Süre                : 1 Saat 56 dakika
Çıkış Tarihi     : 21 Ağustos 1991 Çarşamba, Yapım Yılı : 1991
Türü                : Komedi,Drama,Heyecanlı
Ülke                : ABD,İngiltere
Yapımcı          :  Circle Films , Working Title Films
Yönetmen       : Joel Coen (IMDB)(ekşi), Ethan Coen (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Joel Coen (IMDB)(ekşi),Ethan Coen (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : John Turturro (IMDB)(ekşi), John Goodman (IMDB)(ekşi), Judy Davis (IMDB)(ekşi), Michael Lerner (IMDB)(ekşi), John Mahoney (IMDB), Tony Shalhoub (IMDB)(ekşi), Jon Polito (IMDB), Steve Buscemi (IMDB)(ekşi), Richard Portnow (IMDB), Christopher Murney (IMDB), Meagen Fay (IMDB), Lance Davis (IMDB), Harry Bugin (IMDB), Max Grodénchik (IMDB), Jana Marie Hupp (IMDB), Joe James (IMDB), Frances McDormand (IMDB), Barry Sonnenfeld (IMDB), Vincent Tumeo (IMDB)

Barton Fink ' Filminin Konusu :
1940'lı yıllarda New York'lu sosyalist bir oyun yazarı olan Barton Fink, Los Angeles'a gelip bir film senaryosu yazma ihtimali belirdiğinde durumu kabul etmek zorunda kalır. Bir otele yerleşir ve burada film stüdyosunun başkanı Jack Lipnick'le tanışır. Lipnick'ten, yazacağı senaryonun kaba saba bir B filmi için olduğunu öğrenir. Daktilosunda sadece tek bir cümle yazmayı becerse de, içinde bulunmaya hiç alışık olmadığı durum sebebiyle bir türlü ilham gelmez ve tıkanır.Oteldeki kapı komşusu Charlie Meadows, geveze bir pazarlamacı ve tam bir orta sınıf insanıdır. Fink'in hayatına giren diğer insanlar da (ünlü bir senarist olan Mayhew ve onun kız arkadaşı Audrey gibi) genç entellektüel yazara ilham gelmesine ve senaryoda ilerlemesine yardımcı olamazlar. Stres doruğa çıktığında Fink kendisini doğaüstü tabloları andıran bir cehennemin içinde bulur.

Ödüller      :

Cannes Film Festivali:Best Director, Palme d'Or, Best Actor


  • "filmde john turturro'nun senaryoyu bir turlu tamamlayamamasi üzerine yapimcinin hamlet mi gone with the wind mi yoksa ruggles of red gap demesi dikkat cekici bir ayrintidir."
  • "izlerken en cok terlenilen film. holywood filmi yapimcisi gibi karakter daha gelmedi."
  • "are you in pictures? lafıyla beni donduran ve başa saran bi film"




Facebook Yorumları
  • comment image

    yetenekli, entelektüel bir yazar olan barton fink'in, zır cahil ve zevk yoksunu popüler kültürün içinde kayboluşunu anlatan aşmış bir sanatsal film. barton fink'in geçirdiği beyin travmaları muhteşem betimlemelerle ve simgelerle anlatılıyor. etrafında bulunun insanlar ve nesneler o kadar basit ve içeriksiz duruyor ki, barton onlara kendini izah etme teşebbüsünde bile bulunmuyor.

    az mimiklerle ve diyaloglarla, çok şey anlatılmıştır. izleyen bir takım insanların bu filmi anlamamasının nedeni de budur. barton fink'in tiyatro sahnesine çağrıldığı anda, mütevaziliğinden geri planda sessizce durması; mimiklerle ve yüz ifadesiyle çok güzel anlatılmış. bence filmi güzel yapan bu tarz detaylardı. izleyeni aptal yerine koyan ve onların anlaması için yapılan abartılı tanımlamalardan kaçınılmış. sessiz sinema gibi. ne diyelim anıtsal, rüya gibi bir film. ellerinize sağlık coen biraderler.


