• "o değil de görüntü yönetmeni aşmış demek istediğim film."
  • "sinema televizyon öğrencileri için kamera açısı, ışık kullanma vs için gidilebilecek bir film. senaryo vasatın altında. kıskanç uşağın 79 iran devrimi ile bazı orospu çocuklukları yapmasından ibaret."
  • "film arasında "yılmaz erdoğan ikinci bölümde oynuyo galiba .s.s.s" şeklinde sohbet eden bir kitle ile izlediğim film."
  • "düşün ki nuri bilge ceylan ile zeki demirkubuz ortaklaşa oldeuboi' u çekmişler. işte öyle bir filmdi.."
  • "hikayesi itibariyle `incendies` filmini çağrıştırsada, duygusal atmosferi aynı başarıyı yakalayamamıştır. yine de haksızlık etmemek gerekir; zira filmdeki görüntüler ve şiirler göz yaşartmaktadır."




Facebook Yorumları
  • comment image

    orjinal adı fasle kargadan olan fılm

    --- spoiler ---
    eğer ghobadi'yi sarhoş atlar zamanı* ya da kaplumbağalar da uçar* filmiyle sevdiyseniz, bu filme ghobadi filmi izlemek için gitmeyin. bu filmde başka birşey denemiş adam. daha önceki filmlerinde, filmi çektiği bölgenin insanlarını oynatan ve basit planlarla sahici hikayeler anlatan adam, yıldızları oynattığı, görselliğin dibine vurduğu, sahicilikten ve samimiyetten uzak bir film çekmiş. rivayet o ki, filmin hikayesi ghobadi'nin iran devrimi sırasında tutuklanan şair bir arkadaşının başından geçenlere dayanıyormuş ama bu filmin sahicilikten uzak olduğu gerçeğini değiştirmiyor ne yazık ki.

    hikaye şu, sahel (karakterin gençliğini caner cindoruk, yaşlılığını behrouz vossoughi oynuyor) şah dönemi iranında şiir çizittiren ve mina'yla (gençliğini de yaşlılığını da monica bellucci oynuyor!) büyük aşk yaşayan bir arkadaştır. mina zengin aile kızı, yılmaz erdoğan bu zengin ailenin kızına saplantılı şekilde aşık fakir şöfördür. fakir şöförün arkadaşları devrim yapar, roller değişir. fakir şöför, bir kumpasla sahel ve minayı tutuklattırır. adam 30 yıl, kadın 10 yıl yer. sonrasında adama işkence, kadına tecavüz. kadının ikizleri (bir oğlan bir kız) olur. 10 yıl geçer, kadın hapisten çıkar, kocasını sorar öldü derler, bir de mezar gösterirler. fakir şöför, benim evim senin evin gel bize gidelim diyerek alır bunları istanbula götürür. bir yirmi yıl sonra da gariban şair çıkar, sevdiceğinin peşine düşer. istanbul yolları taştan tabi. hikayenin devamını en dandik yeşilçam melodramına bağlayabilirsiniz. filmi yeterince piç ettim daha fazla bokunu çıkarmayayım.

    hikaye bu kadar kötü olsa da, son derece estetik sahneler var filmde. gırla sualtı çekimi var misal. eski filmlerini unutmamış yönetmen; kaplumbağalarla, atları selamlamış, gergedanları da metafor yağmuruna dahil edip filmini noktalamış. onca özenli sahne bu kadar kötü bir senaryoyla ancak bu kadar heba edilirmiş.

    beren saat, monica belluci'nin kızı rolünde. toplam bir ya da iki repliği, bir de sevişme sahnesi meraklısına. onun ikiz kardeşi rolünde, hikayenin hiçbir yerine bağlanmayan, hiç repliği olmayan, sadece on saniye görünen bir de apaçi abimiz var. ben apaçi dedim de, ortalık yıkıldı adam filmden sonra sahneye çıkınca. kendimi uzaylı gibi hissetim tanımadığım için. zat-ı şahane arash'mış. eve gelip de kim la bu apaçi diye google'a sorunca, şu şarkı tanıdık geldi (http://www.youtube.com/watch?v=7ohobnp1sge) herhalde castta adı görünsün de gişe yapsın dedi bkm yetkilileri.

    yılmaz erdoğan da, "bahman, benim hanıma da bir karakter çizittiriver sana zahmet" demiş olacak ki, yine hikaye'ye hiçbir katkısı olmayan bir karakterde belçim hanımı gördük. belçin ile arash ikilisinin olduğu sahneleri çıkarsan filmden, kimse farketmez herhalde. öbür taraftan, yılmaz erdoğan her filmde oyunculuğunu geliştiriyor, gayet iyiydi. oyunculuğu dışında, nuri bilge ceylan ve bahman ghobadi'yle çalıştıktan sonra yönetmen sandalyesinde çekeceği filmlerden de beklentimiz arttı haliyle.

    ghobadi sempatik ve mütevazi bir abimizmiş sevdik. monica bellucci insan değil.

