Far from Heaven (~ Cennetten çok uzakta) ' Filminin Konusu : 1950'li yılların Amerika'sında, sakin ve sessiz bir hayat süren Whitaker ailesi Connecticut'ta herkesin imrendiği bir mutluluk çizmektedir. Ancak Cathy, eve erken geldiği bir gün inanılmaz bir manzara ile karşı karşıya kalır. Kocası Frank'i başka bir erkekle beraber odalarındaki yatakta yakalamıştır. Aralarında bu konuyu hiç konuşmayan ve hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam eden ikili, gitgide birbirlerinden uzaklaşmaya başlar. Kendini yalnız ve mutsuz hisseden Cathy bahçıvanları Raymond ile dostane bir ilişki geliştirir. Hem evli beyaz bir kadının bekar ve siyah bir erkekle yakın gözükmesi çevredeki insanların olumsuz tepkilerine yol açacaktır.
Ödüller :
Superstar: The Karen Carpenter Story(1988)(7,9-2599)
Mildred Pierce(2011)(7,7-17141)
Dottie Gets Spanked(1993)(7,4-763)
Safe(1995)(7,2-10967)
Carol(2015)(7,2-97498)
Wendy and Lucy(2009)(7,1-14524)
I'm Not There(2007)(7,0-53934)
Velvet Goldmine(1998)(7,0-31353)
Meek's Cutoff(2011)(6,6-10402)
Poison(1991)(6,6-3393)
Wonderstruck(2017)(6,2-7761)
Venedik Film Festivali : "Audience Award-Best Actress"
Venedik Film Festivali : "Volpi Cup-Best Actress"
Independent Spirit Awards : "Independent Spirit Award-Best Female Lead"
Independent Spirit Awards : "Independent Spirit Award-Best Supporting Male"
Venedik Film Festivali : "SIGNIS Award - Honorable Mention"
Independent Spirit Awards : "Independent Spirit Award-Best Director"
Venedik Film Festivali : "Golden Osella"
Independent Spirit Awards : "Independent Spirit Award-Best Cinematography"
(bkz: sirk koşmak)
(grapes of butcher - 23 Şubat 2007 20:34)
todd haynes'in filmi. ozenmekten cok bir saygi durusu, en cok da douglas sirk'e saygi durusu. filmin acilis sahnesi all that heaven allows 'un neredeyse kopyasi. kamera hareketi, renkler... renkler demisken douglas sirk kirmizisini her kareye koymus haynes. yapraklarda degilse, paltoda, orada degilse arabada. mutlaka o tutkunun rengi var. kirmizi yapraklarla aciliyor film zaten, ama olaganustu bir sinema dili olan haynes kucucuk bir dokunusla derin bir of cektirtiyor filmin sonunda. acilistakine bezer bir kamera hareketiyle sonlaniyor film, bu sefer agacta beyaz cicekler. bahar mi gelmis olum mu bil(e)miyoruz. artik beyaz neyin rengiyse o.youtube de aradim ama bulamadim, cok etkileyici sahnelerden biri de cathy'nin tren istasyonuna gittigi sahne. bir sey soylemek icin degil, kalmaya ikna etmek icin bile degil, oyle raymond'un gozlerine bakip sessizce hoscakal demek icin. daha da etkileyicisi raymond'la aralarindaki bu sessiz dil. raymond da 'cathy gelmene cok sevindim, gitmeden seni son bir kez gormeyi cok istemistim' falan demiyor. trenin merdivenlerinden el salliyor cathy'e kirik bir gulumsemeyle. tren hareket ediyor. bir istasyonun o halini gormek pek nasip olmaz. yolcular trenle ayrilir istasyondan, yolculayanlar sevdiklerinin ayrilmasiyla... 5 dakika icinde yuzlerce insanin ve sesin oldugu istasyon bombos bir yere donusur. iste o ani goruyoruz, istasyonun kani cekilmis, bombos, sessiz anlamsiz halini. tren giderken de kamera ayni cathy raymond'a 'yapamam' dedigindeki gibi uzaklasiyor. douglas sirk, fasbinder ve haynes ucgeni uzerine yazilan makaleler oldugunu, okumamis olsam da, biliyorum. o nedenle bu konuda bir tespit amerika'yi yeniden kesfetmek. yine de, defalarca alintilanmis bir siiri bu kez de kendi hislerine tercuman etmek icin alintilayan meftuna ozgu bir kirilmayla: parmakliklar arkasindan, bir aradaliklari imkansiz insanlara bakan gozler, hapsedilmis tutkular ve o hapse tikilmis insanlari parmakliklarin arkasindan ama hep 'disarda' ceken bir kamera. todd haynes'in douglas sirk'un konustugu dilden ona saygi durusu. bu kadar gec izledigim icin uzgunum.
