Facebook Yorumları
  • comment image

    1940'lı yılların ilk yarısında ortaya çıkmış bir kavramdır. böyle bir kavram ortada yokken meydana gelmiş olayları "soykırım" olarak nitelendirmek anakronizmden başka bir şey değildir.

    özellikle son zamanlarda dillerde sakız oldu "soykırım" deyimi. "neanderthal soykırımı" diye bir laf bile ortaya çıktı. "yuh" demek istiyorum.

    insan zihni, bilinmeyeni "bilinen" hale getirmek için bir bedel öder. buna kuşku yok. ama tarih üzerine düşünürken bu kadar tarih-dışılık yapılıyorsa, ödediğimiz bedel kazandığımız algıdan çok daha fazla olur. hem fazlasıyla kolaya kaçılmış, hem de ciddi bir "faul" yapmış oluruz.


    (seferis - 14 Kasım 2008 23:27)

  • comment image

    ibranicede holocausta shoah denilir. yani büyük ve korkunç bir rüzgar. holocaust sözcüğü latinceden gelir. holos, ''tam'', caustos, ''yanık'' demektir. bu özgün olarak ateşte yanmış bir kurban demekti. daha sonra ''büyük çaplı kurban'' anlamına gelen ve 17.yüzyılda ''büyük bir kıyım, çok sayıda insanın tümüyle yok edilmesi'' anlamını kazandı.

    holocaust bir soykırım örneğidir. bir ırkın ortadan kaldırılması olan jenosit ilk olarak 1944'te kullanılmıştır. 1948 birleşmiş milletler sözleşmesi; soykırım suçunu, ''bir milli, etnik, ırksal veya dini grubun ''kısmen'' veya tümüyle yok edilmesi için yapılan eylemler'' olarak tanımlar.

    kaynak: yeni başlayanlar için soykırım / sayfa: 27


    (slackwax - 15 Kasım 2008 19:18)

  • comment image

    tanımının yapılması gerçekten zordur çünkü tanımının yapılması için, yarım milyona yakın ölü sayısı, tecavüzler, işkenceler, yeterli değildir. daha başka bir şey gerekir soykırım demek için, biz manyaklar da önümüze gelen münferit olaylara, hatta senelerce süren katliamlara bile soykırım diyoruz.
    mesela bakalım sivas katliamı :

    sivasta bir takım yobazların bir otel dolusu aydın'ı yakmasına katliam diyoruz.

    mesela bakalım bahçelievler katliamı ;

    bir takım aşırı sağcıların bazı aşırı solcuları katlemesi.

    bu listeyi uzatabiliriz. bunların ortak yönü bir takım insan tarafından bir kerede çok sayıda insanın öldürülmesidir.

    darfur 'a bakalım,

    7 sene boyunca hergün katliam yapılıyor. olayı yapan devlet'e bağlı milisler , olaydan etkilenen janjawid ler. bir katliam iki katliam.
    yıllarca süren katliamları topladığımızda bile soykırım diyemiyoruz.
    işte bu kadar da zor bişeydir katliamı tanımlamak. şimdi fikirlerimi desteklemek için bir takım gazete yazarlarının ya da devlet adamlarının görüşlerini bulmaya çalışıp buraya bakınız falan verebilirdim. ama yapmıyorum. darfur'a tanımlardan oluşan diplomatik açık arama penceresinden değil, tam ortasından bakıyorum.

    öküz'ün uyarısı üzerine gelen edit : janjawidler olayda etkilenen değil etkileyen tarafta.


    (rapper134 - 11 Şubat 2009 18:19)

  • comment image

    bir etnik kökenin tümünün faşizan sebepler ile ortadan kaldırılmasına yönelik katliam hareketlerine verilen isim, altında başka bir sebep bulunan örneğin bir etnik kökenin bağımsızlık iddiası ile ayaklanmasına ilişkin bastırma hareketleri sonucunda yapılan insanlık dışı muamele soykırım değil katliamdır, aynı şekilde bir topluluğun bir yerden bir yere göç ettirilmesi sonucunda oluşan ölümler de soykırım diye anılmaz kötü muamele diye anılır.

    burada yapilan tanimlarin "hukuksal" oldugunu, hukuk onunde bu sekilde anildigini ote yandan insani olarak tumunun hatta bir dilin konusulmasinin bilincli sekilde engellenmesinin dahi soykirim olarak adlandirilabilecegini de ayrica eklemek isterim. hukuktan once insanliktan cekinmek lazim tabii ki.