    ---
    spoiler ---


    (toz bezi - 13 Eylül 2012 19:29)

  • comment image

    kariyerinin zirvesindeyken iran islam devrimi'nden 4 ay önce iran'ı terk ederek amerika'ya kaçan oyuncu behrouz vossoughi'nin 35 yıl sonra dönüş filmi. yönetmeni ise bahman ghobadi.

    film iran'da 30 yıl tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılan iranlı şair sahel ferzan'ın hayatının çarpıcı dönemlerini anlatıyor.

    ghobadi, film için "benim kendi ülkem için taşıdığım umut gibi umut vaat ettiğine inanıyorum" demiş.

    izlemek lazım.


    (bunu bulamayanlar da var - 9 Ekim 2012 00:58)

  • comment image

    yıl 1979, 15 yıllık sürgünden sonra ayetullah humeyni iran’a döner ve iki ay sonra yapılan ulusal referandum ile büyük bir zafer elde ederek iran islam cumhuriyeti’ni kurar. şah muhammed rıza pevlevi ülkeyi terk eder ve iran’da 2000 yıldır süregelen dünyadaki en uzun monarşi dönemi son bulur. humeyni ömür boyu ülkenin siyasi ve dini lideri olarak kabul edilir. iran devrimiyle ilgili tarih kitaplarını karıştırdığımızda yazıların özeti az çok böyle. tabii ki devrimler böyle peri masalı şeklinde olmuyor, birilerinin istediğinin olması için birilerinin canının yanması şart.

    sahel devrimden önce üniversite bitiren ve geleceği parlak bir şairdir; eşi mina ile tutkulu bir aşk yaşamaktadır. şoförleri (yılmaz erdoğan) mina’ya aşık olmuştur, şahın askerlerinden biri olan mina’nın babası bu durumu öğrendiğinde kendisi için pek hoş olmayacaktır. ancak iran devrimiyle birlikte iş değişir, arkadaşlarıyla devrime katılarak sahel’i 30 yıl, mina’yı 10 yıl hapse mahkum eder ve olaylar gelişir.

    film bildiğimiz gibi cannes film festivali’ne kabul edilmediği için vizyon tarihi biraz gecikti. mayıs ayında vizyona girmesi beklenen filmin vizyon tarihi 26 ekim’e ertelendi. filmin fragmanı ve oyuncu kadrosu, vizyon tarihi yaklaştıkça şahsımı heyecanlandırmaya yetti.

    ghobadi’nin diğer filmlerine nazaran tanıdık ve yıldız oyunculardan kurulu kadrosu, eski ghobadi filmlerinden farklı bir film izleyeceğimizin habercisiydi. oyunculardan özellikle yılmaz erdoğan’a ayrı bir sayfa açmak gerek; farsçayı akıcı ve güzel konuşması, mimikleri harikaydı. rollerine zıt bir şekilde monica bellucci’nin teşhir konusunda cesareti ve beren saat’in bundan kaçınması dikkat çekiciydi.

    filmin bir çok bölümünde son derece estetik sahneler mevcut. her karesi fotoğraflık olan bu sahnelerin çok başarılı olmasına karşın, görsel efektlerin filmde çok sık kullanılması nedeniyle film ghobadi’nin eski filmlerindeki doğallıktan oldukça uzak. benim gibi zamani barayé masti asbha ve lakposhtha parvaz mikonand filmlerinin hayranıysanız, bu film sizi oldukça şaşırtacak. aynı şekilde filmde kullandığı metaforlar ile eski filmlere gönderme yapması oldukça hoştu.

    filmin bana göre tek eksik yönü senaryosuydu, siyasi mesajların yanında aşk üçgeni ile ilerleyen filmde bir şeyler eksik olarak kalmış. her ne kadar filmdeki o mükemmel sahneler bu eksikliği kapatsa da ghobadi hayranı olup büyük beklenti ile filme giden şahsımı senaryo tam olarak tatmin etmedi.

    ghobadi film için “benim kendi ülkem için taşıdığım umut gibi umut vaat ettiğine inanıyorum” demiş. bende ülkemizde maalesef bir çok insan tarafından tanınmayan ghobadi’nin gergedan mevsimi ile tanınacağını ve iyi bir gişe yapacağını umut ediyorum.


