen aynı değere sahip olduğunu söyleyen öğretmene, bir seçim yapmak zorunda olsanız hangisini seçersiniz diyor. adamın ulaştığı sonuç hepsini bağlayıp, ağızlarını bantlayıp, yüzlerini de kapatıp, dış etkilerden minimum etkilenecek biçimde rastgele birini öldürmek. diğer karakterlerin kendisini düşündüğü gibi farrell da aynı şekilde kendini düşünüyor. birini seçsem ilerde pişman olur muyum, yaptığım seçimi diğerleri yadırgar mı, acaba diğerini seçseydim diye hayatımın sonuna kadar vicdan azabı çeker miyim düşünceleriyle bu yola başvuruyor. yine korkaklık yapıyor ve seçim yapmayı reddediyor. konu dışı olarak ben duygular yerine hep akılla hareket etmeyi savunmuşumdur. ben olsam enine boyuna tartar ve bir seçim yapar ve o seçimin arkasında dururdum. yine konu dışı olarak en mantıklısı küçük çocuğu öldürmek. bana göre kundaktaki çocuk olsun yaşlı biri olsun herkesin eşit yaşama hakkı var. bir konuda alice'e katılıyorum. (bir dakka alice nerden çıktı, aklım eyes wide shut a gitti :) ). tekrar çocuk yapabilirler. büyük çocuğa daha büyük olduğundan daha çok emek harcandı. işin yoksa baştan büyüt.

    film boyunca kidman ne zaman yürüyemeyecek diye bekledik durduk. her yatağa girişinde aha bu sefer ayaklarını hareket ettiremeyecek diye bekledik ama olmadı. çocuğun gözünden kan geldiğinde ise oh be dedirtti ve bir rahatlama geldi. bunun temel nedeni ise yönetmenin tüm filmi izleyiciye diken üstünde sunması. gerilimi gerek kamera kullanımı gerek diyaloglar özellikle az ama öz müzikle çok iyi kotarmış.

    giorgos lanthimos altın palmiye alsaydı niye aldı demezdim.
    8/10

    bonus: genel anestezi fantezisi hoşuma gitti. denemek lazım. :)

    ---
    spoiler ---


    (dt strangelove - 30 Eylül 2017 04:17)

  • comment image

    (bkz: spoiler)
    filmin tüm hikayesini oluşturanın ustalıkla işlenmiş bir eğretileme olduğunu farkettiğim anda lanthimos'a hayranlık duymaya başladım. bu metaforsa erkeğin boşalmasına iliştirilen bir anlamdan doğmaktadır: la petit morte, küçük ölüm. çocuklukta işlenen suçlar bazen o denli derin izler bırakır ki, büyüye büyüye çığa dönüşürek etrafta kim var kim yoksa yutar, büyük ölümlere yol açar. bu duruma antik yunanlılardan itibaren trajik yazgı adı verilmektedir ve bence "killing of a sacred deer" filminde hikaye edilen de böylesi bir yazgıdır. trajediye yol açan kökensel olay son derece çocuksu olsa da, filmdeki steve karakteri olayı bir şekilde yazgı haline getirdiği için her şey trajikleşir.

    killing of a sacred deer bir suçluluk anlatısıdır. bir kalp cerrahı (steve) günün birinde iki kadeh alkol alarak ameliyata girer ve martin'in babasının ölümüne yol açar. adamın ölümünün steve'in ihmalkarlığıyla, sarhoşluğuyla bir ilişkisi var mıdır bilinmez ama steve'in inancı bu yöndedir. içmeyi bırakır. martin'in her dediğini yapar hale gelir. gel dediğinde gelir, çocuğun yerli yersiz gelişlerini, alanını işgal edişini engelleyemez. martin tam manasıyla üstben figürüne dönüşmüştür steve için.