(fitfit - 29 Ocak 2008 11:59)
--- spoiler ---noel akşamı sahnesinden , cathy nin kocasına tatile gidilebilecek yerlerin broşürlerini uzattığı sahneden başladım izlemeye ve bu sahne, ayşegül kitapları vardı eskiden, 'ayşegül dört mevsim' de ki noel akşamı resminin aynısı.. arkada çocuklar var,bi kız bi erkek..erkeğin önünde oyuncak tren var, yerde onunla oynuyor, anne babaya yarı sarılmış bişiler gösteriyor..noel çamı arkada, ışıklı..izlemeye devam ettim ve film postmodernizmin süper bir örneği naçizane fikrimce. turn upside down dierek ince ince bir sürü konuya dalmış.. tamamını izlemek ve şu ayşegül ü resimleyen ressam ın adını vermek dileğiyle..--- spoiler ---
(metaxa - 14 Eylül 2008 23:26)
her yönüyle ellilere atfetdilmiş bu filme her nasılsa todd haynes imzasını koymuş, kalpazanlık yok. renkler; elbiselerde kırmızı, duvarlarda yeşil, ışıklarda mavi olmak üzere oldukça dikkat çekici hatta dağıtıcı. hikaye bazında klişe denilebilecek senaryosu olsa da klişe dememekte fayda var zira filmin sonunda bunu diyenlerin ağzına biber sürmüş todd haynes. ayrıca o finalle hikayede dikkat çekilen kısım daha çok; o renk cümbüşü içinde 'renk'lerin farklı anlamlarına, ön verdiği önyargılara, cinsel tercihlerle itilen öteki konumuna ve her şeyin ötesinde toplumun bireye çizdiği sınırların dışına çıkılan ilk harekette maçın başı demeden sarı kart çıkması gibi meramlara olmuş. bunlara rağmen, sonuyla harika bağladığı hikayesinin ya da ellilerden ödünç aldığı modelin bilindikliği ve düşük temposu yüzünde film zaman zaman ritmini kaybeder gibi oluyor kadı kızı kusuru misali ama onun ucu da biraz takdir hakkına dayanıyor. takdirdeyse sürpriz yok, hayal kırıklığına uğrayanlar düşünsün.
(shocktheworld - 29 Kasım 2008 00:52)
(bkz: all that heaven allows)
(deranged - 13 Aralık 2002 20:27)
basta douglas sirk'unkiler olmak uzere ellili yillarin hollywood melodramlarina ozenerek yapilmis film. daha girisindeki muzik ve yazi karakterlerinden belli. ayrica hikaye de o donemde gecmekte, klasik bir melodram. ilaveten film boyunca hersey 'soylenmeyenler' uzerinden gelismekte, sonunda da 'hueeee, nerde benim mendilim' seklinde birakmakta seyirciyi. ama tabii ki bir takim alayci seyirciler cikacaktir, 'nedir bu yahu, sacma sapan' diyecektir, ki o seyirciler zaten gelmesin bu filme. nerde benim mendilim?