    (xlenzer - 24 Ekim 2012 15:05)

  • comment image

    gerek kadrosundan, gerekse yönetmeninden ötürü merak ettiğim bir film idi gergedan mevsimi. gün itibariyle gösterime girdi. ikinci seansta, küçük salonda tek başıma izledim filmi. nasıldı film? tek kelime ile: berbat!

    --- spoiler ---

    senaryo berbat ama ortada senaryo olup olmadığından da emin değilim. bildiğin yeşilçam filmi bu. a separation'ı yapan iran sineması'ndan böyle yeşilçamvari-melodramatik-basit-ucuz bir film beklemezdim. devrim dendi, politika dendi, şah'ı eleştiriyoruz dendi, şah dönemini fon alıyoruz dendi, beklentiler yükseldi. ama filmde ne bir politik gönderme var, ne de bir şah eleştirisi. gönderme, eleştiri yok. o dönemin nabzı da tutulmuyor. çok basit bir hikayesi var. şah karşıtı şair, kıskanç şoförünün kirli planı yüzünden tutuklanır, işkence görür, içeride 30 yıl kalır. eşi de tutuklanır, tecavüze uğrar, hamile kalır, 10 yıl sonra serbest kalır, ölmeyen kocasının öldüğü söylenir, istanbul'a kaçar. 20 sene sonra kocası da peşinden istanbul'a gelir. aslında yazınca bile fark ediliyor ki harbiden kaçmış bir fırsat bu. şu iki satırdan etkileyici bir hikaye çıkarılamaz mıydı? zaten gerçekte de yaşamış olan şairin hikayesi etkileyici, sarsıcı. benzerleri bizde de yaşandı. ama bahman ghobadi bizim beklediğimiz filmden çok simgesel anlatımın ağır bastığı, metaforların gırla gittiği, "neredeyse" diyalogsuz, sessizliğin hakim olduğu bir film yapmak istemiş. keşke istemeseydi.

    senaryonun alt metni yok. filmin yeşilçam'da sıkça izlediğimiz melodramlardan hiçbir farkı yok. aşk üçgeninden ibaret bu film. aşkından delirmiş, psikopatlaşmış karakter de cabası. karakterler desen havada kalmışlar. beren saat biraz kendisinin uğraşmak istememesinden, biraz da yönetmenin çalakalem yazmış olmasından ötürü karakterinde berbat bir performans ortaya koymuş. ikinci kere bir fahişeyi oynuyor ama güz sancısı'ndaki kadar inandırıcı değil. ki bana göre orada da inandırıcı değildi. saat bir fahişeyi oynadığına inandırmıyor. ne hal ve hareketleri ile, ne sesi ile, ne de mimikleri ile inandırıcı olabiliyor. zaten filmde en fazla beş dakika görünüyor. havada kalan diğer karakter ise beren'in canlandırdığı fahişenin kardeşi. bırak repliği (ki beren'in de sadece üç repliği var) yüzü bile görünmüyor. caner cindoruk, beren saat, belçim bilgin (en gereksiz karakter, yılmaz'ın torpiliyle mi rol aldı acaba? filmden çıkarsan sorun olmaz) ve arash yardımcı rollerde (aslında yardımcı rol bile denemez ya neyse -caner'i tenzih ederim. onun rolü diğerlerininki kadar kısa değildi) görünüyorlar. performansları iç açıcı değil. ama ya başroldeki iran'lı behruz vasugi? bir karakter ancak bu denli kötü oynanır. performansı beren'inkinden de kötü. dil probleminden olabilir. bütün film onun üzerinden ilerliyor ve bütün filmi tek bir mimikle bitiriyor. yuh yani. filmin en iyi performansı monica belluci'ye ait. harbiden de çok yetenekli bir oyuncu. ingilizce-italyanca-fransızca'dan sonra şimdi de su gibi farsça konuşuyor. hem de iranlı olduğuna da inandırıyor. oyunculuk böyle bir şey. beren saat bir şeyler kapmıştır umarım. yılmaz erdoğan da şaşırtmıyor ve başarılı bir performans ortaya koyuyor. nuri bilge ile çalışması da bu performansında etkili.

    nuri dedik, oradan devam edelim. fena halde nuri'nin filmlerini akla getiriyor gergedan mevsimi. tıpkı nbc'nin filmleri gibi neredeyse diyalogsuz, sessizliğin filmi kapladığı, görüntü yönetmenliğinin çok sağlam olduğu bir film. ama nbc'nin filmlerinden farkı altmetninin bomboş olması.

    sözün özü. gerçekten kötü bir filmdi. ne bir eleştiri var, ne de filmden sonra hatırlanabilecek bir karakter var. filmden sonra akıldan kalan sadece iki sekans var. birisi kaplumbağalar da uçar'a gönderme mahiyetindeki o sekans, diğeri de gergedanlı yolda arabasıyla ilerleyen karakterin olduğu sekans. başka da yok.