    martin de üstben figürünü oynamaya zamanla alışır ve başlangıçta ürkek olan adımları güçlenerek adamı sıkıştırdıkça sıkıştırır. sonundaysa tam da üstbenin buyruk kipiyle konuşmaya başlar ve karanlık kehanetler yağdırır. kısasa kısas yasasının, o en arkaik yasanın egemenliğini ilan ederek çocuklardan birini kurban etmesini ister adamdan. bir baba ölmüştür ve sırada bir çocuk vardır. babaya karşılık çocuk hiç de tesadüfi bir seçim değildir.

    steve neden sepetleyememiştir martin'i? neden boyun eğmektedir? eğer alkollü ameliyata girmesi ve birinin ölümüne yol açması yüzünden suçlu olsaydı bunun karşılığı hukusal düzlemdeki bir ceza olurdu. oysa hukuki bir cezaya maruz kalmadığı gibi saygın bir kalp cerrahı olarak işine de devam etmektedir steve. peki neyle suçlamaktadır kendini?

    steve'in oğluyla diyalogunu anımsarsak pek çok şey açıklığa kavuşabilir. o sahnede baba bir sırrını açmakta ve çocuğundan da aynını beklemektedir. ve steve'in sırrı küçüklüğünde işlediği bir suça ilişkindir. sarhoş halde yatağında uyuklayan babasının penisine mastürbasyon yapmış, babasını boşaltmış, yani bir anlamda onu öldürmüş (la petite morte) ve fışkıran spermlerle ellerini kirletmiştir. steve'in zihnine kazınan bu sahnede mastürbasyon sonucu boşalma ölümü, sperm de kanı andırmaktadır sanki. babasını boşaltmamış da onu öldürmüş gibidir steve. ellerine fışkıran beyaz renkli sperm değil de kan gibidir. çocuk zihni bu denli enteresan bir dünya olabilmektedir.

    her erkek çocuğunun babasının ölümünü arzuladığını yazarken freud, yunan tragedyalarının en bilineni olan kral oidipus'u kullanmıştı. her erkek çocuğunun arzuladığı bu ölüm steve için başka bir gerçeklik kazanmıştır. elleri kirlenmiştir. ölüm beyaz bir sıvının fışkırması, penisin ölmesidir ona göre. laf buraya gelmişken söylemeden geçemeyeceğim, lanthimos'un kafasındaki ölüm senaryosu da buna benzer olabilir. filmin kilit noktasıdır o ifşa anı.

    bir doktorun en sık tekrarladığı eylemlerinden birisidir ellerini yıkamak. ameliyata girmeden önce ve çıktıktan sonra ellerini yıkar. ellerini temiz tutmak zorunluluğu vardır. steve de bir kalp cerrahı olarak bu kuralı titizlikle uygular. filmde el yıkama sahneleri fazlacadır. çocukluğunda babasının organını öldüren elleri artık yaşam vermektedir. suçluluğunun telafisi canlandırılan, kan pompalanan, hayata döndürülen kalplerdir. steve'in mesleği bir telafi oluşumudur ve adam için işlevsel bir yanı vardır bunun. ancak günün birinde martin'in babası ameliyat masasıdna kalıverir. tesadüf odur ki o gün ameliyata girmeden iki kadeh içmiştir steve. adamın ölümüyle steve'in aldığı alkol birleşince ne olur? telafi oluşumu çöker ve geçmişin suçluluğu olanca bastırılmışlığından sıyrılarak fışkırır.

    filmin bundan sonrasında olanlarsa steve'in uzak geçmişindeki anımsayamadığı suçunu yanlış yerde aramasından ve martin'i bir süperego figürüne dönüştürmesiyle ilgilidir. bir babayı öldürmüştür, tıpkı geçmişte kendi babasını öldürdüğü gibi. martin'in ne hissetttiğini empati yoluyla anlayabildiği için çocuğa yaklaşır, acısını paylaşmayı dener.