(tramell - 29 Ocak 2003 02:22)
todd haynes`in iyiden kendini kanitladigi film bu. haynes hem oyku anlatma hem de sinema dili acisindan cok yetenekli bir yonetmen. far from heaven`da 50lerde gecen bir oykuyu anlatirken 50lerin sinema dilini kullanarak hikayeye cok ilginc bir perspektif katmis. pleasant ville orneginde de hatirlanacagi uzere 50lerin ornek ancak neredeyse renksiz amerikan aile modeli uzerinden gelisen bir hikaye var onumuzde. 60larla birlikte cinsel devrimi yasayacak ve derinden sarsilacak aile bilincini sorgulamak icin cok dogru bir yer seciyor haynes. ancak filmi daha ilginc kilan haynesin bicimsel secimi. haynes kurgudan goruntu yonetimine, jenerikten, araba cekimlerinde mavi ekran kullanmaya kadar tamamen 50lerin sinemasina ozgun bir dili kullaniyor. film bu haliyle 50lerde hic anlatilmamis bir oykuyu sanki o zaman anlatmanin derdinde.haynes'in far from heavendaki karakterler ozellikle de frank cok saglam cizilmis. frank karisi onun gercek kimligini anlayincaya kadar ornek aile babasini oynuyor. ancak gercekler ortaya ciktiginda karisinin destek veren tutumuna ragmen icine dustugu kizginlik karaktere epey derinlik katmis. frank 50lerde filminde soyledigi uzere amerikalilarin genel tavirlari olan sorun yokmus gibi davranmayi yegliyor.hikayenin ana ekseninde yer alan irkcilikta yine ayni motif uzerinden islenmis. kimse alenen irkci oldugunu kabullenmese de, alisilagelmis kurallarin disina cikmaya calisan bir diger tabiriyle ayan* her karakter toplumun sallanan koca parmagiyla karsilasmayi goze almak durumunda.haynes 50lerin atmosferini tamamen postmodern yer yer komik bir sekilde gozumuze sokarken, o yillarda dayatilmaya calisilan amerikan hayatinin ne kadar sterilize ne kadar ozel kosullar icin tanimli dar bir giysi oldugunu son derece şık bir sekilde vurguluyor. mccharty`nin yaftalar dunyasina denk dusen bu donemde zenci degil insan oldugunun ayirdina varmak da kocanin escinsel oldugunun farkina varmasi da benzer sonlara yelken acana kucuk hapishanelere donusuyor.haynes bir onceki filmi velvet goldminedakine benzer bir sekilde kisisel hikayelerden carpici bir donem filmi cikarma yoluuna gitmis. pek de basarili olmus.
(insidious - 7 Mart 2003 23:42)
dream theater'in mike mangini ile birlikte çıkaracağı a dramatic turn of events albümündeki mükemmel ballad. dream theater'dan son 5 albümdür (wither'ın piano version'u hariç) beklediğimiz bir parça.