    ---
    spoiler ---


    (sherlock holmes 90 - 26 Ekim 2012 16:16)

  • comment image

    film kötü. olmamış. ghobadi'nin taşradan kente yönelişi ve metropolitan havadaki sentezi filmin şiirselliğini yok etmiş. kitera'ya yolculuk'taki spyros, offret'teki alexander geldi aklıma sahel farzan karakterini görünce. filmde ghobadi'nin önceki filmlerine atıflar var, bu noktalar iyi karşılanabilir ama sözde politik şiirler yazıp hapse atılan şairin şiirlerinin bir dış sesle okunması ne yazık ki filmi kurtaramıyor. filmdeki görsel, pastoral sahneler oldukça güzel, buna sözüm yok, ama kurgusal efektler, gerçeklikten oldukça uzaklaştırıyor filmi. fragmanla olmuyor bu işler. filmin politik yönü sıfır, politik sinemanın içinde yer alamaz bence bu film. iran'ın içinde daha kallavi filmler var ve gergedan mevsimi ne yazık ki onların yanında yer alamıyor. ikinci bir kökten uzaklaşma, özden kopma, toprağı işlememe.


    (zarp - 27 Ekim 2012 12:08)

  • comment image

    --- spoiler ---

    sinema televizyon öğrencileri için kamera açısı, ışık kullanma vs için gidilebilecek bir film. senaryo vasatın altında. kıskanç uşağın 79 iran devrimi ile bazı orospu çocuklukları yapmasından ibaret.

    ---
    spoiler ---


    (alm est - 27 Ekim 2012 15:26)

  • comment image

    ne yerden yere vurulacak ne de kendisine şaheser gözüyle bakılacak bir film. yani filme berbat demek de, mükemmel demek de yersiz bence. zira artıları ve eksileri neredeyse eşit olan bir film.

    sahneler inanılmaz. nasıl bir yönetmenlikse, nasıl bir görüntü yönetmenliğiyse ayakta alkışlamak lazım. her bir sahne tek tek fotoğraf gibi. tablo gibi, al as bütün duvarlara. açılar, ışıklar, renkler, görüntüler muazzam. son zamanlarda izlediğim en güzel görüntülere sahipti bu film.

    zamanı baraye masti asbha ve lakpoştha pervaz mikonend adlı filmlere olan göndermeler gülümsetti. farklı açılarla istanbul sahneleri heyecanlandırdı.

    ama kötü yönlerine gelecek olursak, oyunculuklar çok kötüydü. yılmaz erdoğan dışında kimsenin oyunculuğunu beğenmedim. belçim bilgin abartılıydı. beren saat her zamanki gibi inanılmaz güzeldi fakat hâlâ ağlayamıyor, hala büyük sahneleri kotaramıyor. ama çok güzel. monica bellucci çoğu kişi tarafından beğenilmiş ama ben hiç beğenmedim. gayet oynayamıyordu. film neredeyse sessiz bir filmdi ve yönetmenin "aman sessiz bir film çekeyim," niyetiyle yaptığını düşünmüyorum bunu. bence daha çok kolaya kaçmakla ilgiliydi. çünkü monica bellucci'ye türkçe konuşturmaları gerekecekti. filmde kendi sesiyle mi oynuyor, dublaj mı bilmiyorum ama farsça konuşmalarını beğendim. ama genel anlamda kötü bir oyunculuk sergilemiş.

    --- spoiler ---

    filmdeki tecavüz sahnesi çok başarısızdı. 72. koğuş'taki tecavüz sahnesi kadar başarısızdı. hiç hiç beğenmedim.
    sahnelerde ve senaryolarda kopukluklar vardı. karakterlerin ve senaryonun derinliği yoktu. ne beren ne de monica inandırıcıydı. inandırıcı tek kişi yılmaz'dı.
    karakterler öylesine silik çizilmiş ve yaratılmıştı ki filmin içine girmek mümkün olmadı.

    ---
    spoiler ---

    çok büyük heveslerle ve umutlarla gittiğim bu film beni hayal kırıklığına uğrattı oynculuk ve senaryo açısından. ama görüntüler, renkler inanılmazdı.