    (xuleldar - 20 Aralık 2007 21:05)

  • comment image

    the shining, adaptation ve hatta (üzgünüm maestro fellini ama) otto e mezzo bir kenara dursun... barton fink, writer's block üzerine yapılmış en iyi film. miller's crossing'e tercih ettiğim ve yüzümü asla kara çıkarmayan en iyi coen yapıtı kanaatimce... özelde yazıyla, genelde sanatın herhangi bir alanıyla bir parça olsun içli dışlı olanlar bilir: bela bir şeydir ilham meleğinin gelmesini beklemek. kabus ise o meleğin sizi sonsuza kadar terk ettiğinin ayırdında olmaktır. barton fink işte böyle bir karakter. son çare olarak üstat bellediği w p mayhew'e (faulkner/fitzgerald arası bir karakter) koştuğu anlar ise inancın yekün yitimi anlamına geliyor. zira o büyük yazar, gırtlağına kadar alkole boğulmuş, romanlarını aynı zamanda metresi olan sekreterine yazdıran bir adamdır. barton'un tutunacak hiçbir dalı kalmaz. yaratıcının ölümü işte tam da budur. artık yaratacak hiçbir şeyi olmamasıdır.


    (haggard - 20 Ocak 2008 05:28)

  • comment image

    tehlikeli aklın itirafları

    joel ve ethan coen, barton fink'in senaryosunu miller kavşağının senaryosunu yazarken, tıkandıkları bir zamanda verdikleri üç haftalık arada yazımışlar. biz izleyicilere de iyi ki tıkanmışlar da böyle bir görsel şöleni bizlere sunmuşlar demekten başka bir şey kalmıyor.
    coen biraderler'in yaptıkları butun filmlerde aslında buyuk bir farklılık olduğu gibi büyük bir aynılık da var. filmlerini izlemeye başlamadan önce ne ile karşılaşacağınızın bilincindesinizdir her daim. coen biradelerin yönettiği bir filmi izlemek aynı olanın farklılığını görebilmektir. derin bir sessizlikte hiç bir hareketlilik olmasa, görüntü sabit olsa bile asla sıkılmassınız. her an ne olacak acaba diye gerilir biraz sonra sizi bekleyecek olan sürprizin sizi şaşırtmayacağına kendinizi inandırır fakat her defasında gördüğünüz sahne karsısında şaşırmakla kalmaz; o sahneyi yapanları sizi duymayacaklarını bildiğiniz halde ayağa kalkıp alkışlamak istersiniz. barton fink, hollywood'un altın çağına göndermelerde bulunan, bir yazarın, yazamama durumunu çok farklı bir yönden ele alan "barut fıçısı" gibi bir film.

    ilk başlarda new york'da başarının ne ile kıyaslanabileceğinin farkında olan barton fink, başarılı bir oyunun ardından aldığı iyi eleştirileri kabul etmeyerek şöyle der ''bir oyunumun iyi niteliğine ulaşması benim, içimden gelen bir sesle belirlenir. eğer içimde bunun kendimce iyi bir oyun olduğunu düşünürsem o zaman iyi bir oyundur." başarılı bir yazardır o dönemde barton fakat daha fazla kazanmak; başarılı olduğunu başkalarına da ispatlamak istemesi, insanoğlunun varoluşundan bu yana süre gelen aç gözlülüğü, çevresindekilerin de etkisiyle onu sarar. fakat barton hollywood için yazamaz çünkü o halk için yazan basit bir yazardır. ve bağımsız. a sınıfına giren bir yazardan b sınıfı bir şey yazmasını istemek o yazara edilmiş en buyuk haksızlıktır. fink yazmaya başlar ancak bir türlü senaryonun anahatlarını oluşturamaz. çünkü başkasının emrine girmiştir. özgür değildir. belli bir kalıba sokulmuştur. bir yazar için en kötü şeylerden birisidir bu: özgürlüğünün elinden alınması. coen biraderler burda yapmak istediklerini çok iyi başarıyor ve hollywood'un düşüncesiz para kaygılı halini çok anlamlı bir şekilde taşlıyor. para kazanacaksam ayağının altını bile öperim, düzenbaz olmassam bu işte başarılı olamam!
    coen biraderler'in karakter yaratmadaki ustalığını bu filmle bir kez daha görüyoruz. chet (steve buscemi) herkesi sıradan goren herkese aynı davranan bir çalışanın betimlemesini kusursuzca ortaya seriyor. ilk başta fink oda tutmaya geldiğinde soylediği şeyleri, herkese aynı şekilde soyleyen yapmacık edalarıyla oyunculuğuna hayran bırakır nitelikte. egemen güç tarafından üzerine giydirilen şaklaban giysisi kesinlikle biraderlerin egemen sisteme sitemidir. aslında filmin alt metninde soylenen de budur. egemen sisteme başkaldırıdır bu film. sinema endüstrisini elinde bulunduran hollywood'a kartını yere atan dedektiflere bir sitemdir. butun kendini bir şey sananlara başkalarını dinlemeyenlere koca bir sitemdir.
    filmin ortalarına kadar sıradan bir yazarmış gibi izliyoruz barton'u hiç bir şey olmayacak gibi. fakat bir sivrisineğin görmemizi sağladığı şeylerle işte coen biraderler'in tuzağına yine düşüyoruz. içimizden katil kim diye soru sorarken kendimize katilin kapı komsumuz olduğunu oğrenerek aslında hayatta hiç kimseyi gerçekten tanıyamayacağımızı öğreniyoruz. john turturro ve john goodman bu filmde oynamasaydı belki de bu kadar etkileyici olamazdı bu film. her zaman ki gibi müthişlerdi.