    (guru - 11 Temmuz 2003 20:46)

  • comment image

    9 aralik 1948 tarihli 260a sayili birlesmis milletler kararina gore (1951de yururluge girmis 13. madde) soykirim:

    bir etnik, milli ya da dinsel bir toplulugun tumunu ya da onemli bir kismini yoketmek amaci ile asagidaki eylemleri gerceklestirmek:

    1) toplulugun uyelerini oldurmek
    2) ciddi maddi ve manevi hasar vermek
    3) bilerek topluluk uyelerinin yasam sartlarini kotulestirmek
    4) bilerek ve isteyerek zorla dogum kontrol yapmak
    5) topluluk cocuklarini zorla topluluk disi ailelerin yanina vermek

    bu sartlara aslinda bir cok olayin uydugu gorulurse soykirim kavraminin biraz muglak oldugunu gorebiliriz.
    haliyle gunumuzde her onune gelen seye soykirim deme egilimi var.


    (hypothermia - 12 Temmuz 2003 10:29)

  • comment image

    garip bir yolculuktu benimki.
    12 eylülle yüzleşmenin gerekliliği üzerinde düşünüp okurken başladı sanırım yol. ankara'da bir sergi düzenlenmişti. 12 eylül sırasında idamların yapıldığı o tahtalar sergileniyordu. ilk kez öyle bir halat görüyordum. açıkçası ölüme doğrudan bakmamayı tercih ederim. bu kadar sert bir sergi olduğunu bilseydim gitmezdim. öldürülenlerin ailelerine yazdıkları mektuplar, fotoğraflar... çok sertti.
    günümüzde olan bi sürü saçmalığın tohumlarının o sıralar atıldığını anlamak zor değildi. 12 eylül dönemini yaşamış pek çok kişiyle konuştum. 2 yıl boyunca hapiste ilk mahkemeyi bekleyip, 'masum' olduğu anlaşılınca serbest bırakılan adamın karısını dinledim. o 24 ay boyunca maaşsız kalan, çocuklarına bakmak için çaresizce çırpınan karadeniz kadınını. çocukları dinledim babaları hapse atılan. işkence gören insanlarla konuştum. yüzlerine bakamadan çoğu kez. yanıp sönen ışıklara dayanamadıkları için fotoğraf çektiremeyen insanlar. kendi insanlıklarını, hapiste açken yine de arkadaşları ile bir tas çorbayı paylaşarak sınayanları. yüzlerce insan dinledim. korkmamaya çalışarak. işkence aletleri, saçma tutuklamalar. ilkokul mezunu çavuşların 'suç' görmesine bağlıydı o sıralar nice üniversite mezununun kaderi.
    ülkenin bugünkü durumunu anlamak istiyorsam kaçmamam gerekiyordu bilgiden. ne kadar dayanabilirsem o kadar bilgi edinmeye çalışıyordum.
    sonra biraz geriye götürdü beni tarihimle yüzleşmem.
    olan biten 12 eylülle başlamamıştı. öncesinde de askeri darbeler vardı.
    öncesi de temiz değildi.
    geriye gittikçe yeni idamlar, yeni işkenceler karşıma çıkıyordu.
    bu ülke, her on yılda bir gençlerini biçip durmuştu. gençlerini dinlemiyordu, habire eziyor, parçalıyor, yok ediyordu. ruhlarını ve bedenlerini. gençlerin dünyayı sorgulamasını saygıyla karşılamıyor, her eleştiriyi şiddetle bastırmaya çalışıyor, gençlerinden mutlak itaat göremediğinde boynunu koparıyordu.
    inanamıyordum yapılanlara. doğrudan yaşayan kişilerle konuşmasam yine inanamazdım.
    geriye daha geriye doğru gidiyordum. her adım beni bir on yıl geriye götürüyordu.
    bu adımlar beni sonunda ermeni soykırımına getirdi.