(thelaughingman - 24 Ağustos 2011 18:26)
yönetmen "velvet goldmine" itibariyle bir sonraki filmini heyecanla bekledigimiz todd haynes, yönetmenin etkilendigi yönetmen hep izlemek isteyipte firsatini bulamadigimiz ama fassbinder'i etkilemesinden etkilendigimiz douglas sirk, dönem '50ler, konu irkcilik olunca, sigara parasini bi kenara ayirdiktan sonra kalan üc bes kurus parayi sinemaya yatirmak kacinilmaz oluyor idi; ve netekim evvelsi gece yaptigim sey oldu "far from heaven".lakin koskoca münüh sehrinde filmin oynadigi sinemalardan hangisine gitsem diye düsünürken, gecenin 22sinde baslayacak matinenin bir gey sinemasinda oynadigini nereden bilebilirdim? bilemezdim cünkü sinemanin ismi gey sinemasi degildi, ve bileti alirken gisenin yaninda duran derginin geylayf filan gibi bir ismi oldugunu göremeyip, direk sinema dergisi olduguna hükmettiydim. bu escinseller masonlardan beter bir örgütlenme icindeler, helal olsun vallahi filan diye düsünmek, liberal bir yaklasim sergilemek bir yana, bir de sinemanin kafeteryasinda filmin baslamasina azicik kala kola icerken kimse gelip ates istemesin diye sigara yakmaya korkmak veya irreversible tarzi bi ambiyans yasaniyordur korkusuyla tuvalete gitmeye cekinmek baska bir durum oluyor. escinseller arasinda azinlik olmak bu filme girmeden evvel iyi bir antreman oluyor.filmin baslamasina 2-3 dakika kala, sanki her an sinema salonunun icinden bir hemsire cikacakmis ta "müjde! cocugunuz erkek!" diyecekmis gibi salon girisinin önünde volta ataraktan ve camekandan görünen "gay point!" isikli tabelasinin anlamini cözmeye ugrasaraktan sigarami ictikten sonra iceri girdigimde en ön koltuga kuruldum, en ön koltukta yanima kurulan olmaz diye. kurulma islemini yeni tamamlamistim ki perdeye dumur icinde bakakaldim. böyle bir dizayn olamaz. sinema perdesinin önünde, demirden bir kafes ve kafesin üstüne kirmizili yesilli filan bir isiklandirma yapmis amcalar. sanki her an kafes iki yana dogru acilacakmista arkasinda beyaz perde yerine bir sahne olacakmis, o sahneden en önde oturan bendenize "young man, there's a place you can go!" diye bir cagri yapilacakmis gibi fantastik bir atmosfer.bütün bunlari anlatiyorum cünkü ilk paragraflarda belirttigim motivasyon sinemanin girisine gelir gelmez bu tür sebeplerden ikinci plana atilmis, dikkatim dagilmis idi. ama filmin baslamasiyla beraber bütün bu dikkat dagitici unsurlar unutuldu, ve böyle bir hayranlik ile izlenmeye baslandi.todd haynes velvet goldmine ile, "ben sinemayla oynamasini gayet iyi biliyorum" demisti, bu film ile "ben sinema dilini tamamen cözmüs bir bireyim" diyor, bunu soyleyelim oncelikle. film, görsel yapi ve yönetim itibariyle tamamen '50ler sinemasinin atmosferini bastan canlandirmayi beceriyor. yanlis anlasilmasin, 50leri degil, 50ler sinemasini canlandiriyor haynes. daha dogrusu canlandirmiyor, o ölmüs sinemanin ruhunu cagirip, o dönem canliyken söyleyemedigi seyleri söyleme firsati veriyor ona. bugünün bunlari söylemeye alisik cesur ama yine azinliktaki sinemasi söylese belki o kadar ilgi cekici olmayacak irkcilik veya escinsellikle ilgili kimi seyleri, o sinema günah cikarircasina söylerken insanin cok daha fazla etkilendigini söylemek lazimdir. ve haynes'in politik dogruluk adina hicbir cabada bulunmayip amerikan toplumuna bu derece sert ve bel altindan girmesi, salya sümük hikayelerinin arkasina saglam toplumsal elestiriler sikistirmaya uygun bir tür olan melodrami secmesi ve böylelikle irkcilik ve escinsellere zulümü hikayenin birinci planinda degilmis gibi, sanki bulunulan ortamin dogal verileriymis gibi göstermesi filmi izlerken sinirlerini geriyor insanin.tüm bu özellikleriyle cok basarili bir film far from heaven.
(caponsever - 17 Mart 2003 12:03)
mangini'li dream theater'ın ilk albümü a dramatic turn of events'in 7. şarkısı. albümde labrie'nin yazdığı tek şarkı. queen tadı var.
(mew - 6 Eylül 2011 13:15)
a dramatic turn of events'in açık ara en kötü şarkısı.