    itinayla bezenmiş sahnelerle heyecandan terleten; steve buscemi kadar güzel bir film barton fink.


    (sethplay - 28 Haziran 2008 21:56)

  • comment image

    filmin anlattigiyla ilgili en doyurucu aciklama -roger ebert'in yazisinda okudum ben- filmin siradan insan icin fasizmin cekiciligiyle ilgili oldugudur.

    soyle ki...
    diye aciklamaya gecmeden evvel belirteyim; bir roportajlarinda coenlere filmi boyle aciklayan yorumlar oldugu soylendiginde, coenler her zamanki ketum tavirlariyla (kendi filmleri hakkinda hic konusmuyor orospu cocuklari) "insanlarin her seyi bir kod gibi algilamasi gercekten komik!" demisler.

    soyle ki, filmde barton ikinci dunya savasi yillarindaki entellektuelleri temsil ediyor. john goodman ise siradan, sokaktaki insani. barton durmadan sokaktaki insani tanidigini ve onlari anlatmaya ugrastigini soyluyor, lakin kapi komsunun bile nasil bir insan oldugunu bilmiyor ve onun yerine daktilosuna bakmayi tercih ediyor. john goodman ile aralarinda gecen bir diyalogta goodman'a "life of a mind"i kagida dokmeye ugrastigini soyluyor. bunu yaparken ote yandan "iktidar" ile ozdeslestirebilecegimiz yapimci karakter icun bir gures filmi senaryosu, yani goodman'in pek sevdigi bir film turunun senaryosunu yazmaya ugrasiyor ve fakat bunda pek basarili olamiyor. (filmin sonunda yapimcinin asker uniformasiyla cikmasi bu iktidar imasi konusunda pek manidar bir mesaj veriyor; fink bir sanatci olarak iktidar tarafindan kullaniliyor, halki uyutma amaciyla hem de). finalde john goodman'in koridorda kosarken "i'll show you the life of a mind!" seklinde bagirip cagirmasi da bu anlamda barton'un "common man-siradan insanlar" hakkinda hicbir sey bilmedigine isaret ediyor. siradan insanin icinde, cahil kitlelerin icinde bir canavar yattigi ima ediliyor filmde. bu tur ayrintilardan yola cikarak filmin nazizmin yukselisine coenler acisindan bir yorum oldugu gozuyle bakabilir miyiz? nihayetinde nazizm siradan halk kitlelerinin canavarlasmasi degil miydi bir acidan bakildiginda?
    bilmiyorum, onu coenlere soracaksiniz...


    (caponsever - 11 Ekim 2002 02:31)

  • comment image

    kapitalizm'i dusundum ben bu film ile.
    yeni mezun ve basarili bir ise imzasini atmis gencin ileriye donelik umitleri buyuktur; yaptigi isi en iyi sekilde yapip insanliga faydasi dokunan bir amac pesinde kosacaktir. headhunter'lar sayesinde buyuk firmalardan gelen teklifller aklini basindan alir, ve denemeye karar verir. sevdigi isi, tanidigi sehri birakir pencere kenari olmayan bir cubicle'da hayatini kazanmaya baslar. masasinin uzerinde hayalini kurdugu, hayatini gecirdikten sonra emekliligini gecirecegi sehirin ve belki de kadinin fotografi bulunmaktadir.onunla beraber herkes masasinin basina gecmeden kisiligini, duygularini ayakkabilari ile parlatilmasi disarida birakir, parlatilmak uzere. odanin icerisinde herkes yalnizdir, sadece sirkete kattigi ile vardir. sirkete giriste herkese ayni davranan, ayni cumleleri kuran ve hic bir masanin (odanin) uzun sureli bos kalmadigindan bahseden bir sekreter vardir.

    ruhunu ve tum hayallerini saat basina aldigi ucret ile degistirmistir. bazen hic uretmeden de para kazanmistir, hatta hic uretmeden ovguler bile almistir. ruhu sikilir, kabullenemez, kacacak yer arar, saglikli dusunememeye baslar..olaylar gelisir...hayallerinde o sehri ve belki de o kadini gorur ama inanmaz gercekligine..