    hayatımda yaptığım en korkunç diyaloglardan birini o sıra yaşadım.
    'eğer kabul edersek tazminat talep edebilirler. o sebepten, yüz yıl önce olmuş bitmiş bi şeyin üstünde durmaya gerek yok bence.' sözünü duydum. hayır, yetkili biri değildi. sadece okumuş, entelektüel, hatta idealist biriydi. o günü unutamıyorum. eve döndüğümde ağlamıştım.
    tazminat isterler diye gerçekle yüzleşmemek.
    niye o kadar ağlıyordum bilmiyorum. psikolog bir arkadaş bu konuyla neden bu kadar ısrarla uğraştığımı sordu. türkiye'de insanların 'suçu başkalarına atma ya da görmezden gelmeyi hep yaptıklarını' vurguladı.
    sessizlik başladı bende. soru yok, konuşma yok. o konuyu içime teslim edip sustum.
    birgün, can dostumun evinde kahvaltı ederken televizyonu açtı. televizyon sevmeyen biri olarak hatrını kırmadım, onunla izlemeye çalıştım. dizilere dayanamayacağımı bildiği için bir yolculuk belgeseli açtı. içanadolu'da bir mekanı tanıtıyordu program. kapadokya güzelyurt'u. basit bir gezi belgeseli. ama küçücük bir ayrıntı geçti belgeselde. sunucu kasabalılara turistik yatırımlar hakkında soru soruyordu. güzelim bir konağı tavuk yemi deposu yapan bir kasabalı bu konağı tamir edip kullanıma açacak paraları olmadığını, böyle atıl beklediğini anlattı. sonra belgeselin bir yerinde bu bölgenin bir zamanlar çok sayıda ermeninin yaşadığı bir yer olduğu geçti.
    o konak..
    o kasabalının olmadığı öyle belirgindi ki. öyle ince işlenmiş o kadar zevk dolu bir mekandı ki, öyle bir mekanı yapan kişinin çocukları asla tavuk yemi deposu olarak kullanmazdı orayı.
    arkadaşımın evinde dondum kaldım öyle. üstelik belgeselde, mübadele ile yunanistan'dan getirilmiş yaşlı amcalarla da bir sohbet başladı.
    yerlerinden yurtlarından edilmiş insanlar.
    canlarına kıyılmış, yüzyıllardır yaşadıkları yerlerden çıkarılmış insanların asla yüzleşilmeyen hikayeleri. asla üstlenilmeyen suçlar.
    ya tazminat isterlerse diye duyulmayan çığlıklar.
    onların hiç mi suçu yoktu diye işi üste çıkmaya vardıran o üslup.
    bedel ödemekten kaçmak için ödenen dev bedel.
    uzun yıllar önce son derece muhafazakar bir abimin anlattığı hikayeyi hatırladım.
    tehcir sırasında içanadolu köylüleri ermeni kızlarından birini kaçırmışlar. ayrıntısı çok ama sonunda kızı köyün en fakiriyle evlendirmişler. adını müslüman adıyla değiştirmişler. abimiz onu tanıdığında 80'li yaşlarında imiş. ve tek istediği tehcirle koparıldığı topraklarında gömülmekmiş. mezarında gerçek adı yazarak.
    mallarını, mülklerini, canlarını, konaklarını aldığımız o insanların hatıralarına saygı göstermek benim için bir onur meselesi.
    bu topraklarda birgün kiraz çiçekleri, mis gibi erguvanlar açarken herkes barış içinde yaşayabilecekse geçmişte yaptığımız tüm günahlarla yüzleşerek olacak bu.
    ki bir daha kimse haksız yere başkalarının canına, onuruna, dinine, mülküne el koyamasın. koymaya kalkan herkes cezasını göreceğinden korksun. bu halkın artık ahlaksız çıkarcılara göz açtırmayacağını bilsin.
    ki medeni yaşamı hakkedelim.


