İran / 10
  • "şu repliği aslında filmi özetler. "bakış açınızı değiştirmelisiniz ki dünya değişsin.""
  • "filmde yaşlı amcanın söylediği türkçe şiir o toraklardaki türklere ait bir manidir. orijinali:ezizinem uşdum geldost bağına düşdüm gelyahşi günün yoldaşıyaman güne düşdüm gel."
  • "(bkz: allahını seven üstüme toprak atsın)"
  • "film üzerine şu yazı da ayrıca okunabilir."
  • "izledikten sonra filmin adının türkçesinin neden dudun dadu olmadığını anlayamadığım film"
  • "sanki film degilmis gibi ama izlettiriyor kendisini..hayattan erken ayrilmak isteyen bir insani izlerken, salondan erken cikmissin hissi uyandiriyor insanda.."




Facebook Yorumları
  • comment image

    her izleyişimde değişik şeyler hissettiğim ve fark ettiğim film. sinema dedikleri şey bu olsa gerek.

    --- spoiler ---

    bedii abi, arabasıyla malum iş için uygun birini ararken, tabiri caizse amele pazarından geçiyor. merakla arabanın başına üşüşen işsizler, kahramanımıza adama ihtiyacı olup olmadığını soruyorlar. olumsuz yanıt alınca işsizlerden biri ''adama ihtiyacın olursa biz hep burdayız'' diyor...

    kahramanımız, uzun uzun kesip az kalsın dayak yemek üzere olduğu adamı daha sonra sevdiceği ile beraber görüyor. hatta o sevdicek bedii bey'e fotoğraflarını çekmesi için fotoğraf makinasını veriyor. o taş fırın erkeği, sevgilisinin elin adamıyla o kadar yakınlaşmasına aldırış etmiyor iran gibi bir toplumda...

    bedii bey intihar edeceği gün sanki 2 gün sonra geri gelecekmiş gibi evini düzeltiyor. elektrik şalterini kapattı sanıyorum evden ayrılırken. ayrıca üşütmemek için sıkı sıkı giyinmesi de örnek bir davranış idi. üşütmemeliyiz, sonra hasta oluruz...

    üstüne birkaç kürek toprak atmasını istediği kişilere taahhüt ettiği para -sözde- arabasının torpido gözünde olacaktı; ama malum yere taksiyle gidiyor. taksicinin ''ohoo abim sen naabtın? bu saatte, bu dağ başında ne işin var ?'' demesini bekliyor gibi bir hali var...

    ---
    spoiler ---


    (edgenabby - 26 Temmuz 2009 14:24)

  • comment image

    aklından intiharı geçirmişlerin izlemesi gereken güzel bir film..umutsuzluk üzerine olsa da insan izlerken bile arabaya binen her kişiden ikna edici cevaplar bekliyor. umudu kesmek o kadar kolay mı bedii ağam..

    "yahşi günün kardeşi
    yaman güne düştüm gel"


    (cella - 6 Eylül 2009 22:08)

  • comment image

    90 dk değil de, kısa film olarak çekilse daha vurucu olabilecek, damakta daha yoğun bir tat bırakabilecek bir film. sevilesi.
    şöyle ki, elma suyunu da sever insan ama suyla iyice seyreltilmemiş olanı tercih edilir. bu film de, arttırmak için biraz yoğunluğu azaltılmış hissi verdi işte..

    dut hikayesi olan amca yetermiş sanki. kendisi pat diye 58. dk'da giriyor filme, sadece hikayeyi ve anlatılışını yeniden izlemek isteyenlere bilgi olsun.

    izlemeyenlere de 58'den itibaren izlemelerini öneririm. ha, biri bana benzer bişey önerseydi, dallamaya bak kesin anlamamıştır filmi, boru değil lan altın palmiye bu, der ve siktiri çeker, filmi baştan sona izlerdim o ayrı konu. neyse..