    (suti - 7 Ekim 2009 22:01)

  • comment image

    sayısız sembol baştan sona kadar etrafta fink atarken, bizim barton ile birlikte tıkandığımız film.

    --spolier olabilir--

    tıkanmama sebep olan birkaç güzel detayı sıralamam gerekirse;

    sıradan adamı gözlemlediğini ve anlattığını söyleyen, ama sıradan adam’ı dinlemekten de, onun yerine kendini koymaktan da uzak bir barton fink karakteri. ve bir sahnede de bağıra bağıra söylediği gibi; “ben yaratırım. ben yaratanım!” demesi.

    barton fink’e “bu bir yahudi adı değil mi?” diye soran dedektiflerden birini, “heil hitler!” diye öldüren bir charlie karakteri.

    heyecanla ve defalarca “sana hikayeler anlatabilirim” diyen sıradan adam charlie’nin, “bir gün evime geldin ve çok gürültü yaptığım için beni şikayet ettin” diyerek manyak mundt’a geçiş yapmasının, adeta onu hiç dinlemeyen bu yaratıcının karşısında isyan edip şeytan’a dönüşme sürecini anlatması.

    geçici mi kalıcı mı olarak geldiğini bilmediği bu otelin, yani dünyanın, şeytanın dokunuşuyla cehenneme dönüşmesinden sonra barton fink'in, dünya üzerinde bulamadığı huzuru hayalindeki cennete kaçarak araması.

    -- spolier olmayabilir--

    dünya üzerinde yaşanan tüm acılardan/ zorluklardan/ imkansızlıklardan/ mutsuzluktan... sonra, insanın kaçısı hayalde araması gerçeği. olmayana inanması, olmayanı var etmesi düşüncesi. kapıları önce bir bir kapatan da, sonra bir çıkış kapısı yaratan da, ve bu çıkış kapısının varacağı yeri bulan da insan aklıdır diyor, sanki bu film. nasıl dünya üzerinde yaşanan bir cehennemi, ve bir otel odasının duvarındaki resimden bir cenneti yaratabilen de aynı insan aklı ise...

    akıl huzuru mu (charlie bunu sattığını söyler), yoksa aklın yaşamı mı (barton bunu anlattığını söyler) bilmiyorum, amma velakin bu filmin yarattığı kölelik, faşizm, sıradan adam, din, yaratma süreci, yazma eylemi üzerine türlü sembollerle bezeli akıl egzersizini es geçmemek gerek diyorum.


    (dolls - 4 Haziran 2012 17:40)

  • comment image

    otel aslında cehennemdir. dikkat edilirse sık sık 666 sayısı telaffuz edilir. inanılmaz derecede sıcaktır ve steve buscemi her seferinde yerin yedi kat altından gelip küçük bi kapıdan çıkar ortaya. yoksa hollywood mudur cehennem olan orasından emin değilim


    (saruman - 11 Mart 2001 13:16)