    oysa çocuk hiç de acı falan çekmiyor gibidir. filmin kırılma anlarından biri de burasıdır. babasını öldüren ellere, steve'in ellerine hayran olan annesinden bahsetmekte, adamı annesiyle birleşmeye zorlamaktadır. çocuğun tek derdi annesinin tatminidir ve belki de babanın ameliyatı sırasında doktordan etkilenmiştir kadın. en azından martin'in zihninde, hayali senaryosunda. steve ellerinin günahıyla bir kez daha karşılaşmışken bir kadın, kendisini kocasından kurtaran o elleri öpmeye çalışmaktadır.

    elimizde küçük bir ölüm ve büyük bir ölüm var. steve suçluluk hisleriyle kıvrandıkça martin de boyut değiştirerek hüküm veren karanlık bir tanrıya dönüşür. steve kendi suçunu yanlış yerlerde aradıkça çocukları bu karanlık hükmün etkisiyle yere çakılırlar, sürünürler, yemeden içmeden kesilirler ve kurbanlara dönüşürler. oğula babadan kalan mirasın babanın günahları olduğunu yazmıştı kierkegaard.

    filmin sonunda adam o denli çıkmaza girmiştir ki seçimi kadere bırakır. bunu yaparken seçtiği yöntemse oldukça manidardır: döner döner döner ve ateş eder. kime denk gelirse. sanki başı dönmektedir adamın, o kadar çok içmiştir ki sarhoşluktan başı dönmeye başlamış gibidir. ameliyata girerken içtiği iki kadeh başını döndürmediyse de, hissettiği suçlulukla başı o kadar döner, kafası öylesine karışır ki adeta hamlet'e dönüşür o son sahnede. ve seçimi şansa bırakırmış gibi görünse de aslında kimi vuracağını kader tanrıçaları çok önceden seçmiştir. babanın günahlarını oğullar çeker çünkü babayla oğul birbirine son derece yakından bağlıdır. vurulanın çocuk olması tesadüf değildir.
    (bkz:
    spoiler)


    (objet petit a - 22 Kasım 2017 20:08)

  • comment image

    oyunculuklar çok iyi, meraktan gözümü kırpmadan izledim ama film bittiğinde beyin amcıklaması geçirdim, zorladım kendimi ama anlayamadım malesef. ben gibi sığ düşünen birinin anlaması zor bi film.

    duygusuz diyaloglar, açıklanamayan rahatsızlıklar ile enteresan bi filmdi.

    --- spoiler ---

    geyik nerde lan!

    ---
    spoiler ---


    (contavolta - 25 Kasım 2017 00:56)

  • comment image

    hakkında bi' yargılama yapmadan anlamaya çalıştığım film. spekülasyon yapacağım aslında filmin anlattıkları hakkında.

    --- spoiler ---

    bana kalırsa martin, baba'nın suçluluk duygusunun vücut bulmuş hali. her ne kadar kabul etmese de içkiliyken girdiği bi' ameliyat sonrası hastanın ölümünden kendini sorumlu tutuyor. içmeyi de bu nedenle bırakıyor. içindeki suçluluk duygusunu bastırmak için önce birtakım maddi içerikli sus payları devreye giriyor sonra ameliyat masasında kalan adamın eşiyle ilişkiye giriyor (her ne kadar bunun böyle olduğunu tam olarak görmesek de karısının bu yöndeki söylemine itiraz etmiyor. martin = doktorun suçluluk duygusu tarafından itiraf ediliyor çünkü bu ilişki.) fakat bunların hiçbiri içindeki suçluluk duygusunun onu kemirmesine engel olamıyor. bu noktadan sonra ''suçluluk duygusu''nu ailesine, içeriğin bi' bölümünü gizleyerek açıyor/tanıştırıyor. böylece, film içinde önceden de vurgu yapılan ödipal karmaşanın içine girmeye başlıyoruz yavaş yavaş. martin'in doktorun evine yemeğe geldiği ve sonrasında çocukların odasında konuştukları sahnede (bi'kalp doktorunda suçluluk duygusuna neden olabilecek şekilde) sigaraya nasıl alıştığını anlatması* ve akabinde gelişmeye başlayan ve sonu yatakta kızın(ın) , aralarındaki gerilimli ilişkiden de anladığımız üzere, kendisine rakip olarak gördüğü annesinin sevişirken aldığı 'genel anestezi' duruşunu* almış bi' haldeyken ''martin'in'' daha fazla ileri gitmeyip onu bırakması oldukça ilginç bölümler. filmin başlarında yine babanın kızı hakkındaki genel bi' soruya ''adet görmeye başladı.'' gibi özel bi' yanıt vermesi ve de dikkate değer bu bağlamda. çocuklar hastalanıp, işler çığrından çıktıktan sonra oğlanın saçlarını kesmesini ödipal anlamda iğdiş etme olarak görmek mümkün. babanın tüm hakimiyetini kabulleniyor. üstelik bunu kendi eliyle yapıyor.