    (feministim ben - 28 Ekim 2012 10:48)

  • comment image

    sıkıcı, kasvetli bi' havası var. bu tip temalara sahip filmler beni her daim boğdu. belki de bundan ötürü böyle diyorum ama zaten sürgün hayatını, yenilmişliği vb anlatan bi' filmin de tam da bu tip, izleyiciyi geren bi' havaya sahip olmalı değil mi. sanki. kimi arkadaşlarımın istiklal caddesi'ne çıkmak sınıfsal bir tepkidir ile başlayıp akbar'ın albay şoförlüğüne atıfta bulunarak islam devrimi için bu bi' halk devrimidir, ayaklar baş oldu şeklindeki yorumları ile birlikte analiz ettik(böylesi fantastik arkadaşlara sahibim evet).
    ya bi' de şu husus var, belki önemsiz ama; sahel'in istanbul'a aşkını aramaya gelişi var. benzer filmlerde olduğu üzre boğaziçi köprüsü'nden geçiş yapılıyor. ama avrupa'dan asya'ya geçiliyor. hani ben ve benim gibi bi' çok izleyici aşkının izini ilk evvel iran'da sürüp sonra istanbul'a geleceğini düşünmüştür. ama yani neden illa karayolu ile gelsin ki, bi' de bu var tabi. atatürk havalimanı'na indikten sonra asya yakasına geçmiş de olabilir. ki zaten beykoz kıyılarında buluyor aşkını. ama iran-türkiye şey olunca asya'dan girmesini bekledim. böyle de anlamsız bi' noktaya takılır kalırım işte. hemen hemen filmin tamamı istanbul'da çekilmiş. e benimkisi de laf değil mi. şöyle diyeyim mina ve sahel'in geçmişine dahir sahneler istanbul'da çekilmiş. misal işkence alanlarından biri-mina'ya tecavüz rumelihisarı'nda-bayrak kulesi.

    sıkıcı, durağan, iç karartıcı vs vs. sahel'in gemişi gibi, iran islam devrimi gibi.

    editos: imla.


    (zakir - 29 Ekim 2012 17:40)

  • comment image

    film arasında "yılmaz erdoğan ikinci bölümde oynuyo galiba .s.s.s" şeklinde sohbet eden bir kitle ile izlediğim film.


    (insight - 1 Kasım 2012 22:18)

  • comment image

    öncelikle filmin en güzel yanından bahsetmek istiyorum. daha önce istanbul'u bu şekilde tasvir eden ikinci bir yönetmen görmedim. enfes. hem şiirsel hem de renkleri harika kullanan bir ressamın elinden çıkmış gibi. bu kadar kasvetli bir istanbul tasviri beni aldı götürdü. uzak'tan *çok daha iyi bence.

    ama filmi kurtarmaya yetti mi ? hayır.

    öncelikle karakterler çok kötüydü. inandırıcılıktan uzaktı. (daha önce de belirtildiği gibi yılmaz erdoğan hariç) bir kere şairin bende yarattığı izlenimi söyleyeyim. aşk şiirleri yazan, genç kızların hayran olduğu bir şair. kahraman mı ? hayır. aktif bir siyasal hayatı var mı ? hayır. hümeyni iktidarında mutsuz olacak ama sesini bile çıkarmadan alışabilecek bir karakter. karaktere dair dramatik detay yok, düz ilerliyor. bizi karakterin yanına çekecek bir unsur da yok. sadece gözlemci olarak kalalım desek gözleyeceğimiz bir şey de yok. ama akbar öyle mi. ruj sahnesi bile dramanın, detayın zirvesine oynuyor. karakteri ince ince işliyor gözümüzün önünde.

    gereksiz ve ayrıntısız hatta yüzeysel 2-3 karakter de var. şairin yaşlı halinin oyunculuğuna değinmiyorum bile. belluci güzel bir kadın. ama yine de o bahsettiğim detaylardan nasiplenmemiş. yönetmen verse oynayacak da işte..

    bir dee görsel efektler bazen öyle gereksiz ve sıkıcı gelmeye başlıyor ki... kaplumbağalar'ın düştüğü sahnede emir kusturica izliyormuş gibi hissettim. ama bu filmde eğreti duruyor haliyle. yeni bir sinema dili oturtmaya çalışıyor belki de ghobadi. ama ilk film için başarısız. çünkü tam değil. bu kadar melodramik bir hikaye bu şekilde çekilmemeli.


    (sagnymine - 2 Kasım 2012 08:29)

  • comment image

    özellikle bir beklentiyle değil sadece meraktan gitmeme rağmen inanılmaz bir hayalkırıklığı yaşatmayı başarmış film. çekimler görüntüler hoş ilginç ama bunları toparlayan bağlayan adam gibi bir senaryo yok. çok yazık.