(milistroke - 29 Eylül 2011 19:44)
sinemada izlerken çok sıkıldığım nadir filmlerdendir. renkler, giyisiler, oyunculuklar herşey fazlasıyla yapmacıktı. konu bi türlü ilerlemek, geçmek, bitmek bilmedi. hep "e hadi artık bişiiler olsun" die kendimi yiip durdum ama sonuç, nafile..
(outsideyourdoor - 3 Nisan 2003 11:01)
adinin zavalli cathy yahut cathy'nin aci dolu dunyasi diye turkce'ye cevrilmesinin daha isabetli olacagi film. zati teyzem gun yuzu gormuyor, ayip yani..
(expatriate clamouring vengeance - 27 Nisan 2003 20:37)
moralsizken izlenmemesi gereken ve bazı renklerin abartılı kullanıldığı film.oyunculukta nedense yapay geldi oysa oyunculuklarının süper olduğunu düşündüğüm 3 kişi*** oynuyordu. özellikle gece sahnelerinde mavi spot ışığı öyle bir kullanılmış ki sanki fosfor var oyuncuların ve çevredeki eşyaların üzerinde, tabii bu yapaylığı arttırıyor.kısaca aşırı melankolik bir film.
(dirk pitt - 4 Mayıs 2003 02:47)
müthiş bir film, eksikleri var insanda bir patlama noktası oluşacakmış hissi bırakıyor ama bir bakmışsın filmin sonu gelmiş hala o duygu giderilmemiş evet bu doğrudur. ama gene de iki hassas konunun üstünde durulurken eline yüzüne bulaştırmadan çok güzel anlatmış film. eşcinseller ve siyahlar bir zamanların en çok ötekileştirilen insanları hatta günümüzde bile eşcinsel karşıtlığı koyu bir şekilde devam edebiliyor. kadınınsa bu konunun tam ortasında sıkışan biri olmasına rağmen verdiği tepkiler, olaylara bakışı çok iyiydi cidden.bir diğer güzellik ise filmin o büyüleyici renkleri. doğa ve kostümler, mekanlar öyle ahenkli bir şekilde bütünleşmiş ki izlerken tam bir görsel ziyafet yaşadım. hele o kırmızıların, sarıların tonları yok mu içim gitti, eridim resmen. konu çok sarsıcı değil, belki de tek eksikliği burası. hikaye çok olağan anlatılmış, kırılma noktası olmamış bu yüzden sanırım izleyecek birçok kişi için çok etkileyici olmayacaktır. ama gene de anlatmaya çalıştıkları yeterince iyiydi, herkese şiddetle izlemesini tavsiye ederim.
(swanqueen - 17 Kasım 2012 22:54)
dream theater'ın çok farklı, alışılmadık şarkısı. çok güzeldir ama dream theater'den çok farklıdır. labrie'nin sesi olmasa anlamak inanılmaz güç.