    çocukların hastalığı fizyolojik kökenli değil. (çok yüksek olasılıkla) psikolojik kökenli rahatsızlıklar. çok genel manada, anababa karmaşasına bağlı histeriyi çağrıştırdı bana. çünkü histeriye fizyolojik sebeplerden kaynaklıymış gibi görünen ve hastalığa neden olan bilinçdışı düşünceye ya da neden olan duruma çok dolaylı yönden işaret eden felç, körlük vs.. gibi durumlar eşlik eder çoğunlukla. ayrıca histeride ''hastalıktan sağlanan kazanç'' kavramı da önemli yer tutar. kabaca, filmdeki çocuklar karşı cinsteki ebeveynden yeterli ilgi ve sevgiyi görmek için bilinçsizce bu durumu devam ettirmesi de bence ihtimal dahilinde. fakat bu sonsuza kadar devam ettirilmesi mümkün olmayan bi' durumun bi' yerde kesinliğe kavuşması gerekmektedir.

    suçluluk duygusuyla yakından ilişkili vicdan işlevinin (cinsellikten arındırarak içimize kattığımız ebeveyn parçası) süper-egoya yüklendiğini unutmamak gerek. suçluluk bilinci/duygusu , ego ve süper ego arasındaki gerilimin bi'i fadesidir. mevcutta olanlar ve aslında olması gerekenler gibi... aradaki bu mesafe baba için, mevcut durumu düşünüldüğünde, çokça açılmış duruyor. bu noktada freud'un ortaya koyduğu, süper-egonun egoya uyguladığı sadizm olgusu devreye giriyor. buradaki suçluluk duygusu freud'un deyimiyle göz kamaştırıcı şekilde bilinçlidir. doktorun içinde bulunduğu ruh hali tam olarak örtüşmese de buna yakın bi' durumda. yani, suçluluk duygusu, bilinçli halde ve bu sadistik vicdan suçlamalarından kurtulmak için ödenmesi gereken ''günahkar'' eylemler gerçekleştirmeye yönelik bi' kışkırtma sağlıyor. kendi ödipal karmaşını aşamadığını ( küçükken babası uyurken ona mastürbasyon yaptığını söylüyor.) düşündüğüm doktorun hayatına yön veren suçluluk duygusunun kaynağı burası olabilir.

    filmin sonuna bu açıdan bakıldığında günahkar bi' eylem gerçekleştirip ''oğlunu öldürerek'' sadistik vicdan suçlamalarından kurtuluyor.

    ayrıca, son sahnelerde, oğlanın saçlarını kesmesi ve artık annesi gibi göz doktoru değil de babası gibi kalp doktoru olmak istediğini söylemesi ve ardından babası tarafından vurulup öldürülmesi batı toplumları için daha geçerli olan kral oidipus hikayesinden ziyade doğu toplumları için kral oidipus hikayesinin tersten okunuşu olan ve şeyname'de geçen rustem ile sohrab hikayesini akıllara getirdi.

    ---
    spoiler ---


    (otomobil osman - 28 Kasım 2017 19:52)

  • comment image

    filmi yönetmeninin lanthimos olduğunu bilerek izledim; bunu şunun için söylüyorum, izlediğin filmin yönetmenini bilmek de aslında ufak da olsa bir spoiler bana göre.