    --- hayvanispoiler ---

    ---
    spoiler ---

    tüm film bir oldboy çakması olmak için yazılmış gerisi hikaye gibi duruyor..

    --- spoiler ---

    ---
    spoiler ---


    (woodruff - 2 Kasım 2012 13:49)

  • comment image

    --- spoiler ---

    bilge karasu'nun gece isimli romanını hatırlar mısınız? 12 eylül sonrasının o boğucu, absürt atmosferini anlatan ve birbiri içine dönüp durmaktan yorulan, yorulduğu yerde adeta siyah bir mürekkebe dönüşen, okuyucuların belki milyonlarca yıl geçse de anlamayacağı imgelere, parçalara bölünen metaforlarla dolu bir romandı. ben mesela romandan neredeyse hiçbir şey hatırlamıyorum ama o atmosferi biliyorum. yaşamış gibiyim.

    fasle kargadan'ı izlerken, bir büyüğümle mesajlaşıyordum. sinemadayım, dedim. hangi film diye sorunca filmin adını verdim ve "allah sabır versin" diye mesaj attı. sabır isteyen bir film. bu, nuri bilge ceylan tarzı uzun sekanslar, tek plan sahneler ya da zulmeden kamera oyunlarından değildi. filmde, yaşanmış bir hikayeyi, özüne dokunmaya kıyamayacak kadar tekdüze anlatmanın, anlatmak zorunda kalmanın sıkıntısı her karede hissediliyordu. kürt asıllı iranlı sünni bir şairin, "politik şiirler" sebebiyle 30 yıl içeride yatması. hayatını bitirmişti. bir dönem karısının (mina/monica bellucci) şoförlüğünü yapan adamın, belli ki devrimden önce de humeyni taraftarıydı, bunu kişisel bir meseleye dönüştürmesi ve mina'yı elde etmek için insanlığından vazgeçmesi, hikâyesi anlatılıyordu. mezarlıkta, "ne olur yardım et bana" demesi, içinde bulunduğu takıntının itirafıydı.

    hapishane sahneleri, iran devrimini bilenler için, hafifti bile. su altında yıllarca direnen bir adamın, suyun altında kalarak ölmesini ancak bir şiir açıklardı. suyun altındaki arabada işkencecisiyle duran ve işkencecisinin kapıyı zorlamaya çalışmasını hayretle izleyen adam, bir şairdi. yağmur damlalarının görüntüye yaptığı etkileri kamerada yansıtan da ancak şiirden anlayan bir yönetmenin icadı olabilirdi. ve nihayet, kendi şiirinden bir dizeyi sırtına dövme olarak işleten adamın, bunu karısına yaptırması ve kağıdı işleyen şairden, işlenen kağıda dönüşmesi de, ancak bir şairin hayatında anlamlı olabilecek enfes bir metafordu.

    bütünlüğüne dair söz söylemenin zor olduğu bir film bu. beğenmeyenlerin çıkması acayip normal. bu filme bir "başarı" atfetmek, yaşadığı işkenceyi çok iyi anlatan bir adama edebiyat ödülü vermeye benzer. suratınıza öyle bir bakar ki, ödül verdiğinize pişman olursunuz. daha da ötesi, yönetmenin sevgilisinin de iran'da hapse düşmüş olması, sorgulanması, o kara çuvalın başına geçirilmesiydi. bunu öğrenmemle birlikte filme dair hislerim pekişti.

    iyi bir öykü yazmadan önce, iyi yazılmış bir öykü okumak gerektiğini söyler ustalar. iyi bir film çekmeden önce izlenecek iyi çekilmiş bir film bu. hikayesinin gerçek olması, burukluk bırakıyor içeride.

    ---
    spoiler ---


    (cam irmagi tas gemi - 4 Kasım 2012 02:29)

  • comment image

    görüntü yönetmeni touraj aslani beyefendinin ellerinden öpmek istediğim film.

    filme gelince ben filmi pek beğenmedim açıkçası yönetmenin bahman ghobadi olmasına rağmen. çünkü bahman ghobadi 'nin alışılmış film anlayışından biraz farklıydı. diğer filmelerinin hepsini izlemiş ve de beğenmiş biri olarak bu filmini beğenmedim. senaryo ve kurguda kopukluklar vardı ki bence bu durum en çok rahatsız etti beni. oyunculuklar vasattı. yılmaz erdoğan ve sahel'in yaşlı halini oynayan adam (adını bilmiyorum) haricinde ne beren saat i ne, belçin bilgin'i ne de monica bellucci'yi beğendim.