    (sonsuz sevgilerimle - 17 Nisan 2016 02:06)

  • comment image

    1. jozef stalin (rusya, 1934-39), 13 milyon mülteci ve 100 binlerce ölü.
    2. adolf hitler (almanya, 1939-1945), 12 milyon mülteci ve 2 milyon ölü ve kayıp.
    3. mao tze dong (çin, 1966-1969), 11 milyon kişiye kültürel asimilasyon ve toplama kamplarında sayısı belli olmayan ölü ve kayıplar.
    4. ispanyol ve amerikalı kaşifler (amerika, 1492-1800), 7.9 milyon ölü ve kayıp.
    5. hideki tojo (japonya, 1941-1944), 5 milyon ölü ve kayıp.
    6. pol pot (kamboçya, 1975-1979), 1.7 milyon ölü ve kayıp.
    7. kim il sung (kuzey kore, 1948-1994), 1.6 milyon mülteci ve toplama kamplarında ölü ve kayıp.
    8. menghitsu (etopya, 1975-1978), 1.5 milyon ölü ve kayıp.
    9. charles degaulle (cezayir, 1954-1962), 1 milyon ölü ve kayıp.
    10. yakubu gowon (biafra, 1967-1970), 1 milyon ölü ve kayıp.
    11. leonid brejnev (afganistan, 1979-1982), 900 bin ölü ve kayıp.
    12. jean kambanda (ruanda, 1994), 800 bin ölü ve kayıp.
    13. ingiliz krallığı (avustralya, 1849-1938), 719 bin ölü ve kayıp, 100 bin mülteci
    14. suharto (doğu timor, 1976-98), 600 bin ölü ve kayıp
    15. saddam hüseyin (iran ve kuzey irak 1980-1990) 600 bin ölü ve kayıp.
    16. yahya khan (pakistan, 1971 ve banglades, 1990), 500 bin ölü ve kayıp.
    17. savimbi (angola, 1975-2002), 400 bin ölü ve kayıp.
    18. molla ömer - taliban (afganistan, 1986-2001), 400 bin ölü ve kayıp.
    19. idi amin (uganda, 1969-1979), 300 bin ölü ve kayıp.
    20. mussolini (etiyopya, yugoslavya 1936), 300 bin ölü ve kayıp.
    21. danimarka (1945), 250 bin alman mülteci ölüme terk edildi.
    22. mobutu sese seko (zaire, 1965-1997), 250 bin ölü ve kayıp, 200 bin mülteci
    23. charles taylor (liberya, 1989-1996), 220 bin ölü ve kayıp.
    24. foday sankoh (sierra leone, 1991-2000), 200 bin ölü ve kayıp.
    25. amerika (almanya dresden, 1943-1945), 200 bin sivil ölü (dresden'e sığınan siviller)
    26. s. miloşevic (yugoslavya,1992-96), 180 bin ölü ve kayıp.
    27. michel micombero (burundi, 1972), 150 bin ölü ve kayıp.
    28. amerika (hiroşima- nagazaki 1944), 135 bin ölü, atom bombası ile bu şehirler yok edildi.
    29. almanya (namibya 1891), 117 bin ölü / kayıp, 15 bin mülteci.
    30. hassan turabi (sudan, 1989-1999), 100 bin ölü ve kayıp.
    31. richard nixon (vietnam, 1969-1974), 70 bin ölü ve kayıp.
    32. papa doc duvalier (haiti, 1957-1971), 60 bin ölü ve kayıp.
    33. marcos (filipinler), 50 bin ölü ve kayıp.
    34. vladimir ilich lenin (rusya, 1917-1920), 30 bin muhalif infaz edildi.
    35. francisco franco (ispanya), 30 bin muhalif infaz edildi.
    36. lyndon johnson (vietnam, 1963-1968), 30 bin ölü ve kayıp.
    37. hafiz esad (suriye 1980-2000), 25 bin ölü ve kayıp.
    38. eski yugoslavya (1995 bosna-hersek), 15 bin ölü, 7.500 kayıp, 45 bin mülteci
    39. usama bin ladin (dünya çapında, 1991-2001) 4 bin ölü ve kayıp.
    40. sierra leone, 80 bin mülteci, kayıp rakamı belli değil.
    41. kıbrıs (1912-1974) 25 bin sivil mülteci, bini aşkın ölü, yüz ingiliz ölü
    42. yunanistan (batı trakya, 1923-1990), 400 bin mülteci evlerini terk etti.
    43. bulgaristan (1970-1989), 360 bin mülteci kültürel asimilasyon sonucu evlerin terk etti, bin kişi toplama kamplarına alındı.
    44. norveç 1920-1930, tatar göçmenlerini kısırlaştırma ve toplama kamplarında izole etme.