    --- spoiler ---

    o amca nerden arabaya bindi, ne ara mesleğinden bahsetti, ne ara teklifi kabul etti bilemiyoruz (madem onunkini bilemiyoruz, diğerlerininkini de bilmeyebilirdik. böylece ilk 60 dk 7 dk'ya düşebilirdi mesela). hızır gibi kendisi, bir anda ortaya çıkıveriyor. belki de amcanın yarattığı fark gözümüze girebilsin diye, tüm diğerleri (asker, ilahiyatçı vs.) filmde görünüyorlar. hepsi de gittikleri yolu bilmeyen, kendilerini anlatmayan, kendi doğrularını gösteren yol için değil, sadece teklife verecekleri cevap için adamın hikayesini dinlemek niyetinde insanlar. eğer ihtiyacınız yardımsa, size yardım edemeyecek insanlar. ya da bu niyette bile değiller. korkuyor, kaçıyor, bulaşmıyor ve anlamıyolar.
    sadece amca yol gösteriyor, sola dön sağa dön diye. gitmek istediğin yere ulaşan yolu biliyorum, diyor. daha önce geçtim bu yollardan. seni bu kayalık yola soktuğum için de kusura bakma..

    ---
    spoiler ---

    öz olsa tadından yenmeyecek filmdir velhasıl. öz, az değildir ne de olsa.


    (slot - 22 Eylül 2009 22:28)

  • comment image

    --- spoiler ---

    dikkat çeken bir noktalardan biri de şudur ki kahramanımız bedii filmin başında amele pazarında gezinir arabasıyla. amele pazarı, yani yaptıracağı iş için gidilebilecek ilk ve belki de tek adres. ancak oradan bir sonuç alamaz ya da almak istemez kim bilir!
    sonra gider ve o iş için en olmadık adamları alır arabasına: asker? ilahiyatçı? yaşlı adam?
    ''abimizin birkaç kürek toprağa değil, sağlam bir vaaza ihtiyacı olduğunun kanıtıdır bu'' diye düşünüyorum doğrusu. belki de yanılıyorumdur bilmiyorum. bilmiyoruz.

    ---
    spoiler ---


    (edgenabby - 11 Ekim 2009 22:09)

  • comment image

    filmin sonlarına doğru esas oğlanın yoldan topladığı tiplerden biri bizim yıllar yılı "bir ingiliz bir fransız bir alman* vs vs" diye anlattığımız bir fıkrayı "bir gün türkün teki" diyerek anlatmış ve hiç unutmam salondaki insanlar gülsem mi ağlasam mı olmuş ama en sonunda kiorastamî'ye ayıp olmasın diyerekten sesli sesli gülmüşlerdi..

    şimdi fıkra neydi ve neden böyle saniyelik dilemma ve ruhsal bunalımlara sürüklemişti insanları hiç hatırlamıyorum, keşke hatırlasaydım..


    (charlottesometimes - 12 Aralık 2002 23:25)

  • comment image

    abbas kiyarüstemi'nin toz toprak kokan filmi.

    nereden başlayacağımı bilmiyorum...

    doğu dillerindeki kibarlıktan mı, o araba içindeki diyaloglardan mı, iran'dan bertaraf olmuş yaşamlarından kesitler mi?! filmde metaforlar çok. yaşam-ölüm zıtlığına göndermeler, toprağın aldığı gibi geri vermesi gibi birbiri içinde zıt kavramların uyumu. final sahnesinde e noluyor yahu tüm bunlar da neyin nesi gibi soru geçebilir ama kiyarüstemi'nin kamerasından her şeyin aslında bir kurgu olduğunu, ölüm-yaşam çizgisine atfettiği noktalar başarılı.

    film izlettiriyor kendisini. yani pat diye akşam, sabah olmuyor. her şey kendi halinde (bu doğal süreçte) yol alıyor, zamanın akışıyla ilerliyorsunuz. yaşlı amca (ramiz dayı gibi nan); bir çıkıyor, yemin ederim o adam böyle pesimist insanları hayata bağlar, hızır gibi. intihar için gittim, bir dut hayatımı değiştirdi diyor. e kiraz geçiyor mu diyecekler? var, adam onu araya serpiştiriyor. o halde şurada bir parantez açayım; "(...)tüm bunlardan vazgeçmek mi istiyorsun? her şeyi bırakmak mı istiyorsun? kirazların lezzetini bırakmak mı istiyorsun?(...)"

    ayrıca bedii bey'in şehrin dışından tek tek adam çağırıp kendisini gömmesini istediği adamlar nasıl oynamışlar, şaştım. sanki orada oynayanlar halktan birisi, öyle pek tanınmamış gibiler. oraları da iyidi. türk fıkrası anlatılıyor arada, o gayet hoştu.