  • comment image

    --- spoiler ---

    1
    filmin 68:16 ‘ ya kadar olan kısmı normal seyrinde giden bir sekans. barton kendisinden istenen b sınıfı güreş filminin senaryosunu yazmakta zorlanıyor. günlerdir yazabildiği sadece kısa bir paragraf. ertesi gün lipnick’e anlatması gereken bir şeylere ihtiyacı var ama ortada hiçbir şey yok ve kadından başka bir çare aklına gelmiyor. kadın otele geliyor ve sevişiyorlar , lavabonun karanlık deliğinden kanalizasyon dehlizi görüntüsü ekranı dolduruyor. evet bu perdenin kapandığını ve yeni perdenin açıldığını simgeliyor. düş başlıyor.
    barton’un 68:16 ‘da uyandığı sahne aslında görmeye başladığı rüyanın start noktası. birden her şey gerçeküstü bir duruma dönüşüyor: kadın ölüyor, bir türlü yakalanamayan sinek ölüyor, charlie kadını ortadan kaldırıyor, dedektifler geliyor, charlie bir seri katile dönüşüyor, barton kutudan ilham alarak bir gecede hikayeyi tamamlıyor. askerden dayak yiyor, sonra rüyanın ikinci kısmı başlıyor. yine yuvarlak bir karanlıktan içeri giriliyor ve sonrası yine hatırlanmıyor sadece rüyalarda olabilecek bir şekilde, bir durumdan bir duruma atlanıyor. barton odasına geliyor ve yakalanıyor, yakalanması, kelepçelenmesi, tamamen simgesel çünkü barton diğer yazarın fikir çalmasını suçladı ancak kendisi kadından yardım aldı ve suçlu pozisyonuna düştü. bu suçluluk duygusunu ortadan kaldırmak için kadını öldürdü rüyasında. sıcaktan charlie’nin geldiğini anlaması rüya sekansı başladığından beri normalin dışına çıkan diyalogların sadece bir tanesi. charlie’nin gözükmesiyle rüya gerçeküstülük düzeyini yükseltiyor. otel durup dururken yanmaya başlıyor. charlie’nin yahudi kimliğini sorgulayan dedektif ilk ölen oluyor ve ikincisini barton’un charlie’ye dediği ‘’ sana aklın hayatını göstereceğim’’ repliğiyle koşan charlie , manidar bir şekilde ‘’ heil hitler ’’ selamlamasıyla öldürüyor. barton rüyasında kadının ölümünü charlie’nin üstüne atarak suçluluk duygusundan kurtuluyor. barton’un o çok güvendiği ‘’sıradan adam’’ charlie olarak kendini gösteriyor ve onu sıkıştığı durumdan kurtarıyor. yazdığı senaryoyu askeri bir otoriteye dönüşen lipnick beğenmiyor ve barton’u kasabada yani rüyada kalmaya mahkum ediyor. rüyanın son kısmında bartona kartpostaldaki kız canlanarak ; kutunun içindekini ve kime ait olduğunu soruyor yani senaryoyu yazmasına sebeb olan kutuyu, fikrin kime ait olduğunu. barton bilmediğini söylüyor. olayın rüya olduğuna incilde yer alan nebuchandnezzar gönderme yapıyor ve izleyicilerden, tıpkı orda yazan gibi bu rüyanın yorumunun yapılması isteniyor.
    2
    olay tamamen sıradan insanı anladığını söyleyen ama kendini yazar olduğu için üstün bir yaratıcı gören barton fink’in sıradan bir insana dönüşmesi.
    charlie’nin, ‘’ sana hikayeler anlatabilirim’’ demesine karşın onu dinlemeyerek sıradan insanı anladığını söyleyen barton, ‘’belki de sana aklın hayatını anlatmalıyım’’ der. charlie ona kafaya sahibiz üstesinden geleceksin beni kullan der. kadının kafasını kutuya koyar ve barton’a verir. barton charlie’den esinlenerek bu kutu başında yazar senaryosunu. sokağa inmek, günlük acıları edebiyata sokmak tek amacı olan barton, aslında o acıyı bilmemektedir. otel cehennemdir evet ama o cehennemin kalıcı yolcusu charlie’dir. otel ve cehennem charlie’nin ta kendisidir. duvar kağıdı nasıl otelin gerçek halini gizliyorsa , charli de öyle gizlenir sigortacıyım diyerek. charlie bazen derisinden çıkmak istediğini söyler. barton o hayatların içinden geçen daktilolu bir turistten başka bir şey değildir. bir sahnede ‘’belki de aklımda tek bir fikir vardı’’ der ki gerçekten öyledir barton aynı öyküyü yazmıştır aynı şekilde aynı cümleyle sonuçlanan. charlie ona dedektifleri öldürdükten ve sürekli kamuflajı düşen cehennemin gerçek yüzünü göstermesinden sonra , bartona ‘’ tuzağa düşmüş insanlardan’’ ve onları anladığından bahseder. barton hala bir yaratıcı olduğunu, sıradan adama beyninin hizmet ettiğini iddia eder . oysa o a sınıfı bir filmdedir ve b sınıfı bir filmin senaryosunu bile yazamaz. lipnick devam eden savaşın içinde bir albay olur ve barton’un karşısına dikilir. barton’un yazarlığı aşağılanır, onun ayağını öpen adam ona hesap sorar.charlie yalnızlığı anladığını söyleyen ve ailesinden şikayet eden barton’un ailesini ortadan kaldırarak onu kendi durumuna düşürmüştür.
    barton artık bir yazar değil yazamayan, sıradan bir insandır.
    barton bir adamın sahip olabileceği her şeyin sığdığı o kutusuyla ( sahip olduğundan emin bile değildir çünkü charlie ona göstermek istemiştir ki; sıradan insanların sahip oldukları kimindir bilinmez. ayrıca charlie o kutu benim değil derken, barton’un artık sıradan biri olduğunu vurgulamıştır.) dışarıdan baktığı, manzaranın içine girer kartpostala yani hayata.
    ---
    spoiler ---