    --- spoiler ---

    gerçek bir hikayeyi anlatıyor olması ve görüntüler haricinde bir de yılmaz erdoğan'ın ruj sahnesi oldukça etkileyiciydi.

    ---
    spoiler ---

    aynı gün içersinde hem bu filmi hem de evim sensin adlı filmi izlediğim için beyin amcıklaması oldum sanırım.


    (stirnetoile - 4 Kasım 2012 22:52)

  • comment image

    --- spoiler ---

    yerden yere vurulmayı hak etmediği kadar yerden göğe çıkarılmayı da hak etmeyen bir film. çok arada kalmış denebilir. benim gibi iyi bir görüntü yönetmenliği karşısında çok çabuk dıbi düşen biri için aslında gayet tatmin edici sahneler var. gel gör ki muhteşem görüntüler dışında film bir türlü istenileni veremiyor.

    oyunculuklara gelirsek yılmaz erdoğan'ı ben de beğendim. beren, belçim ve monica hakkında yorum bile yapmak istemiyorum. hiçbirini beğenmedim sanırım. hadi monica belluci tip olarak pek fena olmamış, ama diğer kızların oyunculukları olsun senaryodaki yerleri olsun ne arıyor bunlar burada ya dedirtiyor.

    senaryo'yu düşünürsek aslında pek de derinliği olmayan bir hikaye. yani insanın içini bile sızlatmıyor. bu da sinemaya dökülünce bir türlü kırılma noktası gelmeyen bir film oluşuyor. izleyiciyi kendine bağlayabilecek pek bir unsur yok denebilir aslında. aşk desek çok sönük, silik bir anlatım var, tecavüz, haksızlık, devrim desek onlar da öyle etkisiz anlatılmış ki ben bir türlü filme bağlanamadım diyebilirim. filmi bu anlamda kurtaran tek özelliği şiirselliğiydi bence. en azından durup bize bir düşünmek ve hissetmek için bir fırsat veriyordu bu sahneler.

    son olarak sevgili ghobadi hadi hikayen çok etkileyici değildi, senaryon baktın pek derin değil, bunlara eyvallah da neden gidip monica belluci'yi getireyim türkiye'den popüler birkaç oyuncu alayım gibi farklı sentezler denedin anlamak mümkün değil. yüz yıl düşünsem o rol için hadi ben gidip belluci'yi oynatayım diye düşünmezdim. anne-baba kızlar arasındaki görünümsel uyumsuzluklardan bahsetmek istemiyorum bile.

    toparlamak gerekirse izlerken görüşüm beğendiğime yakındı ama izledikten sonra aslında fazla beğenilecek bir yanı olmadığı yönünde değişmeye başladı. açıkçası görülmeye değer bir film olduğunu düşünüyorum, ama fazla beklentiler içerisinde bulunmamak gerekli.
    ---
    spoiler ---


    (swanqueen - 27 Ocak 2013 01:57)

  • comment image

    insanların, ne olduğunu bilmeden, belli film grupları için kullandığı "sanat filmi" kategorisine koyup, beğenmedikleri, güzel olmuş film.

    filmi izledikten sonra ilk olarak, koca bir devrimden sadece bir hikayeyi dinlemiş, izlemiş olmanın tatminsizliğini yaşadım. aslında anlatılacak o kadar çok şey var ki.

    yönetmenin filmde sembolik anlatımları çok fazla. hoşuma da gitmedi değil ama ters netlik olayını ben çok sevmiyorum. filmde gözümü rahatsız ediyor. onun dışında ters ışık da çok fazla ve bu, sinemada çok güzel bir görüntü ortaya çıkarıyor. filmde, "sana filmi" olarak insanların anlatmak istediği, durağan görüntüler, yavaş hareketler, uzun ve sabit kamera açıları var. sanat filmi gibi bir saçmalığı zaten hiç anlamıyorum ama bu bahsedilen filmlerde olduğu gibi, gergedan mevsimi filminde de konuyla alakalı olarak bu açılar sinemasal bir tekniktir ve böyle olması gerekmektedir. yani bu yönetmenler, bu filmlerde, bu açıları, sanat filmi olsun, özellikle bu açıları kullanalım diye değil, anlatmayı seçtikleri hikayenin bu tarzı gerektirdiği için kullanırlar.