    (bedii bey : sabah 6'da buraya geldiğinde iki kez bedii bey bedii bey diye bağır. eğer sana karşılık verirsem, elimi tut ve bu çukurdan çıkmam için bana yardım et. ama şayet sana cevap vermezsem üzerime 20 kürek toprak at.)

    valla uzatırım daha da gerek yok.
    arşivlik bir film. bakar bakar hatırlarsınız arada. tozlu ama bir o kadar da hoş bir yapıt...


    (zarp - 12 Şubat 2011 18:34)

  • comment image

    filmde yaşlı amcanın söylediği türkçe şiir o toraklardaki türklere ait bir manidir. orijinali:

    ezizinem uşdum gel
    dost bağına düşdüm gel
    yahşi günün yoldaşı
    yaman güne düşdüm gel.


    (imadeddin nesimi - 27 Şubat 2011 21:46)

  • comment image

    toprağa dönme isteğini çayır çimen içinde anlatmadığı için güzel bir film. ayrıca,

    "bir dut her şeyi düzeltti mi" sorusuna yaşlı amcanın "hayır herşeyi değil sadece beni düzeltti" cevabı bu filmi hatırlamam için yeterlidir.


    (sigortateli - 27 Eylül 2012 15:03)

  • comment image

    filmden bir bölüm:

    "size başımdan geçen bir olayı anlatacağım: henüz yeni evlenmiştim. belaların her türlüsü bizi buldu. öylesine bıkkındım ki her şeye son vermeye karar verdim. bir sabah şafak sökmeden önce arabama bir ip koydum. kendimi öldürmeyi kafama koydum. yola koyuldum. dut ağaçlarıyla dolu bir bahçeye vardım. orada durdum. hava henüz karanlıktı. ipi bir ağacın dalı üzerine attım; ama tutturamadım. bir iki kere denedim ama kar etmedi. ardından ağaca tırmandım ve ipi sımsıkı düğümledim. sonra elimin altında yumuşak bir şey hissettim: dutlar. lezzetli, tatlı dutlar. birini yedim. taze ve suluydu. ardından bir ikincisini ve üçüncüsünü. birdenbire güneşin dağların zirvesinden doğduğunun farkına vardım. o ne güneşti, ne manzaraydı, ne yeşillikti ama! birdenbire okula giden çocukların seslerini duydum. bana bakmak için durdular. "ağacı sallar mısın?" diye bana sordular. dutlar düştü ve yediler. kendimi mutlu hissettim. ardından alıp eve götürmek için biraz dut topladım. bizim hanım hâlâ uyuyordu. uyandığı zaman dutları güzelce yedi. ve hoşuna gitti. kendimi öldürmek için ayrılmıştım ve dutlarla geri döndüm. bir dut hayatımı kurtarmıştı."

    (bkz: abbas kiarostami)


    (hanging rock - 26 Ocak 2014 19:02)

  • comment image

    filmde benim dikkatimi çeken iki nokta vardı: birincisi intiharın dini boyutu, ikincisi yaşamın buna değip değmeyeceği.

    intiharın dini boyutunu afgan ilahiyatçı ile birlikte sorguluyoruz. özellikle de şu replikler can alıcı:

    -intiharın büyük bir günah olduğunu biliyorum. ama mutsuz olmak da büyük bir günahtır. mutsuzken başkalarını incitirsiniz. bu günah değil midir? başkalarını incitmek günah değil midir? aileni incitiyorsun, arkadaşlarını, kendini incitiyorsun. bu bir günah değil mi? seni incitirsem bir günah olmuyor da kendimi incitirsem mi büyük günah işliyorum?