    (darkpoe - 18 Haziran 2013 05:21)

  • comment image

    coenlerin sinema sanayisine daha doğrusu hollywooda karşı duydukları tepkiyi, onu hor görüşlerini ve küçümseyişlerini, bu sanayinin üretken yeteneklerinin nasıl acımasızca harcayışını affetmeyen bir hicivci kimliğiyle açık bir şekilde yanıtlamaktadır.bir bakıma bu sanayiye olan günahlarından arınma şekli de diyebiliriz.

    film daha başıyla birlikte hollwoodun keskin soğuk atmosferini barton finkin daha yapımcının odasına girerken hissettirmesiyle başlıyor.kendini birden sanki içinden çıkılmaz bir durumun kurtarıcısıymış gibi davranan yapımcılar neredeyse altına uçan halı sarmaya kadar uzatsalar da bir yandan da büyük beklentiler içine girerek barton fink de yavaş yavaş başlayan bir yazamama duygusuna sebeb oluyor.

    otele girişi ve yaratılan puslu hava artık barton finkin geri dönüşü olmayan bir yola girdiği imgesini yaratmakta,dikkat edilirse resepsiyon gerisindeki anahtarların neredeyse hepsinin asılı durması bütün otelinin barton fink için ayrılmış olduğu izlenimine kapılmamıza yol açmaktadır.

    barton finkin gittikçe sefilleşen, acınası hali ve karikatürümsü yanları, acıma duygularımızı körükler.en başta onun bizzat kendisinin kurbanı olduğunu düsünmeden edemeyiz.

    film boyunca değişik kadrajlar kullanılarak gözümüzün içinde kadar soktukları su perisi tablosu otele yerleştiğinden beri tek çıkış noktası, düşler dünyasına açılan tek pencere gibidir.

    film bittiği gibi izleyende ikinci kez izleme hissi uyandırıyor.çünkü neredeyse her sahnesi buram buram sembolizm kokar vaziyette sahneleri durdurup durdurup dur bakalım burada ne anlatmak istemişler desek sayfalarca yorum yazılabilir doğrusu


    (non person - 6 Kasım 2003 11:56)

  • comment image

    daha önce de yazıldığı gibi w.p. mayhew (john mahoney), fiziğiyle fena halde william faulkner’ı anımsatır. faulkner’ın 1940’larda –tesadüfe bakın ki barton fink de 40’lı yıllarda geçer– hollywood için senaryolar uyarladığını biliyoruz. howard hawks imzalı, dönemin film noir fetişleri humphrey bogart ve lauren bacall ikilisininin oynadığı the big sleep'i, raymond chandler’ın aynı adlı romanından; to have and have not’ı ernest hemingway’in bir romanından uyarlayanlar arasında faulkner da vardı.

    barton fink’te coen kardeşler’in 40’lı yıllarla ve dönemin sanaryo yazarlarından –o vakitler nobel falan almamıştı daha– faulkner’la kurduğu bağlantı, salt bununla sınırlı değildir. w.p. mayhew tıpkı faulkner gibi alkolik bir figür olarak sunulur. yahudi oyun yazarı barton fink (john turturro), jack’in hayranlarından biridir. ilginç bir detay da kuşkusuz jack’in bazı eserlerini audrey’nin yazdığına dair fink ve audrey arasında geçen konuşmadır.

    buraya kadar yazdıklarım zaten önceden bilinen şeyler. sanırım şuna daha önce değinilmedi:

    audrey taylor... ismi audrey hepburn’den, soyismi ise elizabeth taylor’dan… bu iki şöhretli hollywood oyuncusundan mı geliyor dersiniz? farklı karakterdeki güzelliği ile audrey hepburn’ü, erkeklerle yaşadığı sorunlar açısından da elizabeth taylor’ı anımsatmıyor değil. elizabeth'in iki kez boşanıp evlendiği ingiliz aktör richard burton da tıpkı w.p. mayhew ve faulkner gibi bir alkolikti.

    filmde birçok ilişki ve sahnenin çeşitli filmlerle, sinemasal figürlerle bağlantılı olduğu çok açık. örneğin barton fink'teki tuhaf otel ile the shining'deki tekinsiz overlook oteli.

    fink'i azarlayan stüdyo patronu hitler ile özdeşleştirilen bir kodamandır.

    fink ayrıca, yazma krizine girdiği için the shining'deki jack torrance (jack nicholson) ile aynı noktada buluşturulabilir.