    (kaynak: sesar)

    bu liste uzar gider...


    (mra - 29 Nisan 2005 10:56)

  • comment image

    kürşat başar'ın yazısında türklerin yapıp yapmadığına dair yorum getirdiği kavramdır.

    ne zaman soykırım iddiaları ortaya atılsa aynı şeyi söylerim. biz soykırım yapamayız. yapmış da olamayız. neden mi?

    çünkü soykırım sistemli bir olay. bizim bünyemize aykırı. anlatayım, görün. örneğin naziler... 6 milyon yahudiyi, çingeneyi, solcuyu, eşcinseli, aykırı insanı yoketmek için inanılmaz bir düzenek kurulmuş. bu insanlar önce tek tek fişlenmiş. bulundukları yerler işaretlenmiş. secereleri çıkartılmış. adresleri belirlenmiş. evlerinden alınmışlar. biraraya getirilip bir başka yere sonra başkasına nakledilmişler. bunlar için özel kamplar yapılmış. trenler tahsis edilmiş. buralara gönderilmişler, değerli eşyaları ayrılmış, altın dişleri sökülmüş, saçları kesilmiş, üniforma giydirilmiş, kamplara konulmuşlar. sonra bu insanlar kamplarda çalıştırılmışlar. gaz odaları, fırınlar yapılmış. mühendisler, bilimadamları çalışmış. en kolay, en ucuz şekilde bunları yoketmenin yollarını bulmuşlar. binlerce insan, binlerce subay, asker, polis, görevli, gönüllü hep beraber yıllarca bunun için inanılmaz bir sistem ve hiyerarşi içinde çalışmış.
    en küçük bir aksama olmaması için ss teşkilatı deliler gibi çaba harcamış. kimse, 'biz ne yapıyoruz,' diye sormamış. böyle bir sistemi biz, bırakın bir azınlığı yoketmeyi, kendimizi kurtarmak için bile kuramayız. bir kere bizde bu boyutta bir organizasyon yapılamaz. yapılsa yıllar boyu devam edemez. biz merhametli milletiz. öyle yukarıdan emir geldi diye çoluğu çocuğu gaz odalarına yollayacak birkaç manyak çıksa da binlerce manyak birarada bunu yapamaz. zaten torpil olayı devreye girer hemen. 'yahu şu geçen aile bizim komşu, bunları idare ediverelim,' demeye başladık mı fırına girecek kimse kalmaz.

    hadi diyelim getirdin insanları fırının önüne. başındaki görevli, "iki kişi için fırını yakamam, bekleyin hepsini getirin, öyle..' demeyecek mi? ayrıca bizde böyle delinin biri milleti yoketmeye karar verdi diye her dediğini yapacak bu kadar adam bulunmaz.mutlaka itiraz ederiz biz. imparatorluk zamanında bile böyle bir sistem kurulamadı memlekette.

    bize öyle tiranmış, diktatörmüş, sökmez bunlar. askeri darbe yapan kenan evren bile bütün gücüne rağmen kapı kapı gezip 'vallahi ben aslında diktatör değilim, durum çok fenaydı, mecburen darbe yaptık, biraz işleri yoluna koyalım meraklısı değiliz, gidip salatalık ekeceğiz,' şeklinde konuşmalar yapıyordu. yine de milletin gözüne giremedi, ayrı. memleketin en ciddi, en sıkı, en sistemli yeri neresi diye sorsak herkes askeriye diye cevap verir. gittik askerlik yaptık, gördük. orada bile hemşerisini bulan işini yürütüyor, araziye uyuyor.

    bizim yapabildiğimiz en büyük katliam, belediyelerin, arada bir, üç tane zavallı titreyen köpeği itlaf etme konusundaki acınası çabasından ibarettir. onu da yakalayalım derken zabıta kendi telef olur.


    (kakay - 25 Ekim 2005 14:28)

Yorum Kaynak Link : soykırım