    bu sorgulamaya karşılık ilahiyatçı durumun bundan ibaret olmadığını, kendini öldürmenin başka bir insanı öldürmekten farklı olmadığını söyler.

    olaya intihar etmek isteyen kişi tarafından baktığımızda -işin dini boyutunu bir kenara bırakarak- kendi varlığına son vermek isteyen bir insanın bu noktaya gelene kadar yaşamıyla ilgili kar-zarar analizini yaptığını biliyoruz fakat kafamıza takılan soru bu analizin rasyonelliği. işte bu noktada tahnitçi devreye giriyor ve filmin diğer yarısında bu analizin sağduyusunu sorguladığımız gibi yaşamın kendisinin de buna layık olup olamayacağını kavramaya çalışıyoruz.

    intihar kolay değil. insanın kendi dileğiyle kendi varlığına son vermeyi istemesi, bunu bilincine yerleştirmesi ve eyleme dönüştürmesi varoluş kaygıları en büyük yumuşak karnı olan insan için beraberinde ciddi bir sorgulamayı getirir. insanın durduk yere bu sorgulamaya girmesi pek mümkün değildir, ne zaman hayatla baş edemeyeceğimizi düşünürüz, sorunlar yakamızı bırakmaz, mutsuz oluruz, mutsuz ederiz o zaman intiharı düşünmeye başlarız. intiharın bireye yerleşmesi pek kolay olmadığı gibi genellikle duygusal kararlar sonucu ortaya çıkar. yani bu durumda çevresiyle sorunları olan birinin, mutsuz olan birinin böyle bir karar alması içinde bulunduğu durum sonucunda ortaya çıktıysa şartlar değiştiğinde birey bu karardan vazgeçebilir. tahnitçi de bunu sorguluyor işte. intihar etmek isteyen adamın rasyonalliğine güvenemediği için ona sorunlarının çözülebileceğini bunun için intihar etmesine gerek olmadığını ve bir sürü insanın bu tarz sorunlarla mücadele ettiğini belirtiyor. adamın film boyunca niçin intihar etmek istediğini öğrenemesek de tahnitçi sayesinde çok daha farklı şeyler öğreniyoruz.

    tahnitçi aslında insanın yaşaması için çok özel sebeplerinin olmaması gerektiğini düşünüyor. yani, niçin yaşamak için büyük sebepler arıyoruz ki? gecenin gündüze dönüştüğü o ana şahit olmak, rüzgarın hafif bir esintisiyle ürpermek, kirazın tadını alabiliyor olmak yaşamak için zaten birer sebep değil midir? ve insanoğlu niçin yaşam bu kadar sadeyken çok daha karmaşık nedenlerle yaşama tutunmayı yeğliyor? gözümüzün önündekini görmüyoruz sanki ve hep daha büyük balıkları tutmak için saçmasapan maceraların kahramanı yapıyoruz kendimizi. oysa, gerçekten yaşamak, bunu bir sanat haline getirmek, kendi hayatını yaratmak insanın yapması gereken tek şeydir.

    bu sırada tahnitçi adamı biraz ikna ediyor olacak ki, intihar etmek isteyen adam tahnitçiyi ikinci kez müzede ziyaret ettiğinde sabah geldiği zaman kendisinin ölü olup olmadığına daha çok dikkat etmesi gerektiğini söylüyor. belki de biraz aldığı karardan cayıyor ama yaptığı kar - zarar analizinde hala ölmek yaşamaktan daha üstün olacak ki kazdığı mezara giriyor ve sabahın olmasını bekliyor.