    şuradaki ve buradaki çözümlemeler de ayrıca okunabilir.


    (hanging rock - 24 Ağustos 2013 17:57)

  • comment image

    coen kardeslere ait bu film, cok yetenekli olan fakat hollywood yapimcilari tarafindan kiymeti bilinmeyen bir senarist olan barton fink'i konu alir. sefilligi yansitan ve beni en cok etkileyen sahneler, oteldeki duvar kagitlarinin habire duvardan ayrilmasiydi. ayrilirken aradan yesil yapiskan materyaller gorunur ve cıkan ses -yaziyla anlatamayacagim- korku filmlerinde kullanilan kontrbas etkisi yaratir..


    (marie antoinette - 22 Eylül 2001 12:33)

  • comment image

    yetenekli senaryo yazarı barton fink'in, işleri oldu bittiye getirmeye çalışan ve hatta filmde söylendiği üzere "okuma yazma bile bilmeyen" hollywood yapımcılarına karşı üstlendiği rolle, bir nevi don kişot hikayesi bu film.
    gerçekten de terleten ve geren bir havası var... filmi gerilim haline getiren şeylerden biri, çoğumuzun gerçek hayatta yaşadığı "son güne bırakılmış ödevi yetiştirememe korkusu" ve "ödevi yapmaya çalışmak yerine kafayı yorgana gömüp uyuma sendromu"'dur. audrey'in gelmesi ise bir anlık (ki gerçek hayatta da bu durumlarda son anda gelip, işlerin aslında o kadar da zor olmadığını söyleyen ve "yetiştiririz" diyerek yatıştırıcı olmayı başaran bi melek çıkagelir hep) rahatlama hissi oluşturur bünyelerde.
    filmde birçok paradoks da var kanımca. earle oteli'ne dair ilk izlenimimiz, yıllardır uğranmamış tozlu bir virane olduğudur; zaten resepsiyonda da bütün anahtarların asılı olduğunu görürüz. lakin sahiplerini hiç göremememize rağmen her odanın önünde (parlatılmak üzere bırakılmış) bir çift ayakkabı durur. filme hakim renklerde de genel bir zıtlık var. (bembeyaz giyinmiş zenci garsonlardan tutun da, oteldeki renk kontrastına kadar).
    barton'ın film boyunca bel bağladığı güzel kadın destekli deniz manzarasının, ölüp suya düşüveren zavallı bir kuşla tamamlanması bile, filmin nasıl büyük hayalkırıklıkları üzerine kurulu olduğunu anlatmaya yeter.
    sinema diline ait birçok sembolün kullanımının yanı sıra; hollywood'un kapalı kapıları ardında dönen gudik işler, sevilen sayılan roman yazarlarının gerçek hayatları ve hatta bu adamların romanlarının "gerçek" yazarları, maddiyat yüzünden piyasaya hizmet eden zavallı senaristler ve yitip giden yetenekler gibi pek çok konuya çok başarılı biçimde değinilmiştir. ayrıca "the events, characters, and firms depicted in this photoplay are fictitious. any similarity to actual persons, living or dead, or to actual events or firms is purely coincidental" geyiklerine inanmamızın beklenmesi söz konusu bile olamaz.
    belki kişisel hayranlığımdan kaynaklanıyor olabilir fakat; filmin en güzel ayrıntılarının yine steve buscemili planlarda yattığını düşünmekteyim. (titreyen zili susturması gibi)

    ve son olarak; eğer hollywood sahra çölüyse, barton fink bu çölde buzlu su satamayan yazardır.


    (acid rain - 10 Şubat 2005 23:32)

  • comment image

    new york'tan hollywood'a gelen bir yazarin yazma/yazamama hikayesini anlatan bir filmdir..