    örneğin bir filmin yönetmeninin wes anderson olduğunu bilerek izleyince diyorsun ki hah multi-layer, simetrik kadraj, "eski tanıdık yüzler" (cast) falan göreceğiz. izlememiş olduğun film hakkında bile ister istemez bazı ipuçları oluşuyor.

    başa tekrar döneyim, yönetmenin lanthimos olduğunu bilerek izleyince the lobster ve dogtooth filmlerinin anımsatan tekniklere, ağır tempoya ve senaryoya kendimi hazırladım. ve sanırım bu konuda hata ettim, yönetmenin lanthimos olduğunu bilmeden izleseydim belki filmi severdim...

    filmde the lobster ve dogtooth'taki özgünlükten ve bütünsellikten eser yok.

    yazılanları okudum, süper epistemoloji kasılmış, efendime söyleyeyim antik yunana göndermeler, çocukluk travması filan vesaire... yok abi antik yunana bayılsaydım gider sokrates'i, platon'u ve aristoteles'i yeniden okurdum ki yine adamların koskoca felsefeleri neticede bir paradigma ve yöntem içeriyor.

    bu filmin amacı neydi? şu ana kadar bu boşluğu dolduran bir entry ile karşılaşmadım. benim için zaman kaybıydı.

    ha, size de laflar hazırladım suser dostlarım:
    biri "ustalıkla işlenmiş bir eğretileme" demiş, öbürü "sanatın en önemli amaçlarından biri insanı huzursuz etmesi" demiş,
    spoiler ibaresi konmadan yazılmış elli tane entry var, format zaten boku yemiş durumda... adam sanatın - hani sanatın bir alt dalı olan sinema sanatının değil, tümden sanatın - amacını huzursuz etme'ye indirgemiş be vay arkadaş!

    herkes bi' nijat özön kesilmiş, entelektüel seviye yüzde bin beş yüz.


    (sydney carton - 18 Aralık 2017 00:00)

  • comment image

    avrupalı yönetmenlerin mesailerinin önemli bir kısmını sistemle hesaplaşmaya ayırdıkları kesindir. bu hesaplaşmaların rengi hassaten oedipus orijinli olsa da din, hukuk, iktidar, rekabet, intikam gibi göstergeler zımnen shakespearean'dir.

    işte kutsal geyiğin ölümü adlı muhteşem filmde intikam itkisi başat mesele olarak beliriyor.

    kutsal geyiğin ölümü masumiyetin ölümüdür. babaların günahının (oedipus mitosu) kefaretini ödemek zorunda bırakılan masumun ölümü ya da. sözüm ona ilk günahı işleyerek cennetinden kovulan ve hristiyan uygarlığı için bir kambur vazifesi gören suçluluk duygusunun yeni kurbanlar yarattığı katastrofik bir evrendir bu.

    hristiyanlığa dönük birçok gönderme mevcut. isa'dan tutun da kilise seremonilerine değin. aslında filmi bir hristiyanlık alegorisi şeklinde okumak mümkündür. örneğin bir sahnede tavanda beliren 'haç' görüntüsü yönetmenin ipuçlarından biri. bunları keşfettiğinizde filmin değeri iki katına çıkıyor.

    mizansenin soğuk görsel dili, simetri, alan derinliği kubrick etkilerinin; müziğin sahnelerle zaman zaman uyumsuz kullanımı ise godard etkisinin belirgin örnekleri. gerçi kubrick ve godard'dan etkilenmeyen çağdaş sinemacı hemen hemen yok gibidir. 'temiz el' vurgusu macbeth'e geç dönem bir saygı duruşu ayrıca.

    özetle, rahatsız edici tekinsiz atmosferi ile, değişik yorumlara açık, çok beğendiğim filmlerden biri.


    (hanging rock - 21 Şubat 2019 19:25)

Yorum Kaynak Link : the killing of a sacred deer