    filmin sonunun böyle bir belirsizlikte kalması kanımca abbas kiarostami'nin henüz yaşamak mı - ölmek mi sorusuna verilecek cevabı bulamamasındandır. bir yönetmenin kendi arayışlarına, sorularına cevap vermek için film çektiğini düşünürsek kiarostami'nin de bu ikilemde kaldığını söyleyebiliriz. kendi arayışlarından yahut sorunlarından ziyade yönetmenin izleyicilerine kesin bir cevap vermiş olmanın yükümlülüğü altına girmek istemediğinden filmi böyle bitirmeyi tercih ettiğini de söyleyebiliriz. insanlara bir şeyler söylemenin yükü ağırdır ve olumsuz sonuçlar doğurabilir, üstelik kim ölüm hakkında zaten sahip olduğu huzursuz fikirleri artırmak istesin? sanırım ikincisi birazcık daha sığ bir bakış açısı. filmde çaktırmadan islamiyetteki anlayışları eleştirmeyi göze alan bir yönetmenin böyle bir kurnazlığa gireceğine düşünmüyorum bu noktada bence ne kiarostami, ne bergman ne de camus cevap verebilir arayışımıza belki de bizde kaderimizi tanımadığımız insanların ellerine bırakmalıyız. ama ben yine de kirazın tadını alabilmek için de olsa yaşama taraftarıyım.


    (freddie mercury nin disleri - 3 Şubat 2014 03:00)

  • comment image

    abbas kiarostami filmi.

    1997 tarihli bu film, cannes film festivali'nde altın palmiye'yi imamura'nın unagi adlı filmiyle paylaşmış. filmin orjinal adı olarak le gout de la cerise (taste of cherry) görünüyor.

    ben de cnbc-e'de izleme fırsatı buldum. filmde kirazla ilgili bir şey yok aslında. filmin ortasında yaşlı bir adamın anlattığı hikayenin içinde dut ağacı ve dut meyvesi önemli bir yer kaplıyor. filmin farsça adının dutla ilgili olduğunu sanıyorum. belki batıda dut pek bilinmedeği için kiraz olarak çevirmişlerdir.

    mr. badii kendini öldürmek istemektedir. cesedinin ortada kalmaması için kendisine yardım edecek birini aramaktadır. arabasıyla şehrin dış bölgelerinde dolaşarak insanları alır. onları şehir dışında bir ağacın altına kazdığı çukura götürür. ertesi gün gelip de kendisini burada ölü bulacak olurlarsa üstüne toprak atıp, oradaki parayı da alıp gitmelerini ister. birçok kişi öneriyi kabul etmez. kaçarlar.

    bilgi bulamadım ama tahminlerimi yazıyorum. atlanmaması gereken şeyler var. film, büyük oranda gizli kamerayla çekilmiş sanıyorum. arabaya binen kişiler oyuncu değil, gerçekten sıradan insanlar. sürücü koltuğunun olduğu yere gizli bir kamera yerleştirilmiş olabilir. böylece çekimler yapılmış ve sonradan bir oyuncu, arabayı kullanarak aynı yerlerde gezmiş ve bu görüntüler montajlanmış.

    final sahnesi de buna işaret eder gibidir.

    ölümle yaşam arasında, hafiflikle ağırlık arasında sallanıp duran imgeler bombardımanı bu filmin sonunda, herşeyin oyun olduğu açıklanıyor sanki. yönetmen, gerçekle kurguyu birarada yürütüp ardından yine henüz bahar gelmiş doğanın, gerçeğin kucağına çeviriyor kamerasını.


    (khepri - 20 Ekim 2004 02:14)

  • comment image

    abbas kiarostami'nin intihari isledigi filmi. kiarostami'nin umutsuz oldugu soylenebilir. zaten kendisi yeni film dergisinin son sayisindaki soylesinde "umudum kalmadi, 10 yıl once olsa dunyayi degistirebilecegimi sanirdim ama artik oyle degil" diyor. ama yine de filmdeki hayatin ne kadar guzel oldugunu vurgulayan yasli adamla az da olsa "umut var" da denebilir.