    --- spoiler ---

    filmde kara liste'ye de bir atif sezilebilir.. kara liste'yi aciklamak gerekirse, hollywood'da komunist senaryo yazarlarin is bulamamasi, dislanmasi olayidir.. filmin sonlarina dogru yapimci dogrudan asker uniformasiyla gozukur.. filmin gectigi zaman 1941 yani ikinci dunya savasi yillari.. kara liste olayi da ikinci dunya savasi sonrasinda baslamis ve mccarthycilik'le (bkz: mccarthyism) birlikte anilmistir.. fink'in komunist olduguna dair acik bir sey yok fakat "siradan insani" anlatmak istedigini soyler, her sey bir tarafa.. yani barton fink de hollywood'un kaliplarina uyan seyler uretmemistir ve iktidardaki "asker" (mccarthyci?) yapimci tarafindan dislanmistir..`

    ---
    spoiler ---


    (whatdreamsmaycome - 5 Ağustos 2005 15:35)

  • comment image

    barton fink sıradan insanın hayatını yazmak istemektedir. bunu yapabilmek için ise sıradan hayatın iyi bir gözlemcisi olmak gerekir en azından.oysa barton hemen yanıbaşındaki "kutu"yu açmaktan bile çekinmektedir.filmi izlerken delicesine bir merakla kutunun içerisinde ne olduğunu düşünürken biz, barton hiç istifini bozmadan ona sarılıp dinginliğin, güzelliğin, sıradışı mükemmelliğin, yani odasındaki resmin içinde yaşamayı tercih eder.bu genç yazarın ikilemidir.


    (macondo - 29 Ağustos 2005 23:04)

  • comment image

    cannes film festivali tarihinde en önemli üç ödülü (en iyi film, yönetmen, baş oyuncu) alan tek filmdir. sadece bir hollywood eleştirisi olarak kabul edenler sık sık altman'ın the player'ıyla karşılaştırır bu filmi fakat elbette bu kadar değildir, aksine katman katman, çözümlenmeyi bekleyen (her ne kadar coen biraderler kabul etmese de) sembolizmiyle ve en yaygını serbest bir faust uyarlaması olan binbir türlü okunabilirliği ile katıksız bir başyapıt, tüm zamanların en iyi filmlerinden biri.


    (gebura - 4 Kasım 2005 13:22)

  • comment image

    denizcilerle, sürekli gülen aptal amerikan kızlarının popeye havasını anımsatan dans sahnesi de ayrı bir enteresandır bu filmde. film boyunca bir koaladan bile daha az hareket eden barton bu sahnede dansıyla döktürür, film boyunca yaptığı toplam figürün üç katını bir dakikalık bu dansla yapar. sonlara doğru iyice ekspresyonizm cümbüşüne dönen bu filmde barton'ın o kasvetli otel odasında geçirdiği zihinsel sancılarından kurtulması ve rahatlaması motör bir sembolizmle çok güzel gösterilir bu dans sahnesinde. gerçi dans ettiği kızı isteyen (o dönemin amerikası gerçekten acaip..) denizciye "ben bir yazarım. eserimi bitirdim ve şimdi onu kutluyorum" diyerek karşı koyması ve ardından bu kör cahil denizciden yediği yumruk (tıpkı yine kör cahil olan hollywood yapımcısından finalde yediği ayar gibi) olayı özetliyor sanki. "art for art's sake" düşüncesine gönülden bağlı olarak sanat icre eden barton fink iş sıradan bir insanın sevebileceği daha hafif ve anlaşılır şeyler üretmeye gelince sıçıp batırıyor. her ne kadar o bunu çok geç idrak etse de.


    (sir gawain - 13 Aralık 2005 04:47)

  • comment image

    1941, new yorklu entellektuel oyunyazari barton fink hollywooda wallace beery adli oyunu yazmak icin gelir ve earle hotelinde kalir bu sirada yan komsusuyla muhabbeti artar ve olaylar gelisir. cok siradan bir konu gibi gozukmesine ragmen filmi izleyen insan gruplari cikista iki ture ayriliyor bir grup filmi izledigi filmler arasinda liste baslarina koyuyor bir grupsa iki saati bosu bosuna gecirdigine yaniyor veya en azindan uyumaya vakit bulduk muhabbeti yapiyor. filmi degerli kilan etkenler ise gise hasilati, alinan oduller gibi klasik seyler degil daha dohgrusu filmin boyle basarilari yok( bu arada john turturro nun bence mukemmel performansi var), hollywood elestirmenlerinin gozundede film cok fazla yer bulmadi bile fakat her ne kadar hollywood cikisli olsa bile bagimsiz sinema severlerin gozunde barton fink daima en ust siralarda. coenlerin becerdikleri en iyi is, mukemmel bir sembolik anlatim, insana film izlerken dusundurmeyi basaran senaryo, elle tutulur oyuncu performanslari ve bence hollywoodun haketmedigi derecede guzel bir film bir bagimsiz sinema eseri olmaliydi bence


    (neo - 8 Ocak 2002 03:14)

Yorum Kaynak Link : barton fink