(aint no grave - 1 Ocak 2013 01:13)
40'lar, 50'ler'in filmlerini severim. lakin bazı yönleriyle insanı boğabilen filmlerdir bunlar. karı ile kocanın yataklarının ayrı olması ve muhakkak o yatakların arasına bir adet komidinin olması (seksi çağrıştıracak hiçbir şeye yer yok), öpücüklerin çok kısa olması ve dudakların birbirlerine bastırılmasından ötesine geçmemesi aile içindeki sorunların halledilip hiçbir sorunun olmadığının, amerikan aile yapısının süperden de öte olduğunun izleyiciye dikte ettirilmesi, bununla birlikte bu aile yapısını övdükçe övmesi, farklılıklara izin vermemesi bu dönemde çekilen filmlerin kötü özellikleri. epey muhafazakar bir dönemdi. tabi amerikan rüyasını da satmaya çalışıyorlardı bu filmlerle. spoiler...todd haynes'ın bu filmi de 50'lerde çekilmiş filmler gibi başlıyor. jenerikteki yazı tipi bile o dönemleri hatırlatmakta. jenerik biter ve hikaye anlatılmaya başlanır. film başlar başlamaz bir yapmacıklık hissetmek mümkün. ilk sahnede julianne moore rol yaptığını fazla hissettirir. eh yönetmenin de amacı tam da bu zaten. çok mutlu bir aileyle karşılaşırız. çocuklar mutlu, anne mutlu, baba mutlu. ailenin arkadaşlarıyla ilişkileri çok iyi. bu yapmacıklık kadının eşini başka bir erkekle basmasına kadar devam eder. tabi arada siyahi beyefendiyle konuştuğu sekanslarda bu yapmacıklık terk ediliyor. yönetmenin asıl amacı 50'lerde çekilen filmlerin ne denli yapmacık ve ne denli gerçeklerden uzak olduğunu göstermekti, ki bence bunu çok iyi beceriyor. 50'ler sinemasının tarzını kullanarak o dönem ki sinemayı eleştiriyor. bunu da o dönemlerde baskılanan, hastalık olarak görülen eşcinsellik ve hayatlarını yaşama şansı tanınmayan siyahlar üzerinden yapıyor. 50'lerde çekilen bir filmin sonunda eşcinselin kimliğini kabullenmesi mümkün değil. bu filmdeyse eleman eşcinselliği içinden atmaya çalışsa, "örnek" bir aile babası kimliğini tekrar kazanmaya çalışsa da beceremiyor ve en nihayetinde finalde eşinden boşanıp bu kimliğini benimsiyor. yönetmen hem siyahilerin çektikleri acılara, hem de eşcinselliğe başarıyla odaklanıyor bence. tabi filmin tam merkezindeki kadın üzerinden dönemin kadınlarına da değiniyor. zaten hikaye kadın üzerinden ilerliyor. haynes 50'lerin sinemasını melodram türü üzerinden eleştiriyor. benzer şeyi bu filmden bir kaç sene önce gary ross da yapmıştı. pleasentville filmiyle 50'lerin filmlerini mükemmel bir şekilde tiye almıştı. özetle iki film de izlenmeli...
(sherlock holmes 90 - 31 Ağustos 2013 17:32)
13 aralık cumartesi günü* tv8 de gösterilecek olan film.
(reshiningfor - 13 Aralık 2003 16:43)
gorsel acidan cok iyi bir sinematografiye sahip olan ama kliselesmis senaryosu ve kotu oyunculuklari ile yine de basariya ulasamayan bir film.sinemada daha once yuzlerce kez islenmis olan bir aile drami bu sefer de todd haynes'in yorumuyla sinemaya geliyor. filmde farkli yada ozel olan hic bir sey yoktur. julianne moore her filminde oldugu gibi bu filminde de degismez olarak, kocasi tarafindan yeteri kadar sevgi alamayan , depresif ev kadini rolunu oynuyor.filmdeki kocasi, dennis quaid ' in canladirdigi karakter ise dennis quaid'in cok basarili olmayan oyunculugu ve senaryonun kliselesmis cumleleri ile iyice batiyor. tum filmde ana karakterlere ilgi duymamiz yada onlara ne olucagini merak etmemiz icin hic bir neden yok. kisaca herseyi siyah ve beyaz olarak gostermeye calisan amerikan sinemasindan, insanlara hayat dersi vermeyen calisan fakat cok zorlama senaryosu ile seyirciye aci disinda baska bir sey veremeyen cok gereksiz bir filmdir.
(eternity4ever - 20 Ocak 2004 08:05)
todd haynes 'in çılgınlığına yakıştıramadığım, hatta tarzına sekte vurduğunu düşündüğüm film. douglas sirk 'e zorlanılmış bir saygı duruşu...
(kaktus - 12 Şubat 2006 19:52)
Yorum Kaynak Link : far from heaven