    yani 30 yıl hapiste yatmış bir adamın durağanlığını, sakinliğini hareketli bir kurgu ve çekim tekniğiyle anlamak, abestir, siksen bir yönetmenin yapmayacağı bir iştir. bu filmde deniz de bir semboldür, sessizlik de, ışık da, karanlık da. sizin beğendiğiniz o hareketli, renkli filmler yapan yönemenlerin anlattığı olaylar başkadır. bu da bir yönetmenin tarzıdır ve eleştirmek çok etik değildir. yaptığı yanlış değildir. en fazla sana hitap etmediğini söylersin ama filme dandik demek, olmamış demek cehalettir. çünkü film olmuş bir film ve en fazla sana hitap etmiyor olabilir. beğenmiyorsan izleme gibi bir durum da söz konusu değildir. hatta sana hitap etmiyorsa bile izlemelisin çünkü yönetmene ve sanata destek olmak, insani bir görevdir. sanat insan demektir.

    filmde vicdanları rahatsız edecek temel öğeler var fakat yönetmen bunların üzerinde çok durmamış. gözümüze sokup sömürmemiş duygularımızı. en güzeli de budur. şöyle bir gösteriyor ve sonra bize bırakıyor. düşünmek istersen düşünüyorsun. istemezsen düşünmezsin. sonuçta bu film, hiç değilse, sinemanın çıkış amacına yönelik bir iş yapmış ve en azından bu sebepten bile izlenmelidir. bir derdi var. insanların yaşadıkları var ve anlatılması gereken bir hikayesi, mesajı var. oturup saatlerce birine anlatsanız, yine sonuca ulaşamayacağınız, rakı masası muhabbeti aslında bu. fakat sinemada bu hikayeyi anlatıyorsunuz ve karşılık vermeksizin insanlar bunu izliyorlar. derdinizi anlatmış oluyorsunuz. ya bu konuyla ilgili olumsuz düşüncelerini pekiştiriyorsunuz ya da sizinle aynı düşünen adama bir kez daha haklı olduğunu hissettiriyorsunuz. sinema budur.

    bazen durağan bir adamı anlatırsınız, sakin bir film yaparsınız. bazen hareketli bir hikayeniz olur, hareketli, renkli bir film yaparsınız. sanat filmi olmaz. bütün filmler, sanat olan sinemaya hizmet için vardır. bu film de öyledir. en fazla, sinemaya yakışmayan, leş gibi karadeniz hikayeleri, saçma sapan komediler vardır.


    (render - 10 Kasım 2012 14:42)

  • comment image

    --- spoiler ---

    bir kere de ben nuri bilge demezsem çatlarım.
    onun sinemasından nefret ettiğim için ısınamadım zaten filme.
    yahu bu, sarhoş atlar zamanı'nın yönetmeninin filmi değil miydi diye, önce epey bir zorlandım adapte olayım derken. bir de başta martin scorsese ismi geçiyordu, maddi mi manevi mi bilemem artık, bir destek vermiş.

    monica, son izlediğim filmi yakıcı bir yaz'dan fersah fersah ötede, doğru düzgün bir oyunculukla karşımızdaydı.

    yılmaz erdoğan'la bir gün konuşmak zorunda kalırsam söyleyeceğim şeylere bazı yeni cümleler eklendi bu filmle beraber.
    "sizi hiç sevmiyorum, yaptığınız işleri de, yetiştirdiğiniz talebeleri de, şiirimsilerinizi de, mizah anlayışınızı da sevmiyorum. hele o çogzel hareketlerden ölesiye tiksiniyorum. ama bu filmde öyle bir oynamışsınız ki, ohaaa, çüşşş!!!"

    beren saat hadi neyse bir amaca hizmet ediyor filmde, ama o belçim bilgin nedir, neden vardır o filmde, bunu çözmek mümkün değil. çocuklar neden ikiz oldu, sırf gerçek hikayeye sadık kalmak için mi bilemedim. zira oğlanın hiç fonksiyonu yok.
    ayrıca o yılmaz'la o monica'dan o beren çıkmaz, az inandırıcı olsun şu kast seçimleri.

    tek etkilendiğim ve bir ömür unutmayacağım sahne de kırmızı ruj sahnesi oldu. ruju orda gördüğüm anda gerisinin nasıl geleceğini anlayacak kadar film izlemişim, ama yine de izlerken çok etkilendim, bu da yılmaz erdoğan'ın aşırı sahici oyunculuğunun sayesinde.

    görüntüyü nbc işine benzettik ama, senaryo oldboy'dan ziyade eşkıya'ya çalıyor bence.
    izlenmeyecek film değil ama, izlenince size çok şey bırakacak da değil.

    ---
    spoiler ---


    (agirroman - 8 Kasım 2012 21:52)

Yorum Kaynak Link : fasle kargadan