    --- spoiler ---
    semboller bircok iran filminde oldugu gibi burada da var. yasli adamla intihari dusunen adam giderken, yol ayrimindayken, yasli adam "uzun yoldan gidelim, taslidir ama daha guzeldir" diyerek yine hayatin uzun ve zahmetli olsa da guzel oldgunu hatirlatiyor.

    filmde karsitliklar var. mesela toprak tohuma can verirken; adamin toprak altina gomulme fikri ile ayni toprak can alabiliyor. bununla birlikte yasli adamin, intihari dusunen adama yardim etmesi halinde para alacak olmasi ve bu parayla kanser olan oglunu kurtarmasi ama ayni zamanda da adamin intiharina yardim ederek, onun olumune aracilik etmesi yine yasam-olum karsitligini vurguluyor.
    ---
    spoiler ---

    iran filmlerinin en sevdigim yanlarindan biri, bir hikaye anlatirken arka planda duran kendi sosyo-ekonomik durumlarini filmlerine iyi bir sekilde yansitabilmeleri. bu filmde bu baglamda kendi durumlarini cok iyi bir sekilde yansitiyor: filmin yuzde sekseninin arabanin icinde gecmesi, yolda giderken arkadaki iran'in gosterilmesi...


    (whatdreamsmaycome - 20 Mart 2005 22:12)

  • comment image

    izledikten sonra filmin adının türkçesinin neden dudun dadu olmadığını anlayamadığım film


    (cengizhan - 4 Nisan 2005 00:21)

  • comment image

    sanki film degilmis gibi ama izlettiriyor kendisini..hayattan erken ayrilmak isteyen bir insani izlerken, salondan erken cikmissin hissi uyandiriyor insanda..


    (teneke tulum - 16 Mayıs 2005 13:55)

  • comment image

    havadan yağmur gibi toz toprak yağan bir yerde, üzerine iki kürekçik toprak atacak birini bulamayan bay badii'nin "varlık içinde yokluk" meseli. dört bir yanda çalışan makineler ve kamyonların toprağın bağrını kazdığı, toza bulanmış sahneler film boyunca bay badii'nin toprağa dönme isteğini vurgular her an.
    elinde bir kamerayla bozkırın ortasında bir şantiyeye bıraktığımız kiostrami, bize güzelliğini gerçekliğinden alan bir göz masalı hazırlayıp, sunmuş. iş ki demek, söyleyecek söz, söylemeye yetenek olsun. çorbasını odun ateşinde, az un, az da yağla kaynatıp, lezzetinden parmaklarımızı yedirten tüm sinemacılara selam olsun.


    (zazie - 1 Aralık 2005 12:55)

  • comment image

    içinde barındırdığı türk fıkrası şu şekilde olan film:

    --- spoiler ---
    bir türk, doktoru görmeye gider. ve ona der ki:
    "doktor bey, vücuduma parmağımla dokunduğumda acıyor, başıma dokunsam acıyor, bacaklarıma dokunsam acıyor, karnıma, elime dokunsam acıyor".
    doktor onu muayene eder ve sonra ona der ki:
    "vücudun sağlam, ama parmağın kırık!"
    ---
    spoiler ---

    ayrıca filmde yaşlı adamın anlattığı öykü dutla ilgilidir, tamam. buna kimse birşey demiyor. "filmin isminin kirazla ne ilgisi var?" diye soranlar sanırım şu küçük ayrıntıyı atlamışlar (yaşlı adamın ağzından) :

    --- spoiler ---
    bütün umutlarını mı kaybettin? sabah uyandığında, hiç gökyüzüne baktın mı? şafakta güneşin doğuşunu görmek, istemez misin? gün batımında, güneşin kırmızısını ve sarısını, artık daha fazla görmek istemiyor musun?
    sen ayı gördün mü? yıldızları görmeyi istemez misin? dolunaylı geceyi, yeniden görmeyi istemez misin? gözlerini kapatmak mı istiyorsun?
    (...) bir kez daha ırmaktan su içmeyi istemez misin, ya da yüzünü yıkamak istemez misin bu suyla?
    (...) tüm bunlardan vazgeçmek mi istiyorsun? her şeyi bırakmak mı istiyorsun? kirazların lezzetini bırakmak mı istiyorsun?
    ---
    spoiler ---


    (evin - 6 Şubat 2006 16:32)

Yorum Kaynak Link : ta'm-ı gilas